İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 03 Bölüm 04

Güvenin Sebebi

 

 

Çevirmen: NatsuJun

 

 

Kısım 1

Migurd mezrasını iki kelimeyle anlat deseniz ‘aşırı fakirlik’ olurdu.

10 garip ev var.Görüntülerini tasvir etmek biraz zor.

Sanki toprak üst üste atılıp da üzeri kaplumbağa kabuklarıyla kaplanmış gibi.

Asura Krallığı’nın mimarisi buraya kıyasla kat be kat üstün.

Yine de, Asura Krallığı’nın mimarları buraya gelse bile, binalar için gerekli odunu toplayamaz ve sonuç olarak bu yeri umutsuz vaka diye anıp vazgeçerlerdi.

Dışarıdaki düzenlice ekilmiş tarlada bile sadece kuru ekinler var.

Acaba bitkilerin bu kadar solgun durması normal bir şey mi, merak ediyorum.

Roxy’nin sözlüğünde buranın tarımına yönelik herhangi bir bilgi yoktu.Sadece bir bölümünde ‘Sebzeler acı ve doğru düzgün tadı bile yok.’ dediği kısım vardı.

Ayrıca tarlanın bir tarafında ekilmiş, dişleri olan ve pakkun çiçeklerine benzeyen garip çiçekler vardı.

ꕥ Süper Mario’da borulardan çıkan çiçeklermiş bu pakkun çiçekleri.

 

Bu şeyin bitki mi hayvan mı olduğu konusunda emin değilim, biçimsiz dişlerinden gıcırtı sesleri geliyordu.Eminim tarlaya zarar vermesi muhtemel yaratıklara önlem olarak kullanılıyorlardır.

Mezranın sonunda ateşin etrafında toplanıp bir şeyler kızartan birkaç orta okulluya benzeyen kız vardı.

Okulluların okul dışında toplaşmasını andırıyordu.

Kızlar yemeği hazırlıyor ve yapmayı bitirince orada bulunan herkese dağıtıyorlardı.

Burada neredeyse hiç erkek yok, sadece ortalıkta oynayan ufak çocuklar var.

Onun dışında sadece bekçi Robin ve şef var.

Eğer yanılmıyorsam böyle olmalı: erkekler çıkıp avlanıyor ve kadınlar evde kalıp etrafı kolaçan ediyorlar.

Bu topluluğun konumu böyle bir şey olmalı.

Demek şu an erkekler dışarıda avlanıyorlar.

‘Etrafta avlanabilecek bir şey var mı?’

‘Sihirli yaratıklar.’

Cevap sorumu yanıtlamış olmasına rağmen, sanki biraz eksik gibi geldi.

Tıpkı balıkçıya ne yakaladığını sorunca deniz ürünü diye yanıt almak gibi.

Eh, sormaya devam edeyim.

‘Hmm, bu çatıları örten şeyler de sihirli yaratıklardan mı?’

‘Onlar Yüce Tosbağa Kralı’ndan(Koca Tosbağa).Kabuğu oldukça sert ve eti de lezizdir.Ayrıca kas tellerinden yay kirişi bile yapabiliyorsun.’

Eti lezzetli miymiş?

Ama nedense tosbağanın boyutunu hayal edemedim.Mezradaki en büyük evin çatısı yaklaşık 20 metre genişliğinde bir kabuk tarafından örtülmüş.

Ben bunu düşünmekle kendimi meşgul ederken Ruijerd ve Rocks bahsi geçen eve giriyorlar.

En büyük ev = şefin evi, galiba bu dünyada da benzer kurallar var.

‘İzninizle giriyoruz.’

‘Davetiniz için teşekkürler…’

Herhalükarda Eris ve ben eve girerken selamlamamızı yapıyoruz.

Evin içi dışardan göründüğünden daha geniş.Yerde bir dizi kürklü post var ve renkli aksesuarlar duvarları süslüyor.

Evin ortasında ocaklığa benzer bir şey bulunuyor ve hafiften yakılmış bir şekilde odayı aydınlatıyor.

