No Game No Life Cilt 02 Bölüm 20

Çevirmen: Uchuujin & Redaktör: ggurcan

Elkia Büyük Ulus Kütüphanesi. Steph birçok kez buraya gelmesine rağmen, bazı sebeplerden dolayı sessiz adımlarla girdi. Bu durumda, Sora ve diğerleri muhtemelen her zamanki gibi arkadaki odalarındadır. Bu varsayımla odaya doğru süzüldü ve kapıyı aralık buldu. İçerisini dikizledi, Sora, Shiro ve Jibrili gördü.

“Sahibim, dinlenmenizin zamanı gelmedi mi?”

“Mm… Sadece biraz daha…”

Ama kitabın sayfasını çevirdi, haritaya durmadan baktı, Sora dalgın bir biçimde yanıtladı. Shiro onun kucağındaydı, uyuyordu, sayfalara gömülmüştü, Jibril üstüne bir yorgan örttü ve konuştu.

“Önceki kralın ne kadar zor olduğuna bakmadan yaptığı aptallıkları savunmak zor olacak.”

Jibril sanki Stephin orda olduğu biliyormuş gibi bir bakış attı, Steph nefesini tutarak saklandı.

…Sanki bir Flugelden saklanabilirdi. Ama en azından Sora fark etmemişti. Sora herhangi fark etme belirtisi göstermeden cevapladı, küçük bir sevinçle.

“—Yapmaya çalıştığım şey bu değil. Sadece komik bir şey fark ettim.”

“Bu durumda…’bir şey bulmanız’ Dora için değil mi?“

“Ben sadece hayvan kulaklı krallığını feth etmek için kayıtları inceliyorum.”

Sora, kurnaz Jibrile öfkeyle bağrındı.

“Peki,’Komik’ ile ne kastetmek istediniz?”

“Bak şimdi… Burda birkaç şey var.”

Jibril keyifle gülümedi, Sora taş gibi bir yüz ile cevapladı:

“Sabah dediğim gibi—Neden Doğu Birliği oyuncuların hafızasını siliyor?”

Bu meydan okumaktan caydırır. Amacı anlaması zor Soranın sorusundan sonra, Jibril elini çenesine oydu ve dikkatli bir şekilde düşündü.

“Belkide ozamana kadar kendilerine istikrarı bir yer kurup, oraya kendilerini kapatmak istiyorlar. ”

“Evet. En açık cevap bu ve geçen on yılda sadece Elkia onlara meydan okudu.”

Eğer bu onların planı olsaydı, başarılı olduklarını söyleyebilirdin. Ama öyleyse, eski kral neden meydan okumaya devam etti?  Ayrıca neden Sekiz kere?

“Peki, biliyorsunuz, Immanity kafasıyla, herşey mümkün.”

“Kafamı vurduğum sırada tam olarak düşündüğüm şey buydu. Ama bu garip”

Sora, kendini beğenmiş Jibrile ifadesini değişirmeden cevap verdi.

“Sekiz sefer—Bu, milyonlarca insanın hayatını omuzlayan saygın bir insanın, hayal kırıklığı yaratmak için göze alabilceği bir sayı değil. ”

“—…”

Sora onun fikrini dinlediğine dair belirtiyi görünce, kapının arkasındaki Steph sessizce şok geçirdi.

“Bu yüzden Doğu Birliğinin kıta alanını araştıdım.”

Sora haritayı işaret etti.

“İlk olarak, bu, armatit denen bir metal için maden, değil mi… Bu eski kralın ilk bahse ettiği yer.”

Jibrilin kitabına göre, armatitin erime noktası üç bin dereceydi. Böyle bir metali işlemek Immanitynin yeteneklerinin üstündeydi—Diğer bir deyişle, bu dağ onlar için değersizdi.

“Sonraki, bu büyük düzlük Doğu Birliği için büyük ölçekli çiftlikleri var; onlar için önemli bi besin kaynağı… Eski kralın ikinci bahse ettiği yer.”

Şimdilerde, Doğu Birliği toprağı bayındır etmiş ve onu bir düzlüğe dönüştürdü, ama oyun zamanında bir bataklıktı—Diğer bir değişle, değersizdi.

“Bu kömür madeni üçüncü Tekrar, Immanitynin henüz kullanamayacağı bir kaynak. Ve dördünce seferde, beşinci sefer ve altıncı seferde aynı… Ta ki sekizinci sefer saryı bahse edene kadar, eski kral—asla değerli birşeylerin üstüne bahse girmedi.”Çoğu önemsizdi. Dedi Sora, haritaya vurarak:

“Doğu Birliğinin toprakları değilde—Aslında Elkianın topraklarıydı.”

