No.6 Cilt 1 Bölüm 5-A
Işığın Şehri
Yemekten sonra Nezumi, petri kabını getirdi ve Shion’un önüne bir cımbız koydu.
“Senin içinde açtığım kesikten çıkarttım. Açmayı dene. Senin uzmanlık alanına giriyor.”
“Benim alanım mı?”
Petri kabında, iki santimetrelik siyah, lifli bir şey duruyordu. Shion cımbızla onu çekti. Sümüksü siyah yapı sarkıyor ve yarı erimiş gibi görünüyordu. Yakından incelediğinde Shion, belli belirsiz bir detayı fark etti.
“Bu şey… kanat mı?”
“Öyle görünüyor. Emin değilim. Bu da çıkardığım diğer şey.” diye ekledi Nezumi. “Buna ne diyorsun peki?”
Bu seferki, başka bir siyah yumruydu. Sertti, kozaya benziyordu. Üzerinde bir şey tarafından delinmiş gibi görünen bir açıklık vardı.
“Pupa, sanırım.” dedi Shion yavaşça.
“Pupa mı? Güve ya da kelebeklerin yaptığı gibi mi? A dur, kelebekler koza yapar.”
“Kozalar, pupanın dış kabuğudur.” diye açıkladı Shion. “Embriyo, larva, pupa ve imago—çoğu böcek bu gelişim evrelerini sırayla geçirir. Bu… muhtemelen bir tür arı.”
“Açsan diyorum?”
“Cismin başından itibaren kanatlara dair işaretler var. Zar yapıları… dört tane olmaları… ve hepsinden önemlisi—” Shion yutkundu. “Kendi gözlerimle görmüştüm. Yamase-san’ın ensesinden çıkan siyah arıyı.”
“Ve bu arı ile bu siyah şey aynı mı?”
“Hatam yoksa, öyle. Pupa aşamasında gelişimini tamamlayamamış. Kabuğunu yiyerek dışarı çıkmaya çalışmış ama tam olarak erişkin hale gelememiş.”
“Neden?”
Neden? Haklıydı. Yamase’nin içinde yumurtadan çıkıp başkalaşım geçirerek imago (erişkin) hâline gelen arı neden burada gelişimini tamamlayamamıştı? Tesadüf müydü? Yoksa—Shion başını iki yana salladı.
“Bilmiyorum. Parazit organizmalar hakkında bildiklerim sınırlı. Bildiğim tek şey, insanları konak olarak kullanabildikleri.”
Nezumi, gözünü kırpmadan petri kabına baktı.
“Parazit arı…” diye mırıldandı. “Ben arıların sadece bitki özünden beslendiğini sanırdım.”
“Onlar sadece bir tür—bal arıları. Çoğu arı, ya da şu durumda yaban arısı, avcıdır ve doğada yalnız yaşar.”
“Ve bunlara parazit yaban arıları da dahil mi?”
Shion başıyla onayladı. Nezumi’nin soruları kısa, doğrudan ve kolaydı; Shion’un açıklama yapmasını da kolaylaştırıyordu. Ancak bu sorular tam hedefe yönelmiyor gibi görünse de onu oraya doğru yaklaştırıyordu. Her cevabıyla Shion, köşeye daha çok sıkışmış hissediyordu. Sanki bir noktada ağzından korkunç bir şey kaçıracaktı. Ama geri çekilemezdi. Gördüklerini görmezden gelemez, hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Araştırmak ve harekete geçmek zorundaydı. O, bunu bizzat yaşamıştı. Paraziti taşımış, onunla savaşmış ve hayatta kalmıştı. Ve savaşın nişanesi olarak, bedeninde kızıl sarmallar belirmişti. Evet, bu bir damgaydı.
Nezumi’nin yüzü ona dönüktü. Shion bakışlarını kaçırarak konuştu:
“Parazit yaban arısı türlerinin sayısının yaklaşık 200.000 olduğu söyleniyor. Arılar ve karıncalar gibi zar kanatlılar (Hymenoptera) oldukça uzmanlaşmış canlılardır ve hâlâ keşfedilmemiş on binlerce tür olduğu biliniyor. Bu özellikle parazit yaban arıları için geçerli—en azından duyduğum kadarıyla.”
“Yani, buradan ne anlayacağımızı tam olarak bilmiyoruz.”
“Kesin olarak hangi tür olduğunu söyleyemeyiz.”
