Seksen Altı Cilt 06 Sonsöz

SONSÖZ

EVİM EVİM GÜZEL EVİM

Çevirmen: Kawaragi

 

 

Doğru adrese vardığında, kendisini tek bir aileye ait olamayacak kadar büyük bir malikânenin kapısında buldu. Kapı, malikânenin içini ve dışını ciddiyetle ayırıyordu; çitleri gökyüzünü işaret eden bir dizi uzun mızrak gibiydi.

Shin kapının önünde hareketsiz kalarak malikâneye baktı. Burası eski İmparatorluğun önde gelen savaşçı klanı, Marki Nouzen’in ikametgâhıydı. Tüm topraklarını ve saray rütbelerini bırakmalarına rağmen Nouzen Hanesi hâlâ tüm bir şehir bölgesine eşdeğer büyüklükte özel mülke sahipti. Ayrıca birkaç özel işletmeye sahipti ve ordu içindeki gizli nüfuzunu koruyordu. Gerçekten de bir zamanlar İmparatorluğun fiili yöneticilerinden biri olan soylu bir haneydi.

Burada hâlâ o ailenin reisi konumunda olan yaşlı bir adam yaşıyordu: büyükbabası.

 

…..

 

Üsten ayrılalı iki aydan biraz fazla olmuştu ama geri dönmek onlara gerçekten evlerinde oldukları hissini vermişti. Bu iki ay boyunca mevsim yaza dönmüştü ve açık pencerelerden içeri hoş bir esinti giriyordu. Rüzgâr serindi ve üssü çevreleyen ormanın içinden geçtiği için yeşillik kokuyordu.

Rüzgârın kendisine doğru estiğini hisseden Lena bakışlarını pencereden tekrar ofisine çevirdi. Tatbikat yapan askerlerin seslerini duyuyor, bakım ekipmanlarının çalışma sesleri ve boş konuşmaları da kulaklarına ulaşıyordu. Üste normal, rutin bir günün karmaşası yaşanıyordu.

“Bir süre yeni bir görevimiz olmayacak, bu yüzden acele etmeyip rahatlayabilirsin Vika.”

Bakışları, salon süitinin kanepesine uzanarak omuz silkmiş olan Vika’ya takıldı.

“Bu zamanı Alkonost’ların manevraları üzerinde çalışmak ve ince ayar yapmak için kullanmayı tercih ederim. Federasyon’un batı cephesi topografya açısından Birleşik Krallık’tan çok farklı. Alkonostların burada başa çıkması gereken çok fazla öngörülemeyen yük ve durum var.”

Bu tür değişiklikler, Saldırı Birliği  birimlerinin Birleşik Krallık’a gönderildikten sonra geçmek zorunda kaldıkları değişikliklerden farklı değildi. Alkonost’lar kuzeyin karlı savaş alanlarında çalışmak üzere üretilmişlerdi, bu da Federasyon topraklarında çalışmaya uygun olmadıkları anlamına geliyordu. Ancak…

Lena’nın endişesi yüzünden okunuyor olmalıydı çünkü Vika ona doğru baktıktan sonra konuşmaya devam etti.

“Tıpkı Birleşik Krallık’ta olduğu gibi, Sirinler de eğitimde ya da operasyonda olmadıkları zaman kapatılır ve hangarda saklanır. Ayrıca eğitim söz konusu olduğunda, bu üssün eğitim alanını değil, buradan daha uzaktaki bir eğitim alanını kullanmayı düşünüyoruz… Nouzen’e yük olmayacağız, o yüzden lütfen suratını asma.”

Lena acı acı gülümsemekten kendini alamadı. Görünüşe göre endişesi bu kadar açıktı.

“Düşünceni takdir ediyorum, Vika.”

“Ne de olsa Nouzen’in yeteneği keşif için çok değerli. Savaş dışında onu zorlamayı göze alamayız, yoksa ona en çok ihtiyaç duyduğumuz anda kırılır… Eh, en azından Lerche’yi umursuyor gibi görünmüyor.”

“Evet.”

Vika muhtemelen haklıydı; Lena’nın tekrar tekrar “Emin misin?” diye sorması ve Lerche’nin sürekli “Kendinizi zorlamıyorsunuz, değil mi?” diye sorması Shin üzerinde aşırı bir gerginliğe neden olmuş gibi görünmüyordu. Hatta kendisine gerçekten bu kadar güvenip güvenmediklerini sorarak alışılmadık bir homurtu bile çıkardı. Lena onu bu kadar sık rahatsız etmesinin tek nedeni tepkisinin sevimli olduğunu düşünmesiydi ama bunu kendine sakladı.