Odalar bölünmemiş, burada bulunan kişi kısacası kürklü postu üstüne çekip yatıyor.

Evin diğer ucuna bir kılıçla yay konmuş, bu da demek oluyor ki burası gerçekten avcı bir kabile.

Az önce şefi izleyen iki kız eve girmediler.Niye o zaman girişe kadar şefi takip ettiler ki?

Aman neyse.

‘Peki, anlatın bakalım.’

Rocks ocaklığın yanına lap diye düşerek otururken diyor.

Ruijerd hemen önüne bağdaş kurup oturuyor.

Nereye oturacağını bilemez halde avare dikilen Eris’e bakıyorum.

‘Bu evde bile yere mi oturacağız?’

‘Kılıç eğitimlerinde sorunsuz bir şekilde yere oturmuyor muydun?’

‘Haklısın.’

Eris yere oturup oturmama konusunda sorunu olmayan birisi.

Ama sanırım ahlak bilgisi derslerinden gelen bir boşlukla kafası karışmış olsa gerek.

Başkalarının yanında ahlak kurallarına uyuyor, fakat şu anki durum ona öğretilenlerden farklı olduğu için ne yapacağını bilemiyor.

Umarım burada gördüğümüz kötü örnekler eve gidince onu etkilemez.

 

Kısım 2

Gelecek hedeflerimi anlatmadan önce adımı, yaşımı, mesleğimi ve evimizin nerede olduğunu tek tek söyledim.

Ayrıca Eris’le ilişkimizi, Eris’in sosyal statüsünü ve nasıl gizemli bir şekilde Büyülü kıtaya düştüğümüzü de şefe anlattım.

Human-God’ı içeren herhangi bir şey söylemedim.Bu tanrının şeytan ırkında nasıl bir konuma sahip olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok, bizden şüphelenilmesine sebep olabilir.

‘…Ve başımıza gelenler tam olarak böyle.’

‘Hm…’

Rocks elini çenesine götürüp söylediklerimi dinlerken düşünüyor.

İfadesi tıpkı zor bir soru karşısında canı sıkılmış orta okulluya benziyor.

‘….Anladım.’

Rocks’un bir sonuca varmasını beklerken Eris çoktan uykuya dalmıştı.

Hala enerjik görünmesine rağmen, gerçekten de seyehate alışkın olmadığından bir hayli enerji sarf etti.

Dün gece de aynıydı, Ruijerd’le tanıştığımızdan beri uyumamıştı.

Düşündüğüm gibi, artık sınıra dayanmıştı.

‘Ben konuşmayı düzgünce dinlerim, istersen uyuyabilirsin.’

‘…Ne demek uyuyabilirsin, burada nasıl uyunuyor ki?’

‘Muhtemelen kürklü postlara sarılıp yatıyorsun.’

‘Ama yastık yok…’

‘İstersen dizlerimi kullanabilirsin.’

Tıpkı Anpanman gibi pa-pa sesi çıkararak bacaklarıma vurdum.

‘N-ne demek dizlerini…?’

‘Yani dizlerimi yastık niyetine kullanabilirsin demek.’

‘…Öyle mi? Sağol.’

Eğer her zamanki Eris olsa, eminim şunu bunu bahane edip bir ton laf söylerdi.

Ama görünen o ki uyku statüsü MAX’ı gösteriyor, duraksamadan başını kucağıma yaslıyor.

Gergin bir ifadeyle ellerini sıkıca birleştirip gözlerini kapıyor.Kütük gibi uyuması birkaç saniyeden fazla sürmüyor.

 

 

Düşündüğüm gibi, bayağı yorulmuş.Usulca Eris’in kızıl saçlarını okşuyorum ve sanki kaşınıyormuş gibi hafiften vücudunu büküyor.

Fuhaha.

Birden birinin bana baktığını fark ediyorum.

‘…Ne oldu?’

Rocks’un sırıtan gözleri içime işliyor ve utanmama sebep oluyor.

‘Aranız bayağı iyi.’

‘Doğru.’

Ama ona dokunma konusunda ambargo yedim.

