Bu Harika Dünyada Tanrı’nın Lütfu! Cilt 1 Bölüm 0: Önsöz

[ A+ ] /[ A- ]

Önsöz: Ah, Benim İşe Yaramaz Tanrıçam!

 

“Satou Kazuma-san, öbür dünyaya hoş geldiniz. Maalesef öldün. Kısa olabilirdi, ama artık hayatın bitti.”

 

Biri aniden bembeyaz bir odada benimle konuştu.

 

Ani gelişen olaylar kafamı karıştırdı.

 

Odada bir çalışma masası ve bir sandalye vardı ve o sandalyeye hayatımın bittiğini haber veren kişi oturuyordu.

 

Eğer bir tanrıça varsa, bu; o olmalıydı.

 

Güzelliği televizyonda gösterilen idollerin ötesindeydi; İnsanları aşan bir çekiciliği vardı.

 

Uzun, ipeksi düz mavi saçları vardı.

 

Benim yaşımda gibiydi.

 

Göğüsleri çok büyük veya çok küçük değildi ve kıyafetlerinin üzerine açık mor bir hagoromo vardı.

 

< Not: Hagoromo: Tennin tarafından giyilen uzun kuşak benzeri bir şal, Japon Budizmindeki varlıklar kabaca meleklere benzer (referans için kapağa bakın).>

 

Güzel, saçlarıyla aynı su mavisi olan gözlerini kırptı ve ben neler olduğunu anlamaya çalışırken bana baktı.

 

… Biraz önce olanları düşündüm.

 

… Genelde kendimi eve kapatırım, bu yüzden dışarı çıkmak benim için nadirdi.

 

Popüler bir çevrimiçi oyunun sınırlı ilk sürümünü satın almak için sıraya girmek için erken kalktım.

 

Toplum benim gibi insanlara ‘hikikomori’ diye hitap ederdi.

 

< Not: Hikikomori, eve kapanık anlamına gelir.>

 

Oyunu satın aldıktan sonra, eve dönüp canım istediği kadar oynama zamanı gelmişti. Eve yürürken bunu düşündüğüm için harika bir ruh halindeydim, ama o anda…

 

Bir kız cep telefonuna bakıyor ve önümde yürüyordu.

 

Üniformasına bakılırsa benimle aynı okulda okuyor gibiydi.

 

Işıkların yeşile döndüğünü gören kız, sağına soluna bakmadan hemen yolun karşısına geçti.

 

Tam o anda ona doğru büyük bir gölge belirdi.

 

Yüksek hızlı büyük bir tır ona doğru geliyordu.

 

Bunu fark ettiğimde, kızı ittim.

 

Daha sonra…

 

… Gizemli bir sakinlikle karşımdaki güzele sordum:

 

“…Bir şey sorabilir miyim?”

 

Güzel, soruma cevap olarak başını salladı.

 

“Lütfen devam et.”

 

“… İttiğim kız hala yaşıyor mu?”

 

En önemli şey buydu.

 

Bu, değerli bir şey yaptığım ilk ve son seferdi.

 

Hayatıma bahse girmeme rağmen onu zamanında kurtarmayı başaramasaydım, bu sinir bozucu olurdu.

 

“O yaşıyor! Ama bacağını kırdı.”

 

Tanrıya şükür.

 

 

 

 

 

Boşuna ölmedim; Sonunda iyi bir şey yaptım.

 

Benim rahatladığımı gören güzel, başını eğdi ve şöyle dedi:

 

“Ama itmeseydin dahi bir şey olmayacaktı.”

 

“… Ha?”

 

Ne dedi?

 

“Traktör kıza çarpmadan önce duracaktı zaten. Demek istediğim, sonuçta sadece yavaş bir traktördü. Bu, bir kahraman gibi davranarak gereksiz yere karışmanın işleri daha da kötüleştirdiği anlamına geliyor… Puhaha!”

 

Bu kızla ilk defa karşılaşmama rağmen bana karşı takındığı bu tavırda ne?

 

Çok kabaydı bu yüzden içimden onu dövmek geldi.

 

… Bekle, bekle. Şu anda daha önemli bir şey duydum sanırım.

 

“… Ne dedin? Bir traktör? Tır değil mi?”

 

“Doğru, bir traktör. O kıza bir tır hızla yaklaşıyor olsaydı, bunu fark eder ve yola atlamazdı.”

 

… Ha?

 

“Eee, peki ya ben? Traktör çarptıktan sonra öldüm mü?”

