Dünya Kapısı Çevrimiçi Bölüm 1
Çevirmen: Euphia
*Aaaaaaahhhhhh*
17-18 yaşlarında bir çocuk, yatağından doğrulup dağınık siyah saçlı kafasını kaşırken esnedi.
Hemen kalktı ve kahvaltı hazırlamaya başladı.
Bir apartman dairesinde tek başına yaşayan ve şu an Filipinlerdeki Mapua Teknoloji Enstitütüsü Bilişim Teknolojileri bölümünün ikinci sınıfında okuyan bu kişi, Lucas Lauwers’tı.
Yanlış anlamayın, ebeveynleri ve ailesi ölmüş değildi. Lucas artık bir üniversite öğrencisi olduğundan, yalnız yaşamaya karar vermiş ve okuluna yakın bir daire kiralamıştı. Gerçi, yarı zamanlı işi olmadığından dolayı, faturalarını ödeyenler hala ebeveynleriydi.
Basit bir tavada yumurta pişirdikten sonra yemeye koyuldu ve ilgisini çeken bir şeyler var mı diye bakmak için televizyonu açtı.
Hiçbir şey olmadığını görünce, yemeğini çabucak bitirdi ve okul için hazırlanmaya başladı.
“Hmm.. Saç tamam, kıyafetler… tamam sanırım?”
Lucas aynanın önünde kendine bakarken mırıldandı.
Aynadaki yansımasında perçemleri sağ gözünün üzerinde ayrılmış, gözlerinde uykusuzluk belirtileri olan, minimal desenli koyu gri bir tişört, siyah kot pantolon ve son olarak siyah ekose desenli, koyu gri ayakkabılar giyen bir oğlan vardı.
Genel olarak, görünüşü olabileceği kadar ortalamaydı, öyle değilse de, ortalamanın birazcık altındaydı.
Ne kadar uğraşırsa uğraşsın daha iyi hale gelmeyeceğini anlayınca iç geçirdi ve dışarı çıkmak için ilerledi.
[[Şimdi biraz da oyunlardan konuşalım-]]
Tam dışarı çıkacakken, yetişkin bir erkeğin sesi odadan yankılandı.
“Ah, televizyonu kapatmayı unutmuşum.”
Lucas aniden ilginç bir konuşma duyduğunda, televizyonu kapatmak için ona doğru yürüyordu.
[[Yeni bir oyun cihazı az önce tüm dünyada aynı anda piyasaya sunuldu! Sadece onunla uyumlu olan bir oyunla beraber, dünyanın her yerinden oyun severler yüksek fiyatına rağmen satın almaya başladı bile.]]
[[Burada ne kadar paradan bahsediyoruz?]]
[[Bizim para birimimizle, 700.000 peso!]] (41.890 ₺)
“Aaahh, istesem bile, alabilmeme imkan yok…”
Lucas böylesine yüksek bir meblağ görünce çok şaşırmıştı.
[[Bu oldukça fazla, nedir bu yeni cihaz?]]
[[Ah, işte buna inanamayacaksınız.]]
[[Hadi ama, burada haber spikerliği yapmamız gerekiyor.]]
[[Haha, haklısın, oyun dünyasını sallayan bu yeni oyun cihazı, [Portal], dünyanın ilk Sanal Oyun Cihazı!]]
*tak*
Lucas’ın elindeki kumanda anında düştü ve donuk bir gürültüyle yere çarptı.
“A-az önce sanal oyun cihazı mı dedi!? O zaman öncesinde bahsettiği sadece bu aletle oynanabilen oyun…”
[[Bu [World Gate Online] oyunuyla birlikte, dünyanın her yerinden oyun severlerin konuştuğu tek konu! Ve sadece oyun severler değil, bu tür oyunlara ilgi duymayan insanlar bile satın almaya başladı! Aslına bakarsanız, ben kendim de şu anda oyunu onuyorum ve daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor! Bu dünyanın sanal olduğuna inanamazsınız! Manzara, insanlar, hayvanlar ve canavarlar o kadar gerçekçi görünüyor ki!]]
[[Amanın,biri az önce bir oyun severe dönüştü gibi görünüyor. Haha, belki ben de bir tane alır ve nasıl bir şeymiş bakarım. Ama bu kadar yüksek bir fiyatla, fazla insanın oynayabileceğini sanmıyorum.]]
[[Ah, o halde, bu fırsatı kaçırmamalılar! Şu anda, ekranınızın alt kısmında bir telefon numarası olmalı, isminizi ve adresinizi PORTAL ile yazın, seçili renginizi ekleyin ve aşağıdaki numaraya yollayın! 1000 şanslı kazanan sadece kendilerine özel [Portal]’lar elde edecek!!! Kazananlar bu akşam gece yarısında seçilecek! Bu yüzden katılım mesajınızı şimdiden yollayın!]]
“…Kolaymış gibi söyleseler bile… En ufak bir şans olduğunu bile zannetmiyorum…”
Lucas kendine ne kadar meteliksiz olduğunu hatırlatarak, keyifsiz bir şekilde iç geçirdi.
