Gizli Prensesin Maceraları 1.Bölüm

[ A+ ] /[ A- ]

Gizli Prensesin Maceraları 1. Bölüm: Burası Neresi Böyle?

 

Merhabalar, ben bu hikayenin yazarı değilim. Kendisi bu hikayeyi yazıyor ve şu an oldukça meşgul. Peki ”Kim bu böyle?” diyorsanız ben bu hikayenin baş karakteri Prenses Elizabeth’ten başkası değilim. Hadi daha fazla konuşmadan size hikayemi anlatayım.

 

Size söylediğim gibi benim adım Elizabeth ve ben bir prensesim. Babam ise topraklarının kralı olan, ülkesini düşünen, nazik ve yaşlı bir adam. Şimdi fiziksel özelliklerini, sakalında kaç siyah tel olduğuna kadar betimlemek istemiyorum çünkü yazar bana ters ters bakmaya başladı. Anneme gelecek olursak annemi tanımıyorum çünkü o, ben doğduğumda ölmüş ve babam da başka kimse ile evlenmediği için bir kardeşim de olmadı.

 

Ailemden ufakça bahsettikten sonra ”Hangi ülkenin prensesin?” sorularını şimdiden duymaya başladım bile. Sorunuza cevap vermek gerekirse ben prenses değilim. Daha doğrusu sizin dünyanızdan bir prenses değilim. Bazılarınız bana şimdiden uzaylı gözüyle bakmaya başlamışsa bir korkunuz olmasın. Bu duruma verebilecek en iyi örneğin Atlantis olduğunu düşünüyorum. Hani şu denizin altında bulunan efsanevi şehir var ya? Yine de benim ülkem ile Atlantis arasında bazı farklar var.

 

İlk olarak Atlantis sadece bir efsane ama benim ülkem gerçekten var. İkinci ve en önemli fark ise Atlantis deniz altında olabilir ama benim ülkem o efsane denizin çok daha derinlerinde, dünyanın çekirdeğinin merkezinde ısı almayan gizli bir bölgesinde bulunuyor.

 

Peki tüm bunları nasıl mı biliyorum?

 

Bir varmış bir yokmuş…

 

Bir dakika biz masal mı yazıyoruz? Kusura bakmayın çünkü hayatımın bu anlarını anlatınca sanki benden korkacağınızı, benden tiksineceğinizi düşünüyorum. Bu bir masal değil ve her şeyi dürüstçe anlatmak istiyorum. Korkularım var ama bu korkular olmazsa hayatın bir amacı kalmıyor. Neyse yeterince konuştuğumuza göre az önceki soruya gerçekten cevap vermem gerekiyor.

 

Uzun zaman önceydi. Çocukluğumun geçtiği, toprakların verimli, insanların mutlu, herkesin babamdan memnun olduğu, tıpkı masallardaki gibi bir ülkede yaşıyordum ama bir sorun vardı. O da kralın tek kızı olan Elizabeth’in davranışlarıydı. Elizabeth on sekiz yaşında, sarı saçları oldukça uzun, deniz mavisi gözlerinin yaydığı sert bakışları ile oldukça cesur görünen, giyinmeyi seven ve sürekli pahalı elbiseler alan, eşsiz güzelliği yüzünden onu gören her ama her erkekten her gün evlilik teklifi ve mektuplar alan, şımarık mı şımarık, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünen, amaçsız birisiydi. Ben bu Elizabeth’im ve pek değiştiğim söylenemez.

 

İşte Elizabeth buydu. Sabah her zamanki gibi uyanırdım. Öncelikle dağınık uzun saçlarımı tarardım ve ardından kahvaltım bana gelirdi. Beni gören her erkekten evlilik teklifi aldığım için hizmetçilerimin hepsi kadındı.

