İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 06 Bölüm 10

[ A+ ] /[ A- ]

Göğsümdeki Devasa Boşluk

 

Neler olduğunun farkına varamadan kendimi bembeyaz bir odanın içinde buldum. İçinde hiçbir şey barındırmayan bembeyaz bir boşluk.

Normalde bu kısımın iğrenç hissetmeye başladığım kısım olması gerekiyor. Otuz dört yıldır içinde bulunduğum o iğrenç şeye geri döndüm ve önceki hayatım gözlerimin önünden ışık hızıyla geçti. Pişmanlık, çatışma, küfür ve damgalanma anıları. Geçen on iki yılda edindiğim anılar yavaşça kaybolmaya ve keyifsizlik gün yüzüne çıkmaya başladı. Uzun bir rüyadan uyandım hissine kapılıyorum ve endişe göğsümü doldurmaya başlıyor, yontuyor sanki beni.

Oysaki bu sefer farklıydı. Her zamanki kendini suçlama duygusu ortaya çıkmadı. Onun yerine bir şey kaybetmişim gibi hissettim, sanki göğsümde kocaman bir delik varmış gibi.

Ah, şimdi hatırladım. Demek gerçekten de öldüm he…

“-Eh işte.”

İnsan-Tanrıyı bir anda önüme dikilirken buldum; fark edememişim onu. Yüzünde her zamanki sinir bozucu gülümsemesi vardı ama nedense bugün sinirimi bozmuyordu. Neden acaba? Acaba göğsümde açılan delikten dolayı mı?  Ya da artık ona karşı düşmancıl olmayacağım diye söz verdiğim için?

“-Eh, ne diyebilirsin, yazık oldu.”

Evet, bayağı yazık oldu.

“-Keyfin yerinde değil gibi. İyi misin? Kötü mü hissediyorsun?”

Görebildiğin üzere göğsümde açılmış devasa bir delik var. Hey, sana bir şey sorabilir miyim?

“-Sor bakayım.”

Şu adam, Orsted. İsmini duyar duymaz bana saldırmaya başladı. Neden?

“-Çünkü kötü bir Ejderha Tanrısı o. Faziletli olmama rağmen bana karşı büyük bir nefret besliyor.”

Faziletli mi? İyide sen zaten nefret beslenebilecek birisisin. Madem durum böyleydi neden bana önceden haber vermedin? Her türlü şeyi öngörebiliyorsun sonuçta değil mi? Orsted ile karşılaşacağımı önceden biliyor olman gerek, değil mi? Eğer bana Orsted senin hakkında soru sorduğunda adını söyleme deseydi—”

-Malesef, üzgünüm. Doğrusu, Ejderha Tanrısı ile ilgili hiçbir şeyi göremiyorum. Gelecekte veya şimdide; onunla karşılaşacağını bilmiyordum.”

Ah, demek o yüzden… iyide neden?

-Üzerinde onu görememi sağlayan bir lanet var.”

Lanet? Demek o şeyler harbiden varlar.

-Evet. Eski dünyanda böyle şeyler yoktu demek he? Manadaki anormallik yüzünden kişinin doğduğunda olağanüstü özellikler edinmesi falan?”

Geldiğim dünyada büyü konsepti bile yok. Gerçi doğaüstü şeyleri sezebildiğini iddia eden bazı insanlar vardı; fakat dürüst olmak gerekirse herhangi bir inanılırlıkları da yoktu.

-Aha, anladım. Eh işte burada varlar—Lanetli Çocuklar diyoruz onlara—ucubeler yani. Orsted de onlardan biri. Üzerinde üç farklı lanet var.”

Demek dört tane he? Şaşırtıcı. Ah, evet önceden duymuştum. Kutsanmış ve Lanetlenmiş Çocuklar, değil mi?

-Evet, doğru. Özünde aynı şeyler aslında. Aynı paranın iki farklı yüzü gibiler.”

Demek öyle. Ne tür lanetler var peki?

-Ruijerd ve Eris’in ondan nasıl korktuklarını gördün değil mi? İşte o lanetlerinden biri. Dünya üzerinde yaşayan her canlı ondan ya korkuyor ya da nefret ediyor.”

Herkes ondan nefret mi ediyor? Bu şey….kötüymüş. Onun yerinde ben olsaydım ruhum hemen darmadağın olurdu herhalde. Nefret edilmenin nasıl bir his olduğunu biliyorum.

-Bekle biraz, onunla empati kurmana gerek yok. O bu şekilde doğdu. O bu dünyayı yok etmeye çalışan kötü bir varlık.”

Hadi ama deme öyle. Etrafında kendisinden nefret eden bir sürü insanla çevrelenmiş kişilerin hepsi dünyayı yok etmek ister. Önceki hayatımda öyle şeyleri düşünmüştüm. Sürekli internette söylenirdim, herkesin ölmesini dilerdim.