“Neyse, denemekten bir zarar gelmez en azından.”
İsmini, adresini, PORTAL’ı yazdı, renk olarak beyazı seçti ve en azından başkalarının kazanma ihtimalini zorlaştırmak için gönderdi.
İzlemeye devam ederse geç kalacağı için, televizyonu kapattı ve memnuniyetsiz bir ruh haliyle, o cihazın fiyatının ne kadar da yüksek olduğunu düşünerek dışarı çıktı.
+++
“Hey hey, bu sabahki haberleri izledin mi?”
“Evet, nihayet gerçek bir sanal oyun cihazı icat edildi!”
“Evet ya, harbiden öyle! Kesinlikle kendime onlardan bir tane alacağım. Ebeveynlerim önünde yerlere kapanmam gerekse bile!”
“Oha, cidden mi?! Benim için de yap!”
“Kendi [Portal]’ını kendin al!”
Profesörü beklerlerken, Lucas’ın yaşlarında iki oğlan, arkasında heyecanlı bir şekilde yeni oyun cihazını tartışıyorlardı.
“Acaba ben de aileme bir tane almaları için yalvarabilir miyim?”
Böyle bir şey yaparsa yalnızca azarlanacağına kanaat getirdiği an, bu düşünceye kafasını salladı.
Sanal oyun cihazıyla alakalı konuşanlar sadece arkasındaki iki oğlan değildi, dairesinden çıktığından beri, neredeyse etrafındaki herkes heyecanla ondan bahsediyordu. Caddelerde olsun, okul lobisinde, koridorlarda, kafeteryada ya da sınıfında olsun, her yerde, [Portal], [World Gate Online], sanal dünya gibisinden şeyler duyuyordu. İşin doğrusu, bunlar o tür bir şeye para yetiremediğini hatırlattığından, hepsinden bıkıp usanmıştı.
Bir kez daha iç geçirdikten sonra, profesör gibi görünen biri içeri girdi ve öğrenciler konuşmayı bırakıp sessizce sıralarına döndüler.
Sınıf oryantasyonu başlamış olduğu halde, Lucas hala sınıf arkadaşlarının birbirlerine [World Gate Online]’a göz atmalarını ya da okuldan sonra [Portal] almalarını söyleyen fısıldaşmalarını duyabiliyordu. Bundan dolayı kötü ruh hali daha da beter hale geldi, ve oryantasyonu zar zor hatırlayabildi.
Bu gün ilk ders günü olduğundan ve profesörler sadece oryantasyon verdiğinden, ders çabucak bitti ve Lucas öğle yemeği almak için kafeteryaya gitmeye koyuldu. En ucuzundan basit bir şey aldıktan sonra, boş bir masa bulmak için etrafına bakındı ve arkadaşlarının oturduğu masayı fark etti. Başka boş masa olmadığı için, oraya oturmaya karar verdi.
Şimdi bile, her yerde [Portal] veya [World Gate Online] ile alakalı şeyler duyuyordu, arkadaşları bile onu konuşuyordu. Öfkeyle dolu olması sebebiyle sohbetin hiçbir kısmına kulak vermedi ve arkadaşı ansızın sorana kadar yemeğini yemeye devam etti.
“Peki ya sen Lucas?”
“Hm?”
“Dinlemiyor muydun? Bir [Portal] almak için paran olup olmadığını soruyorum.”
Gavin Fastmark, kendisi gibi IT(Bilişim Teknolojisi) öğrencisi olan arkadaşlarından biri, Lucas doğal olarak kendi dünyasına kapanmışken bu soruyu yöneltmişti, Lucas kendisine ne sorulduğunu bile bilmiyordu.
Bu arada, bu zorbalık değildi; muhtemelen öyle görünse bile, Lucas zorbalığa uğramazdı. Görünüşe göre arkadaşları da tıpkı onun gibi aynı konuda takılıp kalmış, aralarında satın alabilen birinin olup olmadığını soruyorlardı.
“Tabi ki de hayır, alsam bile, oynayacak zamanım yok.”
“Haah, senin ders çalışmayı seven tiplerden olduğun aklımdan çıkmış, ha? Anime ve oyunlar hakkında biraz bilgin olduğu için ilgini çeker diye düşünmüştüm.”
“Elbette hala ilgiliyim, yani, kim olmazdı ki? Oyunu ve cihazı yapmayı nasıl başarabildiklerini merak ediyorum, acaba hangi algoritmaları kullandılar?”
“O tür bir ilgi, ha?”
“Valla, canavarları öldürmek de ilgi çekici… ama param olmadığı için yapabileceğim bir şey yok.”
“Değil mi?”
Hepsi, parasızlıklarından dolayı hayal kırıklığına uğramış bir halde, aynı anda iç çektiler.
Lucas öyle demiş olmasına karşın, oyunu oynamakla cidden ilgileniyordu, ve nasıl yapıldığı ilgimi çekiyor dediğinde de yalan söylemiyordu; gerçekten meraklıydı.
Yemeklerini bitirdikten sonra, vedalaştılar ve bir sonraki derse gittiler.
