İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 02 Bölüm 01

[ A+ ] /[ A- ]

Genç Hanımefendi’nin Hiddet

 

Çevirmen: NatsuJun

 

Kısım 1

Roa’ya vardığımızda akşam olmuştu.
Buina Köyü ile Roa şehri arasındaki mesafe at arabasıyla aşağı yukarı bir gün sürüyordu.
Eğer zaman tutarsan 6-7 saatlik bir yolculuk.Uzak diyebilirsiniz, ama yakın deseniz bile yanlış olmazdı.
Roa şehri gerçekten civardaki şehirler arasında en büyüklerinden biri ve çok hareketli bir şehir.
Gözüme ilk çarpan şey surlar oldu.
Şehrin etrafını saran 7-8 metre uzunluğunda insana güven aşılayan surlar.
Şehrin giriş kapısı taraflarında dinmek bilmeyen bir trafik var ve içeriye ayak attığınız an hemen binbir çeşit mal satan seyyar satıcıları görmeniz mümkün.
Ve tam girdiğimiz tarafta sıra sıra hanlar ve ahırlar var.
İnsanlar ve tüccarlar iç içe girdiğini, arada zırhlı insanların yürüdüğünü görüyorum ve tüm bu manzara hikaye kitaplarında geçen fantezi dünyasını andırıyor.
Meydanda kocaman bavulları olup birini bekliyormuş gibi oturan insanlar da mevcut.
Acaba ne olabilir?
‘Ghyslaine, bunun ne olduğunu biliyor musun?’
Karşımda oturan kişiye soruyorum.
Hayvansal kulakları ve kuyruğu olan, altındaki çikolata renkli tenini azıcık örten bayağı dekolte deri bir elbise giyen, kaslı kocaman bir adama—-Pardon, kadın bir kılıç ustası.
Ghyslaine Dedorudia.
Sword-God stili sıralamasında üçüncü, Sword-Kral ünvanına sahip sağlam bir kılıç ustası, gittiğimiz yerde bana kılıç ustalığını öğretmeyi kabul etti.
Benim ikinci öğretmenim oluyor.
‘….Evlat.’
Soruma karşılık sinirli bir ifadeyle yanıt veriyor.
‘Beni aptal yerine mi koyuyorsun?’
Ghyslaine hırçınca bana bakıyor, ürkütücü.
‘Ah yok.Ben sadece…Onun ne olduğunu bilmiyorum o yüzden sordum…’
‘Ah, pardon.Demek onu kastettin.’
Az daha ağlayacağımı fark eden Ghyslaine hızlıca yanıtladı.
‘Orası halk taşıma araçları için bekleme durağı.Şehirden şehire yolculuk edenler için gerekli, sürücüye parasını verdiğin sürece sen de kullanabilirsin.’
Ghyslaine tek tek dükkanları gösterip bana burası silah dükkanı, burası bar, orası ticaret derneği diye söylüyordu.Hey bir saniye, şurası bayağı şüpheli bir dükkan.
Görünüşü insanları korkutmasına rağmen aslında çok arkadaş canlısı biri.
Bir köşeyi döndükten sonra ortam birden değişiyor.
Maceracılara hitap eden sayısız dükkanların yanyana dizilmesinden sonra, at arabasıyla ilerledikçe buranın yerlilerine yönelik mağazaları görüyoruz.
Sokağın derinliklerinde insanlar tıklım tıklım olmalı.
Görünüşe göre planlı bir yerleştirme yapılmış.
Eğer etrafta düşman olsa, buranın vatandaşları şehrin merkezine veya tam tersine kaçarken çevredeki insanlar burada savunacak.
Durum böyle olunca içeri ilerledikçe evler daha büyüyor ve hatta mağazalar bile daha uzunlaşıyor.
Şehrin merkezine ilerledikçe insanların daha zengin olduğunu görüyorsunuz.
Ve sonra, tam şehrin merkezindeki en uzun bina.
‘Burası işverenin binası.’
‘Burası malikaneden ziyade bir kale gibi.’
Rivayetlere göre 400 yıl önce burası savunmanın son hattıymış.Kısacası tarih kokan bir şehir.
Demek şehirdeki kale bu.
Ama sadece tarih hakkındaki kısım doğru, başkentteki soylulara göre burası sadece birçok düşük seviye maceracının ikamet ettiği yerdi.
‘Galiba Ojou-saman’nın soyluluk derecesi bir hayli buraya kadar geldiğimize göre.’
‘Tam sayılmaz.’
Ghyslaine başını sallıyor.
Fakat Efendi’nin malikanesi gözlerimin önünde, daha önceki çıkarımlarıma göre buralarda kalan insanlar bariz bir şekilde üst tabaka insanlar.
….Belki de değildir.Sınır dibinde yer alan bu bölgede kalanlar için derece belki üst olmanın yakınından bile geçmiyordur.
‘Eh?’
Ben böyle düşünürken sürücü malikanenin kapısındaki kişiyi selamlıyor.
Ve içeri giriyor.
‘Efenedi’nin kızı bu mu?’
‘Hayır.’
‘Değil mi?’
‘Gibi gibi.’
Acaba derin bir manası mı var? Hiç aklım ermedi…
At arabası durur.

