İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 04 Bölüm 10

Dorudia Köyünde Sakin Yaşam Sahne 2

 

Çevirmen: AllahDiyenKirpi

 

Kısım 1

İki ay geçti.

Ruijerd de Gustav ile iyi geçiyor gibi duruyor.

Ara sıra Gustav’ın evine gidiyor ve birbirlerine eskiden yaşadıkları olayları anlatıp, içiyorlar.

Anlattıkları hikayeler bayağı kanlı ama o anlatılanları bu kadar ilginç yapan asıl şey de zaten öyle olmaları.

Supard ırkının adı çıkmış dokuza inmez sekize ama -gerçi Ruijerd eskiden öyle şeyler yaptığından dolayı pişmandı- gene de bunları anlatırken biraz gurur duyuyordu.

Aslında, bu anlattıkları gerçekten de yaşanmış şeyler, abartısı yok.

Anlatılanları birazcık dinledikten sonra hayvan ırkı hakkında bir şeyi fark ettim.

Hayvan Irkı, Yüce Orman’da yaşayanlar için kullanılan bir genelleme.

Aralarında Büyülü Kıta’ya giderek kendilerini Şeytan Irkı olarak adlandırmış bazı ırklar da varmış.

Bize göre sahip oldukları fark, vücutlarının bir kısmının ‘insan-dışındaki memeli bir hayvan’ ile aynı özelliklere sahip olması.

Bir de bazı ırklara özgü olarak, farklı duyusal yetilere sahip olmaları.

Daha geniş bir anlamda, Nokopara ve Bureizu gibileri aslında hayvan ırkından olarak söylenebilir.

Hayvan ırkı arasında bile, Dedorudia ırkı özel.

Onlar, Kutsal Hayvan’a sahip çıkan ve bütün ormandaki düzeni korumaya yönelik çalışan bir familya. Bunlar Dedorudia olarak adlandırılıyor.

Kedi gibi olanlar Dedorudia.

Köpek gibi olanlar Adorudia.

Bunlar ana sınıflar ve daha onlarca başka sınıfa mensup kabileler mevcut.

Diğer bir deyişle, onlar Yüce Orman’ın kraliyet ailesi gibi.

Gerçi pek de kraliyet ailesinin yapacağı tarzda şeyler yapmıyorlar ama zaman gelince lider olup, orman halkını yönlendiriyorlar.

Bir de uzun kulaklılar ırkı ve buçuklular ırkı da Büyülü Orman’da yaşıyormuş.

Onlar ormanın güney kısımlarındaki bölgelerde yaşayıp, hayvan ırkındakilerle pek de etkileşime girmiyorlarmış. Ama yılda bir kez bütün ırkların Yüce Bilge Ağaç’ın etrafında toplanıp, şenlik eşliğinde klan toplantısı düzenledikleri oluyormuş.

Gustav’ın söylediğine göre, ırkları farklı olsa da, Yüce Orman’da yaşayan herkes, birbirinin müttefiki imiş.

Ayrıca, cüceler Yüce Orman’da yaşamıyorlarmış ama onun daha da aşağısında olan, Mavi Ejderha Sıradağları’nın ortasındalarmış.

Mavi ejderhalar dünyanın her yerine uçuyorlamış ama her zaman için yuvalanmak ve yavrularını büyütmek için oraya geri dönüyorlarmış.

Göçmen kuşlar gibi.

Gerçi geri dönmeleri her on yılda bir falan olduğundan dolayı, göçmen kuşlardan farklılar.

Hayvan ırkı ve insan ırkı ara sıra savaşıp barış yapmışlar ve bu süreç birçok kez kendini tekrar etmiş.

Çatışma seviyesini geçen savaşlardan en yenisi elli sene kadar evvel yaşanmış.

Gustav da bu savaşa katılanların arasındaymış ve ormanda kaybolan bazı insan askerleri biçme görevini üstlenmiş, güçlü bir savaşçı grubunun üyesiymiş.

Yani bana anlattığı kadarıyla böyleymiş.

Şey, aslında, anlatılanlar bana bayağı bir dramatize edilmiş gibi geldi ama olayların nasıl gerçekleştiğini hayvan ırkının bakış açısından dinlemek ilginçti.

Rekabet etmek için, Ruijerd de yâdigar mızrağını çıkardı.

Laplace Savaşı zamanlarından, Supard Irkı ile alakalı bir hikaye.

‘Son zamanlarda, savaşçılar hiç de güvenilir değiller.’

‘Seni gayet iyi anlıyorum Ruijerd-dono. Zayıf askerlerin sayısı bir hayli arttı.’

‘Aynen öyle. Ben gençken, muhteşem olmayan tek bir adam bile yoktu.’

Tamamıyla iyi anlaşıyorlar.

Sanıyorum ki bu tarz şeyler, hangi dünyada olursak olalım, hep aynı.

‘Kesinlikle aynen öyle. Gyes bile, savaşçıların başı olmasına rağmen halen karar verme konusunda yeterli değil. Milleti bir araya getirmede başarılı ama eğer olayları anlamada birazcık daha iyi olabilseydi, Rudeus-dono’nun başına böyle bir iş gelmemiş olacaktı.’

