No Game No Life Cilt 02 Bölüm 22
Bölüm 4
Şah mat
Çevirmen: Uchuujin & Redaktör:ggurcan
Elçilik— hayır, bir zamanlar Elkia’nın kalesi, şimdi “Empire State binası”. Aşağıdan yukarı kadar baktığında Shiro bir yorum yaptı.
“…Boynum ağrıdı.”
“Jeez, neden bu kadar büyük… Bekle, Immanity bu tür bir teknolojiye sahip değil, değil mi?”
Sora şikayet ederek boynunu tuttu, Jibril ilgisiz bir biçimde cevapladı.
“Söylemeye bile gerek yok. Doğu Birliği binayı ele geçirdiğinde birçok kez yeniden yapılandırdı.”
Hmmm… Sora cevapladı, “…Peki, neredeyse emindim… Ama evet, sanırım bu bebeğe girmek zorunda kalacağız.”
“… ? Ne hakkında konuşuyorsunuz?— Ve bekle—-”
Steph, kaşınma belirtisi ile beraber, yeri işaret etti.
“Burada ne yaptığımızı sorabilir miyim?”
–Ve Shiro ve Jibril hiçbir açıklama talebinde bulunmamıştı, Steph’in sözlerini kabul edermiş gibi Sora’ya baktı.
“Ufka, ufak, gözlerimi hayvan kızlara diktim.”
Sora soruyu atlattı ve ileriye yürüdü.
“H— bekle bir dakika, Elkia sınırları içinde olabilir ama bu bir elçilik, biliyorsun!!” diye protesto etti Steph.
“Farkındayım. Ama bu bizim kalemizdi.”
“Ngh, hayır, Y-Yani— bu sınırların ihlali!!”
“Kimse sınırların ihlaliyle ilgili bir şey mi söyledi? Bir randevumuz var.”
“Ne? BU—”
İmkansız. Steph kesilmeden önce kesinlikle bunu söyleyecekti.
“Doğru mu— Babalık?”
Sora’nın dediği gibi…
…Dev yapının kapısı açıldı ve bir figür ortaya çıktı.
“—Hoş geldiniz, Elkia’nın Kralı Sora ve Kraliçesi Shiro.”
Gri saçlı, kurt kulaklı, fıça gibi kuyruklu, hakama giymiş bir Werebeast giriş basamaklarından dört kişi yüksekliğine kadar inmiş ve derinden selamlamıştı.
“Sizinle tanışmak bir zevktir. Elkia’nın Doğu Birliği büyükelçi yardımcısıyım— Adım Ino Hatsuse.”
Böylece yaşlı adam— Ino Hatsuse- saygılı bir biçimde konuştu.
“Uh, ne? Nasıl bağlantı kurdunuz? !”
Sora Steph’in neden bu kadar heyecanlı olduğunu bilmiyordu ama cevapladı:
“Biliyorsun, bu sabah, ben kütüphanenin balkonundayken bu adam kütüphaneye bakıyordu.”
—Huh?
“O zaman sinyal verdim. “Bir dakika içinde orada olacağım” ve babalık kafa salladı. Ve bir randevumuz var.”
“…Um, hayır, mantıklı değil.” diye itiraz etti Steph.
“H- bekle bir dakika. Kütüphaneden buraya otuz kilometre var!”
“Haklısın. Werebeastlerin gözlerinin bu kadar iyi olduğunu gördüğümde şaşırdım.”
-Hayır. Önemli olan bu değildi. Eğer Werebeast hakkında konuşuyorsak, o zaman sıkıntı yok. Ama soru. Sora nasıl bunu görebildi? Ama bunun en ufak bir şekilde bahsi geçmeden. Ino sanki detayları çoktan biliyomuş gibi sakince cevap verdi.
“Benim anladığım Elkia’nın Doğu Birliği büyükelçisiyle bir işi var— Izuna Hatsuse.”
Böylece— Ino amaçlarını ön gördü. Ino’nun kısık gözleri, Werebeastlerin zihin okuyan gözleriyle karşı karşıyaydılar.
Steph bir süre nefes alamadı. Onlar— evet, Sora gibiydiler, hayır, hatta daha da fazlası. Her şeyi görebilirmiş gibi görünen gözler, kafasının içine bakıyor gibiydi—
“Anlaşabildiğimize sevindim. O zaman, hadi gidelim; yolu göster.”
Ancak, o gözlerden etkilenmeyen Sora, onları yüz üstü bıraktı, yoksa Inoya ne derledi?
“—Hadi bu tarafatan, lütfen.”
Diyerek onları içeri davet etti.
꙱꙱꙱
Girişteki, lobiden geçerek, asansöre bindiler. Seksene kadar çıkan düğmelerin arasından, altmışa bastı ve asansör hareket etmeye başladı.
“Uh? ! B-Buda ne? Yer hareket ediyor? !”
Tek başına afallayan Steph’i görmezden gelerek, Ino konuştu:
“Söylemeliyim, bir dahaki sefere ziyaretinizi resmi prosedürlere uygun yaparsanız seviniriz.”
Bu sözlerle, ima ettiği şey ve öyle bir şey değildi, şaşırtıcı bir şekilde tepki gösteren Steph idi.
“Bazı konuşmalar. Doğu Birliği hiç resmi prosedürlere cevap verdi mi?!”
Steph’in alaycı sözleriyle tamamen kafası karışmıştı, Ino Stephin gözlerine baktı ve konuştu.
