Altı Çiçeğin Kahramanları Cilt 1 Bölüm 1 Kısım 2
Adlet, üç gün önceki yaşlı şövalye ve paralı asker ile olan karşılaşmasını hatırladı. İkisi de dehşet güçlüydü. Eğer tek bir yanlış hamle bile yapsaydı, muhtemelen kaybederdi. Ama tüm bunlara rağmen kazanmayı başarmıştı. Çok da temiz bir savaş değildi ama kazanmıştı en nihayetinde. Bu, kendisinin dünyadaki en güçlü insan olduğunun kanıtıydı.
“Şimdi düşününce, tek hayal kırıklığım oydu.” Adlet yatağında yuvarlanırken mırıldandı. Prenses Nashetania hakkında düşünüyordu, Nashetania Rouie Piena Augustra, Bereketli Tarlalar Ülkesi Piena’nın veliaht prensesi. Birinci sıradaki veliahttı ve Piena’nın en güçlü savaşçısıydı, resmen ağzında gümüş kaşıkla doğmuştu. Prensesin bir Aziz olduğunu duymuştu Adlet, Kılıçların Ruhu’ndan aldığı gücü kullanıyordu ve istediği zaman ince havadan kılıçlar çağırabiliyordu.
Nashetania geçen seneki kutsal turnuvanın galibiydi. Adlet’in kesintiye uğrattığı maçın galibi final maçında onunla savaşacaktı. Adlet de Nashetania ile savaşmak istiyordu. Onunla savaşamasaydı bile, en azından yüzünü görmek istemişti. Eğer şans eseri o iki adamı yenmiş olsaydı Nashetania’nın ortaya çıkabileceğini düşünmüştü. Ama gelmemişti. Neyse, umrumda değildi zaten, diye düşündü esneyerek.
“Oh. Seni buldum.” Tam Adlet’in düşündüğü sırada, parmaklıkların ardından bir ses, ona seslenmişti. Dışarıda duran kişi bulunduğu yerden kasvetli hapishaneye bakıyordu.
“Sen de kimsin?” diye sordu Adlet Parmaklıkların ardındaki sarışın kız müthiş ve yatıştırıcı gülümsemesiyle bir harika görünüyordu. Bir hizmetçinin siyah üniformasını giymişti fakat ona tam uymuyordu. Daha düz bir kız için gibi duruyordu üniforma.
“Sen Adlet’sin değil mi? Affedersin ama biraz yaklaşabilir misin?” Ziyaretçisi ondan yaklaşmasını istemişti. Kafası karışan Adlet yatağından kalkıp parmaklıklara doğru ilerledi. Kıza yaklaştığında tatlı elmalara benzeyen bir koku aldı. Adlet’in daha önce hiç görmediği, hoş ve büyüleyici bir kokuydu bu.
“Lütfen, elimi sık” Aniden kız, elini parmaklıkların arasından geçirdi.
“Huh?”
“Aniden geldiğim için üzgünüm. Üç gün önceki dövüşte çok güzel bir gösteri sergiledin. Üzerimde büyük bir etki bıraktı. Beni hayran bıraktın.”
“…Ha? Anlamadım?” Kızın kokusu Adlet’in beynindeki devreleri yakmıştı, verebileceği tek cevap buydu.
“Lütfen elimi sık. Haydi.” Adlet kendisine söyleneni yaptı kızın uzattığı eli hafifçe kavradı. O kadar yumuşaktı ki, bir an böyle bir yumuşaklık gerçek olabilir mi diye düşündü. Kızın avucunu yavaşça çekerken kız: “Gerçekten gerginsin değil mi, Adlet?” dedi. “Sanırım ilk defa bir kızın elini tutuyorsun?” Ona keyifsizce gülümserken ağzını kapattı. Adlet panikledi ve kızın elini bıraktı.
“N-Ne diyorsun ya? Gayet sakinim bi kere. Daha önce birçok kızın elini tuttum.” Misafiri kıkırdadı.