‘Hayır, Rudeus da bir savaşçı. Eğer düşman bölgesinde tedbiri elden bırakırsa, yakalanacağını ve esir alınacağını biliyor olması gerek. Gene de, tedbiri elden bıraktı. Eğer ciddi olsaydı, Gyes seviyesinde birisi, onun tarafından kolaylıkla alt edilebilirdi. Böyle olması onun hatası.’

Ahhh, dinlemesi bile acı verici.

Ruijerd bana güvendi ve tek başıma gitmeme izin verdi.

Buna rağmen kolaylıkla yakalandım.

Bir bakıma, onun güvenine ihanet ettim.

‘Yine de, Ruijerd-dono, bu dediğin birazcık ağır olmadı mı? Dostun kötü muamele görmüş olmasına rağmen?’

‘Eğer bir savaşçıysan, kendi mücadelelerinin sorumluluğunu yine kendin alırsın. Hem zaten, Rudeus kendi başına oradan kurtulabilirdi! Dostlarına güvendiği için memnunum ama o artık bir çocuk değil! Eğer bir savaşçıysan, dostlarının seni kurtarması için gelmesini beklememelisin!’

Ruijerd, sanki sarhoş olmuş gibisin.

Eğer yakalanan sen olsaydın, eminim kendi başına kaçacak bir yol bulurdun.

Benden böyle büyük beklentilerinin olmamasını isterdim.

Benim de yapabileceklerimin bir sınırı var, anlıyor musun?

Kısım 2

Ruijerd’in yanındayken, söylenenleri dinlemek bir işkenceydi.

Eğer Eris ve diğerlerinin yanına gidecek olursam bu sefer de Gyes bana dik dik bakar.

Bu yüzden, sabahtan akşama kadar yalnız başıma zaman geçiriyorum.

Aklıma bana ihtiyaç duyabilecekleri bir iş gelmediğinden, ben de büyü alıştırmaları yapmaya başladım.

Dışarıda, toprağın üzerindeki suyun akışını kontrol ettim ve onu dondurmaya çalıştım.

O anda, rüzgar büyüsü kullanarak uçmaya çalışmak fikri aklıma geldi ve denemeye kadar verdim.

Bu defa yakalandığımda geri dönemememin sebebi, geriye dönüş yolunu bilmemem idi.

Eğer gökyüzünde uçabilseydim, yakalandığımın ikinci günü uçarak kolayca kaçabilirdim.

Gyes’in özür dilemesine gerek kalmazdı, kimsenin bu yüzden kötü anıları olmazdı ve işler hemen tatlıya bağlanırdı.

Kararımı verdikten sonra köyden ayrıldım.

Suyu dondurup, adım atabileceğim yerler oluşturarak yürüyordum ve sonra bir ağacı kestikten sonra açık bir alan keşfettim.

Sonra da toprak büyüsü kullanarak, her tarafa on metre yüksekliğinde bir platform diktim.

Böylece antreman yapacağım alan tamamlanmış oldu.

Yerler biraz kaygan olduğundan koşulmaz ama bu kadarı bile yeterli.

‘Tamam o zaman.’

Başlangıç için, yaptığım şeyden pek de emin olmadan, bir hortum oluşturdum ve ne olduğuna baktım.

Bir insanı havaya kaldırmak için bu kadarı yeterli olmalıydı.

Eğer doğru hatırlıyorsam, saniyede 100 metre hızında esen rüzgarın olması yeterliydi.

Acaba saniyede 100 metre hızla esen rüzgar nasıl bir şeydir.

Şimdilik, deneyip görelim.

Havada durdum, şahitlerim var.

‘AAAAHHH!’

Korkmaya başladım.

Birden fark ettim ki neredeyse bulutlara kadar gelmişim.

Bir insan vücudunun aslında ne kadar da hafif olduğunu düşünemedim.

Korkudan ödüm bokuma karıştı.

Yere inanılmaz bir hızla yaklaşmak gerçekten çok korkunç bir şey.

Refleks olarak büyülü gözümü kullandım ve geleceğe baktım.

Bir saniye sonrasındaki geleceğe baktıktan sonra, sağ elimle yerdeki akıntının yukarı doğru akmasını sağladığım ve sol elimle de düşüş hızımı azaltmak için birkaç tane şok dalgası oluşturduğum büyüler yaptım.

Maalesef, çok geç kalmıştım.

Yerdeki suya düşene kadar, çarpıp kırdığım dalların haddi hesabı yoktu.

Suya düştüğümde, her tarafım çoktan yara bere ile kaplanmıştı ve kemiklerimin kırıldığını da hissedebiliyordum.

Burnumdan deli gibi kan akıyordu, akıntının içindeyken birazcık su yuttuktan sonra hızlıca akıntıyı kontrol etmeye koyuldum.

Bütün vücudum acı içindeyken ve başım dönerken, bir şekilde iyileştirme büyüsü sözlerini söyleyebilmeyi başardım.

Biraz sonra da, kanımın kokusunu alan canavarlar bir bir görünmeye başladı.