-Hmm, öyle mi diyorsun? Ben şahsen ondan nefret ediyorum ve nasıl hissettiğini gram umursamıyorum.”

Hm? O zaman sende lanetten etkilenmiş olmuyor musun? Onu izleyememen üzerine yerleştirilen lanetlerden biri değil mi? Ve üzerinde herkesin ondan nefret etmesini sağlayan başka bir lanet de var, onu görememeni sağlayan bir lanet ve başka ee… Başka neler var?

-Kim bilir. Onu göremiyorum, o yüzden pek bir şey söyleyemem.”

Tamam… madem o kadar tehlikeli o zaman bana öyle birisinin varlığını bildirmen gerekirdi.

-İkinizin karşılaşmasını hiç ummuyordum ki. Dünyayı yayan turlamak başka bir şey onunla karşılaşmak başka bir şey, onunla karşılaşma olasılığın…”

Samanlıkta iğne aramak gibi olurdu, değil mi? Şimdi düşününce ona karşı hiç nefret beslemedim, neden acaba?”

-Başka bir dünyadan olduğun için olmasın?”

Demek başka dünyadan olan insanlar lanetinden etkilenmiyor.

-Görünüşe göre öyle. Aynı şey Ruijerd ile karşılaşınca da olmuştu, değil mi?”

…Ney? Bir saniye lütfen, neyden bahsediyorsun? Ruijerd lanetli çocuklardan biri mi?

-Yok, sadece Laplace’ın Mızrağının Laneti o. Kendi üzerindeki laneti mızrağa aktarıp, mızrakları Süperdlere dağıttı. Saçlarının yeşil olması etkili olmasını sağladı.”

Lanet mi? Dağıttı mı…? Hey, ne oluyor be? Bunu önceden beri biliyor muydun? Bunu biliyordun, o yüzden ona yardım etmemi istedin? Hem zamanımı harcattın hem de uğraşlarımı boşa mı çıkarttın?

-Hayır hayır, yanlış anladın beni. Süperd kabilesinin üzerindeki lanet zamanla solup gidecek. Sadece azıcık bir miktarı Ruijerd’in üzerinde kaldı fakat saçını kestiği için etkisini oldukça azaldı.”

Şimdi sen bahsedince, Sylphie saçı yüzünden zorbalığa uğramıştı ancak neden ondan korktuklarını anlayamamıştım. Onu geçtim, neden saç? Manalarının kaynağı olduğu için mi?

-Çünkü Laplace’ın saçı yeşildi.”

Ahh, şimdi anladım. Dünyamda buna benzeyen bir şey vardı. Aynı özelliğe sahip insanları kelime oyunlarıyla damgalayıp ortadan kaldırırlardı.

-Her neyse. Senin müdahalen sayesinde üzerindeki lanet gittikçe soluyor. Gerçi hala akıllara kazınmış bir ırkçılık anlayışı var, zamanla, belki de Ruijerd’in gayretiyle belki bunu değiştirilebilir.”

Demek boşuna değilmiş? Bunu duyduğuma sevindim. Demek eylemlerini düşünerek yapıyormuşsun.

-Gerçi, Süperd ırkının üzerindeki lanetin hepsini tek başına kaldırman zor olur.”

Karmaşık bir mesele, evet. Yine de, evet… güzel.

“-Evet gerçekten iyi. Görünen o ki ikinizi tanıştırmak doğru bir karardı.

Tanışmamızın sebebi bu muydu? Madem öyleydi neden bana direkten söylemedin?

-İlk başta söyleyeceklerimi dinlemek istemiyordun, hatırladın mı? Sormaya fırsatım olmadı.”

…Bak bu doğru işte. Seni geri çevirdiğimde baya düşmancıldım sana karşı. İnkar edemem bunu. Onu geçtim; Ruijerd, Orsted tarafından kolayca yenilmişti. Onun kolayca yenilebilecek birisi olmadığını düşünürdüm hep.

-Rakibinin kim olduğuna bakarsak yenilmesine şaşmamamız gerekir.”

Evet evet, Yedi Dünya Gücünden biri sonuçta. Nasıl olucaktı da onu yenecekti.

-Yenemez.”

Yenemez mi?  Demek yetenekleri arasında dağlar kadar fark var he?

-O, dünya üzerindeki en güçlü varlık, her ne kadar lanetleri tarafından kısıtlansa da.”

En güçlü mü? Ama Ejderha Tanrısı Yedi Dünya Gücü Listesinde ikinci sırada! Birinci ne oluyor o zaman?