 

Kahvaltıda ne mi yiyordum? Açıkçası kahvaltım sizin hızlıca yediğiniz tuhaf bisküvimsi şeyden ibaret değildi ve bunu da anlatıp yazarı kızdırmak istemiyorum. Kendisi önceki paragraf yüzünden bana kızgın ve gün boyunca tembellik yapmak isteyen biri.

 

Neyse nerede kalmıştık? Günümün nasıl geçtiğini anlatıyordum.

 

Kahvaltımı ettikten sonra sarayın duvarları sanki üstüme üstüme geliyor gibi olurdu. Açıkçası sarayı kocaman gardıropları haricinde pek de sevmezdim. İçimdeki açgözlü çocuk, her zaman daha fazlasını istediği için onu suçlamak gerekiyor. Sarayın dış kapısını açtığımda karşımda artık alıştığım, mektuplardan oluşan dağa her gün tırmanırdım. Özellikle kağıt fiyatlarının düşmesi yüzünden bu dağ gittikçe büyüyordu.

 

Her gün bu mektup dağını aştıktan sonra, bir yardımcım ile şehre inerdim. Şehrin en yüksek noktası olan büyük bir saat kulesine tek başıma çıkardım. Yardımcılarım dışında kimse buraya geldiğimi bilmezdi. Eğer bunu bilseler, insan kulesi yapacaklarına adımın Elizabeth olduğu kadar emindim. Bu kule yaklaşık yüz metre uzunluğundaydı ve tepeden tüm şehri görebiliyordum. Zirvede olmanın verdiği bir yalnızlık duygusu vardı ama bunu çok dert etmezdim.

 

Bu saat kulesinde vakit geçirdikten sonra favori terzi dükkanıma gider ve tahmin edebileceğiniz gibi orada saatlerce kalırdım. Bir prenses olduğum için bir ürünün fiyatı benim için değersizdi ve günlük kıyafet alışverişimi yaptıktan sonra, ortaya çıkan bazı erkeklerin tekliflerini reddeder ve onların yüzlerine birer yumruk geçirirdim. Son yıllarda bu teklifleri sürekli reddettiğim için artık buna kalkışan kişilerin sayısı bir elin parmağını geçmezdi.

 

Saraya döndüğümde genelde akşam yemeği neredeyse hazır olurdu ve babamla birlikte yemeğimizi yedikten sonra odama çekilerek günümü tamamlardım.

 

Fark ettiniz mi bilmiyorum ama buraya gelene kadar sürekli erkeklerden evlilik teklifi aldığımı söyleyip durdum. Bunun sebebini gerçekten bilmiyorum ve 15 yaşından bu yana bu durumdayım. Gerçekten güzeldim ama aşka pek inanmazdım. Son yıllarda bu monotonlaşmış olaylar da bunu destekliyordu. Peki gerçekten onlar mı bu kadar abartıyordu yoksa ben mi çok güzeldim? Bunun cevabını şu an bile bilmiyorum ama şunu biliyordum ki hiç kimse benimle evlenemeyecekti.

 

-Yarın Lord Dorelli’nin oğlu ile nişanlanacaksın Elizabeth.

 

Bunu duyduktan sonra babama bakmıştım. Babam şu ana kadar ne istediysem yapmıştı ama bu nişan olayı da nereden çıkmıştı? Sinirlenmiştim ve tepkimi ortaya koyacaktım.

 

Şaka yapmıyorsun değil mi baba?

 

Hayır yapmıyorum. Son yıllarda yaşadığın bu sorunu çözmek için bu kararı aldım.

 

Sorun mu? İyi de ben hayatımdan memnunum.

 

Ama ben memnun değilim .

 

Ne?!

 

Bu anda içimde yaşanan öfke biraz azalmıştı ve yerini bir merak duygusu dolaşıyordu. “Baba, acaba beni neden evlendirmek istiyorsun?” sorusu kafamda dolaşıyordu ama bunu sormak yerine yarı öfkeli, yarı meraklı bir ses tonuyla;

 

-Pekala madem beni düşünüyorsun, o halde gelsinler bakalım.