“Eminim Federasyon bile onun bu yeteneğini kontrol etmek ya da bir şekilde mekanik olarak kopyalamak isterdi… İzin verirseniz bunu araştırmaya hazırım.”

Vika öylesine kayıtsız ve şaka yaptığı belli olan bir tonda konuşmuştu ki Lena’dan sert bir yanıt geldi.

“Hayır.”

“Evet, ben de öyle düşünmüştüm.” Prens umursamaz bir tavırla omuz silkerek en ufak bir alınganlık göstermediğini belli etti.

Birleşik Krallık’tan ayrılmadan önce Veliaht Prens Zafar, Lena’ya Vika’nın Yapmasına Asla İzin Verilmemesi Gereken Şeylerin oldukça uzun bir listesini verdi. Lena bilgece, Vika’ya bundan bahsetmemenin en iyisi olduğunu belirtti.

Ne de olsa listenin en üstünde kırmızı yazıyla şöyle bir satır vardı: Vika. Eğer bunu okuyorsan, eminim artık biliyorsundur, ama hiçbir koşulda burada listelenen şeylerin hiçbirini yapmamalısın. Hiçbirini. İstisnasız. Burada yazılanları geniş bir şekilde yorumlamana da izin verilmiyor.

Ve nedense Lena, Vika’nın düşündüğünden iki kat daha tehlikeli olduğunu hissetmekten kendini alamadı. Listeyi iki kat daha önemli kılmak için, hem veliaht prens hem de kralın kendisi tarafından imzalanmıştı. Belge açıkçası Lena’yı dehşete düşürmüştü. Bu çocuk Sirinler’i geliştirmekten başka ne yapıyordu? Merakı korkusuyla eşleşmiyordu bu yüzden, bu soruyu kelimelere dökmeye cesaret edemedi.

“Görevli bir subay gibi muamele görmekten memnun olduğuna emin misin, Vika…? Burada zaten biraz zaman geçirdin. Sana uygunsuz gelen bir şey var mı? Eğer istediğin bir şey varsa, makul olduğu sürece bunu karşılamaya çalışabiliriz.”

Federasyon güçlerini Birleşik Krallık’ta başarıyla konuşlandırmıştı. Bu nedenle Birleşik Krallık’ın pazarlığın kendisine düşen kısmını yerine getirme ve Saldırı Birliği’ne hizmet edecek personeli gönderme zamanı gelmişti. Bu kuvvetlerin komutanı, artık Alkonost birliğinin komutanı olarak görev yapan ve taktik komuta subayına doğrudan bağlı olan Vika’ydı. Saldırı Birliği’nin komuta zincirine yarbay olarak entegre edilmişti.

Rütbesi göz önüne alındığında, kendisine bir saha subayının konaklaması sağlanmıştı, ki bu da elbette bir bölük subayına verilenden çok daha iyiydi. Ancak bu bir askerin standartlarına göreydi, kraliyet ailesinin bir üyesinin değil.

“Birleşik Krallık’ta kraliyet ailesi konaklama konusunda herhangi bir ayrıcalıklı muamele görmez. Belki bir askeri üste olabilir ama cephede bize farklı davranılmaz. Odam ya da gördüğüm muamele konusunda hiçbir şikâyetim yok. Doğaçlama bir üs için iyi bir yer. Ama…”

“Evet, ne oldu?”

“…buralar oldukça sıcak.”

Vika açık ve bariz bir kızgınlıkla konuşunca Lena’nın gözleri bir an için hayretle açıldı ve ardından kahkahayı bastı. Haksız değildi. Kuzeyde büyümüştü ve kısa bir süre öncesine kadar Mayıs Sineği’nin uzatılmış yapay bir kış uyguladığı bir savaş alanındaydı. Ama şimdi, Vika yaz başının bunaltıcı sıcağına atılmıştı ve iklime alışmaya çalışıyordu.

“Bu gülünecek bir şey değil. Kışın ortasında hiç ülkemde bulundun mu? Buranın yerlisi olmayanların bunu ruhu donduran bir soğuk olarak tanımladıkları söylenir. Ülkemizin bazı yerlileri bile bunu söylüyor.”

“Özür dilerim. Yine de bir gün ziyarete gelmeyi çok isterim.”