Ojou-sama’mızın yüksek erdem anlayışına borçluyuz bunu.

Bu yüzden isteklerine saygı göstereceğim.

‘Peki nasıl dönmeyi düşünüyorsunuz?’

‘Para kazanıp yolumuza devam ederek döneceğiz.’

‘Siz iki çocuk para mı kazanacaksınız?’

‘Yo, sadece ben bir başıma kazanacağım.’

Yani Eris gibi dünyanın nasıl döndüğünden anlamayan birine para kazan diyemem değil mi?

Gerçi dünyanın işleyişi deyince ben de onun kadar cahilim diyebilirim.

‘Sadece bu ikisi değil, ben de eşlik edeceğim.’

Ruijerd konuşmamızı kesiyor.

Gerçekten çok güven aşılayan bir dost.

Cidden ona güvenmek istememe rağmen, Human-God olayından ötürü burada birbirimize veda edip gelecek sıkıntılardan kurtulmak en iyisi olur.

Ama nasıl onu reddedeceğim?

‘Ruijerd, neden onlarla gitmek istiyorsun?’

Rocks sıkıntılı bir ifadeyle bunu onaylamadığını gösteriyor.

Ruijerd gücenmiş gibi görünüyor.

‘Bir sebebi yok.Sadece onları koruyup evlerine kadar güvenlice gitmelerini sağlayacağım.’

Galiba sohbet hoş bir yönde ilerlemiyor.

Rocks iç çekiyor.

‘Bir şehre gidecekseniz öyle mi?’

‘Hmm…’

Hmm derken?

Şehre girmeyecek misin?

‘Çocukları bir şehrin yakınına götürsen ne olacak? 100 sene önce askerler tarafından kovalanmadın mı, hatta sırf seni zaptetmek için bir parti oluşturulmadı mı?’

100 sene önce?

‘Şey…Fakat…Eğer şehrin dışında beklersem.’

‘O zaman şehirde olanlardan sorumlu olmayacak mısın?’

Rocks şaşkın bir ifadeyle Ruijerd’e bakıyor.

Ruijerd dişlerini sıkıca gıcırdatıyor.

Supard ırkı herkes tarafından nefret ediliyor.Bu gerçek Büyülü kıtada bile değişmiyor.Ama zaptetmek için bir parti oluşturulması sanki çok ileri gitmek olmuş.Ona sihirli yaratık gibi mi muamele yapıyorlar?

‘Eğer şehirde bir şey olursa…’

‘Ne yapacaksın eğer şehirde bir şey olursa?’

‘Şehirdeki herkesi öldürmem gerekse bile bu ikisini kurtaracağım.’

Gözleri gayet ciddi.

Korkunç.

Bu cidden çok korkunç.

Bu adam her şeyi yapar ve bu konuda kararlı.

‘Konu çocuklara gelince hiç ayrım yapmıyorsun…Gerçi bahsi geçmişken, köye kabul edilme sebebin de köyün çocuklarını sihirli yaratıklardan kurtarmış olmandı.’

‘Evet.’

‘Te 5 sene oldu, zaman hızla akıp geçiyor.’

Şef abartılı bir şekilde iç çekiyor.

Şefin bu şekilde müttefiğimiz haline gelmesinden ötürü biraz kötü hissetsem de, şu an içinde bulunduğu davranış çok sinir bozucu.

Sanki saçma bir hata yapmış bir erişkini alaya alan orta okullu biri gibi.

‘Ama Ruijerd.Eğer böyle bir şey yaparsan, hedefine ulaşabilecek misin ki?’

‘Mu…’

Ruijerd kaşlarını çatıyor.

Hedef.

Demek bu herifin aklında bir çeşit hedef varmış.

‘Hedef ne?’

Konuşmalarını bölüyorum.

‘Basit bir hedef.Supard ırkının sahip olduğu kötü şöhreti temizlemek, sadece bu.’

Şu an cidden başarılması imkansız bir hedef demek istiyorum.

Irkçı ayrım sorunu sadece bir kişinin çabalarıyla çözülebilecek cinsten değil.