Görünüşe göre düştüğüm yer bir [Yağmur Ormanı Kertenkelesi] yuvasıydı.

Yaklaşan yaratıkları bir bir yenerken, kalbimin de küt küt attığını rahatlıkla duyabiliyordum.

Bir yandan suyu dondurup hareket etmelerini engellerken, diğer yandan da toprak mermiler ile kafalarını patlatıyordum.

Yağmur Ormanı Kertenkeleleri, seviyeleri C olan yaratıklar.

Sudaki hareketleri gerçekten çok hızlı ama onları dondurduktan sonra yenmesi zor değil.

Hepsini yendikten sonra bedenleri bir araya toplamaya başladım ama ben farkına bile varmadan, hava çoktan kararmıştı ve geri dönüş yolunu da bilmiyordum.

Sırf bu yüzden, tedirgin olmaya başladım.

Bir şekilde bir şeyler yapmam gerekiyor.

Köy çok da uzakta olmamalı.

Kendimi sakin kalmayı telkin ettim.

Eğer sakinliğimi koruyamazsam vereceğim kararlar da kötüleşir.

Sakin kalmalıyım, ne olursa olsun sakin kalmam gerek.

İlk önce, mümkün olduğunca geniş bir alanda içerisinde ne kadar su varsa hepsini dondurdum.

Sıcaklığın düşmesinden dolayı soğuktan titrerken, merkezinde olduğum buzul alanı durmadan genişletmeye devam ettim.

Aynı zamanda da, bulunduğum yerin üzerinde bir ateş topu oluşturdum.

Ateş topu ile ısınmaya çalışırken, aynı zamanda da suyu dondurmaya devam ettim.

Işığı gören yaratıklar muhtemelen gelmeye başlayacaklar.

Yoo, yağmur mevsiminde aktif olan yaratıklar yüzen cinsten.

Muhtemelen, buzun üzerinden koşarak gelmeye çalışmazlar.

Ruijerd ve diğerlerinin beni bulmaları bir saat bile sürmedi.

Dedorudia savaşçıları ile beraber, buzun üstünde yürüyerek yanıma geldi.

Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim.

Sonuçta, bilmediğim bir yerde beklerken unutulmak konusunda halen birazcık gergindim.

‘Rudeus, ne oldu böyle?’

‘Az- azıcık antreman yaptım da, haha.’

Az daha ölecek olmam hakkında bir şey demedim.

Sırf gösteriş yapabilmek için.

‘Anladım… Ciddileştiğini ilk defa görüyorum, gerçekten de yoğun bir antreman yapmış olmalısın. Bütün köy buzla kaplandığında, ne oldu diye merak ediyordum.’

‘Ay-aynen…’

‘Bütün canavarları dondurdun demek.’

‘Eh, evet evet, onları taşımak için yardıma ihtiyacım vardı. Bu yüzden elimden geldiğince etrafı dondurdum.’

‘İstediğin kolay bir şey. Gerçi, bir dahaki sefer beni haberdar ettiğinden emin olmalısın.’

‘Eğer söylemiş olsaydım, antremanın bir gizliliği kalmazdı.’

Böyle dedikten sonra Ruijerd birazcık güldü.

Donmuş haldeki yağmur ormanı kertenkelerini toplamak için giden hayvan ırkı savaşçıları, kertenkelelerin sadece kafalarının parçalanmış olduğunu gördükleri zaman, korkudan titrediler.

Hmm… Nasıl böyle olabilir?

Bu kertenkele etinin tadı, tavuk etinin tadına oldukça yakın.

Kısım 3

Sonrasında, bu yaşadığımdan ders çıkararak, gökyüzünde uçmak için birkaç sefer rüzgar büyüsü ile pratik yaptım.

Rüzgar büyüsü kullanarak havada süzülmeyi başarmak aşırı derecede zordu.

Yapmayı başarabildiğim şey, eğer başarıdan sayılabilirse, ayaklarımın altından yukarı doğru sivri olmayan bir [Toprak Mızrak] kullanarak vücudumu havaya fırlatmaktı.

Fırladıktan sonra rüzgar büyüsü kullanarak hızlanıyordum. İniş yapma zamanı geldiğinde ise, kendimi yavaşlatmam ve sonrasında iniş yapmak için bir yer hazırlamam gerekiyordu.

Düşüşün hızını yavaşlatmak için gene rüzgar büyüsü kullanırken aynı zamanda da iniş yapacağım yerde bir havuzcuk oluşturuyordum ki suya inmek düşüşün etkisini azaltsın.

Aşağı yukarı bu şekilde yani.

Ne kadar da berbat bir büyü.

Beceriksizliğim yüzünden biraz kötü hissediyorum.

Gökyüzünde özgürce uçmak istiyorum.

Ama yine de, sonuçtan memnunum.

Gökyüzünde istediğim gibi uçamıyorum ama havada yüksek hızla hareket edebilmek için bir yöntem bulmuş oldum.

Baştaki hedefimi gerçekleştiremedim ama en azından bir şey başarmış oldum.