Kısım 2

Malikaneye girdiğimizde misafirleri ağırlamak için hazırlanmış bir odaya yönlendirildik.
Kahya bize oturmamız için iki koltuk gösterdi.
Bu benim ilk iş görüşmem olacak.
Elimden geldiğince dikkat edeceğim.
‘Lütfen şöyle oturun.’
Dediklerine uyup oturuyorum ve Ghyslaine bir şey söylemeden ayrılıp odanın köşesinde bir yerde dikilmeye başlıyor.
Tüm salonu görebilen bir yerden yani.
Önceki yaşamımda olsa çocukça bir davranış olarak düşünürdüm.
‘Genç efendi gelmek üzereler.Lütfen biraz bekleyin.’
Kahya kırmızı çalı çayına benzer bir sıvıyı üst tabaka bir çay bardağına dolduruyor ve ardından girişte bekliyor.
Bayağı sıcak olan sıvıyı içiyorum.
Fena değil.Bu çayın kalitesini bilmeme rağmen oldukça pahalı diye tahmin ediyorum.
Başından beridir Ghyslaine’e içecek hazırlamadılar.Galiba burada misafir olarak muamele gören bir tek ben varım.
‘Nerede O!’
Bu tarz şeylere kafa yorarkan, odanın yanından öfkeli adımlara eşlik eden gür bir ses duydum.
‘Burası mı?’
Sağlam görünümlü bir adam kabaca odaya dalıverdi.
Yaşı 50 civarında olmalı ve koyu kahverengi saçların bir tutam beyaz karışmış, ama görünüşe göre hala taş gibi.
Bardağı yerine bırakıp ayağa kalkıyorum, belimi 90 derece bükerek:
‘Tanıştığımıza memnun oldum, benim adım Rudeus Greyrat.’ dedim.
Memnun kalmamış olacak ki küçümseyerek:
‘Hmph, daha nasıl doğru düzgün selamlama yapılır onu bile öğrenmemişsin!’ dedi.
‘Efendim, Rudeus-dono daha önce Buina Köyü’nü hiç terk etmedi.Daha çok genç ve görgü kurallarını öğrenecek zamanı olmadı.Lütfen bu küçük kabalığını bağışlayın…’
‘Kapa çeneni.’
Kahya azarı işittikten sonra bir daha konuşmuyor.
Bu yaşlı adam beni tutan kişi olmalı.
Bayağı sinirli görünüyor.Sanki bir şekilde kifayetsizmişim gibi.
Düzgünce selamlamak istemiş olmama rağmen, görünen o ki soyluların kendilerine göre görgü kuralları var.
‘Hmph, Paul oğluna resmi hitap etme gibi konuları bile öğretmemiş!’
‘Babamın katı kurallardan nefret ettiğini duymuştum, sanırım bu yüzden kasıtlı olarak öğretmedi.’
‘Hemen de bahane üretiyor! Sen de tıpkı Paul gibisin.’
‘Babam hep bahane mi üretirdi?’
‘Ne sandın? Ne zaman ağzını açsa bir bahane.Yatağı ıslatsa bahane buluyor.Kavga etse bahane buluyor.Derslere çalışmayı savsaklasa, buna da bahane buluyor.’
Anladım.Doğru.
‘Bir şey öğrenmek istiyorsan, en azından görgü kurallarını öğren! Daha denememişsin bile tabi böyle olacaksın!’
Ama dediği şey yanlış değil, ayrıca sebepsiz değil.
Şu ana dek sadece büyü ve kılıç ustalığı öğrendim ve yeni şeyler öğrenmek aklımın ucundan bile geçmedi.
Galiba bakış açım çok dar.
Hatalarımdan dürüstçe ders almalıyım.
‘Haklısınız.Gerçekten bunlar benim ihmalkarlığım yüzünden oldu.Yaptıklarım için beni bağışlayın.’
Ben başımı eğerken Efendi ayağını sertçe yere vuruyor.
‘Ama görünüşe göre sen bunu bahane olarak kullanadım ve elinden gelen en resmi şekilde selamladın! Malikanede kalmana izin veriyorum!’
Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok ama galiba affedildim.
Efendi bu cümleyi söyledikten sonra dinamik bir şekilde vücudunu çevirip rüzgar gibi odadan çıktı.
‘Kim bu?’
Kahyaya bakarak soruyorum.
‘Fedoa’nın Lordu. Sauros Boreas Greyrat-sama.Efendi Paul’un amcası olur.’
Demek bu herif Lord.
Biraz fazla otoriter.Nasıl yönettiği hakkında ciddi endişelerim var.Eh, burada bir sürü maceracı var, o yüzden eğer öyle heybetli bir görüntüsü olmazsa belki de Lordluk görevlerini tam olarak yerine getiremeyebilir.
Hm? Greyrat, Amca…?
‘Bu dedemin kardeşi olduğu anlamına mı geliyor?’
‘Evet.’
Aslında Paul’un daha önce bozmuş olduğu ilişkiyi kullandığını fark ettim çoktan.
Ama üstüne düşününce, eski evi üst tabaka soyluların arasında demektir bu.
Oldukça iyi bir yerde genç efendiymiş demek ki bir zamanlar.