 

“Hayır, şoktan öldün. Bir tırın sana çarptığını düşündün ve şoka girdin. Bu işi uzun zamandır yapıyorum ama bu kadar komik bir şekilde ölen ilk kişi sensin!”

 

“……”

 

“Traktörle karşı karşıya gelince bilincini kaybettin ve yakındaki bir hastaneye kaldırıldın. Doktorlar ve hemşireler gülerek, ‘Ne kadar da işe yaramaz bir adam-‘ derken, bilincini geri kazanmadın ve kalbin iflas etti.

 

“Kapa çeneni-! Bunu duymak istemiyorum! Bu kadar aşağılayıcı bir şey duymak istemiyorum!”

 

Ben kulaklarımı tıkarken kız yanıma doğru yürüdü ve sinsice gülümsedi, kulaklarıma doğru eğildi.

 

“Ailen hüzünlü bir şekilde hastaneye ulaştı, ancak ölüm sebebini duyunca gülmeden edemediler.”

 

“Kapa çeneni, kapa çeneni! Bu gerçek olamaz! Nasıl bu kadar gereksiz bir ölüm şekli olabilir? Bu inanılmaz!”

 

Başım kollarımda çömelmiş şekilde yere bakarken, kız ağzını kapattı ve güldü.

 

“… Eh, bu şekilde stres atma seansımı bitiriyorum. Bu bizim ilk buluşmamız, Satou Kazuma-san. Benim adım Aqua. Ben Japonya’da ölen gençlere rehberlik eden bir tanrıçayım. Şimdi, ölümünün ne kadar komik olduğunu bir kenara bırakırsak, artık iki seçeneğin var.”

 

… Bu kız!

 

Unut gitsin, gergin olmak sadece konuşmanın ilerlemesini geciktirir; Sadece buna katlanmam gerekiyor.

 

“İlk seçenek reenkarne olmak ve yeni bir hayata başlamak; diğer seçenek ise cennet gibi bir yerde kalıp bir huzurevi hayatını yaşamak.”

 

Seçenekleri açıkça tanımlamak için çok mu tembel bu kız? .

 

“Eh, peki, cennet nasıl bir yer? Daha da önemlisi, ‘huzurevi’ ile ne demek istiyorsun?”

 

“Cennet, siz insanların hayal ettiği kadar büyük değil. Öldükten sonra yemek yemenize gerek olmadığı için  doğal olarak yemek yapamayacaksınız; zaten kullanmanız için herhangi bir malzeme veya gereklilik yok. Seni hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim ama cennette hiçbir şey yok. Televizyon yok, manga yok ve oyun yok. Sadece senden önce ölen diğer insanlar. Ayrıca, öldüğün için sapıkça bir şey yapamazsın. Alt tarafın olmadığı için yapamazsın. Yapabileceğin tek şey, seleflerinle güneşlenmek ve sohbet etmek. Sonsuza kadar.”

 

Bilgisayar oyunları ve eğlence yok mu? Cennet yerine cehenneme daha yakın olurdu.

 

Ancak, bebek olmak ve hayatıma yeniden başlamak…

 

Hayır, tek seçenek buydu.

 

Hayal kırıklığına uğramış yüzüme bakarak tanrıça gülümsedi ve dedi ki:

 

“Hey… Cennet gibi sıkıcı bir yere gitmek istemezsin, değil mi? Ancak, tüm anılarını bırakıp bir bebek olarak yeniden başlamanı istemek, varlığını silmekle aynı şey olur, çünkü anıların gitmiş olacak. Ve bu yüzden, sana harika bir haberim var!”

 

Nedense şüpheliydim.

 

Aqua, dikkatle dineleyen bana gülümseyerek dedi ki,

 

“Oyunları sever misin?”

 

Aqua kendinden emin bir şekilde, sözde iyi haberini açıkladı.

 

İşin özü buydu:

 

Benim bulunduğumdan farklı bir dünyada, Şeytan Kral’ın olduğu başka bir dünya vardı.

 

Ayrıca Şeytan Kral’ın ordusunun saldırısıyla o dünya krize girdi.

 

O dünyada sihir ve canavarlar vardı.

 

Basitçe söylemek gerekirse, ünlü Dragon Quest ve Final Fantasy oyunları gibi bir fantezi dünyasıydı.

 

“O dünyadaki insanlar Şeytan Kral’ın ordusu tarafından öldürüldü ve çok korktular, bir daha böyle ölmek istemediklerini söylediler. Bu nedenle, ölen insanların neredeyse tamamı o dünyada yeniden dirilmeyi reddetmiş. Daha spesifik olursak, bu iş böyle devam ederse, o dünya sona erecek çünkü herhangi bir bebek o dünyada doğmayacak. Dolayısıyla, bu sorunu diğer dünyalardan ölüleri göndererek çözeceğiz, İşte böyle.”