Bu da bir şeydir, diye düşünmeye karar verdim.

Kısım 4

İki buçuk ay geçti.

Bir gün, Kutsal Hayvan-sama hantal bir şekilde odama geldi.

 ‘Bak sen, Kutsal Hayvan-sama gelmiş. Bu seks hayvanından istediğin bir şey mi var?’

‘Wan.’

‘Two.’

‘Wan.’

Söylediklerime kulak verecekmiş gibi durmuyor.

Erkek mi yoksa dişi mi bilmiyorum ama Kutsal Hayvan-sama gelip yanıma başıma yattı.

Şu anda, elimde tuttuğum heykelciğin yapımı ile uğraşmaktayım.

Yağmur durmadan önce daha çok süremiz olduğundan, biraz daha bunlardan yapmaya karar verdim.

Model aldığım kişi Ruijerd.

Neden o?

Diye düşünebilirsiniz.

Ancak, bir saniye için düşünün.

Supard ırkı, bilinmeyen bir canavar gibi görülüyor.

O yeşil saçları gördükten sonra, insanlar korkudan tir tir titriyorlar.

Lakin, yaptığım heykelciklerin renkleri sabit.

Gri renkli taştan yapılma.

Eğer bu heykelciği havalı yapabilirsem, belki de daha fazla insan Supard ırkını kabullenebilir.

İlk önce yüzü.

Saçı en son.

‘Hav!’

Kutsal Hayvan-sama yaklaştı ve başını kucağımın üstüne koydu.

Daha önce hiçbir hayvan bana bu kadar yaklaşmadığından dolayı, ne yapacağımı bilemedim.

‘Uon?’

Sanki “Bu nedir?” der gibi, Kutsal Hayvan-sama elimde tuttuğum şeye bakıyordu.

Davranışları ile yaşı birbirleriyle uyumlu olan bir köpecik-sama.

Şimdilik boynunu okşayayım bari.

‘Yapacak bir şey yoktu, ben de böyle bir şey yapmaya karar verdim.’

‘Hav.’

Elimi yaladı.

Kuyruğunu sağa sola sallamaya başladı.

Görünüşe göre nefret edilmiyorum.

Yağmur halen yağmaya devam ettiğinden dolayı, Kutsal Hayvan-sama da sıkılmış olmalı.

Son iki aydır neredeydi bilmiyorum ama sonuçta, özellikle benim olduğum yere gelmeye karar verdi.

Bir çeşit eğlence arıyor olmalı.

‘Bir şeyler oynayalım mı?’

‘Hav!!’

Bağdaş yaptığım bacaklarımı birbirlerinden ayırdım ve Kutsal Hayvan-sama ile oynamaya başladık.

Kutsal Hayvan-sama ile etrafta yuvarlanmaktan, birazcık spor yapmaktan tamamıyla keyif alıyordum.

Kesinlikle bir kazan-kazan durumu.

Kısım 5

*Tak tak*

Kutsal Hayvan-sama ile oynarken, odamın kapısı çalındı.

‘Hm? Girin.’

‘Affedersiniz. Kutsal Hayvan-sama’nın kokusunu almıştım da… Eh.’

Gelen, köydeki savaşçılar gibi giyinen bir kadındı.

Gardiyan Onee-san.

‘Ah, merhabalar, görüşmeyeli bayağı oldu.’

Kafamı öne eğerek, böyle söyledim.

Beni gördükten sonra, çabucak yüzünün beti benzi attı.

‘Ah, evet, merhaba, uzun zaman oldu.’

Bu kişi üzerime soğuk su döküp, bana kötü şeyler söyleyip giden birisi.

Aklıma geldi de, son iki aydır onu hiç görmedim.

Acaba neredeydi.

‘O zaman olanlar için üzgünüm, lüften kabalığımı bağışlayın.’

İçtenlikle başını öne eğdi.

‘Sıkıntı yok. O mesele çoktan halloldu zaten.’

‘Ancak, yanlış anlaşılma bile olsa, gene de size öyle bir muamele yaptığımdan…’

‘Öyle bir muamele… alt tarafı çırılçıplak soyulup, üstüme birazcık soğuk su döküldü.’

Böyle söyledikten sonra, kadın savaşçının yüzü daha da soldu.

Sanki her an yere yığılabilirmiş gibi kötü görünüyordu.

‘Çok… üzgünüm… lütfen… beni affedin.’

Bu Gyes’ten duyduğum bir şey ama hayvan ırkı söz konusu olduğunda, anladığım kadarıyla, çırılçıplak soyulmak ve üstüne soğuk su dökülmesi aşırı derecede aşağılayıcı bir şeymiş.

‘O vakit, sizin Kutsal Hayvan-sama’ya cinsel olarak ahlaksızca şeyler yapan birisi olduğunuzu duymuştum…’

‘Tabii ki, o haksız bir suçlamaydı, söylediler değil mi?’

‘Ah, evet, elbette.’

Bakışları Kutsal Hayvan-sama ve benim aramda gidip gelmeye başladı.

Şu anda, Kutsal Hayvan-sama tarafından bir yastıkmışım gibi kullanılıyordum ve ellerim yalanmaktaydı.