Zorbalık gören bir kurbanın sorunu bile bir kişi tarafından çözülemezken.

Hele bu ayrımcılığın tüm dünyada kök salması durumunda hiç mümkün değil.

Ruijerd’le tanışan Eris, Broly’le tanışan Vegeta’ya benziyor.

ꕥ Dragon Ball’a gönderme yapılıyor.

 

Daha çocukluğundan beri onu kötü biri olarak biliyordu, nasıl olsun da birden iyi biri olduğunu düşünsün?

‘Ama sizin ırkınız savaş sırasında hem düşmanlara hem de müttefiklere saldırı düzenlememiş miydi?’

‘Bu!’

‘Ne çeşit kötü şöhret olursa olsun, Supard ırkının korkunç olduğu bir gerçek…’

‘Hayır! Bu doğru değil!’

Ruijerd beni yakamdan kavrıyor.

Bana muazzam dehşet verici bir şekilde bakıyor.

Olamaz, titremeye başladım.

Awawawa…

‘Hepsi Laplace’ın oyunuydu! Supard ırkı öyle kötü bir ırk değil!’

 

Ne, ne, ney?

Lütfen yapma, korkutuyorsun beni.

Titrememe bir son veremiyorum.

Eh, az önce bir oyun mu dedi? Bu bir dalavere miymiş yani?

Laplace dediğin 400 sene önceki kişi değil mi?

‘Laplace için ne dedin?’

‘O şerefsiz sadakatimize ihanet etti!’

Yakalarımdan tutan kuvvet zayıflıyor.Ruijerd’in bileğine bir iki kere dokunuyorum ve beni salıyor.

Ama elleri hala titriyor.

‘O şerefsiz…O şerefsiz…!’

Ruijerd dişlerini gıcırdatarak söylüyor.

‘Olanları detaylı bir şekilde anlatabilir misin?’

‘Uzun bir hikaye.’

‘Fark etmez.’

Ruijerd tarihte neler olduğunu anlatmaya başlıyor.

Laplace.

İnsan ırkından otoriteyi geri kazanıp şeytan ırkını birleştiren bir kahramanmış bir zamanlar.

Supard ırkı te en başından Laplace’ın destekçileriymişler.

Supard savaşçı grubu.Yüksek çevikliğe ve görünmez düşmanları algılayabilen şeytani bir yeteneğe sahipler.

Bu muazzam savaş gücü taşıyan grup Laplace’ın elit birimi haline gelmiş.

Uzmanlık alanları sürpriz saldırılar ve gece akınlarıymış.

Alınlarındaki göz radar gibi etrafta olan her şeyi görebiliyor.Başkaları tarafından asla tuzağa düşürülemezler ve sürpriz saldırılarla gece akınlarında muhakkak başarışı olurlarmış.

Kısacası tam bir elit kuvvetmişler.

Supard ırkının adı eskiden hem korku hem de saygıyla anılırmış.

Laplace savaşının orta safhalarında, tam ana kıtayı ele geçirmeye başlamışken, Laplace yanında mızraklar getirip bu savaşçı grubunu ziyaret etmiş.

İblis’in mızrakları.

Ruijerd mızrakların asıl isimlerini söylemedi, sadece İblis’in mızrakları dedi.

Laplace savaşçı grubuna bu mızrakları bahşetmiş.Mızraklar tıpkı Supard’ların tridentlerine benziyormuş, fakat sapları uğursuz bir siyahla boyalıymış ve bir bakışta büyülü bir mızrak olduğu anlaşılabiliyormuş.

Elbette mızrakları kabul etmek istemeyen pek çok kişi çıkmış, çünkü mızrak Supard ırkının ruhunu temsil ediyormiş.Kendi mızraklarını bir türlü bir kenara atamıyorlarmış.

Ama bu mızraklar Laplace’ın bir lord olarak hazırladığı şeylermiş.

Sonuç olarak Ruijerd lider olarak gruptaki herkese bağlılıklarının simgesi olarak mızrakları kullanmaya zorlamış.

‘Hmm? Lider mi?’