“Yine de tahmin edebiliriz.”
“Tahmine güvenebileceğimiz bir temelimiz olsaydı, evet.” diye yanıtladı Shion.
“Neden? Sen bizim en iyi temelimizsin.” dedi Nezumi, sahte bir coşkuyla. “Peki nasıldı, bir parazite ev sahipliği yapmak? Yeni bir tür olup olmadığını söyleyebilir misin?”
“Bazen gerçekten dayanılmaz oluyorsun, farkında mısın?” diye huysuzlandı Shion.
“Şey, sen de hep sinir bozucusun. ‘Kesin olarak söyleyemeyiz’ mi? Saçmalama. Hiç mi tehlike sezgin yok? Bu arılar insanları öldürüyor.”
“Çoğu parazit arının yaptığı gibi.”
“Ne?”
“Parazit olarak sınıflandırılan yaban arılarının çoğu, teknik olarak parazitoidtir. Gelişimlerini tamamlamak için yalnızca bir konakçıya ihtiyaç duyarlar. Ve gelişimlerinin sonunda—istisnasız—onu tüketir, öldürürler.”
İçten içe tüketir ve öldürürler. Bunu sesli söylemek ürkütücüydü.
“Konakçı? Ne gibi?”
“Bir sürü örnek var. Güveler, kelebekler, karınca larvaları, meyve sinekleri… Ichneumonoidea ailesine ait bir tür olan Rhysella approximator, Xiphydriidae ailesinden bir başka türün larvasına yumurtasını bırakır ve onu konak olarak kullanır.”
“Yani bir yaban arısı, başka bir yaban arısını sömürebilir mi?”
“Sadece bu da değil. Aynı Ichneumonoidea ailesine ait Pseudorhyssa alpestris adlı başka bir tür de, Rhysella’dan hemen sonra aynı larvaya yumurtasını bırakır. Ve onun larvası hem Rhysella’nın larvasını hem de Xiphydriidae’yi yer.”
“Yani aynı tür olmalarına rağmen birbirlerini katlediyorlar… vay be. Ben sadece insanların birbirini öldürdüğünü sanırdım. Peki…”
“Hm?”
“Parazit yaban arıları insanlara da saldırır mı?”
“Böyle bir şey hiç duymadım.” diye yanıtladı Shion. “İnsanlara parazitlik yapan pek çok organizma var—virüsler, bakteriler, keneler, pireler vesaire. Sadece bir kez, bir çocuğun kafasına yumurtasını bırakan bir bülbül sineği vakası duymuştum. Yumurtadan çıkan larva çocuğun beynine ilerlemişti ama o da istisnai bir vakaydı. Hiç yaban arılarının böyle bir şey yaptığını duymadım. Asıl soru şu olmalı…” Shion düşünceli bir tonla devam etti: “…en başta insan bedenine yumurtalarını nasıl bırakıyorlar? Ovipozitörle deriyi nasıl fark edilmeden deliyorlar?”
“Buna dair hiç mi bir anın yok?”
“Yok. Hiç acı ya da irkilme hissetmedim. Bir yaban arısı tarafından sokulduğum aklımdan bile geçmezdi.”
“Yani yumurtalarını tamamen fark edilmeden bırakmışlar.”
“Üstelik, şaşırtıcı bir hızla büyüyorlar. Ve bu büyüme sırasında, konakta hızlı yaşlanmaya neden olan bir tür madde salgıladıkları kesin. Bu da kaçınılmaz olarak ölümle sonuçlanıyor. Hatta ölüm sertliği ve sonrasında gelen çözülme süreci bile hızlanıyor. En sonunda, tamamen gelişmiş bir imago hâline gelen parazit yaban arısı, konak bedenin içinden kendine yol açarak dışarı çıkıyor.”
Bir an sessizlik oldu.
Shion ve Nezumi birbirlerine bakıp aynı anda nefes verdiler.
“Bunu yaşamış olmana şaşırdım.”
“Evet. Düşününce hâlâ soğuk terler atıyorum.”
“Bilmediğimiz çok şey var,” dedi Nezumi. “Bu şeyler nereden geldi? Bunlar ne?”
“Hey,” dedi Shion aniden. “Buralarda hiç benzer olaylar yaşandı mı?”