Bu konu hakkında söylemek istediği bir şey var gibi.

‘O zaman olan şeyler için yapılacak bir şey yok. Kızgın falan değilim. Gerçi, zamanında gelip de bir özür dilemiş olman hoşuma giderdi.’

‘Şey, umm, çok özür dilerim. Gyes-sama olabildiğince sizinle karşılaşmaktan kaçınmam gerektiğini söylemişti bana.’

Ah, demek harbiden de bu yüzdendi, hah.

Düşündüğüm gibi, eğer asıl fail gözlerinizin önünde duruyorsa, intikam almak isteyebilirsiniz.

Gyes doğru kararı vermiş.

‘Yani, benimle karşılaşmaman söylendi değil mi, peki neden buradasın?’

‘Umm, şey, Kutsal Hayvan-sama ortadan kayboldu, ben de kokusunu takip ettim ve buraya geldim.’

‘Hav!!’

Dişi savaşçı soğuk terler döküyordu.

O kadar korkmasan da olur.

Gyes bayağı bir özür diledi ve zaten bu kadarı yeterli.

Yağmur mevsimi bittikten sonra bize bir at arabası ve biraz telafi bedeli ödemeyi bile teklif etti.

Bunun karşılığında hapishanede sadece bir hafta geçirdim, her şeyden öte, çok ballıymışım gibi hissediyorum.

Bana göre, hiçbir sıkıntı yok.

Üzerime soğuk dökülmesi ve sapık muamelesi görmek, bunlar güzel anılardı.

Eminim ki, eğer gelecekte, içimde bu tarz bir istek uyanacak olursa, arzularımı kabullenebilirim.

‘Aklıma gelmişken, yağmur mevsimi bittikten sonra evlenecektin değil mi? Tebrikler.’

Böyle söylememin üzerine, kadın savaşçı korkudan titremeye başladı.

Söylediğim şeyi, sanki dalga geçmek amaçlı söylemişim gibi algılamış olmalı.

Kötü bir niyetle söylemedim ki, sadece iyi dileklerde bulunmuştum.

‘Umm, affetmeniz için ne yapmam gerek acaba.’

Hmm.

Sanıyorum bir şeyleri yanlış anladın.

Aslında böyle olması güzel.

Birisinden üstün olmak harika hissettiriyor.

NTR tarzı bir şey mi bu?

Nfufu.

Aslında, belki onu soyup, dört ayak üstünde yerde emeklemesini istesem mi ki?

Yok, böyle bir şey yapmak iyi değil.

Gyes işin peşini bırakmamı söyledi ve Eris ve Ruijerd’in de ne zaman döneceğini bilmiyorum.

Acaba ne çeşit bir cezalandırma iyi olurdu.

Hayvan ırkından birisi için, soyunmak tarzı bir şey söz konusu olamaz.

Üzerine soğuk su dökülmesi de aynen böyle.

Peki, üzerinde sadece beyaz bir tişört varken, seni bir su büyüsüyle, ılık suyla hafiften vuracak olsam…

Hehehe, ben bir dâhiyim.

‘Hav!!’

Bunun üzerine, Kutsal Hayvan-sama kadın savaşçının önüne geçti.

Bana kızgın bir şekilde bakıyordu.

Ne oldu ki.

Kızma kızma, şakaydı.

‘Zaten düzgün bir şekilde özür dilendi. Bu yüzden daha fazlasına gerek yok.’

Böyle söylememin üzerine, kadın savaşçı rahatlamış bir ifade ile derin bir nefes verdi.

‘Çok teşekkür ederim.’

Sonra, böyle dememin hemen ardından, bana kötü kötü bakmaya başladı.

‘Bunu geçelim de, Rudeus-dono, Kutsal Hayvan-sama’yı istediğiniz gibi yanınıza almamış olmanızı isterdim.’

‘Ne diyorsun? Onu ben almadım ki.’

Oh, daha fazla haksız yere suçlamalar, ha.

Yaptığınızdan hiç ders çıkarmıyorsunuz, değil mi?

Dediklerine dikkat etmezsen, gelecek sefere hapishanede çıplak bir şekilde duran sen olursun ve ben de suyu döken olurum.

‘Eğer öyleyse onu çıkaran kimdi peki? Kutsal Hayvan-sama’nın Kutsal Ağaç’tan kendi başına ayrılabilmesine imkan yok.’

‘Ho… O zaman bana ne olduğunu açıkça anlatır mısınız.’

Dediğine göre, Kutsal Hayvan-sama, her birkaç yüzyılda bir doğan büyülü bir hayvanmış.

Resmi bir isme sahip değilmiş.

Eski zamanlardan beri, Kutsal Hayvan-sama’nın görülmesi, dünyanın bir krizle karşı karşıya kalacağına bir işaret olarak bilinirmiş.

Kutsal Hayvan-sama bir yetişkin olduktan sonra, bir kahraman ile yolculuğa çıkarak dünyayı bu dertten kurtaracakmış.

Anlatılan şey bu.