‘Evet, ben Supard ırkının savaşçı grubunun lideriydim o zamanlar.’

‘…Şimdi kaç yaşındasın?’

‘500 ü geçtikten sonra saymayı bıraktım.’

‘Ah, öyle mi…’

Roxy Supard ırkının uzun yaşamasına ait bir şey yazmış mıydı?

Her neyse.

Supard savaşçı grubu mızraklarını bir kenara atıp savaşa İblis’in mızraklarıyla devam etmişler.

İblis’in mızrakları muazzam bir güç taşıyormuş, kullanıcının vücudunu defalarca kez güçlendirip insan ırkının büyülerini boşa çıkarıyormuş ve hatta algılarını güçlendiriyormuş.

Dudak uçuklatacak derecede bir kudrete hasıl olmuşlar.

Çok geçmeden kullananların görüntüsü gitgide şeytanileşmeye başlamış.İblis’in mızrakları ne kadar kan emerse, ruhları o kadar karanlıkta boğuluyormuş.

Kimse bir sorun olduğundan şüphelenmemiş, çünkü herkesin ruhu aynı hızda çürümekteymiş.

Ve sonunda trajedi vuku bulmuş.

Savaşçı grubu ayrım gözetmeksizin, dost-düşman herkese saldırmaya başlamış.

Herhangi bir yaştan kız veya erkek, hatta çocuk fark etmiyormuş.Hiç merhamet göstermemişler.Ayırt edilmeksizin hepsi saldırıya maruz kalmış.

Ruijerd hala o anları dün gibi hatırladığını söylüyor.

Çok geçmeden şeytan ırkı [Supard ırkı şeytan ırklarına ihanet etti] ve insan ırkı da [Supard ırkı kalpsiz iblislerdir] demeye başlamış.

O zamanlar Ruijerd ve ekibi haberleri mest olarak dinlemiş ve bunu bir onur olarak görmüşler.

Her yerde düşmanın bulunduğu savaş alanının ortasında, İblis’in mızraklarını taşıyan Supard ırkı eşi benzeri olmayacak derecede güçlüymüş.Supard savaşçılarını yenebilecek kapasitede kimse yokmuş ve her biri binlerce savaşçıyla denkmiş.

Bir süre sonra dünyada en çok korkulan ordu haline gelmişler.

Lakin bitmek tükenmek bilmeyen savaş döneminde yorulmayan ordu diye bir şey yoktur tabiki.

Gece gündüz hem insan ırkı hem de şeytan ırkıyla savaşıyor olma durumlarından ötürü savaşçı grubundaki kişi sayısı azalmaya başlamış.

Hiçbir zaman şüphe etmemişler.Savaşta ölmek onlar için ulaşılabilecek en yüce mevkiymiş ve bunun sarhoşluğunda mücadele etmeye devam etmişler.

Duydukları haberler arasında Supard ırkının köyü saldırıya uğramış diye bir söylenti varmış.

Bu Ruijerd’in memleketiymiş.

Supard ırkını çekmek için kurulmuş bariz bir tuzak olmasına rağmen, artık bunu görebilecek kadar ufukları açık değilmiş.

Uzun zamandır köylerine dönmeyen Supard savaşçı grubu, bir saldırı düzenlemiş……

Düşünmüşler ki, sonuçta orada insan varsa, herkesi öldürmeleri gerekiyormuş.

Ruijerd ebeveynlerini öldürmüş, kendi karısını ve kız kardeşlerini.

Son olaraksa kendi oğlunu öldürene kadar mızrağıyla saplamış.

Oğlu hala bir çocuk olmasına rağmen, bir Supard savaşçısı olabilmek için devamlı çalışıyormuş.Ruijerd için bir ölüm kalım savaşı olarak sonuçlanmasa bile, oğlu son anlarında İblis’in mızrağını kırmayı başarmış.

İşte o an mesut rüyalar son bulmuş ve aynı zamanda kabuslar başlamış.

O anda ağzında hala bir şey çatırdama sesleri çıkarıyormuş, Ruijerd bunun farkına varıp tükürdüğünde oğlunun parmağı çıkmış.

