Oregairu Cilt 10 Bölüm 04
Yine de Miura Yumiko bilmek istediğini hissediyor.
Çevirmen: Forevertr3
Dersler bittikten sonra okul binası kuru ayaz gibi soğuktu. O maili aldıktan sonra birkaç gün geçti ve kışın daha da ortalarına girdik.
Aslında bu vakte kadar açık ve sıcak olan hava, güneş batar batmaz birden sıcaklığını düşürdü.
Ayrıca soğuk rüzgar esiyordu.
Deniz kıyısından gelen soğuk kış rüzgarı okulumuzun konumundan dolayı büyük bir binaya çarpmadan direk içeri giriyordu. Tabi bir de Chiba Bölgesi’nin Japonya’daki en alçak yeri olması durumu da var. Burası iyi havalandırılan bir bölge olmalı. Bu sebeple genç insanların evlerinde daha aktif olduğu bir bölge burası. Ne ki şimdi bu? Sanki Siyah Şirkete reklam yapacak adam aranması gibi. Kendimi Tokyo’nun yatak kenti olan Chiba’nın birleşmiş köleler besleme yeri olacağına inandırmışım. Ne tuhaf!
ꕥ Siyah Şirket işçilerini haddinden fazla çalıştırıp onların güvenliğini bile önemsemeyen şirketler için kullanılırmış.
ꕥ Bir yerin yatağı olmak diğer ilçenin sakinlerinin çoğunlukla çalışmak için tercih ettiği benzer ilçeye denir. O ilçe diğer ilçenin yatak kenti olması denir.
Fakat on yedi yıldır Chiba’nın bir yerlisi olarak, bedenim bile bu dondurucu soğuklara alışmış gibi. Bunun sayesinde toplumdan gelebilecek her türlü kötü eleştirilere de alıştırmışım kendimi.
Rüzgar kuvvetli estikçe atkımı daha da sıkıyordum. Gözlerimi ileride ki futbol kulübüne çevirdim.
Okulun özel binasına gömülmüş olan bisiklet park alanının yanında futbol kulübünün antrenmanlarını bitirmelerini bekliyordum.
Önceki gün konuştuğumuz gibi Hayama’nın kariyer yolu tercihini soracaktım. Bir kaç gündür uygun bir zaman gözlüyordum, fakat kulüptekiler ile eve döndüğünden birebir durum yakalayamadığım için geri dönüyordum.
Ah be, kulüp odamız ne kadar sıcaktı öyle, dışarısı buz gibi.
Onlar kulüp odasını temizliyorlarken ben de pencereden futbol kulübünü izliyordum. O sırada dışarı çıkmaya karar vermiştim fakat görünen o ki çok erken çıkmışım. Daha ısınmalarını bile yeni yapıyorlar.
Bitmesini bekliyorken soğuktan dolayı kendimden geçtim ve kolumu biri çekiştirene kadar hafifçe olduğum yerde çömelmişim.
Arkamı döndüm ve kedimsi tüylü bir şey kahve kutusu tutuyordu.
“Buyur al.”
Bu sese yanıt olarak başımı kaldırdım, elinde takılı kedi eldivenleri ile Yukinoshita bir kutu MAX KAHVE tutuyordu. Demek hemen de kullanmaya başlamış eldivenleri…?
ꕥ Aslında biliyorsunuzdur da bu Vol’da ilk defa karşıma çıktığı için ekledim. Hikigaya’nın hep içtiği kahve.
“Ohhh, teşekkürler!”
Kutuyu elime aldığıma ne kadar sevindim. Çooooook sıcak! El ısıtıcısı kullanıyormuş gibi MAX KAHVE’mi kullanıyordum.
ꕥ Ben bizim ülkede görmedim ama eli ısıtmak için rulo şeklinde bir cihaz varmış.
Yukinoshita kedi eldivenleriyle yanaklarına dokunurken, Yuigahama ellerini arkada birleştirmişti. Bu ikisi durumu kontrol etmeye gelmişti. Fakat görüldüğü üzere Hayama’nın kulüp antrenmanı bitmedi.
Sanki içinde mürekkep olan bir kaptaki gibi kararmaya başlayan gök yüzüne baktım ve dedim ki, “Ben hallederim siz gidin.”
“Fakat her şeyi sana yığamayız…”
Yuigahama şaşırdı ve Yukinoshita ne der acaba diyerek ona baktı. Yukinoshita başıyla onayladı.
Başımı titrettim. “Gerek yok hem böyle yalnız sormam daha iyi olur, muhtemelen. Siz etrafımda olursanız işi zorlaştırmış olursunuz.”
Yukinoshita’nın böyle bir yerde Hayama ile hele bu zamanlarda birlikte görülmesi iyi bir fikir olmazdı. Şu dedikoducu kızların olan ve olmayan şeyler hakkında konuşmaya başlamaları için yeterince makul bir neden oluştururdu. Fakat onlara bunu böyle direk söyleyemezdim ve bahane uydurmuştum.
Yukinoshita elini çenesine götürdü ve biraz düşündükten sonra başını kaldırdı. ”Evet… Öyle ama…”
“Ben hala kendim bizzat sorsam daha iyi olur diye düşünüyorum.”
“Peki o zaman. Ama yine her şeyi sana yıkmış olduk…”
“Yo yo sıkıntı yok. İş iştir yapacak bi şey yok.” Bu ikisi bana endişe ile baktı ve ben de onlara sarhoşça bir ses tonu ile cevap verdim.
Yukinoshita gülümsedi. “Senden beklenmeyecek sözler.”
Ciddi misin? İçimden gelen ve kendimce duruma itiraz eden bir gülümseme ile başımı eğdim. Yuigahama da çoktan eve gitme kararını almış gibiydi ve omuzlarına asılı çantasını düzeltti.
“Peki, yarın görüşürüz.”
“Evet, görüşürüz.”
Hafiften ellerimi okulun kapısına doğru ilerleyen bu ikisine doğru salladım ve gözlerimi tekrar futbol kulübüne çevirdim. Sonunda antrenmanları bitmiş ve kulüp odasına doğru gidiyorlardı. Ah, doğru. Doğru ya, üstlerini kulüp odasında değiştirecekler sanırım. Belki de duş almaya gidiyorlardır. Daha önce spor ile alakalı bir kulüpte bulunmadığımdan dolayı ne yapacaklarından emin değilim…
Sanırım biraz onların tarafına geçsem iyi olacak. MAX KAHVE’mi son damlasına kadar yudumlarken kulüp odasının hemen yanında bulunan okulun yeni binasının duvarına yaslanmıştım.
ꕥ ꕥ ꕥ
Güneş ufuk çizgisinden tamamen kaybolduktan sonra hava çok daha çok soğuk hissettirdi kendini. Yine de onları izlemeye devam ediyordum ve odadan çıkmalarını bekliyordum.
Fakat hava çok soğuktu… Bir işim olabilir ama neden Hayama’yı beklemek zorundayım ki? Ona direk sormak yerine onun koruma meleği ile röportaj yapamaz mıyız?
ꕥ Koruyucu melek ile röportaj–> Bir kitap serisi ismidir. Kitapta yazarın birinin koruyucu meleğini çağırıp onunla röportaj yaptığını anlatıyormuş kitap.
Kalbim çoktan kırılmıştı. Çok soğuktu, ayaklarım buz tutmuştu… Burada durduğumdan beri odadan kimsenin çıkacağına dair bir işaret yoktu. Ben Doğuştan Sınırlı Alan özelliğimi falan aktifleştirmeyi bile düşündüm…
ꕥ Doğuştan Sınırlı Alan–> Fate izlemediğim için böyle bir çeviri yaptım. Fate de özel bir yeteneğin adıymış, dünya ile bir yumurta arasında kendini çiftliyor muymuşsun gibi bir şeymiş. İnternetten bakın derim, yada fate izleyenlere sorun derim.
Fakat bunca bekleyişe değmişti. Futbol kulübü üyeleri bana doğru geliyordu.
Ne yazık ki Hayama onların arasında değildi. Neden orada değilsin…?
Yaslandığım duvardan ayrıldım ve etrafa bakındım. Sonra o gruptan birini çağırdım. Uzaktan bile o kahverengi saçıyla tanıyabileceğiniz neşeli haliyle Tobe’yi çağırdım.
“Ohh ahbap. Hayırdır, noldu?”