 

Böyle sitem dolu bir şekilde cevap vermiştim. O gece gözüme uyku girmemişti. Dorelli ailesi, bizden sonraki en zengin aileydi ve işin kötü yanı Lord Dorelli’nin kendisi bana benim bile almak istediğim ama alamadığım pembe renkli bir kıyafeti dahi almıştı ve diğer erkeklerin aksine bana gerçekten takıntılı görünüyordu. Üstelik karısı oldukça kıskanç bir insandı ve bu yüzden benden nefret ettiğine emindim. Benim arkamdan dönen bu oyuna sessiz kalacağımı zannediyorlarsa yanılıyorlardı.

 

Gece boyunca uyumadığım için günün büyük bir çoğunluğunu uyuyarak geçirmiştim. Uyandığımda ise her zaman olduğu gibi saçlarımı taramış ve at kuyruğu şeklinde bağlamıştım.

 

Madem özel misafirler geliyordu, o halde giymeye kıyamadığım o pembe elbiseyi giymenin zamanı gelmişti. Elbisenin tek özelliği üç farklı pembe tonun uyumlu bir şekilde birleştirilmiş olması değildi. Elbisenin kol ve boyun bölgesinde altın iplerle süslenmiş, bembeyaz danteller insanın dikkatini çekiyordu. Sadece danteller değil etek bölümü de oldukça kabarıktı ve üzerinde çeşitli madenlerden çıkan onlarca değerli taş vardı. Sırt bölgesi tamamen açıktı ve çoğu kıyafet böyle tasarlanmıyordu.

 

Sadece kıyafet konusunda iddialı değildim. Normalde pek makyaj tercih etmezdim çünkü makyajı yapan kişiler, bana göre kendilerine güvenmeyen insanlardı ve sürekli kendilerini makyajla gizlediklerini düşünüyordum. Üstelik makyaj ürünleri olukça nadir olurdu. Yine de aşırıya kaçmadan sadece kırmızı renkte bir ruj sürmüş, kaşlarımı şekillendirmiştim.

 

Bilmediğim çiçeklerden elde edilen parfümümü de aynı şekilde aşırıya kaçmadan kullanmıştım. Son olarak işlemeli gümüş tacımı takmamla birlikte artık hazırdım ve aynada kendime bakarken, günlük halime bakıp her gün mektup atanların şu anki halime ne tepki vereceklerini hayal ediyordum. Kendimi bu hayallerden uzak tutarak, kendi nişanımı bozmak için avluya kadar bu elbiseyle yürüdüm çünkü bu elbise oldukça ağırdı.

 

Babamla birlikte sarayın avlusunda Lord Dorelli ve ailesini bekliyordum. Kapıların açılması ile birlikte misafirlerimiz içeri girmişti. Lord Dorelli her zamanki lacivert takımını giymişti ve üstünde iki beyaz tüy takılı, biraz daha koyu bir şapka vardı. Bayan Lisa Dorelli ile her ne kadar aramız çok iyi olmasa da kendine iyi bakan birisiydi. Onun da benimki kadar iddialı kırmızı bir elbisesi vardı ve oldukça dikkat çekiyordu.

 

Ancak ne Dorelli bana her zamanki ilgili bakışlarını atıyordu ne de Lisa bana karşı öfkeli görünüyordu. Bir de Lord Dorelli’nin adını bilerek söylemiyorum. Bunun sebebi adı o kadar uzun ki herkes ona adıyla seslenmeye üşeniyor. Bunu geç de olsa söyledikten sonra bu çiftin bana  farklı davranmasının nedeninin babamı kızdırmak istemedikleri için olduğunu düşünmüştüm.