 

 

‘Sorun ne Thomas? Kapı neden sürekli açık halde?’

Kapının diğer yanında başka bir adam giriyor.
‘Ama babamın keyfi bayağı yerinde.Bir şey mi oldu?’
Parlak çay renginde saçı olan uzun boylu bir adam.
Baba olarak bahsettiğine göre Paul’un kuzeni olmalı.
‘Genç Efendi.Çok üzgünüm.Efendi az önce Rudeus-sama ile tanıştı ve görünüşe göre memnun kaldı.’
‘Hoh, babamın kale aldığı bir çocuk demek…Yanlış seçim mi yaptı? Hmmm.’
Diyerek karşımdaki koltuğa doğru yürüyor ve oturuyor.
Ah doğru, hemen onu selamlasam iyi olacak.
‘Tanıştığımıza memnun oldum, adım Rudeus Greyrat.’
Az önce olduğu gibi başımı eğiyorum.
‘Ah, benim adım Philip Boreas Greyrat.Soylular selamlamalarını yaparken ellerini göğsünün ortasına getirip başını hafifçe eğerler.Öyle yaptığına göre azarlanmış olmalısın.’
‘Böyle bir şey mi?’
Philip’in yaptıklarını taklit ederek başımı hafifçe kaldırıyorum.
‘Evet o tarz bir şey, ama selamlama şeklin kötü değildi.Eğer bir demirci babamı öyle selamlasa, muhtemelen mutlu olurdu.Otur.’
Philip lap diye düşerek oturur.
Ben de dediği gibi oturuyorum.
…İş görüşmesi başladı mı?
‘Ne kadarını anladın?’
‘Eğer burada Ojou-sama’ya 5 sene öğretmenlik yaparsam, Büyü Üniversitesi’nin harç masrafları karşılanacak dendi.’
‘Hepsi bu mu?’
‘Evet.’
‘Anladım…’
Philip ellerini çenesinin altında birleştiriyor ve sanki bir şey düşünürmüş gibi gözlerinin masanın üzerinde sabitliyor.
‘Kızlardan hoşlanır mısın?’
‘Babam kadar değil.’
‘Öyle mi? Tama o zaman alındın.’
Eh? Aree?
Bu çok hızlı olmadı mı?
‘Şu ana kadar bu çocuk sadece 2 kişiye itimat etti, görgü kurallarını öğreten Edena ve kılıç ustalığını öğreten Ghyslaine.Daha önce 5 kişiyi paketledi.Bunlardan biri hatta kraliyet sarayında eğitim görevi yapmış bir öğretmendi.’
Kraliyet sarayında birine öğretmiş olsa da öğretim tarzı iyi olmayabilir, tabi bunu seslice söylemedim.
‘….Bunun kızlardan hoşlanmayla bir alakası var mı?’
‘Aslında hayır.Paul güzel bir kızı elde etmek için her yolu denediğinden, sen de aynı mısın diye merak ediyordum.’
Philip omuz silkiyor.
Asıl omuz silkmesi gereken benim.Yani beni öyle bir herifle aynı çuvala koyuyorsun.
‘Açık konuşmak gerekirse, senden pek bir beklentim yok.Çünkü sen Paul’un oğlusun, ama herhalükarda denemeni istiyorum.’
‘Hee.Bu biraz fazla dürüstçe oldu.’
‘Sorun ne? Kendine güvenin yok mu?”
Cidden yok.
Ama olmasa da, böyle bir durumda bunu sesli söyleyemem.
‘Onunla tanışmadan kesin emin olamam….’
Eğer bu işte başarısız olup başka bir iş ararsam Paul bana katıla katıla gülecek.Hala çocuksun gibisinden bir şeyler diyerek.
Dalga mı geçiyorsun?
Nasıl benden daha genç biri tarafından alay konusu olurum?
Hmmmm…
‘Eğer gerçekte beceremezsek…., en azından yapabiliyormuşum gibi yapalım.’
Önceki yaşamımın tecrübelerinden istifade edeceğim.
Ojou-sama’yı evcilleştirmek için bir metod.
‘Rol yapmak.Nasıl olacak o?’
Düzgünce ifade ediyorum.
‘Ben Ojou-sama ile birlikteyken önceden ayarlanmış bir kötü herif tarafından kaçırılacağız.Ojou-sama ile kaçmaya çalışırken dil, matematik ve büyü kullanarak kendi gücümüzle malikaneye döneceğiz.’
Bir süre sözlerimi dinledikten sonra Philip bir süre sessiz kaldı, ama olayı hemen anlayıp kafa salladı.
‘Diğer bir deyişle, insiyatifi eline alıp kendi başına öğrenmesini istiyorsun.Ama sence sorunsuz işleyecek mi?’
‘Bence yetişkinlerin ona dayatmasıyla öğrenmesine kıyasla, böyle öğrenme ihtimali daha yüksek.’