“Hayır. Beni de rahatsız ettiği için etrafa biraz sordum. Burada insanlar dövüşürken vurulup ölürler ya da çok içip hendeğe düşerek. Ama kimse aniden yaşlanıp ölmez. No.6’daki gibi medya kontrolü veya sansür burada yok,” diye ekledi Nezumi. “Yani, normalde olmayan bir şey olsa yangın gibi her yere yayılırdı.”
“Peki ya başka bir Blok’ta yaşandıysa?” diye öne sürdü Shion. “Mesela Güneydoğu Bloku? Çevresi, muhtemelen yeni tür böceklerin ortaya çıkmasına daha elverişli.”
Nezumi başını yavaşça salladı.
“Böyle bir şeyi hayal edemem. Öyle bir şey olmuş olsaydı, şehir tüm kapılarını kapatırdı. Ama buna dair hiçbir işaret yok. Güneydoğu Bloku’ndan hâlâ gemi seferleri yapılıyor. Kuzey Bloku da aynı şekilde.”
“O hâlde… yaban arılarının No.6’dan geldiği kesin…” Shion kendi kendine mırıldandı. “İnanamıyorum.”
“İnanılmaz—bu konuda kesinlikle haklısın.” Nezumi’nin parmakları petri kabına pıt pıt diye vurdu. Omuzları hafifçe titredi.
“Nezumi?”
Nezumi başını eğdi. Dudaklarından küçük bir kıkırtı kaçtı, sonra bu kıkırtı kahkahaya dönüştü. Ses, kitaplarla çevrili yer altı odasında yankılandı. Nezumi yatağa çöktü, karnını tuttu ve daha da çok güldü. Shion bir hamleyle sürahiyi kaptı ve Nezumi’nin başından aşağı döktü.
“Hey!” Nezumi fırladı. “Ne yapıyorsun lan sen?”
“İyi misin?”
“İyi mi? Sırılsıklamım!”
“Sadece… histeri krizine falan girdiğini düşündüm, yani ben—”
“Ne için histeri krizine girecekmişim ki?”
“Eh, bir anda gülmeye başladın. Ben de…”
“Gülüyorum çünkü komik.”
“Komik? Komik olan ne?!”
Nezumi başını şiddetle salladı. Shion’un yüzüne su damlaları sıçradı.
“Gülünç değil mi? Kaynağı neymiş? No.6. Orada, ütopya modeli şehirde, gizemli, insan yiyen yaban arıları dolaşıyor. Senin deyiminle Kutsal Şehir’de. Geleceğin şehri, modern bilimin sembolü. Ve arılar tarafından kemiriliyor. Gülünç değil mi?”
“Bu gülünecek bir şey değil. İnsanlar ölüyor.”
Nezumi ayağa kalktı. Shion’a doğru yürüdü ve onunla yüz yüze geldi. Shion düşündü: Nezumi haklı. Uzundu. Hemen hemen kendisinden birkaç santim uzundu.
“Ne?” Shion, bilinçsizce bir adım geri çekildi. Kendini yukarı çekti ve arkasındaki kitap duvarına rağmen omuzlarını dikleştirdi. Vahşi, delici bir parıltı, Nezumi’nin gri gözlerinde parladı. Sadece bir anlığına… ama Shion bunu kaçırmamıştı.
“Aptalca sorularımı affet.” dedi Nezumi, ifadesiz bir sesle.
Aynı anda, Shion’un boğazına birkaç parmak sarıldı.
“Daha önce birini öldürmüş müydün?” Nezumi’nin başparmağı yavaşça Shion’un boynuna gömüldü.
“Hiç…” dedi Shion hafifçe. “Elbette öldürmedim…”
Nezumi’nin ince dudakları soğuk bir gülümsemeyle hafifçe kıvrıldı.
“Tahmin ettim. Ama unutma. Bir yaban arısı hayatta kalmak için bir başkasını konakçı yapabilir ama insanlar, çok daha küçük sebeplerle birbirlerini öldürebilir. Ve sen de neredeyse başka birini öldürüyordun.”
“Farkındayım.”
“Yalancı. Bildiğin hiçbir şey yok.”
“Biliyorum!” dedi Shion, sinirle Nezumi’nin bileğini sıkarak. “Farkındayım. Planlandığı gibi cezaevine götürülseydim, yaban arısı değil ben katil sayılırdım. En iyi ihtimalle ömür boyu hapis cezası alırdım. En kötü ihtimalle, uygulanırdı…” Bir an durdu, sonra kararlılıkla devam etti. “Büro zaman kazanmaya çalışıyordu. Yamase-san’ın ölümünün arkasındaki gerçeği çözmek için zamana ihtiyaçları vardı — ve beni şüpheli yapmak, istedikleri şeydi. Cinayet vakasını gözlerden uzak, basit bir olay gibi göstermek için.”