Bir gün, savaş bittiğinde.

“Evet, ziyarete gel. Geldiğinde bu cehennem sıcağını sevgiyle hatırlayacağından eminim.”

Lena gülümsedi.

“Evet, bir gün.”

Sonra konuyu değiştirdi.

“Saldırı Birliği ve 1. Zırhlı Birlik- yani Yüzbaşı Nouzen bu operasyonun ardından bir süreliğine muharebe operasyonlarından çekilecek. Hem dinlenmek hem de eğitim tesislerinden yararlanmak için komşu şehre taşınacağız…”

“Duydum. Aslında, dün itibariyle izne çıkarılmadınız mı? Sanırım Başkan Zimmerman onları geri dönmeye davet etti?”

“Evet. Shin’in grubunun yasal vasisi o, bu yüzden eve onun yanına döndüler. Shin ve Frederica çoktan geri döndü… Ve bugün Shin…”

Lena gözlerini kapattı, dudaklarında bir gülümseme vardı. Shin şimdiye kadar bu fikri hep reddetmişti ama bugün ilk kez o adamla tanışmak isteyebileceğini söylemişti.

“…büyükbabasıyla tanışmaya gitti. Marki Nouzen.”

 

……

Shin salona girdiğinde duvarda, kılıç sallayan başsız bir iskeletin armasını buldu. Bu tanıdık bir semboldü. Aslında çok tanıdıktı. Shin’in durup farkına bile varmadan ona bakmasına yetecek kadar tanıdıktı. Kendisininkinin temelini oluşturan kardeşinin Kişisel İşareti ile aynıydı.

“Bu arma başlangıçtan beri Nouzen Klanına aittir.”

Ona etrafı gezdiren ve önden giden yaşlı uşak arkasını dönerken açıkladı. Bu çağda giyilmeyen bir frak giymiş, gümüş bir tek camlı gözlük takmıştı ve sırtı dik duruyordu. Bu uşak da yürürken hiç ses çıkarmıyor, yerde kayar gibi, gizlenen bir gölge gibi hareket ediyordu.

“Aynı zamanda efendinin sizin ve ağabeyinin doğumunu kutlamak için gönderdiği resimli kitabın kapağında da yer alıyor. Atalarınızın kahramanlıklarını içeriyordu. Çocuklar için anlaşılır kılmak amacıyla biraz düzeltilmişti elbette… Babanız Cumhuriyet’e kaçtı ama yine de düzenli olarak efendiye mektuplar gönderdi. Efendi inatla hiçbirine cevap vermedi ancak o resimli kitapları gönderdi. Uğurlu olaylar için bir istisna yapmak zorunda kalacağını söyledi.”

“………”

“Ağabeyiniz kitabı pek sevmezdi ama anlaşılan sizin favorinizmiş… Duyduğuma göre Cumhuriyet’e katıldığında birliğinin kişisel nişanında da bir iskelet motifi kullanılmış. Bu resimli kitabı hatırlıyor musunuz? Belki de hala ona bağlı hissediyordunuz?”

“…Hayır.”

Uşak sesinde bir umut ve beklentiyle sordu ama Shin sadece başını salladı. Onu hatırlamıyordu. Hatırlayamıyordu, en azından şimdilik. Ama Rei muhtemelen hatırlıyordu. Shin daha küçükken ona hep bu resimli kitabı okurdu. Shin’in çok sevdiği bu kitabı.

Shin sonunda Rei’nin bu amblemi neden Kişisel İşareti yaptığını anladığını düşündü. İlk başta, Shin bunun ölememesine karşı bir alaycılık hareketi olduğunu düşünmüştü. Ama yeniden bir araya geldikten ve onun tarafından kurtarıldıktan sonra, olayın bu olmadığını düşünmüştü.

Ve artık biliyordu.

 

 

Kardeşim… benden gerçekten nefret ettiğin tek bir an bile olmadı, değil mi?

 

….

 

“Sence Shin çoktan büyükbabasının yanında mıdır?”

  1. Zırhlı Kolordu ve onunla birlikte Öncü Filo önceki günden beri izindeydi. Bu nedenle üssün kantininde çok fazla tanıdık yüz yoktu. Öğle vakti geldiğinde yemekhanede neredeyse kimse kalmamıştı.

