Samayou Shinki no Duelist Cilt 2 Bölüm 0: Giriş

[ A+ ] /[ A- ]

Oğlan, eskiden bir “Ölüm aygıtı” idi.

Onun yüzünde gülümsemeye benzer bir ifadeyi ilk defa, çocuk karşıma çıktıktan bir ay kadar sonra görmüştüm sanırım.

Bu dünyada var olmaya yeni başlamış iki kişiydik; Bab-ı Ali denen Labirent’in sırlarını öğrenmek için kimliğimizi gizlemeye ve oraya bizzat inmeye karar verdik.

Ve günün birinde, tesadüfen, karşımıza bir Cisimsiz Mahluk’un saldırısına uğramış acemi bir araştırıcı çıktı. Düşünmeye fırsat yoktu, savaştık ve adamı kurtardık. Araştırıcının defalarca, defalarca teşekkür ettikten sonra uzaklaşmasını seyrederken, oğlana yandan bir bakış fırlattım: Ağzının kenarı kıvrılmıştı.

“Sen, demin güldün mü bakayım?”

“………”

Oğlan, yüzündeki tebessümü sildi ve suratını, önceki ifadesine geri getirip bana baktı.

“Hımm, güldüğünü sen de fark etmemişsin. Bak bana: Demin, burada duyduğu o his…” İşaret parmağımı uzatıp çocuğun göğsüne dokundum. “…bir filizdi.”

“Filiz mi?”

“Evet, duygu denilen şeyin ilk filizi. Ona su vermeli, büyümesini sağlamalıyız.”

“Büyümesini…” Yüzündeki şaşkın, kararsız ifade iyice belirginleşti. Suratının o hali bana o kadar sevimli geldi ki kıs kıs güldüm.

Oğlan, daha sonraları sayısız Cisimsiz Mahluk’ı kesip biçti, pek çok araştırıcının hayatını kurtardı. Artık “Kar Kılıcının Kralı” adıyla bilinen bir Silahşor, bir kahraman olmuştu.

Herhalde bu, onun için bir dönüm noktasıydı: Onun bir “aygıt” olmaktan çıkıp, bir “insan”a dönüşmek yolunda attığı ilk adımdı.

O ve ben, o yolu beraberce yürüyecektik.

Günlerimiz dolu dolu geçiyordu, beraber mutluyduk. Yaşlanma ve ölümlülük bizi bağlamıyordu, bu yaşantının hep süreceğine inanıyordum.

Ve buna inanmak, yaptığım en büyük aptallıktı.

PROLOG

  Jahar adındaki bronz tenli genç adam dudaklarını kıvırdı. “Doğrusu çok zahmetli şartlar talep ediyorsun.”

  Beş tanrıçaya adanmış Kutsal Mabet: Bu binanın en derin yerinden de ötede, uzay-zamandaki  sıçrama yapılarak varılan bir yerde, bir taht odası vardı.

  Şu an, odanın içinde üç siluet duruyordu: Buranın sahibesi, onun sadık inananlarından birisi; ve burayı misafir sıfatıyla ziyaret etmekte olan Jahar. “Sizden mükafat bekliyorum, o zaten belli bir şey. Ama evvela, benim bu işi yapmam neden bu kadar önemli onu bir söyleyin bakalım, ‘Göğü Yıldızlarla Donatan Tanrıça’ hazretleri.”

  “Nedeni bilmek istiyorsun, demek. ‘Çünkü öyle gerekiyor’ dersem tatmin olacak mısın?”

  “O, kim için gerekli olduğuna bakar.”

  “Tüm dünya için gerekli.”

  “Detayları duyalım…”

   “Şimdilik, bunun dışında bir şey bilmene lüzum yok, Ay’ın Silahşoru.” Kız, yavaşça tahtına otururken soğuk bir edayla böyle söyledi.

  Yaşı on beşten çok, yirmiden azdı. Yüzü düzgün, simetrik ve güzeldi ama şahsından çevreye kibirli ve bencil bir hava yayılıyordu. “Sana verdiğimiz iş ve bilgi ile, efendin olan ‘Tacında Ay Parlayan Tanrıça’ya destek sağlamış oluyoruz. Alt tarafı onun köpeği olan sen, iyiliğimizin ardında başka niyet arayarak küstah etmiyor musun?”

 “Ne yazık ki ben ısırma huyu olan, cinsi bozuk bir köpeğim. Bu yanımdaki arkadaş da, edepmiş görgü kuralıymış öyle ıvır zıvırı kafaya takacak şekilde yapılmamış.” Jahar, aşağılayan gözlerle bakan tanrıçaya ağzını yaya yaya karşılık verdi; ve elinde tuttuğu kızıl renkli koskoca kılıcın yanıyla kendi omzuna pat pat vurdu. Duruşu ve tavrı, bir anda çok tehlikeli bir hal almıştı. O esnada…

“Onu sahiden ısırmamalısın, Bay Jahar. Öyle yaparsan, beni sana gereğince karşılık vermek zorunda bırakırsın.”