Beni samimice ellerini sallayarak karşıladı ve ben de elimi kaldırdım.
“Hayama nerede biliyor musun?”
“Hayato-kun…? Şu an bir şeyler ile meşguldü ama,” dedi Tobe ve etrafta gözlerini gezdirmeye başladı.
Ben de onun gibi gezdirdim ama Hayama hiçbir yerde görünmüyordu.
“Burada değil demek?”
“Yok burada olmadığından falan değil. Burada yani buradaydı?”
Tobe belli belirsiz bir şeyler saçmalıyordu. Bir karar ver. Cidden acı çekiyor…
“Eğer burada değilse şansın yokmuş… Tamamdır ben kaçar.”
Biraz da olsa, bu kadar bekledikten sonra eli boş döneceğime tatmin olamıyordum, fakat hiç denemeseydim daha başlamadan elim boş olurdu. Neyse eve dönsem iyi olur. Kumarda kayıplarını azaltmak oyunun temelidir. Burada yaşama kumar diyebiliriz. Cidden neden hayatım hep kayıplarımı azaltmak ile geçiyor?
Tobe’ye veda ettikten sonra bisikletimi park ettiğim yere doğru ilerledim.
“…Ah!”
Arkamdan Tobe’nin sesini duyduğumu zannettim fakat hiç umursamadım ve yoluma devam ettim.
Ve sonra okulun arkasında Hayama’yı buldum. Nereden bilecektim ki? Hala buradaymış ya. Sanırsam Hayama okulun ön çıkışına giden yolu değil de okulun yan kapısına giden yolu kullanıyormuş.
İleriye doğru adım atarken onunla nasıl konuşma başlatacağımı düşünüyordum, fakat aniden durdum.
Çünkü aydınlatma direğinden saçılan turuncu ışığın ulaşabildiği en uç sınırlarında Hayama’dan başka birinin orada olduğunu gördüm.
Refleks olarak kendimi okul binasının duvarlarından birinin arkasına saklandım. Öyle duvara yapıştım ki zemininin soğuğu iyice içime işliyordu.
Havanın karanlığından dolayı Hayama ile konuşanın kim olduğunu çıkartamadım. Fakat yapısına bakarak o kesinlikle bir kızdı. Ayrıca “Aniden çağırdığım için özür dilerim” diyerek konuşmasına başlarken kullandığı ses tonuna bakarak ve rüzgardan dolayı ancak duyabildiğim konuşmanın devamından yola çıkarak büyük ihtimalle bizimle aynı yaşta bir kızdı.
Kız kapalı mavi ceket ve kırmızı atkı giyiyordu. Boynundaki atkıyı elleriyle sıkıyorken gözlerini de yukarı dikmişti ve Hayama’nın yüzüne bakıyordu. Aramızdaki uzaklığa rağmen kızın incecik omuzlarının heyecandan titrediğini görebiliyordum.
—-Ahh, neler oluyor burada.
Tobe’nin neden böyle kaçamak konuştuğunu anladım şimdi.
Kız ufak bir nefes aldı ve sanki kendini hazırlıyormuş gibi ceketinin yakalarını tuttu.
“Şey… Arkadaşlarımdan duydum da, Hayama-kun şu sıralar biriyle çıktığın doğru mu?”
“Hayır, değil.”
“Peki o zaman benimle…”
“Özür dilerim fakat şuan kendimi hazır hissetmiyorum.”
Sesleri oldukça alçak çıkıyordu ve konuşmalarını ancak buraya kadar duyabildim.
Bu noktadan sonra daha da bir şey duymadım.
Eminim ki son duyduklarım son sözleriydi.
Sesler olsun veya olmasın, olan biteni anlamıştım.
Bu ortamın gerilmesinden çok daha uzak bir ümitsizlik duygusuydu ve memnuniyet söz konusu değildi. Hayama ile o kız arasında oluşan ve dikkatleri üzerine çeken bu ortam, soğuk kış gökyüzüne benziyordu ve son zamanlarda bir kere daha görmüştüm.
Bu Noel zamanında Destinyland’a gittiğimizde Isshiki Iroha ile Hayama Hayato arasında geçen ortam ile aynıydı.
Fazla sürmeden veda konuşmasına benzeyen bir iki kelime daha ettiler. Kız hafiften ellerini salladı, arkasını döndü ve uzaklaştı.
Hayama’nın omuzları kızın gidişini izlerken yavaşça düştü. Derinden bir nefes aldı ve yüzünü kaldırdı. Ve o anda onun görüş alanına girdim.
Hayama güldü fakat mahçupluktan, utançtan veya eğlenceden bile değil, sadece pes etmişti. “Sanırım çok tuhaf bir durumda yakaladın.”
“Ahh,şey, hmmm… Özür.”
Yanına kendisi çağırmış olduğu için tüm girişkenliğimi kaybetmiştim. Cevap olabilecek bir şey söyleyemedim. Hayır, eğer ilk konuşan o olmasaydı eminim onu nasıl yanıma çağıracağımı bilemeyecektim. Az önce kız tarafından reddedilmiş olsaydı belki bir-iki öneri verebilirdim fakat reddeden o olduğu için ne diyeceğimi bilemedim. Benim duraksamalarımı görünce Hayama gülümsedi. “Merak etme. Bugün kulübümdekiler de benim hakkımda bayağı düşünceliydiler.”
Öyle bir söyledi ki görsen son günlerde böyle şeyleri bir çok sefer yaşamış zannedersin.
“Ha… Zor geliyor olmalı.”
Samimi olarak söyleyebileceğim başka lafım yoktu. Hayama Hayato’nun aşk hayatına ne ilgim vardı ne de onun birçokları tarafından ilgi duyulmasına karşı duyduğum bir kıskançlığım vardı. Belki de onla hafiften iğneleyici şakalar ile dalga geçebilirdim, fakat ne yazık ki onunla o kadar yakın değiliz.
Bir anlığına Hayama’nın dudakları haddinden fazla yukarı kıvrılmıştı ve öyle bir gülümsüyordu ki sanki nefes alamıyormuş gibi veya acı çekiyormuş gibi.
Fakat hemen sonrasında hafiften başını titretti ve normal gülümsemesi ile bisikletleri park edilen yere doğru hareketlendi. Ben de onu takip ettim.
“Muhtemelen Yukinoshita-san benden daha kötülerini yaşıyordur.”
“Ne? Yukinoshita? Neden?” Adını söylediği anda aniden sordum.
Arkasına dönmeden Hayama kabaca konuştu. “Çünkü başka insanların yaşamlarına karışmayı seven çok insan var. Belki de sadece meraklarını gidermek istiyorlar fakat bunları sadece uğraş olarak görenler var.”
Hayama’nın ses tonu normal halinden daha keskindi. Şu anki halini her zaman nazikçe gülümseyen o insan ile bağdaştıramıyorum.
Fakat son zamanlarda ortada dolaşan dedikodudan bahsettiğini biliyorum.
Eminim ki az önceki kızın Hayama’ya çıkma teklifi ettiğinin nedeni yine bu dedikodudan olmalı. Kızın arkadaşları dedikoduyu bahane göstererek onu teşvik ettiler. Muhtemelen geçen birkaç gün böyle şeyler çokça olmuştur.
Hayama yürürken dönüp bana baktı. Özürler içindeki hali ve düşmüş kaşları ile Hayama aydınlatma direğinden saçılan ışık ışınları ile parıldıyordu.
“Yukinoshita-san için de sorun oluştur olabilir. Rica etsem benim yerime ondan özür diler misin?”
“Kendin dile.”
“Ben de öyle yapmak isterim fakat bu zamanda onun yakınına gidemem… Eğer yaparsam düşüncesizce saçma sapan dedikodular yayacak yeterince insan var. Böyle olacaksa özür dilememek bile daha iyi.”
Konuşmasından yola çıkarak daha önce de böyle şeyler olmuş gibiydi. Geçmişinde yaşadığı deneyimlerini anlatıyormuş gibi hissettim.
Ve muhtemelen bu deneyimleri yalnızca o yaşamadı. Diğeri de bu deneyimi yaşamış olmalı.
Kafamdan bu düşünce geçince aniden durdum. Fakat bir şekilde yeniden ayaklarımı hareket ettirip adım atmaya başladım.
“Alışıkmış gibi duruyorsun… Daha önce de böyle bir şey yaşadın mı?”