“—Ne, aslında ima ettiğin… ?”
Ino, Stephin gerçekte ne söylediğini anlamak için düşüncelerini okuyormuş gibiydi, Steph bir an için ruhunu okuyan gözlerden kaçındı, ama yine de tüyleri diken diken oldu.
“T-Tabii ki verdik! Büyükbabanızın saltanatı boyunca ticaret ve diplomasi için birçok mektup gönderdik, ama bir kez bile geri dönüş alamadık. Cahil numarası yapmaya nasıl cürret edersin!”
“…En içten özürlerimi sunarım. Bir dahaki sefere sorularınızı direk bana iletin lütfen, Ino Hatsuse.”
Bununla beraber Ino iç çekti ve elini alnına koydu.
“Biliyorsunuz, olaylardan sonra Elkia ile aramızdaki düşmanlığı aşmak için birçok girişimde bulunduk… Önceki kralla oynadığın son oyundan beri, bir mektup bile almadık…”
“Ne–! Sen yalan—”
“Mektupların düşük mevkiler tarafından imha edildiğini düşünüyorum. Bunun bir bahanesi yok; bu ağır suçu işleyenleri tespit ettik ve cezalarını kestik. Bağışlanma için yalvarıyorum.”
Ino cümlesini bitirdiğinde, Steph şüphe duymayı kesti, yüzünde utanç ve öfkeyle sustu.
–Gerçekten bilmediği ortaya çıktı.
“Gerçekten harika bir ülke; tam da Werebeastlerden beklediğim gibi.”
Jibril’in art niyetli espirisinden sonra, Ino’nun bakışları sinsice keskinleşti.
“Bekle, Steph, ‘Bu olay’da ne? ”
Sora, mektupların gelmemesi nedeniyle randevu alınamayacağını varsayar gibi konuştu.
“…Kalemizi kaybettikten sonra yeniden yapılanmayı kast ediyor.”
Acı içinde iç çekerek Steph açıkladı.
“Elkia, kaleden daha büyük bir elçiliği sahip olmanın millet olarak haysiyetimizi etkilememesi açısından yeni bir kale inşa etti.”
“Hmm, şu anda sahip olduğumuz kale, değil mi?”
“Bunun cevabı, Doğu Birliği büyük çaplı bir tadilat yaptı ve sonra tekrar burnumuza soktu… Konu inşaat teknolojisine geldiğinde Elkia onların rakibi değildi, yani, peki, biliyorsun, bir şeyler oldu.”
“Oh, evet, bu olaylardan nefret ediyorum; gerçekten sinirlerimi hoplatıyorlar…” diye mırıldandı Sora.
Bu, Jibril’e başka bir iğneleme için fırsattı. “On dördüncü sırada olan Werebeastlere on altıncı sırada olan Immanity’i aşağı görme eğilimleri çok rahatsız edici.— Efendimin kitaplarının birinde kesinlikle böyle bir şey okuduğumu hatırlıyorum.”
Jibril, ikrar bir gülümsemeyle birlikte söyledi:
“—- ‘Tencere dibin kara, seninki benden kara.’”
Hah-hah-hah, Ino güldü ve cevapladı:
“Ne kadar da uygun; daha fazla katılamazdım. Ve bunun altıncı sıralama tarafından söylenmesi. Ne kadar zekice”
Ama devam etti Ino:
“Bu durumda, bir yığın kitabın altında gökyüzünde yüzen meraklılar burda tencere oluyor, diye sanıyorum.”
“Hee-hee; kendinizi bu kadar yormanıza gerek yok; istediğiniz kadar açık konuşabilirsiniz.” diye cevapladı Jibril, gülümsemesinde bir çatlak oluşarak.
“Bu, sıralamayla, yaşam süresi, fizikel yetenekler, bilgi, bilgelik… her şeyde senden daha aşağıdayız, bir Flugelden, fakat sefil, aşağılık canlılar yeryüzünde sürünürken, bulabildiğimiz birkaç yaşam formuna aşağılama iznini verin lütfen!!”
“Hah-hah-hah, tüysüz maymunlarla beraber yaşayan sizin gibi kusurlu türden böyle değişik bir bakış açısı duymayı beklememiştim. ”
“Neden, evet senin gibi dar görüşlü melez hayvanlar için, kesinlikle gözünü açmış olmalı!”
“Hah-hah-hah!”
“Tee-hee-hee!”
“…Hey, Steph”
“…Bilemem, ama ne var?”
“Sadece benim için mi, yoksa bu dünyada fazla gerginlik mi var? Ayrıca, tüysüz maymunla bizi mi kast etti?”
“Neredeyse sonsuzluktan beri şavaş olan bu dünyada, maviden savaşı yasakladığında, bazı kinler kaldı…”
—Aslında hiçbir şeyden bahsetmedi—
“…Onlar Ixseedler arasında en kana susamış iki ırk.”
İkinci soruya gelirsek— Steph, yanıtın gerekli olmadığını göstermek için başını salladı.
“Hee-hee-hee, şiddet yasaklandığından beri çocuklarınızın daha rahat uyuduğundan eminim.”
“Hah-hah-hah, belki de, öldürmekten başka hiçbir becerisi olmayan ve emekliliğe ayrılmış olanlardan daha iyi.”
…—–
İki kardeş, Sora ve Shiro, ikisi de aynı şeyi düşündü: Bu dünyadan şiddetin yasaklanmasına şaşmamalı.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.