Theo, güneş ışığının içeri süzüldüğü pencere kenarındaki bir masada oturuyordu. Onun tam karşısında oturan Kurena ise yan tarafa dönüp baktı. Seksen Altı’nın aileleri ve memleketleri Cumhuriyet tarafından ellerinden alınmıştı. Bu yüzden birçoğunun izinli olup olmadıklarına bakılmaksızın geri dönebilecekleri bir evleri yoktu. Shin gibi bazıları Cumhuriyet’e ilk kuşaktan göç etmişti ve hala bazı akrabaları vardı ama bunlar azınlıktaydı.

Seksen Altı’nın çoğu şu anda üste değildi ama evlerine de gitmiyorlardı. Bunun yerine alışverişe çıkıyor ya da komşu kasabada eğleniyorlardı. Raiden ve Frederica Ernst’in malikanesine geri dönerken, Anju Federasyon’un şehirlerini henüz tanımadığı için ona etrafı gezdiren Dustin’le alışverişe çıkmıştı.

Kurena hâlâ hiçbir şey söylemiyordu. Daha yeni döndükleri için aşçılar öğle yemeği için ellerinden geleni yapmıştı ama Kurena yemeğine dokunmadı bile. Bir şey -burada olmayan birinin düşünceleri- onu rahatsız ediyordu. Theo alaycı bir gülümseme takındı.

“Hadi ama, suratını öyle yapmana gerek yok. Sadece birbirleriyle tanışıyorlar ve biraz konuşuyorlar. Hemen dönecek.”

O kişi Shin’in anne babasını tanıyordu ama Shin hiçbir şey hatırlamıyordu. Shin’e göre, büyükbabasıyla tanışmak ona sadece kaybettiği şeyleri hatırlatacaktı. Ama bu doğru değildi. Bu, kaybettiği şeyleri en azından bir şekilde geri almak için bir fırsattı. Şimdi o anıları geri almak istiyordu. Ve böylece Shin büyükbabasıyla buluşmayı seçti. Şimdiye kadar reddettiği o buluşmaya gitti.

“Sorun değil. Daha yeni gitti. Yakında geri dönecek.”

“…Ama…”

Kurena bir şeyler söylemeye başladı ama sonra sustu. Theo onun ne söylemeye çalıştığını bildiğini hissediyordu. Shin bugün geri dönecekti. Ama ertesi gün durum böyle olmayabilirdi. Ve bugün yollarını ayırmasalar bile, bu bir gün mutlaka ayıracaktılar. O gün mutlaka gelecekti. Aralarındaki bağ kopmayabilirdi; birbirlerine veda bile etmeyebilirlerdi ama döndükleri evler -kalmayı seçtikleri yerler- eninde sonunda farklı olacaktı.

Ve eğer Seksen Altıncı Sektör’de ölmüş olsalardı, o günün gelmesi hiç gerekmeyecekti. Ölüm zamanları farklı olabilirdi ama aynı yerde öleceklerdi. Ölüm kesinlikle hepsi için eşit şekilde gelecekti. İşte bu yüzden bunu hiç düşünmek zorunda kalmamışlardı. Bunu düşünmemeleri daha iyiydi.

 

Yine de hayatta kaldılar. Hâlâ hayattaydılar.

“Bu bizim için de geçerli, Kurena.”

“………”

“Elimizde hiçbir şey yok ama yine de düşünmemiz gerekiyor: Bundan sonra ne yapacağız? …Bundan sonra nasıl yaşamak istiyoruz?”

 

…….

 

Shin yönlendirildiği salona girdi ve onu bekliyor gibi görünen iki figür ayağa kalktı. İçlerinden biri uzun boylu, siyah saçları çoğunlukla beyaza dönmüş yaşlı bir adamdı. Bir çift siyah, şahin gibi gözleri vardı. Onun yanında ise oldukça kısa boylu ve yuvarlak yüzlü, kibar görünümlü yaşlı bir kadın vardı. Beyaz saçları zarif bir şekilde toplanmıştı.

Yaşlı adam, Marki Nouzen, “Siz…” diye söze başladı.

Sorusunda çaresiz, neredeyse yapışkan bir şey vardı. Shin onun ses tonu karşısında biraz boğulduğunu hissetti. Bu soruya nasıl cevap vermeliydi? Sonunda, başını eğmeden önce küçük bir baş sallama hareketi yaptı. Aklına başka bir şey gelmedi.