-Teknik Tanrı da güçlüdür. Ancak Orsted ciddileşirse onu yenebilir. Orsted, dünya üzerindeki bütün büyüleri ve teknikleri kullanabiliyor, birde üstüne Ejderha Kabilesine has büyüleri de kullanabiliyor.”

Bütün büyüleri ve teknikleri… Kulağa tanıdığım bir kıyamet sonrası karakter gibi geliyor.

“-Vay? Demek dünyanda onun gibi birisi vardı?”

Dövüştüğü kişilerin yeteneklerini kopyalayabiliyordu. Gerçi o yetenek olmadan bile çok güçlüydü. Rakiplerini parmağının ucuyla anında yere serebilecek kadar hemde.

-Parmağının ucuyla mı? Muhteşemmiş. Fakat Orsted de öyle. Eğer ciddileşirse bütün dünyayı yerle bir edebilir.”

Ona en güçlü deyince çok belirsiz oluyor. Ne kadar güçlü. Anormal mi yoksa feci derecede mi?

-Ne olursa olsun, laneti sağolsun bütün gücünü açığa çıkartamıyor.”

Demek sıkıntısı bu he? Şu lanetleri amma sıkıntıymış be. Bu arada, bir şey sorabilir miyim?

-Ne soracaksın?”

Birkaç saniye önce, lanetleri hakkında bir şey bilmediğini söylemiştin değil mi? Herkesin ondan nefret etmesini sağlayan dışındakileri bilmediğini söylemiştin değil mi? O zaman bütün gücünü kullanamadığını nereden biliyorsun?

“-Eee…”

Tamam tamam, sıkıntı etme. Artık sona geldim o yüzden iyi anlaşalım artık. Tartışma yapmak istemiyorum, benden her ne kadar bir şeyleri saklıyorsan bile… En azından Ruijerd’i  önemsediğini biliyorum. Bir de senin sayende Lilia ve Aisha’yı kurtarabildim. Bana söylediğin küçük yalanlar üzerinde çok fazla durmayacağım. Gelecekte benim için ne planladıysan da boşa çıktı zaten hepsi.

Dürüst olmak gerekirse, sana sormak istediğim birçok şey var. Mesela neden beni Şeytan Dünyasının Yüce Kraliçesiyle falan görüştürdüğün, onun gibi şeyler. Ya da diğer kayıp insanların yerlerini. Ya da gerçek amacının ne olduğu falan. Bütün bunları sormak için geç kaldığımı düşünüyorum.

Eh, ne diyebilirim ki? İkimiz de hayal kırıklığıyız değil mi? O yüzden hadi arkadaş olalım. Hadi formaliteleri bırakıp içten konuşalım. Mesela soyunup dans edebiliriz ya da gizli yeteneklerimizi birbirimize gösterebiliriz ve tabiki de olmazsa olmazı yapabiliriz. Göbeklerimize komik yüzler çizip konuşturmaya çalışabiliriz.

-Son mu?”

Evet, bu son. Yani öyle değil mi? Değil mi? Ben öldüm sonuçta.

-Ah ne demek istediğini anladım. Bütün umudunu kaybedip vazgeçtin… ilk karşılaştığımızın tam tersi haldesin.”

Önceki sefer, ne olduğunu anlayamadan ölmüştüm. Fakat bu sefer yapabileceğim hiçbir şey yok. Ayrıca, öldüğüm zaman buraya geleceğimi tahmin etmiştim. İnsanlar ölünce nereye gidiyor hiçbir fikrim yok ancak öldüğümde benimle konuşacağını tahmin etmiştim.

…Ah, görünen o ki bilincim sonunda solmaya başlıyor. Görünen o ki burada yollarımız ayrılıyor. Sonunda sakince konuşabildiğimize sevindim.

-Demek bu yüzden mızmızlanıyorsun he? Neyse, sana iyi haberlerim var.”

Hm?

-Sen, Rudeus. Ölmedin.”

Ne dediğini anlayamadan göğsümdeki delik kapanıverdi.

 

********

Aniden gözlerim açıldı. Eris tamda gözlerimin önünde duruyordu. Yerde yatar poziyondaydım, ona bakıyordum. Başımın arka tarafı sıcacıktı, dizlerinin üzerinde yattığımı fark ettim. Bana bakarken yüzü endişe içinde boğuluyordu, sanki görmek istemediği bir şeye bakıyordu. Ama gözlerimi açınca yüzüne bir ferahlama geldi. Gözleri kan çanağı olmuştu. “-R-Rudeus… uyandın mı sen?!”

“-Eve—Öğhh!” Konuşmaya çalıştım ancak ağzımdan kan geldi.

“-Rudeus!” Eris kollarımı boynuma doladı.

“-Iıgğh.. Ağhh…!” Kan kusmayı kestim sonra boğulmaya başladım.