+++
Okul bir aksaklık olmadan bitti, fakat Lucas hala etrafındaki bitmez tükenmez [World Gate Online] konuşmalarından dolayı kötü bir ruh hali içerisindeydi. Bir otaku olarak, Lucas, kendi bedeninin sistem tarafından güçlendirildiği, büyü yapabildiği, kılıç kullanabildiği, efsanevi ejderha benzeri canavarları alt edebildiği böylesine rüya gibi bir oyunu oynayamadığı gerçeğinden rahatsızdı, dairesine dönerken aksiliği üzerindeydi.
Kıyafetlerini değiştirdikten sonra, ızdırabını unutmak için dairesinde manga okuyarak, anime izleyerek ya da light novel okuyarak tembellik etti. Arkadaşları onu anime ve oyunlar hakkında azcık bilgisi olan çalışkan bir tip zannetse bile; gerçekte Lucas şimdiki gibi aylaklık eden biriydi, oyunlarla o kadar ilgilenmese de, biraz oynardı. Şimdilik, öyle yapmak ona sadece [World Gate Online]’ı hatırlatacağından dolayı oyun oynamaktan kaçınıyordu. Bunu bir sır olarak saklamasının sebebi, böylece ailesinin imkan dahilinde bulunan herhangi bir yoldan öğrenemeyecek olmasıydı. Yani kendine yeni bir kişilik yaratmıştı, bilgili, çalışkan, ukala bir tip.
Tembellik ederken bile, ödevini yapmayı hiç unutmaz ve sınav olduğunda çalışırdı. Yani sanırım ona aslında tembel olsa da burs almayı başaran bir dahi diyebilirdiniz. Gerçi, bunu muhtemelen kendi hiç fark etmemişti.
Tatmin olmuş hissettikten sonra, akşam yemeği hazırladı. Erkenden uyumak istediğinden, basit bir yemek pişirdi ve hızlıca bitirdi, [Portal] ve [New Gate Online] ile ilgili haberler duymaktan kaçınmak için televizyonu açmadığından emin oldu ve yatağa gitti.
“….Sanal bir dünya ha….Öylesine fantezi benzeri bir dünyada yaşamak güzel olmalı…”
Loş tavana bakarak mırıldandıktan sonra, nihayet gözlerini kapadı. Uyanır uyanmaz, hayatını değiştirecek inanılmaz bir şeyin geleceğinden bihaberdi.
[Gece yarısı, 12.00]
*bzzz bzzz bzzz*
Lucas uyumaya devam ederken, odada küçük bir ışık belirdi.
Beliren bu ışık, mesajı alırken titreşen kendi cep telefonundan geliyordu.
*ding dong*
“Mmmh… kim bu.. sabahın köründe…”
Lucas çalan kapı zilinin sesine uyandı.
Uykulu bir halde, odasından kapısının önüne yürüdü. Darmadağınık saçlarını ve buruşuk kıyafetlerini düzeltmek amacıyla bir saniye durdu. Tatmin olduktan sonra kim olduğunu görmek için kapıyı açtı, kapı gözünden bakabilirdi, ama yeni uyandığı için düzgün düşünemiyordu.
Kapıyı açtığında karşısına çıkan kişi, mavi çizgili beyaz üniforma giymiş bir kargo görevlisiydi.
Kargo görevlisi olduğunu, adamın ayakkabı kutusundan biraz daha büyük, koli bandıyla sarılmış bir kutu taşımasından anlamıştı.
“Ah, bir şey sipariş ettiğimi hatırlamıyorum, bir problem mi var?”
Kendisine teslim edilmesi gereken bir sipariş verdiğini hatırlayamadığından dolayı, başka bir işi olup olmadığını sormuştu.
“Gerçekten mi? Ama ımm… adres bu, değil mi?”
Kargo görevlisi ona üzerinde adresi yazan makbuzu gösterdi. Hakikaten de bu, onun adresiydi.
“…Evet, o yer burası, ama…”
“Peki, siz Bay Lucas Lauwers mısınız?”
“…Evet.”
“O zaman bu teslimat size ait, merak etmeyin, nakliye ücreti almıyoruz, yalnızca benim için şurayı teslimatın başarılı bir şekilde yapıldığının kanıtı olarak imzalayın.
Kargo görevlisi kutuyu Lucas’a verdi ve imzalaması gereken kağıdı gösterdi.
Lucas kutuyu dikkatlice yere koydu ve tükenmez kalemle kağıdı aldı. Belgeyi imzaladı ve görevliye geri verdi.
Kargo görevlisi gözden uzaklaştıktan sonra, Lucas kapıyı kapattı ve teslim aldığı kutuya baktı.
“…”
Kısa bir sessizlik anının ardından, onu yerden kaldırdı, masanın üzerine koydu ve açmaya karar verdi.