Bu yüzden, Dorudia köyünün içindeki Kutsal Ağaç’ın köklerinin etrafında oluşturulan bir bariyerin içerisinde, dikkatli ve özenli bir biçimde yetiştiriliyormuş.

Kızını aşırı derecede fazla koruyan birisi gibi.

Dünya hakkında hiçbir şey bilmeyen Kutsal Hayvan’ın dışarıya çıkmasına izin vermiyorlar.

Bu arada, Kutsal Hayvan’ın yetişkinliğe erişmesi için bir yüz sene daha geçmesi gerektiği tahmin ediliyor.

Eğer anlatılan hikaye doğruysa, yüz sene sonra dünyanın başına bir felaket gelecek.

Şu an için, öncelikli olarak Kutsal Hayvan-sama’yı korumakla görevlendirilen kişi bu kadın savaşçı.

O girişi yasaklanan yolun sonundaki yerde.

Şimdi anlıyorum, bu yüzden köyde gezerken onu bir kere bile göremedim.

‘Hav hav!’

Kutsal Hayvan-sama birden yüksek bir sesle havladı.

Kadın savaşçının şaşırmış gibi bir ifadesi vardı.

‘Eh! Ne dediniz?’

Eh?

Ne?

‘Hav!’

‘Anladım, ama…’

‘Hav!!’

‘Anlaşıldı.’

Bir köpekle normal bir şekilde nasıl konuşabiliyorsun?

Kutsal Hayvan-sama Beast-God dilinde konuşmuyor ki, değil mi?

Dediklerini nasıl anlayabiliyorsun?

BowLingual yada o tarz bir şey mi kullanıyorsun?

ꕥ Köpek dilinden anlayan bir cihaz.

‘Kutsal Hayvan-sama dedi ki, seninle bir alakası yokmuş.’

“Öyle mi?”

Daha fazlasını söylemeni isterdim.

‘Kutsal Hayvan-sama sana minnettar Rudeus-dono.’

‘Ho, hapishaneye düştükten sonra tamamen unutulduğumu sanıyordum gerçi.’

‘Hav!!’

‘Kutsal Hayvan-sama diyor ki [Bu söylediğin çok kabaydı, sana güzel yemekler verilmesini onlara düzgün bir şekilde açıklamıştım. Ayrıca Rudeus-dono’nun da yemekleri bir hayli sevdiğini duymuştum.]’

Doğru.

En azından yemekler güzeldi.

Bir de ikinci porsiyonlar da verilmişti.

Bir hapishane için garip bir durum olduğunu falan düşünmüştüm.

Demek bu Kutsal Hayvan-sama’nın emriydi, ha.

Ancak, minnet duyulacak ilk şeyin yemek olduğunu düşünmüş olması da… Sonuçta o bir köpek.

” ‘Yine de, onun yerine hapishaneden çıkarılmış olmayı tercih ederdim.’

‘Hav?! (Hapishane diyerek ne demek istiyorsun? Diyor.)’

‘Orası kötü birilerini hapsettiğin bir yer.’

‘Hav! (Beni de hapsettiler, diye söylüyor.)’

Daha sonra, kadın savaşçıyı mütercim tercüman olarak kullanarak, Kutsal Hayvan-sama ile biraz muhabbet ettik.

Sonrasında fark ettim ki, Kutsal Hayvan-sama’nın neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

Neden azgınlık kokusu saldığımı veya neden Gyes tarafından yakalanmış olduğumu anlayamıyordu.

Yakalandığımı ve ondan da öte korkunç şeylerin yaşandığını, anlamlandıramıyordu.

Başka bir deyişle, halen bir çocuktu.

Bir çocuktan isteklerde bulunup durmak iyi bir şey değil.

Yapacak bir şey yok.

‘Kutsal Hayvan-sama sağolsun, hoş bir yaşam tarzı tecrübe etmiş oldum. Çok teşekkürler.’

Teşekkür etmemden sonra, kuyruğunu sallamaya ve yüzümü yalamaya başladı.

Nfufu, ne kadar da şirin bir arkadaş.

Boynunu okşaması hoşuma gidiyordu.

Sonra beni yere itti.

Ahn, yapamazsın, birileri bizi izliyor.

‘Rudeus-dono, Kutsal Hayvan-sama mübarek bir varlıktır. Onunla bu kadar içli dışlı olma konusunda kendinize hâkim olabilir misiniz?’

‘Yanlış anladın. Bu azgınlık kokusu sana yönelik.’

‘He!?’

‘Affedersiniz, yok bir şey.’

Bu kötü oldu, asıl niyetimin ne olduğunu birazcık belli ettim.

‘*Öhöm* Peki o zaman Kutsal Hayvan-sama. Hadi Kutsal Ağaç’a geri dönelim.’

‘Hav!!’

Kadın savaşçının sözlerinin üstüne Kutsal Hayvan-sama, samimi bir şekilde başını salladı ve birlikte geri döndüler.

Sonrasında, Kutsal Hayvan-saman’nın sürekli kaçabilmesi hayvan ırkı için ayrı bir sorun olmaya başladı.

En sonunda bile, onu dışarı çıkaran suçlunun kimliğini tespit edemediler.