“……Onu geç de, diyeceğin bir şeyler var gibi?”
Sorduğumda Hayama omuzlarını silkti ve aniden tamamen farklı bir konu açtı. Bunu yapması daha fazla bu konu hakkında durmayalım demek için yeterliydi.
Ve yine bu dediklerim sormamam gereken şeylerdi. Önceki konuyu daha da açmam uygun olmazdı ve konuşmaya devam ettim.
“Şey, o kadar da önemli değil. Sadece bir şey soracaktım… Mesela kariyer yolu tercih,” dedim.
Hayama mırıldandı, “Bu mu?” ve alaycı bir şekilde gülümsedi. “Birileri sormanı falan mı istedi yoksa?”
“Hayır, sadece danışmak için.”
Miura’dan gelen bir istek olduğunu söyleyemem. Durmuş cevap düşünüyorken Hayama bir iç çekerek yürümeye başladı.
“…Yoksa… işinden dolayı mı?” Söylediği kelimeler çok soğuktu ve onlara karşı küçümseme yaptığına dair izler taşıyordu. Hayama’nın yüzüne bakamadım. Sadece sımsıkı yapıp yumruk şekline getirdiği ellerini görüyordum. “Her zaman olduğu gibi yine aynısın.”
Söylediği kalıp kelimeler direk üzerime esen rüzgara rağmen açıkça duyuluyordu. Rüzgar her estiğinde galvanizlenmiş demir çatı gıcırdıyordu ve bakımsız, paslanmış bisiklet takırdıyordu.
ꕥ Galvizlenme–> Demir çatılarda üzerine çinko kaplama yapılması.
Bunlar hiç hoşnut olunmayacak seslerdi ve konuşurken kullandığım ses tonumu keskin hale getiriyorlardı.
“Daha önce de dediğim gibi kulübümüzün işi bu. Gönüllüler Kulübü.”
“Anladım. Peki benim de bir isteğim olacak?” diye sordu Hayama ve durdu. Beni karşısına alacak şekilde döndü. “Böyle her işe burnunu sokmaktan vazgeçer misin?”
Gülümsemiyordu. Sımsıkı yaptığı yumruğunu normal haline getirmişti. Ses tonu tekdüze ve güçsüzdü. Buna rağmen sesi hiç bir rüzgara yakalanmadan sessizce yankı yapmıştı.
Cevaplayabileceğim veya devamını getirebileceğim bir kelime bulamıyordum, üzerimize sessizlik çökmüştü.
Fakat bu çok az sürdü.
Hayama hemencecik gülümsedi ve sonra alay eder bir ton ile sanki şaka yapmış gibi devam etti. “…Böyle bir şekilde sormuş olsam ne yapardın?”
“Ne mi yapardım…? Onu o zaman düşünürüm.”
“…Öyle mi.”
Bu noktadan sonra bisiklet park yerinin önüne gelene kadar daha da konuşmadık. Hayama durdu ve okulun çıkış kapısını gösterdi.
“Ben arabayla eve gideceğim.”
“Peki madem.”
Bunu bir veda cümlesi olarak söyledim fakat Hayama tınlamadı bile.
Yaptığı tek şey gök yüzüne bakmak oldu.
Acaba yukarıda gördüğü bir şey mi var diyerek ben de yukarı baktım.
Yine de görebildiğim tek şey ışıklar altında kararmış okul binası ve aydınlatma direklerinden çıkan ışığın pencerelerden yansıyıp oluşturduğu parıltılardı. Ay ve yıldızlar daha belirmemişlerdi, tüm bu parıltılar yapay ışıktan geliyordu.
Sonra Hayama aniden konuyu hatırlayarak konuşmaya başladı. “Önceki sorduğun soruda, yanıtı senin hayal gücüne bırakıyorum. Senden kim böyle bir şey yapmanı istedi bilmiyorum fakat… üzerinde hiç düşünmeden bir seçim yaparsan kesinlikle pişman olursun.”
Hayama yürüyerek uzaklaştı.
Karanlık yerlere doğru gitti, aydınlatma direklerinin ışıklarının ulaşamadığı karanlık yerlere. Biliyordum bu yön çıkış kapısına gidiyordu fakat bir an için de olsa, nereye gittiğinden emin değildim.
Söylediği kelimeler burada olmayan birine söylenmiş olması gerekiyordu.
Öyle olmuş olması gerekiyorsa da, bu kelimeler herhangi birilerine söylenmiş gibi hissettirmiyordu. Ne tuhaf…
ꕥ ꕥ ꕥ
Okulda günlerimi geçirirken herhangi bir temeli esas almadan Hayama Hayato adlı şahsın yaşadıklarını ve alışkanlıklarını düşünürken tek bir şey fark ettim.
Bu Isshiki Iroha’nın kaygılarının boş olduğudur.
Isshiki’nin daha önce kulüp odamızda söyledikleri gibi. Son zamanlardaki dedikodu Hayama’nın çevresindekiler ile ilişkilerini etkiliyor.
Hayama ve Yukinoshita hakkındaki dedikodu, sınıflardan koridorlara kadar her yere yayılıyordu.
Bu ikisinin okuldaki ünlü kişiler olmasından dolayı bu durum çok doğal.İkisi de hem erkeklerden hem de kızlardan aynı ilgiyi görüyorlar.
Teneffüste sınıfımda oturuyorken bile sınıfımdakilerin Hayama’ya sık sık baktıklarını görüyorum.
Arka çaprazımda oturan kızların muhabbetleri çok net duyuyordum.
“Sence ne kadar doğrudur?”
“Bilmem ki. Fakat çok merak ediyorum doğrusu. Belki de ciddi ciddi çıkıyorlardır, olamaz mı?”
“Fakat 2-E sınıfındakilerden bazı kızlar doğru olmadığını söylüyor.”
“İyi de, doğru olduğunu söyleyip ortalığı kızıştırmak istemiyorlardır belki. Çok nazik kızlar onlar.”
“Aynen ya aynen! Var ya komik ya.”
Her ne kadar isim vermeseler de muhtemelen Hayama ve Yukinoshita hakkında olan dedikodudan bahsediyorlardır.
Asılsız dedikodu hakkında konuşmak yerine öylesine muhabbet malzemesi yapıyorlardı. Tek sorun dedikodunun cidden insanı meraka sürüklemesi. Bu yüzden dedikodu üzerine yoğunlaşan çok insan var.
Dırdır etmek , dırdır etmek , dırdır melon on yedi yaşındaki kızların tüm öfkesidir ve eğer bunlar okullarındaki tanınmış kişileri ilgilendiriyorsa bir numaralı muhabbeti edilecek konu halini alır.
ꕥ Dırdır Melon(Oshaberi Melon ) Kikuko Inuoe’nin radyosunun adı.
İsimlerini bilmediğim bu kızlar konuşmalarına devam etti.
“Fakat çok şaşırdım. Yukinoshita-san pek çaktırmasa da, o da Hayama-kun’nın tipine hayran gibi?”
“Ohh, anlıyorum kesinlikle anlıyorum. Birbirlerini görmeden çıkıyorlar diyorsun. O da Hayama-kun’un görünüşüne hayran.”
“Peki o zaman Hayama-kun’un da Yukinoshita-san’ın görünüşüne hayran demek olmuyor mu?”
“Öyle gibi…”
Birbirleriyle fısıldaşarak konuşuyorlardı. En azından onlar Hayama ve grubu sınıftayken onları düşünerekten duyulmayacak şekilde konuşmaya çalışıyorlardı.
Fakat benim kulaklarım onları duyuyordu.
Çok sinir bozcuydu. Evet öyleydi.
Kulağı tırmalayacak şekilde konuşmaları, uyumaya çalışırken gece boyunca çevrendeki sivrisineklerin vızıldamalarını veya saatin tıkırdamalarını duymak gibiydi. Sadece konuşmalarını dinlemek bile dilimi ısırmama neden oldu.
Bu dedikodu hakkında yapacağım hiçbir şey yoktu, yine de beni tedirgin ediyordu. Bu dedikoduya karışan insanların kimbilir kaç kat daha tedirgin olduklarını anlayabiliyorum.
Dedikodudan tamamen alakasız insanlar istedikleri yerde saçma sapan teorilerini, çıkarımlarını, arzularını ve kıskançlıklarını oradan oraya, tren vagonlarının birinden diğerine atlar gibi yayabilirler.