Anime ve mangalarda sıkça rastladığımız bir olay.
Bir olaya şahit olduktan veya olayı yaşadıktan sonra, kitaplardan nefret eden çocuk okumanın önemini öğrenir.
Kendin kurgulayıp kendin oynadığın bir sahne olsa bile.
‘Bu Paul’un öğrettiği bir şey mi, her ne dediysen işte, kızları avucunun içine düşürme yöntemi falan?’
‘Hayır.Babam böyle şeyler yapmamasına rağmen bayağı popüler.’
‘Popü…Pfff…’
Philip alaycı bir kahkaha basıyor.
‘Evet.O herifin kadından yana şansı hep yaver gitmiştir.Bir yerde dikilse bile bir kadın gelip bulur onu.’
‘Babamla kim tanıştıysa o işi yapmış gibime geliyor.Hatta Ghyslaine bile onlardan biri galiba.’
‘Ah.Bu cidden kıskanılacak bir şey.’
‘Buina Köyü’ndeki arkadaşıma da ellerini uzatacak diye endişe ediyorum.’
Bunun demem üzerine cidden endişe etmeye başlıyorum.
5 sene sonra iyice büyüyecek.
Geri gittiğimde Sylphy annelerimden biri olurmuş.Aman tanrım.
‘O konuda endişelenmene gerek yok.Paul sadece etine dolgun kadınlara ilgi duyar.’
Philip bunu söylerken köşede direnmekte olan Ghyslaine’e bakıyor.
‘Ah, anladım.’
Ghyslaine’e bakıncai bayağı iri.
Zenith ve Lilia’nınkiler de kocaman.
Büyük derken neyi mi kastediyorum?
Tabi ki memeleri.
‘5 sene sonra bile olsa sorun olmamalı.Sonuçta kısmen de olsa elf kanı taşıyor.Büyüse bile göğüsleri o kadar büyük olmayacaktır.Ayrıca Paul’un o kadar kaçık biri olduğunu sanmam.’
Öyle mi?
Bu adam Sylphy’nin elf olduğunu biliyor.
O halde önlem olarak, Buina Köyü’nde olan her şey daha önceden araştırılmış diye düşüneceğim.
‘Aslında “Kızımı tahrik etmeye çalışmayacaksın, değil mi?” gibi bir şey sormam gerekir sana burada.’
‘7 yaşında bir çocuğun ne yapmasını bekliyorsun?’
Bu gerçekten çok kabacaydı.Hiçbir şey yapmayacaktım.Yani en fazla bana aşık olur.
‘Ama Paul’un mektubuna bakarsam, köydeki kızla çok fazla takılıyormuşsun ve bu yüzden seni zoraki olarak uzaklaştırmışlar.Bunun şaka olduğunu düşünmeme rağmen, az önceki planına bakarsam belki de doğrudur dedikleri.’
‘Ben sadece Sylphy’nin arkadaşıyım.’
Ve bu tek arkadaşım uysal bir kız olarak yetişsin istiyorum.
—Dudaklarımı koparsan bile böyle bir şeyi açıktan söylemem.
Bazı söylenmemesi gereken şeyler, gizli tutulmalı.
‘Eh, tamamdır.Sadece konuşmakla bir yere varamayız.Seni kızımla tanıştırayım.Thomas, getir onu!’
Philip konuşmasını bitirirken ayağa kalkıyor.
Ve böylece onunla tanışıyoruz.
—Bu cadaloz çok kendini beğenmiş.
Onu görür görmez bu kanıya vardım.
Benden iki yaş büyük.Gözlerinin kenarları yukarı kalkmış ve dalgalı saçları var.
Saç rengi kızıl.Sanki saf kırmızı bir renkle boyanmış gibi.
İki kelime , tamamen bombastik.
Belki ileride güzelleşir, ama çoğu erkek ‘Benim onunla olmam imkansız’ diye düşünecektir.
Belki doğuştan mazoşist biri…Yok.O kadar aşağılık bir bile yapmaz.
Herhalükarda, bu kız tehlikeli.
Vücudumdaki tüm hücreler ona yaklaşmamam için haykırıyor.
‘Tanıştığımıza memnun oldum.Adım Rudeus Greyrat.’
Ama şartlar ne olursa olsun, kaçamam.
Az önce öğrendiğimi uyguluyorum tekrardan.
‘Hmph!’
Dedesinin ilk bakışta yaptığı gibi homurdanıyor.
İki ayağı yapışmış gibi durup aşağılayıcı bakışlarla bana bakıyor.Aşağıdan yukarıya inceliyor.
Benden daha uzun.
Beni gördükten sonra tatmin olmamış bir tabır sergiliyor ve :
‘Bu da neyin nesi? Benden daha ufak değil misin sen!? Böyle birini bana hoca yaparak benimle kafa mı buluyorsunuz!?’