–Gerçekten de, Doğu Birliğinin bu kıtada sahip olduğu bütün topraklar, eski kraldan aldıkları topraklardı.

“Yani, önceki kralın Doğu Birliğinin ihtiyaç duyduğu bütün kaynakları onlara teslim ettiğini mi söylüyorsun?”

“Sonunda, evet. Ancak, ozamana kadar, Doğu Birliğinin kıta üzerinde hiçbir toprakları yoktu, değil mi?”

Kastedilen.

“Tuzağa düşen taraf—Doğu Birliği idi”

Bu tür bir inşaat teknolojisine sahip yüksek teknolojili bir ulus, üç bin derecelik erime noktasına sahip kaynakları kullanabilir—bu gelişmiş uygarlık kıtanın kaynaklarına ihtiyaç duyacaktır. Herşeyin oyunlarla belirlendiği bu dünyada, ticaret bile oyunlarla karar verildiğinden, Doğu Birliği savunmada kalacaktır.

“Ama Eski kralın düşündüğü tek şey”Doğu Birliği bir deniz halkıydı.””

Mantıklıydı: Daha fazla deniz kaynağı ve teknoloji elde edeceklerdi. Bu makul bir durumdu. Bunu haricinde eğer Doğu Birliği tuzağa düşmüş olsaydı, onarı daha fazla şey için sıkıştırabilirlerdi. Bunu neden sekiz kere yaptı? Immanitynin değersiz topraklarını azar azar elinden çıkararak.

“Bazı sebepleri olmalıydı…”

Neden —Doğu Birliğ kabedenlerin anılarını siliyor? Neden—Elven Gard dört kez meydan okudu? Neden—…hayır bekle. O değildi.

“Neden… Eski kral sekiz seferde durdu?”

Diğer bir açıdan bak. Onlar neden meydan okumadı, neden bu kadar çok zorladı? Sekizinci sefere kadar, Kraliyet sarayını bahse edene kadar, değersiz şeylerle bahse girdi. Yedinci kez veya dokuzuncu seferden sonra durmuş olabilirdi. Neden sekiz—?Sora bunları düşünürken hipnotize oldu.

“Ya eski kral—anılarını kaybetmemiş ise?”

Haritayı çıkardı, topladığı verilerle karşılaştırdı. Birkaç yıllık sınırlara baktı, tahminlerini doğrulamak için hızlıca düşüncelerini susturdu. Hipotezinin boşluklarla doluydu, gözde geçirmeye değerdi. İki tane büyük delik vardı. Hafızasının silinmesini nasıl engelledi? Ve—

Bu arada, öfkeli Soraya, Jibril tereddüt ederek fısıldadı:

“Sahibim, Bir Immanity için hu teori.”

“—Mm, huh? Bu ne demek aniden?”

Sora, şarşırarak, düşünce trenini durdurdu ve Jibrile baktı.

“Ancak, bunlar bir Immanitynin harektet geçmeden önce düşünemeyeceği kadar derin düşüncelere, sahibim.”

Bu Sorayı kontrol etmenin dolaylı bir yoluydu, çünkü kendini önceki kralın aptallığını anlamlandırmaya zorlamıştı. Bu onu doğru yolda tutmak için bir kölenin söyleye bileceği en doğru şeydi—Jibril, efendisinde güvensizlik oluşturmadan, efedisini azarlamıştı.

“Ama bazıları öyle ve genellikle onları kimse anlamaz.”

Bu sefer, Sora tablette düzenlediği verilere bakıyordu.

“Ama onları anlamaya çalışmak benim görevim.”

Sonra sessizleğe kapılan Jibilin aklını okuyormuş gibi devam etti.

“Jibril, tamam söylediğinde sıkıntı yok.”

“Sinsi, güçsüz, rezil hayvanlar—Bu dünyadaki insanlara nasıl inanabilirsiniz ki, hem fiziksel olarak hem de zihinsel olarak düşük hayvanlardan bir şey değilsiniz, bu söylemek istediğin şey idi, değil mi? ”

“—Hayır, kesinlikle değildi…”

…Kesinlikle öyleydi. Ne de olsa, Önceki kralın ne tür bir aptallığı üstlenmiş olursa olsun, Immanityden ne bekleyebilirsiniz? Jibril kendinden daha düşük bir yaşam formu olan Immanitye hizmet etmeyi seçmişti, ama tüm geleneksel bilgeliği bozan iki bilinmeyen olan Sora ve Shiroya, Sora bir sonraki sözlerinde:

“Cevap basit—İnsalara inanmıyorum.”

“Ne?”