Muhtemelen birçoğu soruna yol açmak istemiyordur. Dedikoduyu yaymalarının tek sebebi de eğlenecek bir konu olarak görmeleridir. Karşısına çıkıp sertçe konuştuğunda ise “Sadece dedikodu, abartmana gerek yok” diyecekler.
Çünkü olacakları görebiliyorum, hayır hayır daha çok bu ikisini ilk defa anladığımı düşünüyorum.
Yukinoshita Yukino ve Hayama Hayato uzun zamandır bu tür ortamda yaşıyorlar. Üzerlerine yüklenen beklentiler ve ilgiler ile, güzel görünümleri ve muhteşem yetenekleri yüzünden hayal kırıklığını ve kıskançlığı tek başlarına kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Toplum içindeki ergen gençler için okul onlara tamamen zindan. Popüler olanlar genel ilginin tam ortasında yer alan insanlardır. Bu insanlar çok fazla sayıda insanı kendine yük edip onları koruyup kollarlar. Ve bazen de onları cezalandırırlar. Sanki onlara her gece ve gündüz Stanford Hapishane Deneyi yapılıyor gibi. Kendilerine verdikleri koruma-cezalandırma görevleri ile bazen agresif oluyorlar.
ꕥ Stanford hapishane deneyi, mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeydi. Yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere seçildiler.
Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında çıkarılmak zorunda kalındı. Kendisi dahil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo altıncı günün sonunda deneyi bitirdi.
Arkamdaki isimsiz zindan muhafızları boş muhabbetlerine devam etti.
Sonrasında tüm bu seslerin arasında sağlam bir adım sesi duyulması ile kızlar birden muhabbeti bıraktılar.
Sesin kaynağına doğru döndüm.
Döndüğümde Miura bacak bacak üzerine atmış ve tırnaklarıyla masasına vuruyordu. Yüzü Yuigahama ve diğerlerine dönüktü, fakat gözleri buralara doğru bakıyordu.
Miura süslü püslü, iyi fiziği olan, karşı karşıya kaldığında ise görünümü ile çok etkileyici bir kız. Fakat buraya doğru yan bakması çok daha fazla şeyi ifade ediyordu. Şuan korkunçtu, her zamankinden üç kat daha fazla korkunçtu. Bana direk bakmıyor olmasına rağmen kendimi başka bir yere bakarken buldum.
Döndüğüm yerin biraz daha ilerisinde Hayama, Miura’nın önüne oturmuştu ve ona gülümsüyordu.
Hayama ve Miura az önceki kızların konuşmalarını muhtemelen duymamışlardı.
Bu gürültü çıkaran hareketi daha çok içten gelen bir şeydi.
Konuşulanları duymana veya nelerin konuşulduğunu bilmene gerek yok. Çünkü sınıf ortamında senin lehine veya senden alakasız şeylerin konuşulduğunu hissedersin. Miura tek bir bakışla bu bölgeyi susturmuştu.
Bir süredir konuşan bu kızlar sınıfta duramayacaklarını anlayıp ayaklandılar ve sınıf kapısına doğru giderken hızlıca yanımdan geçtiler. Sınıfta dedikodu yapmak ha, ne kadar da düşüncesizler.
“Çok kötü oldu sanırım? Bizi duydu mu yoksa?”
“Bilmem ki… Acaba Miura-san dedikodular hakkında ne düşünüyordur.”
“Kim biliiiiiiiir?”
Yanımdan geçerken sanki konuşmalarını hiç duymamışım gibi sırama doğru iyice eğildim. Eğer böyle yapmış olmasaydım kendimi Miura ve diğerlerine doğru bakıyor halde bulacakmışım gibi hissettim.
Suyun üzerinde dalgalanan dalgalar elbet kaybolurlar.
Fakat aynı zamanda kelebek etkisi de oluştururlar.
Camlara çarpan rüzgarın çıkardığı sesleri dinlerken sabırla teneffüsün bitmesini bekledim.
ꕥ ꕥ ꕥ
Rüzgar okul sonrasında da devam ediyordu.
Soğuk, kuru rüzgar Kento Ova’sı üzerinden esiyordu. Japon Denizi’nden gelen nemli rüzgar Ou Dağları’nın arasında sıkışıp kalıyordu. Bulutlar dağın tepesinde duruyorken rüzgar aşağı doğru esiyordu.
Bu soğuk, kuru rüzgar üzerinde kulüp odamızında bulunduğu koridorun camlarına çarpıyordu.
Yine de kulüp odamızın içerisi nemli ve sıcaktı. Odadaki nemin kaynağı hemen önümde duran çaydan kaynaklanıyordu.
Çayımdan bir yudum aldım ve biraz rahatladım. Sonra dedim ki, “Hayama-san beni alt etti…”
En başta “Ben sorarım!” demiş olmama rağmen eli boş döndüğümden dolayı özür diler havasında söylemiştim. Günün raporunu sunduktan sonra Yuigahama acı bir şekilde gülümsedi.
“Şey… Böyle bir şey olacağını biliyordum. Hayato-kun son zamanlarda biraz bozuk atıyor… Merak etme Hikky, senin hatan değil.”
Şuan teselli ediliyorum… Yuigahama’dan sonra Yukinoshita da alaycı şekilde gülümsedi.
“En başından beri bir şeyler ummuyordum zaten bu yüzden kafana takmana gerek yok.”
Bu sözleri her nedense teselliymiş gibi gelmiyordu, fakat sesinde nezaket içeren bir ton vardı diyebilirim.
Fakat bundan sonraki duyduğum ses tamamen hayal kırıklığı içeriyordu.
“Cidden hiç hiç işe yaramıyorsun senpai.”
Niye iki kere tekrarlıyorsun ki? İki kere ölmemi falan mı istiyorsun?
“Ve sen niye yine buradasın?” Isshiki’ye baktım.
Isshiki elindeki plastik bardağını masaya bıraktı, yakalarını düzeltti, etek uçlarını kavradı, kaküllerini düzeltti ve daha düzgün bir şekilde oturdu.
“Ben buraya ciddi bir şekilde danışmaya geldim,” dedi Isshiki, çok ciddi söylemişti.
Fakat o doğrulmuş yakalardan gelen köprücük kemikleriyle attığı o bakışı ile elleriyle kavradığı eteği aklımı çelmişti, ve bakımlı kakülleri ile de yaptığı bakış daha bir kuvvetleniyordu. Bunlar onu hiç de ciddi göstermiyordu.
Bir an için tüm dikkatimi almıştı benden, fakat kafamı boşalttım ve Isshiki’ye bakmayı kestim, birazcık pişmanlık hissediyordum. Böyle oyunlara gelmem ben…
“Eğer öğrenci konseyi ile alakalı ise artık sana yardım etmeyeceğim.”
“…Oh, tamam.” dedi Isshiki hüzünlüydü biraz.
Sanki lafından sonra dilini ısırmıştı, fakat bana öyle geliyor olmalı, değil mi? Irohasu?
Bizi izleyen Yukinoshita boğazını temizledi. “Bunca yolu sadece yardımlarımızı istemek için gelmiş olamazsın, yanılmıyorum değil mi?”
Bu gülümseyerek konuşmasında baskı yaratıyordu. Ses tonu çok yumuşak olsa da baştan aşağı titretiyordu insanı. Isshiki derhal duruşunu düzeltti.
“T-Tabiki! Şaka yapıyordum! Ben işimi gayet iyi yapıyorum!”
“Peki, burada bulunma sebebin nedir?” diye sordu Yukinoshita, Isshiki’nin tutumunu gördükten sonra iç çekerken.
Yuigahama hemen araya girdi. “Iroha-chan muhtemelen Hayato-kun’un seçimini merak etmiş ve bize sormaya gelmiştir, değil mi?”
“Aynen öyle Yui-senpai! Evet bu sebeple buradayım! Faaaakat sadece bunun içinde değil.”
Yukinoshita sözünü devam ettirmesi için Isshiki’ye baktı. Isshiki hafiften ellerini çenesine dayadı ve aynı zamanda bir şeyler düşünüyormuş gibi konuşmaya başladı. “Şu dedikodu çıktığından beri Hayama-senpai’ye teklif yapanlar bayağı çoğalmış.”
“Teklif derken?”
“Kısacası sevdiklerini falan söylüyorlar. Pek umdukları gibi gitmese bile kontrol etmiş oluyorlar, bilirsiniz işte işve yapmak falan.” Isshiki Yuigahama’nın sorusunu ilgisizce cevapladı.