 

Gözlerimi onlardan ayırdığımda ise hedefimi görmüştüm. Lucas Dorelli tam karşımdaydı ve itiraf etmem gerekiyordu ki oldukça yakışıklı birisiydi. Tıpkı benim gibi sarı saçlı ve mavi gözleri vardı. Her zaman siyah giyinirdi ve bugün de öyle giyinmişti. Onunla çocukluktan beri tanışıyordum ve itiraf etmem gerekirse birbirimizi pek sevdiğimiz söylenemezdi. Bu yüzden benden çekeceği vardı. Birkaç paragraf önce nasıl birisi olduğumu anlatmıştım ama o zamanlarda oldukça kibirli, saman alevi gibi öfkelenen ve istediği elma şekerini alana kadar her şeyi yapan, söz dinlemek nedir bilmeyen küçük bir çocuk gibiydim.

 

Hoş geldiniz efendim. Sen nasılsın Lucas?

 

Hızlıca bir selamdan sonra Lucas’a döndüğümde, o umursamaz suratını bozacak bir yumruk atmak yerine gizlice kasıklarına doğru bir tekme geçirmiştim. Suratını görmeniz lazımdı çünkü acısını belli etmemeye çalışıyordu. Bu sırada babam avluya gelmişti ve Lord Dorelli ile samimi bir şekilde sarılırlarken, ben de Lisa hanım ile bakışmaktan başka bir şey yapamıyordum. Bu sırada kasıklarının acısını gizlemeye çalışan Lucas yanımıza gelmişti ve annesini neşelendirmeye çalışıyordu.

 

Bu durum karşısında ilgisiz kaldığımı gördükten sonra, nişanımı mahvetmeyi unutup elma şekerimi almak isteyen o çocuğa uyarak sohbete katıldım.

 

Eee iki ahbap ne konuştuğunuzu merak ettim.

 

-Senin sıkılacağın konular hakkında konuşuyoruz. Bu arada herkes beni takip edebilir mi?

 

-Takip mi? Hayırdır baba?

 

-Sana bir sürprizim var kızım.

 

Bunu ilk duyduğumda oldukça şaşırmıştım. Bunun sebebi ise babam hiçbir zaman böyle gizemli davranmazdı ve bir şey konuşacaksa, tıpkı nişanlanmamı istediğini söylediği gibi, net olurdu. Üstelik bu kıyafetle yürümek filan istemiyordum. Sarayın koridorlarında ilerlerken, babam önden, Dorelli çifti ise onun arkasından ilerliyordu. En arkada Lucas ile yan yana yürüyorduk ve içimden “Kesin bizi yalnız bırakacaklar.” diyordum ama tüm odaları geçtiğimizde rahat bir nefes almıştım.

 

Ta ki kulağıma seslenen şu sözleri duyana kadar;

 

Bence bir an önce kaçman gerekiyor.

 

Lucas bu sözleri kulağıma gizlice söylerken, gözlerim babama doğru dönmüştü. Kesinlikle bir bit iniği dönüyordu ve girilmesinin yasak olduğu kilitli durumdaki eski kütüphanenin kapısının yanında durmak, içimde bilinmeyen bir endişeye sebep oluyordu. İçimden “Acaba kaçsam mı?” diyordum ama merakım korkumu yenmişti. Yıllardır bu kapıda neler olduğunu merak ediyordum ve içimdeki o çocuk bunu görmeyi istemişti.

 

Babam kapıyı eski püslü bir anahtarla açmıştı. Açıkçası ilk başta sadece tozlu ve örümcek ağları ile kaplı klasik bir eski kütüphane gördüğüm için oldukça üzgündüm.

 

Kapıyı kapat Lucas.

 

Babamdan yine beklemediğim bir hamle gelmişti ve arkamdaki Lucas hızla kapıyı kapatıp kilitlemişti.

 

Burada ne haltlar dönüyor baba!?

 

Elizabeth, lütfen sakin ol.

 

-SAKİN Mİ? Burada neler… Kahretsin Lucas! Hemen bırak beni!