“…Bir dakika…Ya bu bir bombaysa ve binayı yok etmeyi planlıyorlarsa? A-ama bana bunu yaptırmaları için bir sebep hatırlayamıyorum! Eminim ki dışarıda bir yerlerde benden bu kadar çok nefret eden hiç kimse yoktur! Gerçi, bir de bunu kimin nerede yaptığının önemli olup olmadığı konusu da var…Ya bunlar aslında uyuşturucuysa!? Yoksa az önce beni uyuşturucularını saklamak için mi kullandılar!!! N-ne yapacağım? P-polis…Polisi aramalıyım! Numara neydi…….Lanet olsun, çok fazla Amerikan filmi izlediğim için aklıma gelen tek numara 911!!! Burası Filipinler!!!”
Çılgınca hayalleri onu delirtmeye başladığında Lucas’ın beti benzi attı ve ne yapması gerektiğini bilemez bir halde, başını terli ellerinin arasına aldı.
“P-pekala…sakin ol… böylesine film gibi bir sahnenin gerçekleşmesi mümkün değil! İlk önce…bomba mı değil mi, bakalım…”
Bunu düşünürken, sağ kulağını tik-tak seslerini kontrol etmek amacıyla dikkatle kutunun üzerine dayadı. Elbette ses gelmiyordu.
“…Güvenlidir herhalde…muhtemelen…”
Lucas koli bandını dikkatli bir şekilde kesti ve kutuyu açtı. İçini gördükten sonra, Lucas’ın soluk yüzü normale döndü, fakat yüz ifadesi yerini bir şaşkınlığa bırakmıştı.
“İ-imkansız…”
Bunu mırıldandıktan sonra, odasına koştu ve cep telefonunu kaptı.
Gördüğü şeyin neden teslim edilme sebebini doğruladı, kutuya yöneldi ve hızla koli bandı ile fazla kutuyu çıkardı.
Şimdi karşısında duran şey, ön kısmında içindeki objenin fotoğrafı bulunan beyaz bir kutuydu.
Ön yüzünün en üst sağ köşesinde yazılı kelime, [PORTAL]’dı. Ve böylece, tamamen kendisine ait bu oyun cihazına sahip olmuştu.
+++
“Hadi bakalım…bu şey nasıl kuruluyor?”
Okuldan sonra, Lucas [World Gate Online] oynamak için çabucak apartman dairesine koştu.
[Portal] cihazının, gözlerinizin üzerinden geçip onları birleştiren saydam bir vizörle birlikte, başınıza kulak üstü kulaklığı gibi oturan diske benzer bir başlığı vardı. Sol diskinden siyah bir fiş dışarıya uzanıyordu. Onu yatağının yanındaki prizlerden birine taktı ve vizördeki [Oyunu yerleştirin] yazısı eşliğinde, diskin ortasındaki düğmeye bastı. Cihazın sağ diskinin arkasının orta kısmında, ufak, düz, dikey bir kesik vardı. Oraya, [Portal] ile gelen [World Gate Online] oyununun CD’sini yerleştirdi. Önünde beliren yüklemeyi bekledikten sonra, yeni bir mesaj ortaya çıktı.
“Evet!”
Diye bağırdı Lucas, gözlerini kapatıp parlak bir ışıkla sarmalanırken.
Nihayet gözlerini tekrar açan Lucas, önündeki güzel manzara karşısında büyülenmişti.
Bedeni havada süzülürken, etrafındaki masmavi gökyüzüne ve aşağısındaki yeryüzüne baktı. En azından dünya gibi görünüyordu, aynı kıtalara sahipti; kendi ülkesi Filipinleri ve aynı zamanda diğer ülkeleri gördü. Ama insan daha yakından gözlemleyince, kıtanın çoğunu kaplayan ormanlar ve orada olmaması gereken dağlarla birlikte çok az bina olduğunu görebildi. Fakat Lucas kendi ülkesi hakkında bu kadar şey bile bilmediği için, ona doğal olarak tamı tamına bir kopyası gibi görünmüştü.
“Çok hoş, değil mi?”
Lucas havada süzülürken yalnız olmadığını farketti, birkaç metre önünde büyüleyici figürü ve zarif sesiyle, kendisini tanrıça gibi gösteren bir Yunan tuniği giyinmiş, anime ve mangalardaki klasik Onee-san tipine benzeyen güzel bir kadın vardı.
“Karakterini yaratırken sana rehberlik edeceğim. Bir adım öne çık maceracı ve ırkını seç.”
“Bir NPC, ha? Cidden bu kadar güzel bir kadın olmak zorunda mıydı?”
Lucas’ın önünde beliren, kendi görüntüsünün farklı ırklarda gösterilmiş haliydi. İnsan, Elf, Yarı-Elf, Cüce, Kurt adam, Ork, Hobbit, Elemental.
“İnsan”
Diye cevapladı Lucas, hiç tereddüt etmeden.
“Görünüşünü değiştirmek ister misin?”
“Ah, evet lütfen.”
Oyunda kimsenin onu fark etmesini istemediği için, görünüşünü birazcık değiştirmenin en iyisi olacağına karar verdi.
“Hmm… nereden başlasak… saç rengini beyaza dönüştür o zaman.”
Bunu dediği anda, önündeki görüntüsü istediği doğrultuda değişmeye başladı.