Dün gördüğüm o manzara aklıma geldi. Tabi ki gördüklerimi Yuigahama’ya veya Yukinoshita’ya söylemedim. Sanrım bu yüzden şuan ikisininde akıllarına farklı şeyler geliyordur.
“’İşve yapmak’ derken?”
“Peki işe yarıyor muymuş?”
Yukinoshita ve Yuigahama şaşkın şaşkın Isshiki’ye bakıyordu. Isshiki boğazını temizledi ve daha dik oturdu. Sonra bana doğru döndü.
Isshiki bir nefes verdi, fakat çok ateşliydi ve hevesli hevesli bana baktı. “Senpai… acaba…şuan çıktığın biri var mı?”
Sesi hafiften titriyordu, kelimeleri düzensizce söylüyordu ve yanakları kızarmıştı. Uzunca hırkasının kol kısmının altından sarkan küçük elleri bembeyazdı. O eliyle göğüsündeki kurdeleyi çekinerek sıkmıştı ve gömleğindeki kırışıklıkları ile de heyecan yaratan bir durum oluşturuyordu.
Bir anlığına o ıslak gözeri titredi.
Beni öyle bir açıdan yakalamıştı ki kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Sakinleşebilmek için bir süre nefesimi tuttum.
“Yok.. yok da…” dedim kulak tırmalayan bir ses ile.
Oda bir anda ölüler diyarına döndü.
Evet ben suskundum fakat Yukinoshita ve Yuigahama da bir kelime etmiyorlardı. Bu sessizlikte Isshiki dalga geçermiş gibi gülümsedi. “Evet bunun gibi şeyler yapıyorlarmış.”
“S-Sorun söyleme tarzında! Değil mi Hikki?”
… … Hayır bu işve o kadarda işe yaramadı, aynen. Kimi kandırıyorum, aslında beni benden aldı. Isshiki Iroha bu konuda bayağı beceriklisin.
“Hikki?”
Adım söylendiğinde Yukinoshita ve Yuigahama’ya baktım ve bana çok boş gözlerle bakıyorlardı.
“…Niye sessizsin?” Yukinoshita hoşça güldü.
Tamam dur lütfen. O gülüşün çok korkutuyor.
“Ş-şey, hmmm… Evet. Hayama’nın durumunu anladım. Gayet iyi anladım.”
Onlar dedikodunun doğruluğunu sormaya gitmiş olmalılar ve sormuşken de açılmayı denemişler. Böylelikle başarısız da olsalar aralarındaki mesafe azalmış olur veya bunu gibi şeyler olur.
Belki de bu ilk başlarda beceremediğin ancak oyunun daha ileri ki aşamalarına gelince karakterlerin yolunu açabildiğin ek senaryolardan biridir…? Veya bir tür fan yapımı, sonradan eklenen, iyi ve kötü sonu olan senaryolardan biridir??
Her neyse tüm bu olaylar dedikodunun yüzünden olmuş olabilirler.
“Peki bizden ne danışmaya geldin?” deye sordum.
Isshiki küstahça davrandı. “Rakiplerimden daha da önde olmak istiyorum!”
“Tamam…”
Oyunun son kısımlarında bile pes etmek istemiyor. Ben yarı etkilenmiş, yarı bıkmış ve yarı ilgisiz bir şekilde cevap verdim. Bu da kelimenin normal değerinden 1.5 kat demek oluyor.
Vermiş olduğum cevaba rağmen hiç yorulmadan kendince konuşmasına devam etti. “Şu an ki durumu göz önüne alırsak, bu benim için bir şans. Nooooormalde insanlar açıldıktan sonra pes ederler, değil mi? Hayama-senpai’e de bunlardan gına gelmiş gibi görünüyor. Yani ben burada ‘sağlam tahta’ olarak görünebilir ve onu pusuya düşü— şey yani ona dolu dolu rahatlık sağlayabilirim.”
ꕥ Sağlam tahta olarak çevirdim adı tahta değilde taş da olabilir. Mahjong oyununda diğer oyuncuların hamlelerine bakmazsızın alabileceğim taşa verilen isim.
Bana mı öyle geldi yoksa bu kız lafını mı değiştirdi... Dolu dolu rahatlık da ne demek? Isshiki birine nasıl rahatlık sağlayabilir ki… Isshiki’nin tüm cazibesi o sakar davranışlarından kaynaklanıyor… Neyse konu bu değil. Kaldı ki Isshiki ile Hayama arasında olanlar da umurumda olmadığı için dediklerinin çoğunu dinlemedim bile.
Acaba dinliyorlar mı diye diğer ikisine baktım ve tüm dikkatleriyle dinliyorlar gibiydiler.
“Sağlam tahta…”
“Pusuya düşürmek…”
Yuigahama ve Yukinoshita bu kelimeleri söylediler ve Isshiki’ye ciddi bir ifade ile baktılar. Öyle bir bakıyorlardı ki sanki odanın tüm sıcaklığı altüst olacak gibiydi… Bu kesinlikle en sakin olmayan!
ꕥ Aikatsu animesinde Kiriya’nın sıkça kullandığı bir cümle.
Bu bakışları Isshiki fark etmemişti. Çünkü Isshiki pencereden dışarıya bakıyordu, muhtemelen futbol kulübünün antrenmanını izliyordu.
“Bundan dolayı bir ara verip, sakince ve güzelce vakit geçirebileceğimiz bir yere gitsek iyi olur diye düşünüyorum…”
Isshiki, yan tarafına vuran narin güneş ışığı ile endişeli görünüyordu fakat sakindi.
Her ne kadar neşeli konuşsa da kendince Hayama hakkında endişeleniyordu.
Demek Hayama hakkında ciddi düşünüyorsun. Eğer bu yanını gösterirsen eminim ki tüm erkekleri kalbinden vurursun…
“Kötü bir fikir değil gibi,” dedim gülümserken.
Sonra Isshiki’nin yüzüne renk geldi. “Aynen! Eğer önerdiğin bir yer varsa söyle lütfen!”
“Sen bu konuda uzman değil misin?” diye sordum.
Kesinlikle çok yanlış insana soruyorsun. Mesela Yuigahama tavsiye için arkadaşlarına bile danışabilirken, ben ile Yukinoshita dışarıya çıkıp eğlenilebilecek iyi bir yer biliyormuş imajını bile veremiyoruz.
Isshiki’nin yanakları şişti. “Daha önce aklıma ne geldiyse denediğim için bu sefer tam tersi bir şeyler denemek istiyorum.”
“Ahh, anladım sanırım…”
Harika ya. Durumlara uyum sağlama yeteneği çok muhteşem. TOKIO’nun bir üyesi olmadığına emin misin?
Ben her zamanki yerimde etkilenmişce oturuyorken, arka çaprazımda oturan Yuigahama işaret parmağını çenesine götürdü ve başını kaldırdı. “Yani… sen bizden Hayama ile rahatça takılabileceğin bir yer önermemizi mi istiyorsun?”
“Evet aynen öyle,” Isshiki başını eğerek onayladı ve aynı anda Yuigahama’nın sorusunu cevapladı.
Yukinoshita narin bir nefes verdi. “…Eğer isteğin buysa bir şeyler düşünelim.”
O gülümsemesi ile ablasına benziyordu. Bunun üzerine Isshiki, Yukinoshita’yı iyi geçinebileceği biri olarak gördü ve sevinç içinde gülümsedi.
“Çok teşekkür ederim…! Peeeeeki, senpai aklında nereler var?”
“Bana sorma…”
Biraz düşündüm. İlk olarak aklıma Destinyland gelmişti fakat oranın çıkma teklifinin reddedildiği bir yer olması ona ağır gelebilirdi…
Evet Hayama’nın ilgi duyabileceği yerler hakkında hiçbir fikrim yok ama onun gibi insanlar her nereye giderse en azından eğleniyormuş gibi yapmazlar mı? Tabiki cidden eğlenmesi ile eğleniyormuş gibi davranması çok farklı bir mevzu.
Düşünüyorken Yuigahama bana doğru eğildi. “H-Hikky, aklında bir yer var mı? Sadece danışmak için soruyorum…”
“Hayama ile çok farklı türde insanlarız, benden gelebilecek bir öneri hiç bir işine yaramaz,” dedim.