 

Ben babama öfkemi kusarken, Lucas arkadan beni yakalamıştı. Kendimi savunmayı bilsem de Lucas’ın kuvveti yüzünden hareket edemiyordum. Bu sırada babam da kitaplıktaki bir kitabı aldığında, kitaplık hareket etmeye başlamıştı ve gizli bir kapı ortaya çıkmıştı. Bu kapıyı görünce merakım yeniden diğer duygularımın üstüne çıkmıştı. Herkes sırayla bu gizli odaya girmişti ve oda boştu. Sadece bir tane havada duran ve çatlamaya başlamış sarı renkte bir küre vardı.

 

-Bir zamanlar atalarımız, şeytanı bu kürenin içine hapsetmişti ama şeytan bizim ailemize bir lanet yapmıştı. Her bin yılda bir, bizden birisinin ruhunu kötü duygularla beslenmesini sağlamıştı ve bir gün bu küreyi kırmak için onu kullanacaktı. Yıllarca bu yüzden evlenmedim ve senin o kişi olmaman için yıllarca dua ettim ama… ama…

 

Babam bu hikayeyi anlatırken, ilk kez ağladığına tanık olmuştum. Bu hikayeyi anlattıktan sonra “Yoksa o ben miyim?” diyordum.

 

-Elizabeth… Üzgünüm ama şeytanı geri getirme teşebbüsünde bulunabilecek 5. kişi olduğun için Sonsuzluk Çukuruna atılacaksın ve Sonsuzluk Çukurunu sadece Dorelli ailesindekiler açabilir.

 

-Baba… Bana neden yalan söyledin? Eğer bunu daha önce anlatsan…

 

-Korku… Daha önce bu duyguyu yaşadın mı?

 

-Baba…

 

Ben babamla tartışırken, Dorelli ailesi yere tebeşirle tuhaf bir şekil çizmişti. Lord Dorelli bir şeyler söylüyordu ama ne dediğini anlamamıştım. Sözleri sona erip elini şeklin içine vurduğunda, bir çukur oluşmuştu. Bu çukuru görmemle birlikte daha önce hiç bilmediğim bir duygu tüm bedenime nüfuz etmişti. Bu duygu korkuydu ve babam haklıydı. Ben saraydan çıktığım için kendimi korkusuz sanıyordum ama yanılmıştım.

 

-Özür dilerim Elizabeth. Umarım beni affedersin.

 

-Baba…

 

Babamın kolumu tutmasıyla birlikte istemsizce ondan kurtulmaya çalışıyordum. Beni sürüklemeye başlamıştı ve ne kıyafetim ne de tacımın beni kurtaramayacağını anlamıştım. Sanki bir bataklıktaydım ve babama yalvarmaya başlamıştım.

 

-Özür dilerim Elizabeth. Özür dilerim Elizabeth. Özür dilerim Elizabeth…

 

-Baba lütfen bırak. Yalvarıyorum bırak beni. Ben sana karşı ne suç işledim?

 

Ancak bu sözlerin bir değeri yoktu. Hükmüm kesilmişti ve sonunda o çukura atılmıştım. Kaç dakika boyunca ağladığımı, kaç dakika boyunca bağırdığımı ve kaç dakika boyunca düştüğümü bilmiyordum. Kendime geldiğimde başımda korkunç bir ağrı vardı. Sonsuzluk Çukuru adının hakkını vermişti ama bu kadar yüksekten düştüğüm halde neden hala hayattaydım ki? Sonunda gözlerimi ovuşturduktan sonra, gözlerim New York’un yüksek gökdelenlerinin oluşturduğu yansıma yüzünden afallamıştı. Yaklaşık bir dakika sonra yeniden gözlerimi açıp New York’un bir sokağında yürüyen insanları gördüğümde ilk tepkim şöyleydi.

 

Burası neresi böyle?

 

Son olarak yazara bu hikaye için teşekkür etmem gerekiyor. Umarım uyuklamıyordur çünkü anlatacak daha çok şey var.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.