Söze karışan kişi acı acı gülümsedi. “Yıldızları Parlatan Tanrıça” Elfride’in yanında hazır bekleyen, temiz yüzlü bir gençti bu. Görünürde bir silah taşımıyordu, can almak ister gibi bir hali de yoktu. “Ayrıca, Elfride hazretlerinin her sözüne karşılık verecek olursan bu görüşme asla bitmez. Biraz kulak verip dinlesen daha iyi olmaz mı?”

“Bilmem ki, iyi mi olur? Ben her şeyi söylemenin, kalpleri ve ruhları ardına kadar açmanın önemine inanırım. Sağ ol ama şu anki tavrım daha eğlenceli.”

“Ben pek eğlenmiyorum, Ay’ın Silahşoru. Ayrıca, sana konuş diyen olmadı, Kai.”

“Emredersiniz. Özrümü kabul buyurun.” Kai adlı genç adam, neşeli neşeli gülümseyerek ağzını kapattı.

  “Eğer bu işi yaparsan, gereğince mükafatlandırılacaksınız. Dilerseniz parayla, dilerseniz Kutsal Emanetlerle. Ayrıca, ‘Ay’ın Halif Birliği’ni kurmanız ve Kutsal Güç toplamanız için size bir müddet yardım edeceğiz. Bu sizin dertlerinizi çözmez mi?” Elfride hafifçe gülümsedi.

 “Bizim dertler çözülüyor da, senin bundan ne çıkarın olacak?”

  “Ben de diğer tanrıçalarla yüz yüze, kıran kırana savaşmaktan kaçınmak istiyorum. İttifak kurmak, müttefik aramak oldukça iyi bir strateji sayılır. Bir de benim verdiğim görevi yerine getirebilirseniz, bundan iyisi can sağlığı demektir.”

  “Öyle de, o görevin içeriği de içerik hani. Bizim prenses hanım hiç hoşlanmayacak bu işten. Bu işin püf noktası onu ikna edebilmek.”

  “Orasını bilmem. Eğer reddedersen, sizinle olan alakamız burada sona erer. Hiçbir şey kazanamazsınız ve durumunuz daha da kötüleşir.”

  “………”

  “Yok, eğer bu işi yapmaya istekliysen bir müddet seni ve ‘Tacında Ay Parlayan Tanrıça’yı koruyabiliriz. Her ne kadar, günün birinde birbirimize düşmanlık etmemiz kaçınılmaz olsa da. Bence bu teklifi reddedecek durumda değilsiniz.”

  Elfride’nin yüz ifadesi, kendini ne kadar üstün hissettiğini ispatlıyordu.

  “Bakıyorum düşündüğün şeyi dürüstçe ifade edememek gibi bir problemin yok. Gerçi haksız da değilsin.” Jahar hafifçe omuz silkti. Durum hiç hoşuna gitmiyordu ama bu kız her şeyin farkındaydı, söylediklerini yalanlaması mümkün değildi. “Sen kavgaya bizim küçük Kaiya’dan daha yatkınsın. Sen ve ben ekip olsak kazanma şansımız hayli yüksek olurdu.”

  “Eğer o sulu göz kızı bırakıp bizim tarafa geçmek niyetindeysen bunu memnuniyetle karşılarım. Bir Silahşorun savaş becerisi çok kıymetlidir.”

  “Şey, ya ben ne olacağım?” dedi Kai, sıkkın bir gülümsemeyle.

  Elfride, Silahşoruna yan gözle bir bakış fırlattı. “Ne yazık ki, bir tanrıçanın Silahşorunu değiştirmesi imkansızdır. Sana gelince Kai, beni doğru dürüst koruman yeterli. Senden çok şey beklemiyorum.”

  Kai aheste aheste: “Hay hay. Başüstüne.” diye yanıt verdi.

  “Böylece, taraf değiştirip değiştiremeyeceğimizi de öğrenmiş olduk.” Jahar, yapmacıksız bir hareketle saçlarını omzunun gerisine atarak konuştu: “İşi kabul ediyorum. Getireceği kâr ve zarar hesaplanınca, bizim açımızdan kazançlı bir alışveriş bu.”

  “Demek öyle. O halde sana güveniyorum. Kai, ona görevin önemli noktalarını açıkla.”

  “Emredersiniz. Şey, ‘Tacında Ay Parlayan Tanrıça’nın ve onun Silahşor’unun paylaştığı bilgiye göre, evveliyatı belirsiz ‘Altıncı Tanrıça’ ve onun Silahşoru kentimizde bulunuyorlar. Bununla ilgili olarak ‘Yıldızları Parlatan Tanrıça’, ‘Tacında Ay Parlayan Tanrıça’dan aşağıdaki görevi yerine getirmesini rica ediyor.”

  Kai, dramatik bir etki yaratmak istercesine duraklayıp, sözüne devam etti.

  “Hangi yolla olursa olsun, Yuuki Takamigahara ve Albertina adında iki kişiyi, tamamen ortadan kaldırmak.”

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.