 

 

Vah vah vah.Gururu bayağı tavan yapmış bunun.
Ama şimdi geri çekilemem.
‘Yaşla bir ilgisi olmadığını düşünüyorum.’
‘Ne dedin sen!? Benimle tartışmaya nasıl cüret edersin!?’
Sesi o kadar gürültülü ki kulak zarlarım yırtılacakmış gibi hissediyorum.
‘Bu sadece Ojou-sama’nın yapamayıp benim yapabildiğim bir şey.’
Bunu dememle Ojou-sama’nın saçları dik dik olmaya başladı.
Daha önce hiç öfkenin cisme yansıdığını görmemiştim.
Bu tamamiyle korkunç.
Hay lanet.Neden daha onuna basmamış bir çocuktan bu kadar korkmak zorundayım ki?
‘Ney? Çok küstahsın.Benim kim olduğu mu biliyor musun?’
‘Sen benim büyük kuzenimsin.’
Korkumu saklayarak cevaplıyorum.
‘Kuzen mi….? O da neyin nesi?’
‘Babamın kuzeninin kızısın.Başka deyişle büyük amcamın kızı oluyorsun.’
‘Ne saçma sapan laflar söylüyorsun be!’
Dediğim yanlış mıydı?
Eh, belki akrabanın adını söylemek daha kolay olurdu.
‘Daha önce hiç Paul adını duydun mu?’
‘Daha önce duymamı nereden bekliyorsun!?’
‘Öyle mi?’
O ismi duymadığını öğrenince şaşkınlığımı gizleyemiyorum.