Hemen intihar etmeyi düşünmüş, ama birden vazgeçmiş.

Ölmeden önce yapması gereken bir şey varmış.

Mesela, hala bu dünyada yaşamakta olan düşmanlarını lime lime etmesi gerekiyormuş.

O anda Supard ırkının etrafını cezalandırmak için gelen bir birlik sarmış.

Savaşçı grubundan 10 kişi kalmış.

İblis’in mızraklarını aldıkları gün 200 kişilermiş, fakat şimdi sadece bu cesur savaşçılardan 10 tanesi hayattaymış.

Kimi gözlerinden birini kaybetmiş, kimisi ellerinden birini kaybetmiş, bazısıysa alnındaki sihirli taşı kaybetmiş.

İşte bunlar bu böylesine harap bitap duruma gelene kadar savaşan savaşçılarmış.

Vücutları tamamen yara bere içinde olmasına rağmen, yine de yaklaşık bin kişilik olan cezalandırıcı birliğe kavga istermiş gibi bakıyorlarmış.

Ruijerd boşu boşuna öleceklerini anlamış.

Yaptığı ilk şey yoldaşlarının İblis’in mızraklarını kırmak olmuş.

Bir bir hepsi kendine gelmeye başlamış ve kendilerini sarhoş bir hal içerisinde bulmuşlar.

Kimileri kendi ailelerine saldırdıkları için kederli bir biçimde inlemiş kimileriniyse acı dolu bir ağlama tutmuş.

Lakin içlerinden hiçbiri o tatlı rüyaya devam etmek istediğini söylememiş.

İçlerinden hiçbiri o kadar zayıf iradeli değilmiş.

Hepsi Laplace’tan intikam almaya and içmiş ve hiçbiri hatasından ötürü Ruijerd’i suçlamamış.

Artık iblis değillermiş, ama gururlu savaşçılar da değillermiş.

Artık sadece intikam için yanıp tutuşan lekelenmiş hayaletlerden ibaretlermiş.

Ruijerd diğer 10 kişiye ne olduğunu bilmiyor.Muhtemelen ölü olduklarını söyledi.

Supard ırkı İblis’in mızraklarını bıraktıktan sonra, sadece normal savaşçılardan biraz daha güçlü savaşçılardı sonuçta.

Kendilerine ait tridenleri bile taşımıyorlardı artık.Başkalarına ait mızraklarla dövüşerek hayatta kalmaları muhtemelen imkansız.

Ama Ruijerd zar zor hayatını kurtarmayı başarmış.Sonrasında yaşam ile ölüm arasında 3 gün ve gece boyunca yürümüş.

Ruijerd’in şu an taşıdığı mızrak oğluna ait.

Oğlu İblis’in mızrağını kırdı ve kendi ruhunu Ruijerd’i korumaya adadı.

O olaydan sonra Ruijerd, birkaç yıllık saklanmanın ardından sonunda intikamını almış.

Laplace ile üç kahramanın savaşını bölerek sonunda intikamını elde etmiş.

Ama Laplace mağlup edilse bile, yapılmış olanları değiştirmenin bir yolu yokmuş.

Supard ırkı zulme uğramış, Ruijerd ve savaşçılarının yok ettiği köylerinden sonra hepsi uğradıkları zulüm sebebiyle farklı yerlere dağılmışlar.

Diğerlerinin kaçmasına olanak sağlamak için Ruijerd şeytan ıkrının bireylerini öldürmeye devam etmiş.

Şu an Ruijerd Supard ırkı tamamen yok mu edildi, yoksa yeni bir köy inşa edip yaşamlarını sürdürdüler mi bilmiyor.

Dediğine göre son 300 yıl boyunca Büyülü kıtada başka bir Supard ırkı görmemiş.

Supard ırkının karşı karşıya kaldığı zulüm çok şiddetliymiş.

Ruijerd’in verdiği karşılıksa öfkeli alevler gibi.

Olanların tek suçlusu Laplace.

‘Ama Supard ırkının kötü şöhretinin diğer sebebi benim.Tek canlı kalan ben olsam bile, bunu temizlemek istiyorum.’