“Sonra, ten rengini biraz daha açalım…yeterli. Ayrıca gözler, hmm… kırmızı iş görür…göz torbalarını yok et…, boy olarak da…onu öyle bırakalım, oyunda ve gerçek hayatta denge anlayışımı kaybedersem kötü olur.”
Kendisi gibi görünmeyen karakterinden memnun bir biçimde, rehbere işinin bittiğini söyledi.
“Yolculuğuna nereden başlamak istersin?”
*ting*
“Hmm… Bunların her birinin nerede olduğunu bilmek mümkün mü merak ediyorum.”
Lucas nereden başlaması gerektiği hakkında en ufak bir fikri olmadığı için, başını hafifçe yana eğdi.
Bunu gören rehber kıkırdadı ve cevap verdi.
“Evet, sana Filipinler haritasını göstereceğim ve belirtilen 3 şehri işaretleyeceğim.”
“…He?”
Ardından, betimlemeleriyle beraber 3 kırmızı nokta bulunan bir harita önünde belirdi. Luzon, Visayas, Mindanao denilen yerlerin her birinde birer nokta vardı.
Oyunda, Filipinler [Espion], Luzon [Cyble], Visayas [Cravon], Mindanao [Etrano] olarak adlandırılıyor gibi görünüyordu.
Fakat haritaya bakmaktansa, Lucas gözlerini rehbere dikti.
“Hmm… Bunu yalnızca geçici bir hevesle söyledim ama cevabının değişken olabilmesi çok garip… Yapay zekanın nasıl yapıldığını gerçekten çok merak ediyorum… ve Espion yerine Filipinler dedi…”
Lucas rehberin etrafında daireler çizerek onu dikkatlice incelerken düşünmeye devam etti.
“Bir problem mi var?”
“He? Ah, hayır… bir saniye… Bir yapay zekanın bu şekilde yanıt vermesi hiç mümkün mü?”
Lucas rehberin cevabının niye bu kadar yerinde olduğunu merak etmeye ve onu gözlemlemeye devam etti.
“? Evet?”
“…Sen…Sen benimle aynı mısın?”
“? Evet, gördüğün gibi ben insanım.”
Rehber kıkırdadı ve Lucas’ın, onun alaylı mı konuştuğunu, yoksa bunun bir NPC’nin anlayışı mı olduğunu düşünmesine sebep olacak şekilde cevapladı.
“Hayır, demek istediğim, eee bir maceracı, kullanıcı, ya da oyuncu, o türden bir şey misin?”
Bu bir NPC’ye sorabileceğim bir şey mi ki? Lucas bunu düşünürken, rehber tekrar kıkırdadı.
“Hahaha, foyam ortaya çıktı, desene.”
Rehber pes etti ve teslim olur gibi ellerini kaldırdı.
“O zaman sen…”
“Evet, ismim Lily, bütün bunları mümkün kılan şirketin [World Gate’de] senin gibi acemilere rehberlik etmesi için tuttuğu bir çalışanıyım. Tanıştığımıza memnun oldum, hımm…”
Lily başını hafifçe eğerek selam verdi. Beklenildiği gibi, önünde selam veren tanrıça kadar güzel bir kadının olması, seni daha da utangaç yapardı ve Lucas buna bir istisna değildi.
“E-evet, eee, benim adım Lucas.”
“Tanıştığımıza memnun oldum, Lucas, peki, başlangıç noktana karar verdin mi?”
Aniden, sadece karakterini yarattığını hatırlayan Lucas, bir süredir arka plana atılmış olan haritayı çabucak inceledi.
“Hmm…. Çoğu insan orada başlayacağından merkezde başlamak istemiyorum…hmm…o zaman [Drachedge]’i seçeceğim, Güney Krallığının başkentini.”
“Oh? Güney, ha? Aklıma gelmişken, şehirlerin nereye konumlanmış olduğunu bilmiyorsun, oyunun web sitesine bakmadın mı?”
Lily bu kadar basit bir şeyi nasıl bilmediğini sorarken başını yana eğdi.
“…Ah.”
“…Sakın daha yeni fark ettiğini söyleme…”
Lucas beyaz saçlı kafasının arkasını kaşırken bitkin bir şekilde güldü. Yapacak bir şey yoktu, oyunu oynamaya can atıyordu ve hiçbir şey araştırmamıştı.
“Şey…Oyuna başlamadan önce bilgi alırsam kendime özgü oynayış şeklimi kısıtlayacağını düşündüm…falan?”
“Hahaha, bunu sadece uyduruyorsun, yine de doğru, oralarda aynı zamanda herkesin önüne geçebilmek için yanlış bilgi verenler de var, o yüzden oyuncuların koyduğu bilgileri okurken dikkatli ol. Ve resmi web sitede yalnızca Şehir Haritası, İş tanımları gibi en temel bilgiler yer alır. Gerçi canavarlarla ilgili hiçbir bilgi yoktur, oyunu daha zor ve ilgi çekici yapmak için.”
“A-anladım…”
Lucas’ı onun az önce söylediklerini aklında tekrarlarken gören Lily, tekrar kıkırdamadan edemedi.
“Temel statların sistemin senin hakkındaki değerlendirmesine göre rastgele dağıtılacak, böylece, acemi seviyesindeyken bile özgün bir karakter olacaksın.”