Her neyse, onunla konuşmaya devam ediyorum.
Konuşmaya devam etmelisin, çünkü sıyrılma tanrısı bir keresinde öyle demişti.
Bunu düşündüğüm an.
Ojou-sama elini kaldırıyor.
Bam!
‘…Eh?’
Bu çok ani oldu.
Ojou-sama birden tokat atıyor.
Biraz kafam karışıyor, ardından soruyorum.
‘Neden vurdun?’
‘Çünkü çok kibirlisin ve benden daha küçüksün!’
‘Ah, anlıyorum.’
Vurduğu yanağım sızlıyor.
Gerçekten acıyor…
İkinci intiba. Şiddet.
Başka seçeneğim yok.
‘O halde, ben de vuruyorum.’
‘Heh!?’
Cevabını beklemeden tokadı bastım.
Tak!
Kulağa çok garip geldi.
Herhalde tokatlamaya alışık olmadığımdan olacak.Eh neyse artık.Muhtemelen hala acıyordur.
‘İnsanlara vurunca acıtıyorsun.’
Anladın mı şimdi—? Bunu demeye hazırlanırken, Ojou-sama’nın öfkeyle yumruğunu havaya kaldırdığını görüyorum.
Şeytan Kral.Tıpkısının aynısı.
Düşünmeme izin vermeden bana vuruyor.
Geriye doğru sendeliyorum ve sonra bir tekmeyle saldırısına devam ediyor.
Göğsüme yediğim darbenin etkisiyle tüm vücudum geriye savruluyor.
Hemen ardından üzerime çıkıyor.
Bacaklarıyla ellerimi zaptediyor.
Aree? Hareket edemiyorum?
‘Dur, hey.’
Zorlukla çıkan sesim Ojou-sama’nın savaş naraları tarafından bastırılıyor.
‘Bana cidden vurursun he! Bunu yaptığına pişman edeceğim seni!’
Yumruklar gelmeye devam ediyor.
‘Ah, ahhh, du-, dur, hey, dur, vurmayı bırak.’
Beşinci yumruktan sonra sonunda büyü kullanıp altından kaçmayı başarıyorum.
Titreyen bacaklarıma çeki düzen verip doğruluyorum.Ellerimi kaldırarak büyüyle çatışmaya hazırlanıyorum.
Ojou-sama’nın yüzüne hava büyüsü kullanarak şok dalgası yolluyorum.
‘….Yo, artık affedemem.’
Ojou-sama darbeyi aldıktan sonra havaya uçuyor, ama bir an bile duraksamayıp ardından canavar gibi koşmaya başlıyor.
Bu ifadeyi gördükten sonra yanıldığımı anlıyorum.
Düşe kalka da olsa aceleyle kaçıyorum.
Bu burnu havada bir Ojou-sama değil.
Bu sanki serseri mangalarındaki başkarakterler gibi.
Belki bilincini yitirene kadar büyüyle pataklayabilirim.
Ama öyle yaparsam asla beni dinlemeyecek.
Ve aynı Ojou-sama kendine geldiğinde eminim intikam almak için beni arayacaktır.
Ama herhangi bir engel hissetmeyecek.
Ve o başkarakterlerden biraz farklı.Bir davranış ne kadar aşağılık olursa olsun, çekinmeden kullanır.
İkinci kattan aşağı vazo fırlatmak gibi, veya bir köşede saklanıp tahta kılıçla beni doğramaya çalışmak gibi…
Elinde olan her yolu dener ve intikamını on katı fazlasıyla alır.
Ve asla merhamet göstermez.
Bu bir şaka değil.Sözlerini söylemedikçe iyileştirme büyüsü kullanamam.
Ve eğer kavga sona ermezse beni asla dinlemeyecek.
Ona karşı kaba kuvvet kullanmak.
Bu seferlik kullanabileceğim bir seçenek değil.
Ve sonrasında, en başa sarıyoruz.
Ondan sonra Ojou-sama yorulup beni aramayı bırakıyor ve yatak odasına geri dönüyor.
Beni bulamadı.
Ama bir keresinde neredeyse buluyordu.Bu kızıl saçlı şeytan tam önümden geçerken yaşıyor muydum ölü müydüm ben bile anlamadım.Daha önce hiç korku filmlerindeki başkarakterin neler yaşadığını tecrübe edeceğimi düşünmezdim.
Yorgun argın Philip’e koşuşturduğumda çarpık bir şekilde gülümseyip:
‘Nasıl gitti?’ diye sordu.
‘Hiçbir şey işe yaramıyor.’
Yarı ağlamaklı yanıtladım.
Bana vurduğunda neredeyse öleceğimi düşünmüştüm.Kaçtığımda neredeyse çığlık atıyordum.
Uzunca bir süre böyle bir şey yaşamadım, ve üzerine düşününce, aslında daha önce böyle bir şey yaşamıştım.
Yine de.Bu psikolojik bir travma değil.
‘O halde, pes mi ediyorsun?’
‘Asla pes etmeyeceğim.’
Daha bir şey yapmadım.
Eğer bu kadar erken pes edersem, bu boş yere dayak yediğim anlamına gelmez mi?
‘Sizden bir şey rica edeceğim.’
Zorlukla başımı Philip’e doğru eğdim.
Bu hayvana gerçek vahşetin ne olduğunu öğretmem gerek.
‘Anladım.Thomas, hazırlıkları yapmaya başla.’
Philip kahyaya emrediyor ve kahya odadan çıkıyor.
‘Ama o konu hakkında.Bu fikrin senden çıkması gerçekten çok ilginç.’
‘Öyle mi?’
‘Bu kadar özel hoca arasından böylesine büyük bir planla karşıma çıkan bir sen varsın.’
‘…Sence işe yarayacak mı?’
Biraz huzursuz hissediyorum.
Ojou-sama’yı böyle ufak tefek oyunlarla ehlileştirebilir miyim?
Philip omuz silkiyor.
‘Bu senin çabalarına bağlı.’
Çok haklı.
Böylelikle planı uygulamaya sokuyoruz.