“Kızarıyorsun.” Kız gülmeye başladığında, ondan yayılan elma kokusunun daha da güçlendiğini fark etti. Adlet kızarmış yanaklarını tutarken gözünü başka bir yere çevirdi. “Bu kadar iyi bir savaşçısın ama kızlarla baş edemiyorsun demek?” diye alay etti kız. “Haydi. Sen dünyadaki en güçlü insansın. Dünyadaki en güçlü insanın baş edemeyeceği bir şey olmamalı.” dedi kız ve devam etti, “Buraya geldiğime sevindim. Gerçekten de ilginç birisin.” Diyerek güldü. “Seni daha fazla tanımak istiyorum. Konuşabilir miyiz?” Adlet başını salladı. Elma kokulu kızın yüzünde yaramaz bir gülümseme oluştu. Aniden Adlet, hala daha kıza ismini sormadığını fark etti.
Adlet Mayer o yıl on sekiz yaşına giriyordu. Adlet, Batı’daki küçük ve ücra bir ülke olan Beyaz Göller Ülkesi Warlow’dan geliyordu. On yaşındayken, bazı durumlar nedeniyle evi olan köyü terk etmek zorunda kalmıştı. Hiçbir sevgilisi veya arkadaşı yoktu Ebeveynleri de o daha gençken ölmüştü. Uzun bir süre boyunca ustasıyla kendini inzivaya kapattı, günlerini Kötü Tanrı’yı yenmek için eğitim alarak geçirdi. Kılıç oyununu geliştirmiş, vücudunu sağlamlaştırmış ve her türden gizli hile hurdayı yapıp kullanmayı öğrenmişti. Kılıç ustalığını çeşitli aletleri kullanmasıyla birleştirerek kendi eşsiz dövüş stilini geliştirmişti. Hiçbir örgütle bağı yoktu ve hiçbir lideri takip etmiyordu. Bağımsız bir savaşçıydı, tek hedefi Kötü Tanrı’yla savaşmaktı ve bu nedenle yeteneklerini geliştirmeye devam etmişti.
İşte Adlet’in hikayesi buydu. Savaşmayı öğrenen kişiler genellikle bir şövalye birliğine veya paralı asker grubuna katılır ve orada para kazanıp bir saygınlık yaratırdı. Ama Adlet’in bu tür şeylere ilgisi yoktu, yapmak istediği tek şey Kötü Tanrı ile savaşıp onu alaşağı etmekti. Tüm kıta içinde, onun gibi tamamen bağımsız olan neredeyse hiç savaşçı yoktu. Uzun eğitimini tamamladıktan sonra Adlet, eğitim dağından inmiş ve kendisinin dünyadaki en güçlü insan olduğundan emin olmak için Piena’daki dövüş sanatları turnuvasına katılmak istemişti.
Adlet tüm bunları kıza anlattı. Elma kokulu kız hevesle Adlet’in hikayesini dinledi. Ama Adlet, kızın neden bu kadar etkilendiğini anlayamamıştı. “İşte bu nedenle Kader Ruhu’na dünyadaki en güçlü insan olduğumu kanıtlamaya geldim. Pek de ilginç bir hikayem yok yani” dedi Adlet, hikayesini bitirirken. Elma kokulu kız cevap olarak alkışladı. Adlet başta utanmış hissetmişti fakat sonradan kızla konuşacak kadar ortama alışmıştı. Ayrıca, kendisini dinleyecek tatlı bir kızın olması gerçekten de güzel bir şeydi.
“Hayır, gayet de ilginçti” diyerek karşılık verdi kız. “Seninle tanışmak için o kadar zahmete girdiğime memnunum. Kalan ömrüme yetecek kadar Dünyadaki en güçlü insan lafını duymuş gibiyim.”
“Oh?” Adlet’in kendisini Dünyadaki en güçlü insan olarak tanımlama alışkanlığı vardı. Kendinden her bahsettiğinde bu lafı kullanırdı. “Eh, dünyadaki en güçlü insan olmam su götürmez bir gerçek, o yüzden bunu sesli söyleyecek kadar proaktif olmaya devam edeceğim.”
“Ama en güçlü olduğunu bu kadar kolay iddia edebilir misin? Hala daha Nashetania’yı yenmedin değil mi?” Kız meydan okur bir şekilde sordu. Ama Adlet bunu umursamadı.
“Onun oldukça güçlü olduğunu duydum. Ama yine de, en güçlü benim.”
“Dışarıda bir çok güçlü insan var.”
“Tabii ki de. Ama dışarıdakilerden daha güçlü olduğuma tamamen eminim.”