“Tutorial’ı başlatmak ister misin?”
*** Tutorial: Oyunlarda oyuna başlamadan önce göz atılması gereken, oyunun nasıl oynanacağı hakkında bilgi veren bölümlere verilen isim. Eğitmen ya da öğretici şeklinde çevirmek istemediğim için aynen bıraktım.
*ting*
Lucas’ın önünde tanıdık bir pencere belirdi. Oyun hakkında ne kadar cahil olduğunu bildiği için, kabul etmeye karar verdi.
“Evet!”
O kelimeyi söyler söylemez, gökyüzünü ve yeryüzünü göremeyecek hale gelinceye dek garip bir ışıkla sarmalandı.
Birkaç saniye sonra, ışık azaldı ve Lucas, bembeyaz karolarla döşenmiş bir odaya getirilmişti.
[Eğiticinin ilk aşaması harekettir, lütfen bu engelli koşu parkuru aracılığıyla her türden hareketi deneyin.]
Lily’nin sesi bir yerlerden yankılandı, ama ne kadar dikkatlice bakarsa baksın, sadece saf beyaz gördü.
Lily’nin kısa açıklamasının ardından, birkaç beyaz karo yerinden oynadı; bazıları yükseldi, bazıları gömüldü, bazıları şekil değiştirdi. Şimdi karşısında değişen karolardan yaratılmış bir engelli koşu parkuru duruyordu.
Bedeninin ne kadar esnek olduğunu öğrenmek için yaptığı birkaç gerinme hareketinden sonra, 8 yönün tamamına birkaç adım yürüdü, ardından, engel parkuru boyunca koşmaya başladı.
“Hızım gerçekte olduğundan daha yüksek gibi görünüyor…iyi bir stat almışım anlaşılan.”
Bunu düşündüğü sırada, zıpladı, eğildi, karoların üzerinde yuvarlandı, hatta takla ve ters salto gibi birtakım akrobasi hareketleri yaptı.
Sonrasında, gücünü kontrol etmek için parkurdaki demirleri denedi. Olan…
“Aaah!”
İkinci demirde düştü.
“…Yüksek hız ve düşük güç!? Uuu…”
Lucas gücünün ne kadar düşük olduğuna inanamadığı için sızlandı.
“Pekala, onu yalnızca yükseltmem gerekiyor öyleyse.”
Bunu söylerken hemen şınav çekmeye başladı.
10 dakika boyunca şınav çektikten sonra, uzun süredir beklediği pencere ortaya çıktı.
*ting*
“Ooohh!!!”
Lucas bu ileti üzerine bir zafer çığlığı attı.
“Hm? Bu kadar uzun süredir şınav çektiğim halde neden yorulmadım acaba? Canım da mı yüksek ki?…muhtemelen?…Her neyse, hadi önce STR’yi biraz daha yükseltelim, sonra diğerlerini.”
+++
Bu manzarayı başka bir mekandan izleyen Lily’nin ağzı ve gözleri sonuna kadar açılmıştı.
“B-bu…”
Beyaz saçlı oğlanı uzun bir süre şınav çekerken hatta engelli koşu parkurunu baştan sona koşarken görmüştü; yavaş yavaş STR,SPD,VIT ve nedendir bilinmez, LUK geliştiriyordu.(bkz. ÇN)
Bildiği kadarıyla, Lucas, tüm ülkede bu metodu kullanan ilk kişiydi; hayır, büyük ihtimalle tüm dünyadaki tek kişiydi!
“…bunu fark etmediği için ya bir aptal, ya da bir dahi…haha, ne kadar da ilginç bir çocuk.”
[Antrenman Odası] sadece oyuna aşinalığınızı arttırmak amacıyla hazırlandığı için, oyun geliştiriciler bir bozukluk oluşturmuşlar gibi görünüyordu, oyuna alışmak için hiç yorulmadığın bu odada, Lucas gerçekten de statlarını istediği kadar yükseltebilirdi.
“Bu çocuk sonunda nasıl birine dönüşecek acaba? Hahaha, sabırsızlanıyorum.”
Lily kıkırdadı ve dudaklarının kenarları hafifçe yukarı kıvrıldı.
+++
[Antrenman Odası]’nda harcadığı 2 saatten sonra Lucas, +17 STR, +8 SPD, +20 VIT, ve +22 LUK kazanmıştı.
Şansının neden yükseldiği hakkında onun bile hiçbir fikri yoktu. Açıkçası, yükseliş yükseliş demekti, bu yüzden daha derinlemesine düşünme gereği görmedi. Sonuç olarak, ilk aşamada INT ve DEX’ini yükseltmenin bir yolunu bulamamıştı.
[Şimdi birinci aşamayı bitirdiğinize göre, artık tutorial’ın ikinci aşamasına geçebiliriz. Önünüze sunulmuş olan silahlarla kuklaya vurmayı deneyin. Kuklanın HP’si 0’a düştüğünde, parçalarına ayrılacak ve yenisiyle değiştirilecek, dolayısıyla acele etmeyin, ilk aşamada olduğu gibi.]