Nezumi’nin parmakları geri çekildi. Shion’un boynunda, Nezumi’nin sıktığı nokta yanıyordu.
“İyi cevap. Tam puan.” dedi sakince. Sesindeki ciddiyet artık sahteydi. “Anlaşılan dengesiz genç adam, elit sınıftan atılmanın verdiği öfkeyle şehre karşı suç işledi. Birden fazla yasa dışı eyleme karışmak için kimyasal ürettiği iddia ediliyor. Güvenlik Bürosu’nun çabaları sayesinde, genç adam bir şekilde tutuklanıyor. Şehir halkına tamamen güvende olduklarını bildirmek isteriz… Muhtemelen bir yerlerde bu satırlar geçmiştir.” Omzunu silkti. “Amma saçma. Tehlikeli suçlu rolüne nasıl uydurulduğunu tahmin etmek zor değil.”
“Şehir, sivillerin tüm kişisel bilgilerine erişim sağlayabiliyor.” diye cevapladı Shion. “Muhtemelen istedikleri kriterlere uyan birini bulmak zor olmamıştır.”
“Daha çok, başından beri hedef alınmış gibisin.”
“Ne?”
“Bana yardım ettiğin o günden beri seni şehrin şüphelisi olarak işaretlemiş gibiler. Günlük hayatının her dakikasını incelemiş olmalılar. Kiminle buluştun, ne yedin, kime ne söyledin… Yani cinayet vakası sadece seni tutuklamak için planlandı, diyordum. Ama yanılmışım. Artık bunu biliyoruz.”
“Ama neden? Ne için—”
“Çünkü sen sadık bir vatandaş değilsin.” dedi Nezumi, havluyla saçlarını kurularken.
Yüzü nazikçe oyulmuş gibiydi. O kadar düzenli ve temizdi ki yapay görünüyordu. Gerçek bir yüz gibi değildi; sıcaklığı, teri, yaşı, gözyaşı ya da gamzesi olan bir yüzden çok, dikkatlice şekillendirilmiş bir bebek yüzü gibiydi.
Yine de Shion yumruğunu sıktı. Az önce kavradığı bilek sıcaktı. Orada, düzenli atan bir nabız vardı.
“Yine daldın. Sıktım mı seni?”
“Ha? A, hayır—öyle değil. Sadece… sadık olmamaktan kastını düşündüm.” Shion’un yüzü kızardı, nedenini kendi bile bilmiyordu.
Nezumi küçümseyerek burnunu çekti.
“Şehir, sadece kendine sadık olanları kabul eder. Direnen, itiraz eden ya da baş kaldıranları kabul etmezler. Yabancı bir maddenin tamamen silindiğinden emin olurlar. Şimdiye dek böyle büyüdüler.”
“Ve bu kez yabancı madde ben oluyorum.”
“Sen, onlara yabancı olmaktan fazlasısın. Bir VC’ye evini açtın, şehre karşı bilgileri manipüle ettiklerine dair şüphelerin vardı ve görünüşlerinin ardındaki zalimliğe şahit oldun. Vatandaşlık testinden kaldın. İstenmeyen adaysın. Şehir senden kurtulmak için doğru anı bekliyordu. —Hey,” dedi Nezumi aniden. “Söylesene, bir virüs bedeni istila ettiğinde bağışıklık sistemi ne yapar?”
“Ha?” Shion hazırlıksız yakalanmıştı. “Şey, önce doğal öldürücü hücreler—lenfosit türlerinden biri—virüsle enfekte olmuş hücreleri bulur ve yok eder. Sonra ribonükleazlar devreye girer ve virüsün yayılmasını baskılar. Daha sonra—”
“Bu kadar yeter.” diye sözünü kesti Nezumi. “Iıh, bir şeyi anlatmaya başladın mı durmak bilmiyorsun. İnsanların sana neden gıcık olduğu belli.”
“Bana bu kadar sinir olan tek kişi sensin.”
Nezumi onu görmezden geldi ve kısa bir kahkaha attı.
“Basitçe söylersek, şehir için sen bir virüssün. Ve bu yüzden seni silmeye çalıştılar.”
“Ben bir insanım. Öylece silinemem.”