Yukinoshita kıkırdadı. “Evet öyle. Sen onun antitezi gibisin.”
“Değil mi?”
“Aynen öyle.”
Sanki kelimelerinde bir çeşit alay varmış gibi hissettim, fakat hiç de rahatsızlık falan vermedi.
Gerçekten de beni, onun antitezi olarak görmesi çok normal. Aslında böyle bir kişiliğime rağmen kendimle oldukça gurur duyuyorum , fakat Hayama’nın kişiliği benden çok farklı… Benim için bu düzeyde bir kişilikten gurur duymam ile kendimi Hayama’nın antitezi olabilecek küçük bir mücevher olarak görmem aynı şey demek mi oluyor?
Bu küçük mücevher de ne oluyor ki acaba…? Aslında kızlar küçük takılar ve bunun gibi çeşitli şeyleri severler, yani eğer kendimi küçük bir mücevher olarak görüyorsam… Acaba kızlar bu tip şeyleri ne kadar seviyorlardır? Pozitif olmak lazım! Bunun gibi şeyler düşünüyordum.
Yukinoshita hafifçe aksırdı. Sonra yüzüne başka yöne çevirdi ve alelacele sözlerine bir yenisini ekledi. “…Ama sen onun antitezi olduğun için sana danışmanın doğru bir tercih olduğuna inanıyorum. Eğer bir antitezin zıttını alacak olursan doğruya yakın bir cevap elde edersin. Zıttın zıttı uzlaşma demektir, değil mi?”
“Zıttın zıttı yine kendisi eder demek istiyorsun galiba…?”
Çok komik bir mantık anlayışı. Zıttın zıttı uzlaşma… Bunu Bakabon’un Papa’sı diyordu değil mi gibi bir şeyler demek istiyordum fakat Yukinoshita ile Yuigahama bana dikkat kesmişlerdi ve cevabımı bekliyorlardı.
ꕥ Tensai Bakabon- Bakabon’un Papa’sının sıkça kullandığı kelimelerden biri.
Şey, acaba bana söyle ciddi ciddi bakmayı keser misiniz? Aklıma hiçbir şey gelmiyor, ne olur durun.
“…Biraz düşünürüm.”
Cevap vermeyi becermiştim sonra yavaştan onlara bakmayı kestim. Aniden “hoff”, “peh” gibi hayal kırıklığından ve hoşnutsuzluktan kaynaklanan sesler duydum.
“Lütfen iyice düşün, olur mu?” dedi Isshiki gülümseyerek.
Fakat tüm sorun da bu… Zaten bırak Isshiki’yi ben kendim için bile bir yerler düşünürken zorlanıyorum. Aslında öneri isteyen ben olmam gerekiyor… Her neyse daha sonra düşünürüm.
Bu dedikodudan dolayı Isshiki’nin Hayama’ya karşı olan tutumu değişiyor. Sadece o değil, Hayama’nın çevresindekiler de şüphesiz ki tutumlarını değiştiriyorlar.
Fakat fırtınanın ortasında ki diğer insan için olaylar nasıl gidiyor?
“…Aklıma takıldı da Yukinoshita, senin durumun nasıl? Dedikodudan dolayı başına herhangi bir şey geldi mi?”
“Benmi? Zaten sınıfımda bana yaklaşan pek kimse olmadığı için…”
Evet öyle olmalı. Yukinoshita Uluslararası Öğrenci sınıfı olan sınıf J de, yani okulun en sonunda ve en uzağında bulunan yüzde doksanının kız olduğu sınıfta okuyor. Sonuç olarak böyle sınıfa diğer sınıflardan pek kimse uğrayamıyor, hatta yanından bile geçmiyorlar. Bu mantıkla diyebilirim ki onun durumu Hayama’nın durumundan daha iyidir.
Fakat bu hiç etkilenmediği anlamına da gelmiyor.
Yukinoshita kısa bir nefes verdi. “Evet yine de arkamdan bir-iki şeyler diyenler oluyor fakat pek bir değişiklik yok, eskisi gibi diyebilirim…”
“Tamamen anlıyorum. Göz önünde olan bir insan olduğunda insanlar arkanda çoooook şeyler çeviriyorlar.”
Hayır, hayır Isshiki senin durumun biraz daha farklı…
Yukinoshita gülümsedi ve hafiften başını eğdi, hafif tonda bir ses ile ekledi. “…Fakat eskiden yapılan dedikodular kadar kötü değiller.”
“Eskiden”. Bu kelime bıçak gibi saplanmıştı beynime.
Onun bilmediğim geçmişi. Daha çok bize bahsetmediği geçmişi. Ve o adam ile olan geçmişi.
Acaba sorsam olur mu? En azından çokça insanın bulunduğu şu anda sorabileceğim bir şeymiş gibi hissetmiyorum. Bize bahsetmediği şeyleri sormaya hakkım var mı ki?
Hemen konuşmaya çalıştım.
Ve aniden odanın kapısı birkaç kere tıklandı. Herkes refleks olarak gözlerini oraya çevirdi ve ben de sorma fırsatını kaçırdım.
Bizden tepki bile beklemeden hızlıca kapı açıldı.
“…Vaktiniz var mı acaba?”
Sesin tonu sinirliydi. Odanın içerisini süzen gözleri ve gevşekçe rulo yapılmış, öfkeyle sallanan sarı saçlarıyla odanın girişinde duran Miura Yumiko’ydu.
“Yumiko, bir şey mi oldu?”
“…Konuşmak istediğim bir mesele var.”
“Gelsene, gelsene, içeri gelsene!” diye çağırdı Yuigahama.
Miura başıyla eğilerek selam verdi ve odaya adım attı. Sonra şüphe içerisinde Isshiki’ye baktı.
“Ah. Benim öğrenci konseyi işlerim var, ben gitsem iyi olacak…” dedi Isshiki. Ortamdaki havayı sezen Isshiki hızlıca odadan ayrıldı.
“Görüşürüz, bay.” dedi hafif tonda ses ile kapıyı kapatırken.
Hemen sonrasında Yuigahama Miura’ya oturmasını söyledi. Bizler yerlerimizi değiştirmemiştik, Miura Yukinoshita’nın tam karşısına oturmuştu.
“Gönderdiğin mail hakkında mı konuşacaksın?”
“Yok, hayır… O da var da.” Miura farklı yönlere baktı, Yuigahama’nın sorusuna zorlanıp mırıldanarak cevap verdi. Sonrasında derin bir nefes alıp verdi ve bir sebepten ötürü Yukinoshita’ya çevirdi yüzünü. “…Hayama ile aranda bir şey var mı?”
Kelimeleri ve bakışı keskindi.
Ve yeterince eminim ki son zamanlarda dolaşan dedikodudan bahsediyordu. Hayama ve Yukinoshita’yı ilgilendiren bu saçma sapan dedikodu aslında sınıf içerisinde konuşuluyordu, fakat şimdi tüm okula yayılmıştı.
Bu, Isshiki’nin kış tatilinin bittiği ilk günde kulüp odamıza gelmesinden neler olduğunu anlamam gereken bir şeydi. Ayrıca Yukinoshita’ya direk soranların da var olduğu anlamına geliyor.
Hayama’ya en yakın olan Miura için elbette bu konu hakkında bir takım düşünceleri var.
Miura öfkeli şekilde bakıyordu, fakat Yukinoshita gayet sakindi.
“Hiçbir şey yok. Sadece ailelerimiz uzun zamandır birbirlerini tanıyorlar,” Yukinoshita normalce cevap verdi fakat Miura’nın bakışları hiç değişmedi.
“Cidden öyle misin?
Yukinoshita yorgunca bir nefes verdi. “Yalan söylemem için bir sebep var mı…? Böyle şeyler her zaman sıkıntı oluşturmuştu.”
“Ne? Sen nasıl konuşuyorsun benimle? Cidden sinirlerimi bozuyorsun. Bu yönünden çok çok nefret ediyorum.”
“Yumiko!”
Sesini yükseltip sitem eden Yuigahama’ydı. Miura’nın şaşkınlıktan omuzları titredi ve koruyormuş gibi ellerini ve başını titretti.
Miura’nın bakışlarının ardındaki Yuigahama’nın sinirlenmiş gibi dudaklarını bozdu ve daha önce sınıfta bahsettiği bir mevzuyu yeniden açtı. “Sana daha önce de demiştim, değil mi? Sadece tesadüf olduğunu ve aralarında bir şey yaşanmadığını söyledim ya.”