Diye gülümseyerek açıkladı Lily, ama gözlerinin içi gülmüyordu sanki – [Antrenman Odası]’ndan onu görmenin bir yolu olmadığı için, Lucas sadece hissedebilmişti.
“İ-ilk aşamada 2 saat harcadığım için bana sinirlendi mi acaba? Sanırım daha hızlı olmalıyım…”
Lucas, bunu düşünürken, demir kılıcı eline aldı ve kuklayı öldürmek için kullandı, HP’sini tükettikten sonra mızrağı kullandı; ardından baltayı, hançerleri, gürzleri, ve nihayet, yayı.
Sınırsız oku olduğu için, her atışında nişan alışını düzelterek kuklayı başarıyla vurdu.
Yaklaşık 100 oktan sonra, nihayet hedefini doğru ayarladı ve tanıdık bir pencere yeniden ortaya çıktı.
*ting*
Görünüşe göre isabet oranı çevikliğe bağlıydı (DEX), bunu çözer çözmez, kuklayı ok ve yayla öldürdükten sonra bile, DEX’ini arttırmaya devam etti.
50 dakika sonra, nihayet +12 DEX ve +5 LUK’a ulaştı, bundan memnun halde, bir sonraki aşamaya geçti.
[Eğitimin son aşaması olan büyüde, sana ateş, su, toprak ve havayı kontrol eden bir takım komutlar verilecek. Eğer bu adımı atlamak istersen, öyle de yapabilirsin.]
[Fo̱tiá] !
Diye bağırdı Lucas, ve ona verilen asanın ucunda küçük bir alev belirdi.
“Voaaaahhh…Gerçek büyü yaptığıma inanamıyorum!!!”
Sıradaki, su.
[Neró] !
Ateş büyüsünde olduğu gibi, küçük bir su topu asanın ucunda dalgalandı.
[Gi̱] !
Şimdi ufak bir taş görülebiliyordu.
[Mien] !
Bir hava topu, asanın ucunda fırıl fırıl dönüyor gibi görünüyordu.
“Yani bunlar dört elementin büyüleri… Belki de bir büyücü olmayı denemeliyim?”
Diye düşündü Lucas, büyü onu hayran bırakmaya devam ederken. Bunu bir saat boyunca tekrarladı ve sonunda +13 INT’ye ulaştı.
Bu sonuçtan memnun olmuş bir şekilde eğitimi bitirdi ve bir kez daha garip bir ışık tarafından yutularak dünyanın üzerine geri getirildi.
Nedense Lily’i gördüğünde, rehber ona bakarak gülümsemeye devam ediyordu.
“Hahaha, eminim bir gün harika bir oyuncuya dönüşeceksin, pekala, şimdi seni göndereyim mi?”
“Ah, evet lütfen!”
“Maceranda bol şans, eğer kuzeye kadar gelebilirsen, belki de tekrar görüşürüz, Lucas.”
“Ah, evet- bekle… Hala karakterim için bir isme karar vermed-”
Lucas aniden karakterinin adını hatırladı ve bunu rehbere, Lily’e belirtir belirtmez, onu yutan garip ışık tarafından susturuldu.
+++
“Ahh…”
Lucas kendine gelirken ufak bir homurtu çıkardı.
“B-bekle, hala ismi söylemedim! İsimsiz kullanıcı olarak bilinmek istemiyorum!!!”
Acele ettirdiği için rehberine sessizce sövdükten sonra, ismini kontrol etmek için stat penceresine bakmak aklına geldi.
“[Stat Penceresi]”
“….Lucas…ama nasıl? Ah!”
Karakterini adlandırmadığı için saçma bir isim verilmediğine sevindi ve niçin orada kendi isminin yazdığını düşündü. Bir süre sonra, Lily’e kendini tanıttığını hatırladı, o sırada aniden sorulduğu için utanmıştı ve yanlışlıkla gerçek ismini söylemişti.
“…Acaba aslında karakter ismimi mi soruyordu?…”
Bunu düşünüp iç geçirdi ve sadece kabullendi. Zaten değiştirmenin herhangi bir yolu da yoktu.
“Daha da önemlisi, bu olağanüstü şans da neyin nesi…?”
Nihayet sakinleşerek, etrafındakileri fark etti. Şu an şehir meydanı gibi görünen bir yerin ortasındaydı. Her tarafta gezinmekte olan zırhlara, cübbelere ve hafif teçhizata bürünmüş oyuncular ve NPC’lerin yanı sıra, aynı zamanda mallarını satmak için tezgahlarını kurmuş olanlar vardı. Bir de partileri için bağırarak eleman arayanlar.
Binalar ortaçağ filmlerinde gördüğünüz klasik yapılara benziyordu, bir bar, bir restoran, giyimevi, demirci dükkânı, vs.
Şehrin en yüksek tepesinde, hayal gücü diye bağıran heybetli bir ortaçağ kalesi bulunuyordu.
Devasa devekuşu benzeri kuşların çektiği yük arabalarından gökyüzünde uçan ejderhalara kadar, kesinlikle sadece masallarda görebileceği bir dünyaydı.