 

Ne kadar özensiz bir göçmen politikası.

 

“Madem insanları gönderiyoruz, o zaman genç yaşta ölen ve hala yaşamayı özleyen insanları bulmalı ve onları orijinal bedenleri ve anılarıyla göndermeliyiz. Çünkü oraya gittikten hemen sonra ölürlerse anlamsız yaptığımız şey anlamız olur, bu yüzden o dünyaya giden herkese bir ayrıcalık tanıyoruz. Bu ayrıcalık ise sevdikleri bir şeyi almalarına izin vermek. Güçlü bir yetenek, olağanüstü bir yetenek veya tanrı düzeyinde bir silah olabilir. Ne düşünüyorsun? Başka bir dünya olabilir, ama bir kez daha yaşayabilirsin. İşte bu şekilde o dünyanın insanları için hemen savaşabilecek biri  ortaya çıkıyor. Sencede Bu harika bir haber değil mi?”

 

Gerçekten öyle, kulağa harika geliyordu.

 

Dürüst olmak gerekirse, bu beni heyecanlandırdı.

 

Oyunları sevdiğimi biliyordum ama en sevdiğim bilgisayar oyunlarına benzeyen bir dünyaya girebileceğimi asla hayal edemezdim.

 

Ancak ondan önce.

 

“Um, bir sorum var, peki ya dil? Öbür dünyanın dilini konuşabilecek miyim?”

 

“Bu bir sorun değil. Tanrıların nazik yardımıyla, diğer dünyaya yöneldiğiniz anda dil bilgisi doğrudan beyninize yüklenecek. Hatta okuma yeteneği dahi! Yan etki olarak, şanssızsanız beyniniz silinebilir… Her neyse, geriye sadece güçlü bir yetenek veya silah seçmek kalıyor.”

 

“Bekle, az önce önemli bir şey duydum. Şanssızsam beynimin silinebileceğini mi söyledin?”

 

“Öyle bir şey söylemedim.”

 

“Söyledin.”

 

Az önceki gerginliğim tamamen gitmişti. Bir tanrıçayla konuşuyordum ama tavrım eşit biriyle konuşmaya benziyordu.

 

… Yine de, bu çekici bir teklifti.

 

Beynimin silinmesi gibi bir şansızlık durumu var ama önemli değil. Çünkü ben her zaman şansıma güvenmişimdir.

 

Şu anda Aqua bana katalog gibi bir şey gösterdi.

 

“Lütfen seç. Sana tek bir güç verebilirim. Güçlü bir benzersiz yetenek veya belki de efsanevi bir silah olabilir. Gel, her şey olabilir. Bu tek şeyi diğer dünyaya götürme ayrıcalığına sahipsin.”

 

Aqua’nın açıklamasını duyduktan sonra kataloğu alıp incelemeye başladım.

 

… Üzerinde ‘Doğal Olmayan Güç’, ‘Süper Büyü’, ‘Kutsal Kılıç Arondight’, ‘İblis Kılıcı Murasame’ ve her türden isim vardı.

 

Anladım; yanımda götürmek istediğim şeyi buradan seçeceğim.

 

Ne kadar sıkıntılı, çok fazla seçeneğe sahip olmak beni kararsız kılıyor.

 

Daha doğrusu, oyuncu içgüdülerim bana bunların hile benzeri yetenekler ve donanımlar olduğunu söyledi.

 

Ne kadar sıkıntılı, ne kadar sıkıntılı… Büyülü bir dünyaya gideceğim için, gerçekten sihir kullanmayı denemek istedim.

 

Bu nedenle, sihire dayalı bir yetenek seçmeliyim…

 

“Hey, acele et. Hangisini seçersen seç, kimse bir hikikomori oyun otaku’sundan birşey beklemiyor. Sadece birini seçip yoluna devam edebilir misin? Herhangi bir şey. Acele et, acele…”

 

< Not: Otaku, Bilgisayarlara veya popüler kültürün belirli yönlerine takıntılı olan ve sosyal becerileri kötü olan kişiler.>

 

“Ben-ben bir otaku değilim…! Ve dışarıda öldüm, yani ben bir hikikomori değilim…!”

 

Titreyen bir sesle cevap verdim, ama Aqua saçlarının uçlarıyla oynarken bana ilgisizce şunları söyledi:

 

“Önemli değil, sadece acele et ve seç. Hala sırada bekleyen birçok ölü ruh var!”