“Neyi temel alarak kendine bu kadar güveniyorsun”
“Dünyadaki en güçlü insan olduğumu biliyorum. Hepsi bu.”
“Hepsi bu mu?” kız ısrar etmeye devam etti.
“En güçlü olduğumu biliyorum. Kader Ruhu da biliyor. Şimdi geriye kalan tek şey bunu Kötü Tanrı üzerinde göstermem ve dünyadaki herkesin bilmesi.”
“İnanılmaz bir özgüvenin var”
“Özgüven değil. Şüphe götürmez bir gerçek.” Kız gülümsedi, tam olarak nasıl cevaplayacağından emin değil. Meh, kafasının karışmasına şaşırmadım, diye düşündü Adlet. Ne de olsa ilk defa dünyadaki en güçlü insanla tanışıyordu.
“Bu arada, bir şey sorabilir miyim?”
“Tabii ki de, ne soracaksın?” diye cevapladı kız.
“Buradan çıkmak istiyorum. Herhangi güzel bir fikrin var mı?”
“Kaçmak mı istiyorsun? Neden ki?” Ne kadar da soğukkanlı bir kız, diye düşündü Adlet. Biraz farklı bir tepki vermesini bekliyordu kızın. Adlet kıza, Piena’nın yüce şansölyesinin kendisini öldürmek için nasıl feryat ettiği anlattı. Hapis cezasından kaçamayacağını biliyordu, fakat ölüm cezası birazcık sıkıntı yaratıyordu. Kız elini çenesine koydu ve düşündü. “İyi olacağına inanıyorum. Yüce şansölye sinirli olabilir ama önemli bir kayıp olmadığından dolayı seni öldüreceğinden şüpheliyim.”
“İyi bari.” Adlet rahatladı. Şu anki durumunda hapishaneden kaçmak birazcık zor olabilirdi. “Ben götürüldükten sonra turnuvada noldu? İptal edildi mi?”
“Hayır. Sanki senin olayın hiç yaşanmamış gibi oldu. Dün yeniden maç yapıldı ve paralı asker Quato küçük bir açıktan yararlanıp kazandı. Nashetania’ysa finallerde ezici bir zafer aldı.” Adlet bir an Prensesten sadece ismiyle bahsettiğini duydu ama muhtemelen bu onun hayal gücüydü.
“Şaşırtıcı,” dedi Adlet. “Demek paralı asker kazandı ha? Yaşlı adam daha iyi gibiydi ama”
“Dün yaptığın fırlatışla Batoal’ın omzunu yaralamışsın sanırım”
“Kendimi tutmayı denemiştim ama yeterli olmamış demek ki. Bu pek hoşuma gitmedi.” Ondan sonra Adlet ve kızın konuşması daha önemsiz şeylere kaydı, Adlet’in Piena’nın başkentini görünce şaşıp kalması ve her şeyin çok pahalı olup cep yaktığı gibi. Kız çok arkadaş canlısı ve konuşması kolay biriydi, böylece konuşmaya daldılar.
“Oh!” Sanki bir anda bir şey hatırlamış gibi bir tepki verdi Adlet’in ziyaretçisi. “Unutmuşum. Buraya sana bir şey söylemeye gelmiştim. Burası sohbet için pek uygun değil.”
“Ne oldu ki? Pek güzel bir şey değilmiş gibi geliyor.” Kız nefesini tuttu ve fısıldayarak konuştu. “Kahraman Katili hakkında bir şey biliyor musun?”
“O kim ki?”
“Altın Meyve Ülkesi’nin şövalyesi Matra Wichita’yı duydun mu?”
“Evet, daha önce adını duymuştum.” Kimlerin Altı Çiçeğin Kahramanları’na seçildiğine dair bir çok söylenti var ve çoğunda da adı geçiyordu. O genç adamın olağanüstü bir şövalye ve dünyadaki en iyi okçu olduğu söyleniyordu.
“Peki ya Gümüş Kum Ülkesi’nden Houdelka’yı biliyor musun? Ve de Buz Azizi Athlay?” Adlet başını salladı. Bu iki isim de ünlü savaşçılardandı.
“Bir şey mi oldu onlara?”
“Öldürüldüler. Ve kimin yaptığını bilmiyoruz.”
“Şeytanlar mı?”