Böyle olduğundan dolayı, başına bir koruma bırakmaları bile yeterli olacaktı ama öbür gün gene bir kaçış vakası gerçekleşti.

Korumalar gergin hissetmeye başladılar.

 

Kısım 6

Sonraları, Kutsal Hayvan-sama birkaç defa daha yanıma geldi.

Bu doğru, bir sebepten ötürü yanıma geliyordu.

Tabii ki, ikinci defadan sonra benden şüphelenmeye başladılar.

Ancak, neyse ki, o gün Ruijerd ve Gustav’ın içki seansına katılmıştım.

Alkol falan içmiyordum ama cevize benzeyen bir tür yemişin keyfini çıkarıyordum.

Başka bir deyişle, suç işlenirken başka bir yerde olduğumun kanıtı vardı.

Bütün köyü dondurabilecek kapasiteye sahip bir büyücü olduğumdan, böyle bir şeyi uzaktan becerebilecek bir çeşit tekniğim olabilir diye şüphelenebilirlerdi ama Gustav bütün şüpheleri ortadan kaldırdı.

Sicilime daha fazla haksız suçlamanın eklenmesi hiç de ilginç olmazdı.

Bu yüzden, olabildiğince Ruijerd, Gustav ve Eris’in yanlarında takılmaya karar verdim ama sonra vazgeçtim.

Gyes’in yanında durmakta karar kıldım.

Sonuçta o savaşçıların şefiydi. Güvenlikten sorumlu en üst kişi.

Her gün meşguldü ama onu şahidim olarak göstermek, sahip olduğum en etkili yöntemdi.

‘Rudeus-dono’nun benden nefret ettiğini sanıyordum?’

Bütün gün ona sümük gibi yapışmamın üzerine yüzünü ekşitti.

‘O kadar da kafana takmana gerek yok, bir daha kızın olursa onu bana vermen yeterli.’

‘Yani, cidden kızlarımdan birisiyle evlilik yemini etmek istediğini mi söylüyorsun?’

‘Yok, sadece basit bir şakaydı. Oh, pardon, hiç azgınlık kokusu saldım mı acaba?’

‘*Koklar* Yok, öyle bir koku almadım.’

‘Anlıyorum, demek bu kadarı ile bir sıkıntı yok.’

Ne de olsa, etrafta gerçekten de bir kız yoksa, kuşumun ötebilmesine imkan da yok.

Görüş alanıma girmedikleri sürece sorun yok yani.

‘Bu geçtiğimiz ay boyunca görüp farkına vardığım bir şey. Rudeus-dono epey olgun birisi. Halen genç biri olmanıza rağmen, Ruijerd-dono da sizi bir savaşçı olarak görüyor.’

‘Ne oldu sana böyle, aniden övgü dolu sözler falan.’

Birazcık tiksindim.

Aniden tavrını değiştirmek falan.

‘İlk başlarda, kıçını Ruijerd-dono’ya yaslayıp, istediği her şeyi sorumsuzca yapan götü boklu bir velet olduğunuzu düşünmüştüm.’

Ho.

İyi söyledi.

Dediği pek de yanlış sayılmaz.

‘Büyücülük yetenekleriniz hayalimin de ötesinde. Yağmur sezonundayken bütün ormanı dondurabilmek… normalde bunun ancak bir peri masalında gerçekleşecek bir şey olduğunu hayal ederdim.’

‘Fiyuvvv, gerçi benim hocam bundan çok daha inanılmazdır.’

Hiçbir sebep yokken gene Roxy’i öne sürdüm.

Roxy’i ne kadar da övsem az gelir.

‘Ve her şeyden de öte, bu kadar güce sahipsiniz ama öyle bir muameleye maruz kaldıktan sonra bile bizim ırkımız, Dedorudia’ya karşı bir intikam alma çabası içine girmediniz.’

Öyle deyince… harbiden de öyle ha.

Aslına bakarsak, Ruijerd de söyledi bunu, tedbirsiz davrandım.

İki tarafın da yaptıklarından ders alması iyi bir şey değil mi?

Ayrıca…

‘Hem burası Ghyslaine’nin memleketi.’

‘Ghyslaine bu köy hakkında ne söyledi?’

‘Pek bir şey söylemedi.’

Ghyslaine’nin Yüce Orman’ı pek de sevdiği söylenemez gerçi.

Bana Hayvan Tanrısı dilini öğretirken bile, ara ara yüzünü ekşitirdi zaten.

‘Kim saygıdeğer bir öğretmenin ailesi ile iyi geçinmek istemez ki?’

‘Bir daha özür dilesem olur mu?’

‘Özür dilemene hiç de gerek yok. Onun yerine Minitona-chan’a elimi sürmeme izin verirsen çok makbule geçer.’

‘Eğer Rudeus-dono cidden ve dürüstçe kızımı eşi olarak görmeyi düşünüyorsa, benim için bir mahsuru yok.’

‘Hö?!’

Gerçekten mi?

Yani bana o kedi kulaklı kız ile nyannyan oynamama izin veriyor demek mi oluyor bu!