Kısım 3

Bana ayrılan odama giriyorum.Görünüşe göre oda üst tabaka eşyalarla dolu.Kocaman geniş bir yatak, biraz karmaşıkça düzenlenmiş mobilya, güzel pencere çerçevesi ve modern kitap rafları.
Kola ve bilgisayarım olsa, NEET hayatımın geri kalanını burada mutlu mutlu yaşayabilirdim.
Güzel bir oda.
Belki Greyrat adını taşıdığımdan dolayı, bana bir hizmetçi odasına vermeleri yerine bu oda kalmam için özellikle hazırlanmış olabilir.
Hizmetçi demişken, neden bu kadar hayvan ırkından hizmetçileri var hiçbir fikrim yok.
Bu ülkede şeytan ırkına karşı ayrımcılık yapıldığını duydum.Acaba hayvan ırkı bir istisna mı?
‘Haa…Şerefsiz Paul.Beni böylesine çılgın cehennem gibi bir yere yolladın.’
Gücüm beni terk ederken yatağıma oturuyorum ve hafiften ağrıyan başımı tutuyorum.
Bana vurduğu yer hala sızlıyor.
İyileştirme büyüsünün sözlerini mırıldanarak büyüyü yapıp yaralarımı iyileştiriyorum.
‘Ama önceki hayatıma kıyasla, bu kadarı sorun değil.’
Evden tekmeyle atılma sürecim de aynıydı, ama bu seferki farklı ve sokaklarda dolanmama gerek yok.Tamamen apayrı şeyler.
Paul uygun bir şekilde geleceğimi ayarladı.Bir iş ve kalacak bir yer.Ayrıca cep harçlığı da vermeyecekler mi? Bu harika bir davranış şimdilik.Eğer kardeşlerim bunu eski hayatımda yapmış olsalardı, belki toparlanıp kendime gelebilirdim.
İş bulmama yardım edip, kalacak bir yer ayarlayıp bana bakarak kaçmama izin vermeyebilirlerdi…
Yoo, bu yine de yeterli değil.
İş tecrübesi olmayan 34 yaşında bir NEET’tim.Beni terk etmekten başka çareleri yoktu.
Ayrıca birden öyle bir şey yapmış olsalardı bile, tek yaptığım aylaklık etmekti, muhtemelen çalışmak istemezdim.
Aşkımı(Bilgisayarım) bırakmam gerekse, intihar bile edebilirdim.
Sadece şu an işe yarıyor.
İş bulundu ve para kazanmak için kararlılığım var.Şimdiki halim.
Kaba kuvvetle halledilmiş olmasına rağmen, zamanlaması çok yerindeydi.Paul’u haksız yere suçlamış olabilirim.Ama bu da neyin nesi? Şu çılgın vahşi yaratık.40 yıllık hayatımda ilk defa böyle bir şeyle karşı karşıya kalıyorum.
İki kanji harfiyle ifade edilebilecek bir şey değil.Vahşetin ete kemiğe bürünmüş hali resmen.
Sanki patlamaya hazır bir kazanın teçhizatı gibi.
Neredeyse travma geçirmeme sebep oluyordu.Neredeyse, hatta belki zaten donuma kaçırdım diyebilirsiniz.
‘Sanki ne yaparsam yapayım, çıldıracakmış gibi hissediyorum.’