“Muhtemelen.” Kötü Tanrı’nın köleleri olan şeytan olarak bilinen yaratıklar, Altı Çiçeğin Kahramanları’na saldırmak için gizlice kendilerini hazırlayarak lordlarının yeniden uyanışına hazırlandılar. Kıtaya sızarak her türlü komployu uyguladılar ve şimdi de Kahraman olarak seçilme ihtimali yüksek olan kişileri elemeye çalışıyorlar gibi gözüküyordu.
“Birkaç Şeytan tarafından kolayca öldürülecek kişiler değillerdi” diye düşündü Adlet. “Bu nasıl olabilir?”
“Bilmiyorum.”
“Ne baş ağrısı ama.”
“Adlet, bence burada kalman senin için en iyisi olur.” dedi kız. “Nere gidersen git tehlikede olacaksın ama burada katı bir şekilde korunuyorsun.”
“Doğru. Öyleyse iyileşene kadar burada kalacağım.” Huzursuz bir şekilde pencereden dışarıya bakarken, yapacağı tüm uyarıları bitirmiş gibi gözüküyordu kız.
“Üzgünüm. Eğer şimdi ayrılmazsam bana kızarlar. Ne olursa olsun kızacaklar gerçi ama ne kadar çok kalırsam o kadar çok kızarlar”
“Sorun değil. Devam et.” Kız başını salladı ve tam ayrılacakken Adlet onu durdurdu. “Eğer prenses ile karşılaşırsan ona de ki…” Adlet duraksadı. “Kesinlikle Altı Çiçeğin Kahramanları’ndan biri olarak seçilecek. Ona beraber savaşacağımız günü dört gözle beklediğimi söyle”
“…Ha?” Kızın dudakları kıvrıldı. Ve sonra, nedense kıkırdadı.
“Noldu?”
“Yok bir şey. Ona söylerim, tabii onunla görüşme şansı yakalarsam.” Kız kapıya doğru yürüdü, sonra bir anlığına döndü ve dilini çıkardı. “Adlet, tam bir aptalsın, değil mi?” Adlet kıza neyden bahsettiğini sormak istedi ama kız çoktan ayrılmıştı. Ne hakkında olabileceğini tahmin etmeye çalıştı ama hiçbir ipucu bulamadı, bu yüzden unutmaya karar verdi. Yatağa uzandı ve Kahramanları öldüren öldüren şu katil hakkında düşünerek tavana baktı. “Bir Kahraman Katili ha? Muhtemelen seçildiğimde ben de onunla karşılaşmak zorunda kalacağım.” Neşeli ve gamsız ifadesi kayboldu. Ve gözlerine sessiz bir öfke gizlendi.
Tıpkı Adlet’in misafirinin tahmin ettiği gibi, ona süresiz hapis cezası verildi. Demek öyle, diye düşündü, itiraz etmekle uğraşmadı. Hapis hücresinde tek başındayken yaralarının iyileşmesini bekledi.
Birkaç gün sonra Adlet, hücresinde bir hediye keşfetti, yatağının altına saklayabilecek kadar küçük bir kılıçtı bu. Bunun, zamanı geldiğinde kendisini korumak için olduğunu düşündü. Bu hediyeyi o kızın mı ayarladığını yoksa başka bir hayranı daha mı olduğunu bilmiyordu. Bir ay geçti, iki ay geçti. Formdan düşmemek için hücresinde eğitimine devam etti. Duyduğu Kahraman Katili ortaya çıkmadı. Üç ay sonra, yaraları tamamen iyileşti. Tam Adlet kaçmayı düşündüğü sırada garip bir şey oldu.
Bir gece, kalbinin şiddetlice çarpması onu uyandırdı. Tüm vücudu sıcaklamıştı ve göğsü tarif edilemez bir coşkuyla dolmuştu. Yaklaşık on saniye sonra bu duygu geçti, ve Adlet’in sağ elinde solukça parlayan bir arma belirdi. Kötü Tanrı uyanmıştı ve Adlet de Altı Çiçeğin Kahramanları’ndan biri olarak seçilmişti.
“Huh” diye mırıldandı Adlet armaya bakarken. “Şaşırtıcı bir şekilde basit.” Tüm vücudunun ışıkla sarılacağını, Kader Ruhu’nun ortaya çıkıp ona Kötü Tanrı’yı yenmesini emredeceğini falan düşünmüştü. Biraz bunalmış hisseden Adlet eline baktı. Bir süre sonra bunun vakti olmadığını fark etti.