Ne Jibril ne de Steph kulaklarına inanamadılar.

“Muhtemelen Shiro ve benim başka dünyadan geldiğimiz için bu dünyadaki Immanityden farklı olduğumuzu düşünüyorsun, ama tamamen aynıyız. Herkes, her yerdekiler, hepsi aptaldır, inanılmaz derecede ahlaksız hayvanlardır—Bende dâhil.”

Shironun gözünde Soranun vazgeçtiği, kendisinden başkası değildi. Derin bir umutsuzlukla.

–Onların eski dünyası, fiber optik ile çevriliydi, sınırları zorluyordu, inanılmaz zeka ve bilgelik ile yaratılmış bir medeniyetti. Yine de teknolojinin bu muazzam bilgi akışı onlara nasıl daha aptal insanlar olabileceklerini öğretti.

“…İnsanlar boktandır. Hangi dünyaya giderseniz gidin bu değişmez.”

Sora bu sözleri tükürdükçe, Steph anahtarı sıktı.

–Herşeyden sonra Soraya büyükbabasının anahtarı için güvenemezdi. Bu adam… Güvene layık olamazdı. Steph bu düşünceler ile kapıdan uzaklaşmaya başladı…

“Ama potasiyeline inanıyorum.”

…Soranın sözeri onu tuttu. Jibril, zemini izleyen soranın yanına oturmak için diz çöktü.

“Kanıtıda—burda.”

Sora dizinde, nazikçe nefes alan, uyuyan Shironun kafasını okşadı. Küçük kardeşi, küçük kafası büyük bir bir bilgi kütlesiyle doldurunca tükenmişti.

“Eğer bütün insanlar benim kadar işe yaramaz olsaydı, uzun zaman önce çoktan kendimi asmıştım.”

Umutsuzluk ve hayal kırıklığı bir abinin kardeşinin kafasını okşarkenki yüz ifadesine bırakmıştı—Tamamen farklı biri gibiydi.

“Bu dünyada, Bazı…”

Bunlar nazik bir abinin gözleriydi, sanki ışığa bakıyormuş gibi gözlerini kıstı. Umutlarını ve hayallerini gördü… Solgun bir kızkardeş, göğsü yükseliyor ve alçalıyor.

“Bazıları—o gördüğün aptallık ve iğrençliğin sebebi, öğrenmenin cisimleşmesi, bu özel ilahi potansiyel, umut, fantezi, hepsi bu küçük bendende… Gerçekte olan bu”

“…”

“Görüyorsun, ben bir aptalım, peki.”Acıklı bir şekilde güldü.”Onları tespit etmekte çok iyiyimdir. Dünya gerçekten aptallarla dolu—okadar hüzünlü ki.”Dedi Sora.

Ama sonra.

“Ve henüz… Bu kız farklı.”

Elini nazikçe kucağındakinin başından geçirerek devam etti

“Shiroyla tanıştığım gün—sekiz yıl önceydi.”

Soranın yüzü rahatladı, sanki dün olan bir şeyi düşünüyormuş gibi.

“Sadece üç yaşında olan bir çocuktu… Adımı duyduğunda ilk söylediği şeyin ne olduğunu biliyor musun?”

…Sen gerçekten…”Boş(Sora)”sun…

—Anlayamadı. Jibril kaşlarını birleştirdi. Sora bir kahkaha ile açıkladı.

“Bu çocuk, üç yaşında çoktan bir poligot(birden çok dil bilen) idi, ismim olan Soranın diğer anlamını kullanarak bana hakaret etti, cezamı kesti ve herkes gülüyordu—komik değil mi?”

Bu kelimelerden sonra Sora, öfke veya utanç duymadan, çılgınlıktan ziyade cesurca bir gülümseme ile konuştu.

“Kalbim tekledi. Çok heycanlıydım—‘gerçek şey’gerçekten vardı.”

Onlar daha nasıl yaptığını anlamadan küçük sanrılarının ötesine geçen. ’Nasıl yapabiliyorsun?’diye soranları ezip ’Sen nasıl yapamazsın?’ cevap veren, imkânsızı yakalayabilecek, farklı dünyaları görebilcek biri.

“—‘Gerçek şey’in abisi olabilmek için…”

Gergin bir gülümseme ve aynı zamanda bir çözüm ile.

“Buna değer olmadığımı biliyorum, ama olmak istiyorum. İnanmaya karar verdim. Bunu düşündüm, ne kadar değersiz olursam olayım, eğer hayatımı anlamaya adarsam, belkide olabilirdim—beki kız kardeşim değilim ama nerdeyse…”

“Yani ben insanlara inanmıyorum.”