Hatta beni sadece ‘Düşman’ olarak görüp çılgına dönecekmiş gibi geliyor.
O Ojou-sama’nın gözünde ben sadece bir hedefim.
Lime lime edileceğim.
‘…Okuldan atılmasına hiç şaşırmamak gerek.’
İnsanlara saldırma tarzı tek kelimeyle iyi çalışılmış yani.
İnsanları dövmek için güzel bir yöntem.Karşındaki kişinin karşılık verip veremeyeceğine bakmaksızın sadece umursamadan dövüyorsun.
Daha 9 yaşında olmasına rağmen, insanları çaresiz hissettirme süreci çok iyi öğrenilmiş.
Böylesine birine bir şeyler öğretebilir miyim ki.
Philip’le bunun üzerine konuştuk.
Kaçırılmasına izin verip çaresizliğin ne olduğunu hissettirmek.
Ve sonra onu kurtaracağım.Sonrasında bana saygı duyacak ve uysalca rehberliğime ayak uyduracak.
Plan oldukça basit geliyor kulağa, ama temel olarak sürecin nasıl işlemesi gerektiğini biliyorum.
Beklenmedik bir şey yapmazsa düzgünce işlemeli.
Ama gerçekten düzgünce işleyecek mi?
O derece bir hiddet benim hayal gücümü aşıyor.
Tüm gücünü gürlemek ve bağırmak için kullanmak.Avını ısırarak parçalara ayırmak.
İradeyi kıran bir hiddet.
Eğer kaçırılır da bir şey değişmezse?
Eğer onu kurtarınca sanki bunu benden bekliyormuş gibi davranıp da bana ‘Niye daha erken gelmedin, bir boka yaramıyorsun.’ derse?
Bu mümkün.
Eğer o Ojou-sama ise mümkün.
Beklenmedik bir şey yapabilir ve her şey için bir çözüm düşünmeliyim.Kararlılığımı göstermem gerek.
Ne olursa olsun, bu başarısız olmamalı.
Süreci düşünmeye devam ediyorum.
Planı başarıya ulaştıracak adımları düşünüyorum.
Ama düşündükçe düşüncelerim bir bataklığa saplanmaya başlıyor.
‘Tanrım.Beni başarıyla kutsa…’
En sonunda tek yapabildiğim dua etmek.
Tanrıya en ufak zerre inanmıyorum.
Ama pek çok Japon gibi, bir şey olduğunda Tanrı’nın korumasını arıyoruz.
‘Lütfen başarmamı nasip et.’ gibi şeyler diyerek.
Kutsal Sanat Eseri’ni(Roxy’nin külodu) odamda unuttuğumu fark edince ağlamaya başlıyorum.
Tanrım(Roxy) burada değil.

–Durum–

Adı: Ojou-sama

Meslek: Fedoua Lordu’nun torunu

Kişilik: Vahşi

Onunla konuşurken: Dinlemiyor

Dil: Sadece adını yazabiliyor

Matematik: Tek basamaklı sayılar

Büyü: Zerre bilmiyor

Kılıç: Sword-God stilinde başlangıç seviyesinde

Görgü Kuralları: Boreas stili selamlama

Sevdiği kişiler: Dedesi, Ghyslaine

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.