“…Eğer sadece senin dediğin gibi olsa Hayama bu kadar endişelenmezdi. Şey yani… daha önce hiç böyle bir şey yaşanmadı…” dedi Miura somurtarak ve sesi her zamanki gücünden daha kuvvetsizdi. Başını eğdi ve hafifçe dudaklarını ısırdı.
Muhtemelen Hayama Hayato’ya okulda en yakın olan insan Miura. Ne zamandan beri birbirlerinin tanıdıklarını bilmiyorum fakat en azından ikinci sınıftan sonra aralarının bu kadar samimi olduklarını söyleyebilirim.
Bu sebepten ötürü Hayama hakkında olan bir değişim onun gözüyle açıkça görülüyor. Eminim ki Hayama’yı anlama konusunda benden çok çok daha önde.
Fakat Miura’nın bile bilmediği yönleri varmış Hayama’nın.
Şimdi bu konuda her şeyi bilen tek kişi Yukinoshita Yukino.
Yukinoshita omuzlarından parmaklarını kullanarak saçlarını salladı ve sakince konuştu. “Benim hakkımda endişelendiği falan yok. Başından beri başka bir şey hakkında endişeli gibi.”
“Bu… Bu sadece senin düşüncen, değil mi? Hayama’nın neler düşündüğünü biliyor falan değiliz.” Miura omuzlarını düşürdü. Tırnaklarını kullanarak saçlarıyla oynarken Miura biraz daha hafif tonda Yukinoshita’ya bir soru daha sordu. “…Ayrıca sadece şu anda böyle olmayabilir, değil mi?. Yani şimdi değil… eskiden yani geçmişte bir şeyler olmuş olabilir.” Miura parça parça konuştu.
Miura’nın söylediği bu kelimelerden pek bir anlam çıkaramadım.
Muhtemelen olmuş olarak düşündüğüm şeyler olduğu gibi bunları aynı zamanda imkansız olduğunu da düşünüyordum.
Yukinoshita yalan söylemez. Bazen doğruyu gizliyordu. Bazen de kafadan sallama bahaneler ile üstünü örtmeyi falan deniyordu. Bütün bunları yaşadığımdan biliyorum.
Peki ya Hayama Hayato? Onun hissettikleri, kalbi ve istekleri hakkında kesinlikle hiçbir fikrim yok. Bilmek istediğimden falan da değil.
Bunca zamandır aralarında bir şey var fakat bunu gizlemeye çalışıyorlarmış gibi davrandıklarını söyleyebilirim.
Ve şimdi Miura bu konuya değiniyor.
Yine de Yukinoshita bir nefes verdi ve baştan savma konuştu. “…Peki ya geçmişimiz hakkında olanlarında hepsini söylesem, ne değişir ki? Sen veya bir başkası bunlara inanır mı?”
Baskı uygulayan ses tonu ile konuşması Miura’nın çekinmesine yol açtı. Miura düşünceler içerisinde kuvvetlice hırkasına asıldı, dudakları titriyordu, fakat nedense hiç bir ses çıkartamıyordu.
Yukinoshita ona baktı ve sığ bir nefes verdi. “Yani çok anlamsızlar.”
Açıklamalar, nedenler, savunmalar ve bu muhabbet hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Basit insan kitlelerinin hakkında söylenilen gibi, gruba ne kadar insan üşüşürse o kadar aptallaşırlar. Her ne kadar göz önünde bir birey olursa olsun, hayır, göz önünde olan bir birey olduğu için bu ahmak insanların arasına atıldığında sayıların verdiği doğal kuvvetten dolayı yok olacaktır. Bireysel arzu, elemeler ve kişilik… tek başına duyguların o kadar da değeri olmuyor.
İşte bu değersizlik Yukinoshita’nın bunca zamandır tattığı şeydi.
Sadece görmek istediklerimizi görüyoruz, dinlemek istediklerimizi dinliyoruz fakat söylemek istediklerimizi söyleyemiyoruz. İşte şuan biz böyle bir toplumda yaşıyoruz.
Fakat Miura farkı bir insan.
“Her sefer… böyle davrandığında…!” Miura öfkesini açıkça söyledi ve ayağa kalktı.
“Bekle, Yumiko!?”
Yuigahama’nın şaşkınlık içerisindeki sesi Miura’nın lafını bitirmesine engel oldu. Ben de hemen ayağa kalktım, fakat Miura çok kabaca Yukinoshita’nın üzerine yürüdü, gözleri sadece onu görüyordu.
“Sen kendini ne zannediyorsun!”
Sonrasında Miura şiddetle Yukinoshita’yı tutmaya çalıştı.
Fakat elleri Yukinoshita’ya ulaşmadı.
Yukinoshita aniden ellerini kaldırdı ve yakalarının yakınlarında olan Miura’nın elini tuttu. Sonrasında acımasızca ona baktı.
“…!”
“Maalesef ki ben böyle durumlara alışığım… Gerçi ilk defa sen bana böyle direk bir hareket yapmaya kalkıştın.”
Şiddetli nefesleri ile birbirlerine bakmayı sürdürdüler ve nefes alıp verme sesleri duyulabiliyordu. Miura sanki bir şeye karşı direnç gösteriyormuş gibi sürekli ve sığ nefes alıp veriyordu, bu sırada Yukinoshita ise derin derin nefes alıp veriyordu.
“Söylemek istediğin bir şeyler mi var? Yoksa böyle mi devam edeceğiz?”
Yukinoshita’nın duyguları giderek şiddetlendikçe Miura’nın o baştaki enerjisi giderek azalıyordu. Sanki birbirlerine karışmış o bakışları ve ellerini tutmaları ile öfkeleri Miura’dan Yukinoshita’ya doğru akıyordu.
Yukinoshita kışkırtma yapmak için insanlık dışı olacak şekilde gülümsedi. Evet ya, her ne zaman böyle gülümsese üzerindeki o Haruno-san imajını parçalıyor, akıllarda farklı düşünceler oluşturuyor.
Ancak uzun zamandır görmek istediğim gülümseme bu değildi.
“Kesin artık kavgayı ve yerlerinize oturun.”
Nazikçe Yukinoshita’nın Miura’nın kolunu tutan elini sıvazladım. Bir an için de olsa düşündüm fakat ona dokunmamın bir sakıncası yoktu. Yukinoshita’nın şu anki kavgacı tutumu, kelimeler kullanmasından çok daha iyi bir tutumdu.
Yukinoshita bana aniden delici bir bakış ateşledi adeta, fakat dediklerime uyarak Miura’nın kolunu bıraktı. Miura da yavaşça kolunu indirdi ve geriye bir adım attı.
Bu ikisi arasında oluşan boşluğu doldurdum ve Miura’ya dokunmadan, geri çekilmesini söylermiş gibi ona doğru hareketlendim. Bundan sonrasını Yuigahama’ya bıraktım.
Hala acı acı Yukinoshita’ya bakan Miura’nın omuzlarına Yuigahama hafifçe vurdu ve Miura da yerine oturdu.
“Sakin olun lütfen… Olur mu?”
Bu ikisini izliyorken hızlıca oturduğum sandalyeyi Miura ve Yukinoshita’nın arasına girebileceğim bir yere çektim.
“İyi misin?”
“Evet. Dedim ya, alışığım bunlara.”
Yukinoshita Miura’nın kolunu tuttuğu elini sıkıca kavradı ve bana acı acı baktı. Az önceki saldırgan hali gitmişti.
“Yukinon…”
“Bu noktadan sonra beni alakadar eden bir şey değil… Yakınımda olan insanlar beni anladığı sürece sorun yok.”
Yuigahama endişe içinde Yukinoshita’ya seslendi ve güçsüzce gülümsedi. Miura’nın kolunu tuttuğu elini nazikçe okşadı yeniden ve yerine oturdu. Ortam yatıştıktan sonra Yuigahama rahatlamışcasına bir nefes verdi ve yerine oturdu.
Miura bir süredir sessizce bu ikisini izledi. Gözleri sanki büyülenmiş gibi yarı kapalıydı.
Ve sonra konuştu, dudakları hafiften titriyordu, sesi de sanki fısıldıyormuş gibiydi. “…Normal, değil mi…? Bu sebeple…”
“Ne?” diye sordu Yuigahama.