 

Aqua sandalyesine oturdu ve bana bakmadan atıştırmalıklarını yedi.

 

… Bu kız, ilk tanışmamız olmasına rağmen ölüm sebebimle alay ediyor. Ve sırf güzel olduğu için bana istediğini yapabileceğini zannediyor…

 

Aqua’nın katlanılmaz tavrı beni çıldırttı.

 

Çabuk seçim yapmamı istiyorsun, değil mi?

 

O zaman aynen bunu yapacağım.

 

O dünyaya götürebileceğim bir şey.

 

“…Tamam, seni seçiyorum!”

 

Aqua’yı işaret ederek söyledim.

 

Aqua bir an şaşkınlıkla bana baktı ve atıştırmalıklarını yemeye devam etti.

 

“Ah, tamam, lütfen orada dur ve sihirli çemberin dışına çıkma…”

 

Aqua aniden konuşmayı kesti.

 

“… Az önce ne dedin?”

 

Tam o anda.

 

“Anladım. O halde bundan sonra Aqua-sama’nın işini ben devralacağım.”

 

Beyaz bir ışık parlaması ile birdenbire kanatlı bir kadın belirdi.

 

… Basitçe söylemek gerekirse, meleğe benzeyen bir kadındı.

 

“…Eee?”

 

Aqua şaşkınlıkla ciyaklarken, onun ayaklarının altında ve benim de ayaklarımın altında mavi bir sihirli daire belirdi.

 

Bu neydi?

 

Gerçekten başka bir dünyaya mı gidiyorum?

 

“Bekle…! Ne oluyor? Eee ciddi olamazsın Hayır! Hayır…! Bekle! Bu çok garip! Yanında bir tanrıça götürmek hile değil mi? Bu sayılmaz! Bekle! Bekle, tamam mı?”

 

Aqua gözlerinde yaşlarla panikledi; perişan haldeydi.

 

Melek Aqua’ya bakarken konuştu:

 

“İyi yolculuklar, Aqua-sama. Lütfen gerisini bana bırakın. Şeytan Kral yenildikten hemen sonra sizi karşılamaları için elçiler göndereceğiz. Siz dönmeden önce tüm görevlerinizi ben halledeceğim.”

 

“Bekle! Bekle! Bir tanrıça olarak iyileştirme yeteneğine sahip olabilirim ama  savaşma yeteneğim yok! Şeytan Kral’ı yenmem imkansız!”

 

Birden beliren melek ağlayarak yere yığılan Aqua’yı görmezden geldi ve bana nazikçe gülümsedi.

 

“Satou Kazuma-san, şimdi başka bir dünyaya gidiyor olacaksın ve Şeytan Kral’ı yenmek için kahraman adaylarından biri olacaksın. Şeytan Kral’ı yendiğin anda tanrılardan bir hediye alacaksın.”

 

“… Hediye?”

 

Söylediklerini tekrarlayarak sordum.

 

Melek bana sıcak bir şekilde gülümsedi.

 

“Doğru, dünyanın kurtarıcısına yakışır bir hediye… Bir dilek hakkın olacak; istediğin herhangi bir şey olabilir.”

 

“Ha!”

 

Bu, o dünyadan sıkılırsam Japonya’ya dönmek isteyebileceğim anlamına geliyor.

 

Örneğin, o dünyadan bıktıktan sonra Japonya’ya dönmek, zengin olmak ve tüm gününü bayanlarla çevrili video oyunları oynayarak geçirmek! Böyle bir çöküş rüyası bile mümkün!

 

“Bekle! O havalı konuşmayı yapmak benim işim!”

 

Melek onun işini devraldıktan sonra Aqua yerde ağladı.

 

Aqua’nın bu şekilde davrandığını gördükten sonra tatmin oldum.

 

Bu yüzden Aqua’yı işaret ettim ve dedim ki:

 

“Aşağı baktığın bir adamla aynı duruma düşmek nasıl bir duygu? Hey, sen yanımda getirmeyi seçtiğim ‘şey’sin! Madem bir tanrıçasın, maceramı daha kolay yapmak için tanrısal güçlerini kullan!”

 

“Hayır! Böyle bir adamla başka bir dünyaya gitmek mi , asla…!”

 

“Kahraman, birçok kahraman adayı arasından galip gel ve Şeytan Kral’ı yenen sen ol…! Peki o zaman, sana veda ediyorum!”

 

“Hey! Bu benim repliğim!”

 

Melekğin konuşması bittiği anda…!

 

Ağlayan Aqua’yı ve beni parlak bir ışık sardı…!

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.