Lucas gördüğü her yere korkuyla karışık bir şaşkınlıkla baktığından, bazı insanlar başlarını o tarafa çevirmeye başladı.
“Oh, bir çaylak, ha?”
“Görünüşe göre manzara tarafından büyülenmiş.”
“Haha, onun gibi tipler ilk ölen olmaya adaydır.”
Ve benzeri şeyler. Bunu duyan Lucas, yüzüne ne kadar utandığını açıkça gösteren kırmızı bir renk yerleştirdi.
“Affedersin, bir çaylaksın değil mi? Partimize katılmak ister misin?”
Aniden, kendisinden biraz uzun boylu, ucuz deri kıyafetler ve Lucas’tan azcık ileride bir acemi olduğunu gösteren paslı bir kılıç giyen biri, arkasındaki ufak tefek adamla beraber yanında belirdi.
“Ah, eğer benimle bir sorununuz yoksa, umarım iyi anlaşırız.”
Bir problem olmadığını görünce, kabul etti ve hafifçe başını eğip onları selamladı.
Bunun üzerine, bir ses eşliğinde tanıdık pencere ortaya çıktı.
“Evet”
Lucas teklifi hiç tereddüt etmeden kabul etti. Ardından, takım arkadaşlarını gösteren parti menüsü açıldı.
*ting*
“O zaman, hadi avlanmaya başlayalım.”
“Ah, evet”
Lucas onları bir ofis boy gibi takip etti. Gerçi sadece onun hayal gücü de olabilirdi.
Şehir duvarlarının dışındaki çamurlu alanlardan geçtiler ve ormana girdiler.
“…Level 7’deki biri için ormanda avlanmak normal mi?”
Diye düşündü Lucas, ikiliyi arkalarından çelişkiye düşmüş bir ifadeyle takip ederken.
“Orada! Bir [Kurt]! Hadi onu yakalayalım!”
Feredir silahını sağa sola sallayarak koşuşturdu, Ravi de çok geçmeden onu takip etti.
“Çüş- bir uzman değilim ama bu ikisinin takım çalışması denen şeyden haberleri var mı!!??? Ve LVL 13 bir kurda öylece saldırmak!?”
Lucas böyle bir şeyi düşündüğü için kendisinin mi yoksa onların mı tuhaf olduğunu merak etti. Her halükarda o kurdu kılıcı rastgele sallayarak mağlup edemeyeceklerdi.
Lucas ikiliye yardım etmeye karar verdi ve [Acemi Hançeri] ile saldırdı.
*aauuuuuuuuuuuu*
Tam azıcık HP’si kaldığı anda kurt bir yardım çağrısı bıraktı ve çok geçmeden, yardım geldi.
Fakat gelen sıradan bir yardım değildi, koyu kırmızı renkli kürkü olan insansı bir kurt geldi ve hafif öfkeli bir hırıltı çıkardı.
*grrrrr*
“B-b-b…Bir [Kızıl Kurt adam] geldi!!!”
Boss canavarı anında gören üçlü, can havliyle şehre koştu. Ama ne yazık ki, kurt adam daha hızlıydı. Çok geçmeden, kurt adam yollarını keserek önlerinde belirdi.
“Hayatta olmaz, ölümle burada yüzleşmeyeceğim! Bu levellerle 60 LVL bir boss’a karşı kazanmamıza imkan yok!”
Feredir envanterine hızla göz attı ve bir parşömen çıkardı.
“K-kahretsin! Ben de ölmek istemiyorum!”
Feredir’i gören Ravi de onunkine benzer bir parşömen çıkardı.
“[Kaçış]” !!!
Diye bağırdı ikili, ve tanıdık bir ışıkla çevrildikten sonra yok oldu.
“İmkanı yok, onlar seni şehre geri ışınlayan parşömenlerden miydi!!!??? Lanet olsun!!! Az önce beni terk mi ettiler!!!???”
Lucas iki takım arkadaşının onu arkada bırakmasını izlerken yarı öfke, yarı şaşkınlıkla doluydu.
Bunu gören kurt adam ufak bir kahkaha attı ve Lucas’a doğru yavaşça yürüdü.
“K-kahretsin, yalnızca bir kürk topu olsan da!”
Lucas sövdü ve kaçmaya koyuldu. Dükkanlarda satılan bir item olduğu için parşömene sahip olmasına imkan yoktu, yani koşmaktan başka çaresi yoktu. Dalların arasından sıçramak ya da daldan dala atlamak için tüm gücünü ve hızını kullanarak koşmayı sürdürdü. Ormanı bir engelli koşu parkuruna çevirerek, kurt adamdan kaçarken hızlanmaya devam etti.
Ne kadar çabalarsa çabalasın, kurt adam her seferinde duraksamasına sebep olacak şekilde önünde belirdi, ta ki nihayet ayağı takılana kadar.
İri kaya parçalarından oluşan bir boşluğa düşerken, öylece inmeye devam etti. Ölümünü bekleyen Lucas, gökyüzüne bir kez daha baktı ve gözlerini kapadı.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.