Oha.

Şu an düzgünce sohbet ediyoruz sıçtığımın NEET’i, otur yerine.

‘Tabii ki de şaka yapıyorum. Muhtemelen, Eris de buna çok kızardı.’

‘Tam şimdi, birazcık azgınlık kokusu burnuma geldi gerçi.’

‘Elden ne gelir ki. Gyes-san öyle bir şey dediği için oldu. Çok da ciddiye alma.’

‘Anladım… Üzgünüm.’

Cidden.

Eris ile düzgünce sözleştim biliyor musun.

Onbeş yaşında.

Dört sene daha sonra.

Eğer dört sene daha beklersem cennete gideceğim.

Söz vermek demişken, Sylphy ile de bir sözümüz var ama…

Acaba Sylphy şimdi nasıldır.

Muhtemelen iyidir.

Artık saçı yüzünden zorbalık görmüyordur umarım…

‘Görünüşe göre bugün de geldi.’

Tam da düşüncelere dalmışken, Kutsal Hayvan-sama birdenbire yanıma geldi.

‘La… korumalar ne yaptıklarını sanıyorlar ulan?!’

Bu olanı gördükten sonra, Gyes dişlerini gıcırdatmaya başladı.

Bugün de, Kutsal Hayvan-sama, mutlu bir ses ile bana “Hav” dedi.

Cevap olarak kafasını okşadım.

‘Yoksa kendi gücüyle mi çıkıyor?’

Diye sordum ama…

‘Hayır, birisinin yardımı ile çıkması dışında bir şey söz konusu olamaz.’

Dedi Gyes, dertli bir şekilde Kutsal Hayvan-sama’ya bakarken.

Birisinin yardımıyla.

Şüphesiz ki, kendilerinin arasından birisi ama herkesin başka bir yerde olduğunu kanıtlayan şahitleri var.

Ürpertici bir durum.

‘Ruijerd ile benim soruşturmam nasıl olur? Sanıyorum ki, Ruijerd’in gözü ile işi çabucak halledebiliriz.’

Böyle söylememin üzerine…

‘Hayır, Kutsal Hayvan-sama’nın korunması, Dedorudia ırkı için bir gurur meselesi. Yabancıların karışmasına izin veremeyiz.’

Diye beni geri çevirdi.

‘Köyü korumakta bir sorun yok ama bunda mı sorun var?’

‘O ayrı, bu ayrı.’

Köyü korumak tamam ama Kutsal Hayvan-sama’nın nasıl kaçabildiğini araştırmak tamam değil.

Bu düşünce yapısını cidden anlayabilmiş değilim ama bunca zaman yapılagelmiş olan şeyler arasındaki bir farktan kaynaklanıyor olsa gerek.

Peki, buna razıysalar, benim için fark etmez.

‘Eğer bunca sefer kaçabilmeyi başarmışsa harbiden de endişe verici bir şeyler var demektir. Şimdilik sıkıntı yok çünkü şimdi yağmur mevsimi ama yağmur mevsimi bittikten sonra tekrardan kaçarsa ne yapacaksınız. Ayrıca, köyün içinde bile olsa, en kötü ihtimalle yaratıklar tarafından saldırıya uğrayabilir.’

‘Dediğin doğru…’

Gyes bayağı bayağı endişelenmeye başladı.

‘Kutsal Hayvan-sama’nın benimle oyun oynamak için kaçtığını dikkate alırsak, benim onu ziyarete gidecek olmam nasıl olur, problemi çözmüş olmaz mıyız?’

‘Öyle bir şey… Ama… Hmmm…’

Sıkıntılı görünüyordu.

Sonuçta br yabancının Kutsal Ağaç’a yaklaşmasını istemiyor olmalı.

Aklını çeleyim madem.

‘Peki o zaman, Kutsal Ağaç’ın yakınında buluşsak ve başkasına fırsat vermeden biz onu dışarı çıkarsak, sonra hem bir koruma da bizimle gelebilir. Eğer böyle yapacak olursak, başkasının onu çıkaracak olması hakkında endişelenmemize gerek kalmaz.’

‘Öyle yaparsak, önceliklerimizi ters çevirmiş olmaz mıyız?’

‘Böyle yapmanın Kutsal Hayvan-sama’nın nerede olduğunun bilinmediği bir durumdan daha iyi olduğunu düşünüyordum gerçi.’

‘…’

Gyes iki arada bir derede kaldı.

Ne kadar sıkıntı içinde olduğu halinden belliydi.

Daha sonra, iki haftadan daha az bir süre için.

Kutsal Hayvan-sama ile beraber olup birlikte oyun oynadık.

Suçlunun kim olduğunu keşfedemedik, ama gerçi, Kutsal Hayvan-sama da ortadan kaybolmayı kesti.

Bu arada, korumakla görevlendirilen kişi, Kutsal Hayvan-sama’ya patisini uzatmasını öğrettiğimi gördüğünde delicesine kızdı, gerçi bu bir sır.

Başka daha bir sürü şey olduktan sonra üç aylık süre sonunda bitti.

Yağmur durdu.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.