“Hey! Birisi buraya gelsin!” Adlet hücresinin parmaklıklarına vurup gardiyanları çağırdı. Onun Altı Çiçeğin Kahramanları’ndan biri olarak seçildiğini öğrendikten sonra onu daha fazla kilit altında tutamazlardı. Ama gardiyanlar gelmezse hiçbir yere gidemezdi.
“Kimse yok mu? Altı Çiçeğin Kahramanları’ndan biri olarak seçildim!” Hücresinin içi garip bir şekilde sessizdi. Hiçbir gardiyanın varlığını da sezemedi. Eh iyi bari, sanırım dışarıya çıkmam lazım diye düşündü, tam o sıradaysa merdivenlerin dibinden garip bir kargaşa sesi geldi.
“Neden böyle bir yere gelmek zorundaydın? Neden buradasın?!”
“Batoal! Acelem var! Lütfen yoluma çıkma!” İki ses de tanıdıktı. Seslerden biri elma kokulu kıza aitti. Adlet diğer kişinin de kolezyumda dövüştüğü yaşlı şövalye olduğunu anladı. Aynı zamanda arkalarından gelen bir sürü ayak sesi gürültüsünü de duyabiliyordu.
“Adlet! Seçildin mi?” diye bağırdı kız, Adlet’in hücresine koşarken. Eski hizmetçi üniformasını giymiyordu. Göz kamaştırıcı beyaz bir zırh giyiyordu, belindeyse ince bir kılıç takılıydı. Kafasında tavşan kulağı şeklinde bir kask vardı. Adlet bir yerlerden hayvan motifli kask takmanın Piena’nın kraliyet ailesine ait olan bir gelenek olduğunu duymuştu. Onu gördüğü anda Adlet, kızın gerçekte kim olduğunu ve kendisinin ne kadar aptal olduğunu anladı. Çoğu insan bunu anlayabilirdi, diye düşündü çarpık bir gülümsemeyle. Hücrenin karşısında dururken “En son görüştüğümüzden yana epey zaman geçti” dedi kız. Ve devam etti, “Kendimi yeniden tanıtmama izin ver. Ben Nashetania Rouie Piena Augustra, Piena’nın veliaht prensesi ve şu anki Kılıç Azizi.”
Elma kokulu kız, Nashetania, göğüs plakasını kaldırdı köprücük kemiğinin yakınındaki Altı Çiçeğin Arması’nı gösterdi. “Altı Çiçeğin Kahramanları’ndan biri olarak seçildim. Seninle tanıştığıma memnun oldum.”
“Ben Adlet Mayer, dünyadaki en güçlü insan. Ben de memnun oldum” Adlet kıza sağ elindeki armayı gösterdi.
“Prenses! Ne yapıyorsunuz?! Onun gibi biriyle konuşacak zamanınız yok!” Yaşlı şövalye ikisine doğru koştu fakat Adlet sağ elindeki Altı Çiçeğin Arması’nı ona da gösterdi. Şövalyenin gözleri kocaman oldu ve sustu.
“Hemen gitmeliyiz. Zamanımız kısıtlı.” Nashetania, Adlet’in hücresinin kapısını açtı ve Adlet dışarı çıktı. Yaşlı şövalyenin onları durdurmak için olan çığlıklarını umursamayan çift koşmaya başladı.
“Bizim için at getirdin mi?” diye sordu Adlet.
“Bu taraftalar!” İkisi pencereden atladı ve çimin üzerine indi. Nashetania’nın hizmetçisi gibi görünen bir kadın, iki atı beceriksizce onlara doğru yönlendiriyordu.
“Her şeyi hazırladın demek?” Diye gözlemledi Adlet.
“Evet.” dedi Nashetania. “Yola çıkalım!” Beraber atlarına bindiler ve dörtnala yola koyuldular. Yaşlı şövalye ve askerler onların ardından ayrılış seremonisi, kralın huzuruna çıkmak ve diğer önemsiz şeyler hakkında bağırdı. Onun yanında at süren Nashetania’nın yüzüne bakarken Adlet gülümsedi. Bu kızla iyi geçinecek gibi gözüküyordu.
Görünüşe göre Nashetania da Adlet’e dönüp sırıtırken aynı şeyi düşünüyordu.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.