–Tıpkı kendisine inanmadığı gibi

“Ama onların potansiyellerine inanıyorum.”

–Tıpkı kardeşine inandığı gibi

“İnsanların potansiyelleri sınırsız İki yöndede sınırsız, olumlu ya da olumsuz.”

Böylece insanlar sonsuz bilge veya sonsuz aptal olabilir—ve böylece…

“Yani belki, eğer olabildiğince aptal olursam, olabildiğince bilge olan kardeşime yetişebilirim?”

—Evet. Tıpkı bir döngüye giriyormuş gibi. Sora çekingen bir biçimde konuştu, küçük kardeşini okşadı, Jibril onları derin bir ilgiyle izledi.

–Muhtemelen ozaman, kendisininde sadece on yaşında olduğu gerçeğinin ihmal ettiğini fark etmemişti. On yaşındaki çocuk, üç yaşındaki çocuğun sözlerini çözüp kabullenmişti. Buna ek olarak, ona saygı duymaya karar vermişti.Aynı yöntem ile kazanamayacağını görüp hemen yeni bir yol aramıştı.Böyle birşeyi…Kim böyle bir şey yapabilirdi…onlara ne derdi?Kendini aptal olarak gören bu adam—Muhtemelen farkında değildi.

“—Anlıyorum, yani aptal ve dahi paranın iki yüzü gibiler—Bunlar derin kelimler.”

Soranın tavana bakışını gören Jibrilin kendini arayışı bitti. Gözlerini kıstı, kütüphanenin ışığında, yıldızlı bir gece görüntüsündeydi, Sora bir hikaye anlattı.

“Bizim dünyamızda—insanlar uçabilir ve tanrısal bedenleri olmadan.”

“—Gerçeği söyle… Buna inanamam.”

“Evet. Kimse inanmadı. Kendimiz bile.”

Ama buna inananlar vardı. Hayallerine inanlar. Gökyüzünün sınırına bakarken, kanatlarla doğmadıkları için dahada heveslendiler. Sonunda, insanlar, kendi elleriyle çelik kanatlar yaptılar ve gökyüzüne yükseldiler. Ve sonra daha yükseği, daha fazla hızı umarak, gezegenin ağzını açık bıraktılar. Çünkü onlar hiçlik içinde doğdu, kendilerini hırsla doldurdular—ve diğer tarafa gittiler.

–Eğer sende yoksa onu ara.

–Eğer bakarsan ve bulamazsan, kendin yap.

–Eğer denersen ve hala elde edemezsen, dünyanın sonlarına bakarsın.

Hiçlikten doğdular. Bu gerçek gururlu, zayıf insanların potansiyelinin kanıtıydı.

“Onu bulan bazı insanlar var. Benim gibi değil, gerçek şeyle karşılaştıramaz bile.”

Anlamaya çalışmak bi suç değil. Çünkü onların sözleri—açıklayamadıkları için kendilerine açıktı.

“Yani, onu elde etmeye çalışan sıradan insanlar olarak bizim görevimiz bu. ”

Bu durumda—

“Bir şeyi yapmadan önce inanmalıyız. Eski kralada, tabiki.”

Sora gülümseyerek, haritaya bir bakış attı. Jibril gözlerini kapattı, elinde fantastik bir ışık yarattı ve Soranın çalışmalarını aydınlattı.

“Siz neye inanıyorsanız bende ona inanıyorum, Sahibim ve hanımım, Eğer siz Immanitye inanıyorsanız, sizi sonuna kadar takip edeceğim. Bu bir şey değil.”

Kapının dışından mübadeleyi dinleyen Stephin aklında. Büyük babasının bir görüntüsü belirdi, aptal olarak etiketlenen ama sıcak ve büyük. Nazik, sıcak, herzaman insanlara inan bir adam.

–…Kalpten inanabileceğiniz bir Immanity…

Soğuk, herzaman insanlardan şüphe duyan, herşeyi hesaplayan adam, şimdiye kadar büyük babasından farklıydı, ama bazı nedenlerden, Sora insanların potansiyeline herkesden daha fazla inanıyordu. Ona vermek doğru olur mu—Büyük babamnın bıraktığı anahtarı? Steph hala ne anlama geldiğini bilmiyordu—ama. Sorabüyükbabasının onayını alır mıydı? Büyükbabası ona “Doğru adamı seçtin.”…der miydi?

“…Sora”

Kreeek… Jibril sinsice gülümserken ve Sora irkmiş gibi gözükürken, Steph elleriyle kapıyı açtı. Steph basitçe—kafasında oturttu ve konuştu.

“Senin için birşeyim var.”

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.