Eris sırtımı okşadı. “-Artık iyi misin?”

Kafamı yana yatırdığımda yüzündeki şaşkınlığı gördüm.

“-Neden hala…Hayattayım…?”

Göğsümdeki yara tamamen kapandı. Gerçi, “tamamen” doğru terim olmayabilir. Cüppemde kocaman bir delik vardı ve deliğin altında da yara, sanki birisi boşluğu kaynatarak kapamış gibi. Siktir, çok garip. Sağ elime yapışan bir uzaylı parazit yoktu gerçi.

“-Daha az önceki şu kız bir şey söyledi, Orstede mi ne her neyse adı, seni büyü kullanarak iyileştirdi…” Sorumu öylesine sormuş olsam da Eris ciddiye alıp cevap verdi.

“-Kız mı?”

“-Ona Nanahoshi diye sesleniyordu.”

Nanahoshi. Şu az önceki kız. Evet, Orsted’in ona öyle seslendiğini hatırlıyorum.

Geçen yıl mı neydi, tam hatırlayamıyorum ama….

“-İyi de neden öldürdüğü kişiyi iyileştirdi ki?”

Ne düşünüyordu? Kalbimi parçaladığını hatırlıyorum. Orta seviye büyüyle iyileştiremeyeceğin türden bir yara. O zaman İleri-Seviye şifa büyüsü kullandı ya da daha güçlüsünü. Orsted’in ölümcül bir yara verdiği kişiyi anında iyileştirebilmesi için çok güçlü bir şifa büyüsü biliyor olması gerek. Görünen o ki İnsan-Tanrı, Orsted’in dünya üzerindeki bütün büyüleri ve yetenekleri bildiğini söylerken yalan söylemiyordu.

“-Ağzımı yüzümü dağıttı demek.”

Yeteneği benimkinden dağlar kadar büyük olsa bile doğru bir ifade. Yedi Dünya Gücü arasında ikinci sırada sonuçta. Ve İnsan-Tanrıya göre de aslında en güçlüsü, o ünvana hava olsun diye sahip değil yani.

“-Peki ya Ruijerd?”

“-Henüz uyanmadı.”

Etrafımı inceleyince Ruijerd’in yolun kenarında uyuduğunu gördüm. At arabası da yolun kenarına çekilmişti ve yanımızda ateş çatırdıyordu. Eris hepsini bir başına mı yaptı yoksa?

“-Ruijerd’i ilk defa yerde böyle yatarken görüyorum.” dedim.

“-Rudeus, konuşmamalısın. Az önce kan kusuyordun.”

“-Şimdi iyiyim. Sadece boğazımda biraz birikmiş, o kadar.” dedim. Kafam dizlerinin üzerinde durduğu için hareket ettirmek istemedim. İstesem sonsuza kadar böyle durabilirim.

Kafamı döndürüp yüzümü malum yere çevirirsem ne olacağını merak ettim. Doğrusu bu şu an düşündüğüm tek şeydi. Muhtemelen insanların hayatta kalma içgüdüsü. Ölümle yüz yüze gelince insanlar çocuk yapmak ister sonuçta. Ah her neyse, boş ver. Karmaşık konulara kafa yormayalım en iyisi. Yumulalım sadece.

Vücudumu döndürüp kollarımı Eris’in beline sarınca “-Hayatta olmak muhteşem bir şey.” dedim. Derin bir nefes aldım ve vücudunun kokusu burnuma doldu.

“-Rudeus…baya heveslisin bakıyorum.”

“-Hmm, evet bir şeylerin…taştığını hissediyorum.” Normalde olduğundan da fazla hatta. Kesin şu Orsted denen adam yüzünden. Ya da İnsan-Tanrı ile ilgili olan rüyamdan dolayı. Aynı şeyleri tekrarlıyorum ama uyanınca tuhaf bir şekilde enerjik hissettim kendimi.

“-O zaman sana vursam sorun olmaz demi?” Bunu söylerken Eris’in sesi çatlamıştı. Hemi de öfkeli bir çatlamaydı. Eh onu suçlayamazsın ya. Benim için çok endişelendi sonuçta. Ben de fırsatı değerlendirip hemen onu taciz etmeye başladım. Yerinde olsam bende sinirlenirdim.

“-Tamam, vur bakalım.”

Yumruk attı. Tak.

Sonra beni göğsüne yaslayıp kollarıyla kafamı sıkıca kavradı. Göğsü çok yumuşaktı, yanağıma değiyordu. Derinlerde kalbinin attığını duyabiliyorum, dışardan da ağlama seslerini duyabiliyorum. Sessiz sessiz ağlıyordu. “-Tanrıya şükürler olsun…” diye fısıldadı.

Bitkin biçimde sırtını sıvazladım.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.