Ve Ruijerd böylelikle hikayesini sonlandırıyor.

 

Kısım 3

Anlatış tarzı yetersizdi ve sanki söylediği kelimelerde hiç duygularını yansıtmamıştı.

Onun dışında Ruijerd’in pişmanlığı, öfkesi, üzgünlüğü ve diğer duyguları bize ulaştı.

Eğer tüm bunlar uydurmaysa veya konuşma tonu falan rol icabı ise, Ruijerd’e farklı yönlerden saygı duyabilirim.

‘Bu gerçekten çok acıklı bir hikaye.’

Basitçe söylemek gerekirse, Supard ırkına kötü ırk demek büyük bir yanlış.

Laplace’ın Supard ırkına neden İblis’in mızraklarını verdiği belirsiz.

Savaşın sonucuna bakarak, Supard ırkı günah keçisi olarak kullanılmak istenmiş olabilir.

Eğer bu gerçekten doğruysa, Laplace tüm varlıklar arasında en aşağı olanıdır.Sadık Supard bireyleri için en azından böyle denebilir.Onlara kurban birlikler olarak davransan bile, böylesine bir metod kullanıp onları aşağıladıktan sonra terk etmene gerek yoktu.

‘Anladım.Elimden geldiğince yardımcı olacağım.’

Kalbimde bir yerden, diğer ben konuşuyor.

(Ona yardım edecek zamanı nereden bulacaksın?)

(Kendi meselelerin için elinden geleni yapmamıştın değil mi?)

(Bu yolculuk düşündüğünden daha zor olacak.)

Ama konuşmamı sürdürdüm.

‘Aklımda iyi bir fikir olmamasına rağmen, insan ırkından bir çocuk olarak yardımcı olabilirim ve belki olumlu değişiklikler olabilir.’

Bu benim sadece iyiliğimden ve sempatimden söylediğim bir şey değil, ayrıca aklımda bir plan var.Eğer söylenenler doğruysa, bu Ruijerd aşırı güçlü biri olmalı, bir kahramanla eş güçte biri.

Böylesine güçlü biri tarafından korunacağız.En azından sihirli yaratıklar tarafından saldırıya uğrayıp öldürüleceğimiz bir durum gerçekleşmeyecek.

Eğer Ruijerd bize eşlik ederse, şehrin dışındaki yolculuklarımızda kafamız rahat olur, ama aksine şehrin içindeyken büyük risk altında oluruz.

Tabi eğer riskten kurtulursak, muhakkak bizim en güçlü savaş gücümüz olacaktır.

Ne olursa olsun, geceleri sürpriz ataklara veya gece akınlarına asla pabuç bırakmamasıyla övünen bir savaşçı.

Soyguncular ve haydutlar tarafından hedef konumuna gelme olasılığımız da azalmış olacak.

Bunun dışında, Hitogami meselesine gelince, herhangi bir kanıt yok.Sadece yalan söylemesini beceremeyen Ruijerd’in güvenilir olduğuna inanıyorum.

‘Sana söz veriyorum ve yardım etmek için elimden geleni yapacağım.’

‘A,aahh.’

Ruijerd şaşkın bir ifade gösteriyor, ama bu belki gözlerimdeki şüphenin kaybolmasından olabilir.

Fark etmez cidden, Ruijerd’e güvenmeye karar verdim.

Güvenim çok kolay kazanılıyor nedense.

Eski ben olsa bu gözyaşı dolu hikayeyi dinlerken burnundan gülerdi, ama ben ona hemen inandım.

Kalbimde bir ses yankılanıyor.

(Kandırılsam bile fark etmez, değil mi?)

‘Ama, Supard ırkı gerçekten…’

‘Önemli değil, Rocks-san.Bir yolunu buluruz.’

Ruijerd şehrin dışında bizi koruyacak ve şehrin içinde biz Ruijerd’i korumanın bir yolunu bulacağız.

Karşılıklı özveri durumu.

‘Ruijerd-san.Bugünden itibaren beraber elimizden geleni yapalım.’ 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.