Miura uzaklara baktı. “Yakın insanlar hakkında… Çünkü ben de yakınında olan biri olmak istediğim için bilmek istiyorum.” Ağzı utanç verici şekilde her kelime söylediğinde etrafı yokluyordu ve sonra saçlarına dokundu. Çoktandır bize bakmayı kesmişti, can sıkıcı şekilde pencereden dışarı bakıyordu.
—-Evet demek öyle ha.
Bu kelimeler birilerinden düzgünce bir yanıt almak için en ufak bir niyet barındırmıyordu, yine de onu anladım. Onu anlamıştım. Daha doğrusu empatiye benzer bir şey yaptığımı hissettim.
Yukinoshita tek başına duyguların değersiz olduğu durumuna maruz kalan tek insan değil.
Eminim ki aynı geçmişi paylaşan o da maruz kalmıştı.
Sadece tek bir taraf bu eğri büğrü değersizliğe maruz kalmamış. Eminim diğeri de bunu anlayamıyordur.
“Miura, senin bilmek istediğin geçmişte olanlar değil, değil mi…?”
Sesimin içinde biraz şaşkınlık içerdiğini hissettim.
Ben konuştuğumda Miura bana bakmıştı. Her zamanki enerjisini içermeyen o gözleri ıslaklık içerisinde parlıyordu.
Bilmek istediği şey geçmişte olan veya olmayan şeyler değildi, Hayama’nın kariyer tercihiydi.
Hayama ne düşünüyordu? Ne hissediyordu?
Miura’nın tüm istediği Hayama’nın hissettikleriydi.
Onu anlamak istiyordu.
“S-Sadece…şey. Sadece eğer biraz daha beraber olursak iyi olur diye düşünüyordum… Hep beraber… bugünlerdeki gibi…” Miura hikayeyi kendi tarafından anlatmaya çalışıyordu, biraz heyecanlıydı, fakat enerjisi zamanla kurudu. Birden durdu ve yavaşça omuzlarını indirdi. “Hayama son zamanlarda biraz uzaklarda…Sanki bir yerlere gidecekmiş gibi duruyor.” Miura odanın köşe zeminine bakarken aşırı sessiz bir tonda sözüne devam etmişti.
Acaba dediği “son zamanlar” ne zamandan beriydi, bilemiyorum. Fakat Hayama Hayato’yu da kapsayan bu ortam gitgide değişiyordu.
Isshiki’nin çıkma teklifi veya başka okuldan Orimoto ve arkadaşı ile dışarı çıkmamız bile… Ve son olarak da Yukinoshita ile olan dedikodusu.
Bugüne kadar Hayama ile alakalı olan bu hikayeler hiç ortaya çıkmamıştı. Hayır daha doğru bir deyişle o kendini tarafsız olarak göstermişti. Fakat şimdi bu tarafsızlık bozuldu.
Sınıfların ayrılacağından ve değiştirileceğinden bahsettikçe, zamanla aralarındaki mesafe arttı. Onlar şuanki gruplarının gelecekte bozulacağının tamamen farkındalar.
Bu ayrılma ve uzaklaşma duygusu Miura’nın hissettiği şeyler.
“Ben bile çok tuhaf düşündüğümü bilsem de, fakat… Ben… cidden anlamıyorum.”
Yuigahama ayağa kalktı ve Miura’nın yanına gitti. Onun yanına çömeldi ve elini tuttu.
“Tuhaf değil. Hiç de bile. Birileriyle beraber olmak istemen çok ama çok normal bir şey.” Yuigahama nazik bir ses tonu ile cevap verdi Miura’nın yıkılacakmış gibi sözlerine karşılık olarak.
Sonra Miura derin, derin bir nefes aldı ve aşağıya baktı. Sonrasında sessiz nefes alıp verme sesleri duydum sanki kendini ağlamaktan zor tutuyormuş gibiydi.
Eminim ki gruplarının böyle sonsuza kadar devam edemeyeceğini biliyor. Her ne kadar gelecekte neler olacağını bilemeyeceğini hissediyorsa da, bir hareketle bile sahip olduklarını yitirebileceğini biliyorsa da, yine de onları kaybetmek istemiyor.
Bu yüzden en azından onlarla yakın olmak istiyor, yakın kalmayı diliyor. Bundan dolayı Hayama Hayato’ya, onun çevresine ve onun gelecekte ne olacağı konusunda yardım etmek istiyor.
Kısa ve alçak-gönüllülükle yazılmış bu mail. Bu onun yapabildiği mütevazı tahammülünün tek şekli. İlgi uyandıran duygularının ve isteklerinin sadece bir cümle ile aktarmasıydı o mail.
Fakat tam da bu yüzden anlamadığım bir yer var.
Derin bir nefes aldım ve ona seslendim. “Bak Miura, eğer Hayama seçimini sana söylemiyorsa, bilmeni istemediği anlamına gelmez mi? Sonunda senden nefret edebilir.”
“Hikky!”
“Hikigaya-kun…”
Yuigahama bana ciddi bakarken Yukinoshita bana şaşırmış gibi bakıyordu.
Söylediğim lafın ne kadar zalimce olduğunun tamamen farkındaydım. Fakat bu sormak istediğim bir şey. Miura’nın kararını bilmek istediğimden falan değildi. Hatta umurumda bile değildi.
Sadece ben, bilinmesini istemediği halde öğrenmek için çizgiyi aşmanın yapılabilecek doğru bir şey olup olmadığından hala emin değildim. Sen ilişki inşa edebilirsin ve kendini bu ilişkiyle beraber seni ilgilendiren çizginin dışına çıkmadan sürdürebilirsin diye düşünmüştüm.
Bu yüzden sordum. “Yine de bilmek istiyor musun?”
Ona sormuştum, çizgiyi aştığında nefret edileceğini bilse de, ihmal edileceğini bilse de, utanç kaynağı diye çağıracaklarını bilse de ve birini incitecekse bile çizgiyi aşıp aşmayacağını bilmek istedim.
Miura cevap vermek için tereddüt etmedi.
Üzgün gözler ile bana baktı ve yumruğunu sıktı.
“Bilmek istiyorum… Yine de bilmek istiyorum… çünkü başka yapabileceğim bir şey yok.”
Gözleri ıslaktı, sesi titriyordu, fakat şüphe duymadan cevabını vermişti.
Muhtemelen bu duygular her zaman içindeydi; bilmek isteme duygusu, anlamak isteme duygusu. Şu an sadece bu duyguları umutsuzca titreyen nefesini yutuyorken, damlacıklar halinde dökülüyordu.
Gerçek olmayacak bir şey olduğunu biliyor olsa bile, yine de bunu istiyordu ve bunun karşısında duruyordu.
Ayrıca onun buradaki birinden farkı yoktu.
“Peki madem. Bir şeyler düşüneceğim.”
Bu sefer de ben hızlıca cevap verdim.
Yuigahama ve Yukinoshita hafiften şaşkın yüzlerle bana baktı.
“Bir şeyler yaparım da ne demek oluyor…?”
“Ona söyletmeye çalışacağım. Eğer olmazsa bile faklı şeyler deneyeceğim.”
“Sana söylese bile doğru olup olmadığını bilemeyiz.”
“Evet. Bu yüzden… Biraz da dedektiflik yapmak zorunda kalacağım gibi.”
Yine de bu yeterli olmayacaktır.
Hayama’nın seçimini neden kimseye söylememe konusunda bu kadar inatçı olduğunu tamamen anlamam gerekiyor. Bunun için de muhtemelen düzgün adımlar ile ilerlemeye ihtiyacım var. Yavaş yavaş aklıma bir şeyler gelir elbet.
Şu an önemli olan Miura’nın azmi ve niyeti.
“Her ne olursa olsun kesinlikle doğru bilgi getiremeyebilirim… eğer yine de razıysanız elimden geleni deneyeceğim,” dedim bir kere daha.
Yuigahama Miura’nın yüzüne baktı ve nazikçe konuştu. “Yumiko, denesin mi?”
“…O-Olur.”
Miura’nın çocukmuş gibi cevabından sonra burnunu çekti ve koluyla gözlerini sildi. Öyle kabaca sildi ki, gözleri pandanın gözlerine benzedi.
Ayrıca dağılan makyajı ile yüzünü görünce ilk defa Miura Yumiko’nun tatlı bir kız olduğunu düşündüm.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.