Bunun farkına varması Shin’in dudağını ısırmasına neden oldu. Böyle olacağını biliyordu ama yine de hiçbir şey hissetmiyordu. Bu adam sözde büyükbabasıydı ama yine de onunla yüzleşmek en ufak bir duygu kıpırtısı bile yaratmamıştı. Kan bağı olabilirdi ama yine de bu adam ona bir yabancıdan başka bir şey gibi gelmiyordu.

Ve bu gerçeğin hatırlatılması onu biraz üzdü. Göğsünün sıkıştığını hissetti.

Ancak Shin’in iç mücadelesinin aksine, Marki Nouzen duygusallaştı ve gözleri yaşlarla doldu.

“Kesinlikle büyümüşsün. Ayrıca onlara çok benziyorsun. Oğlum Reisha’nın ve Maika klanının prensesinin yüzünü taşıyorsun.”

“Saçların ve fiziğin Nouzen soyundan geliyor ama yüzün Yuuna’nınki gibi. Gözlerinin rengi de öyle,” diye ekledi yaşlı kadın şefkatle.

Shin onun yuvarlak gözlüklerinin arkasına saklanmış gözlerinin kırmızı tonunu fark etti. Bir Pyrope’un kıpkırmızı gözleri. Shin, Marki Nouzen’in eşinin -Shin’in büyükannesinin- uzun zaman önce vefat ettiğini duymuştu. İmparatorluğun soyluları farklı soyların karışması fikrinden nefret ettiğinden, yeni bir eş olamazdı.

Shin’in bakışlarındaki kafa karışıklığını fark eden Marki Nouzen anlayışla mırıldandı.

“Bu Marki Gelda Maika… Annenin annesi. Anne tarafından büyükannen. Eğer benimle tanışacaksan, onunla da tanışman gerektiğini düşündüm.”

Marki Maika gülümsedi ve saygıyla başını eğdi. Marki Nouzen dudaklarını hafifçe yukarı doğru kıvırdı.

“Şimdi, nereden başlamalıyız? Ne de olsa senin için biz sadece tanıdık olmayan yaşlı insanlarız. Seninle kan bağımız olabilir ama eminim bize anlatmak istemeyeceğin çok şey vardır.”

“Şimdilik, birlikte çay içelim. Tatlı sever misiniz? Seramızdaki çileklerden yapılmış reçel getirdim. Lütfen hediye olarak biraz eve götürün.”

Kadın gülümseyerek konuştu ancak Shin’in onun bir cevap beklediğini anlaması birkaç saniyesini aldı. Doğru kelimeleri bulmak için dudaklarını araladı. Ona o kadar uzak geliyorlardı ki hâlâ her seferinde ne söyleyeceğini aramak zorunda kalıyordu. Ama cevap vermezse, onlarla gerçek anlamda sohbet edemeyecekti.

Onlara karşı henüz hiçbir duygu hissetmemiş olabilirdi. Onlar ilk kez karşılaştığı yabancılardı. Ancak buna rağmen… bu insanlar annesini ve babasını tanıyordu. Hâlâ mutlu olduğu zamanlardaki hayatını hatırlıyorlardı.

“…Ben şahsen tatlıları pek sevmem. Ama birliğimin maskotu ve amirim muhtemelen bunları yemekten çok mutlu olacaklar… Çok teşekkür ederim.”

Marki Nouzen sıcak bir şekilde gülümsedi.

“Pekâlâ. O zaman bununla başlayalım… Sana damak tadına en uygun yemeği sunmayı çok isterdim ama ne yazık ki tercihlerini bilmiyorum. Baş aşçım şu anda salonda, aklını yitirmiş bir halde duruyor. Ona en azından ufakta olsa bir bilgi vermeliyim. Akşam yemeğine kalacaksın, değil mi? Eğer sana uygunsa, geceyi burada geçirebilirsin.”

“…Hayır.”

Shin bir şekilde büyükbabasının bu sözleri söylerken ne kadar sakin olduğunu, bunları toparlamak için büyük bir cesaret gösterdiğini anlayabiliyordu. Bu da Shin’in başını sallarken çok doğal bir şekilde gülümsemesine neden oldu.

O kız da büyük çaplı saldırıda ailesini kaybetmişti. İzinli olmasına rağmen geri dönebileceği bir evi de yoktu. Bu yüzden o sabah Ernst’e, Theo ve diğerlerini eve getirmeye gittiklerinde onu da davet etmeyi düşündüğünü söyledi.

Onun olduğu yere, Lena’nın olduğu yere gitmeliydi.

 

 

“Bugünlük eve döneceğim… Beni bekleyen biri var.”

 

 

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.