Nezumi sinirle nefes verdi.
“İnsanlar için başkalarını öldürmek kolaydır, biliyorsun zaten.”
Shion yumruğunu bir kez daha sıktı.
“İnsanlar başkalarını kurtarabilir de.”
“Ne?”
“Beni sen kurtardın, Nezumi.” dedi ciddiyetle. “Parazit yaban arıları birbirlerine yardım etmezler. Ama insanlar, diğerlerini kurtarabilir. Haksız mıyım?”
Nezumi küçük bir gülümsemeyle gözlerini Shion’dan kaçırdı.
“Sen de onlar kadar aptalsın. Umutsuz… Şu mide bulandırıcı klişeyi nerede düşündün? Sana söyledim, ben sadece borcumu ödüyorum.”
“Ben de sana söyledim. Yeterince ödedin.”
“Borcumu bu kadar düşürmen… ne kadar cömertçe.” dedi Nezumi alaycı bir tonda.
“O halde senin verdiğin değer çok yüksek olmalı.”
Nezumi uzun bir nefes verdi ve tavana baktı. Doğru kelimeleri seçmeye çalışır gibi dudağını ısırdı. Bir farecik, ayağının etrafında dolaşıyordu.
“Anlamıyorsun.” dedi sonunda. “Senin anlayabileceğin kadar kelime de yoktur muhtemelen. O gün, dört yıl önce… neredeyse pes ediyordum. Vazgeçmek, son demektir. Biliyordum. Ama kimsenin bana yardım etmeyeceğini, elini uzatmayacağını da biliyordum. Dürüst olayım—düşündüğüm tek şey buydu. Kaçamazdım, yardım isteyemezdim. Chronos’a tıkılıp kalmıştım. O kadar yorgundum ki hareket edemiyordum. Aklımdan sadece yakalanmamın an meselesi olduğu geçiyordu…” durdu, sonra hızlıca ekledi: “Hissettiğim şey aşağılanmaydı. Doğmamın tek sebebinin böyle rezilce ölmek olduğunu mu merak ediyordum… gülme sakın.”
Shion asla gülmezdi. Dört yıl önceki gecenin sesleri hâlâ kulaklarındaydı. Rüzgârın, ağaçların ve şıp şıp damlayan yağmurun sesleri… tüm canlılığıyla zihnindeydi. Gürültü ve karanlığın ortasında, sırılsıklam bir çocuk zemine kıvrılmıştı.
“Ve sonra cam açıldı. Sonuna kadar açmadın mı? Sonra da kollarını açtın.”
“Evet, hatırlıyorum. Gerçekten huzursuzdum ve çığlık atmak istiyordum.”
“Bana göre bu bir çağrıydı. Beni gelmem için çağırıyordu. Aklımdan… bunun inanılmaz olduğu, o an yaşananların imkânsız olduğu geçti. Ve sen pencereyi açık bırakıp içeri girmeme izin verdin.”
“Kontrol Sisteminin etkisini kapatmaya gidiyordum.”
“Sebebi umurumda değil. Dikkatsizce açık bıraktığın pencere benim şansımdı. Ve benim yüzümden Güvenlik Bürosunu aramak yerine yaralarımı sarman ve bana yemek vermen başka bir mucizeydi. Böyle bir şeyin yaşandığını ilk kez görüyordum. Böyle mucizevi bir şekilde yardım eli uzatanı… bunu bana öğreten ilk kişi sendin. Tüm bu şeyleri—” Nezumi yavaşça odasında göz gezdirdi.
“—Burada binlerce hikâye var. Bana bazen beklenmedik şeylerle karşılaşabileceğimizi öğreten sendin. Ve bu yüzden hayatta kalabildim…” Bir an sustu. “Yani haklısın. İnsanların birbirlerine yardım ettikleri zamanlar var. Ve bunu bana öğreten sendin. Bunu bana öğreten tek kişi sendin. Sana olan borcum çok yüksek—ne yazık ki benim için.”
Nezumi’nin sesi bir fısıltı kadar kısıktı ama derin ve berraktı. Shion’un kulaklarında hoş bir yankı bıraktı. Demek öyle, diye düşündü Shion. Avucunu açtı, parmaklarına baktı. O gece kendi elleriyle pencereyi açmış, rüzgârla bir mucize dilemişti.
“G*tün çok kalkmasın.” dedi Nezumi. Cümleleri bir anda kabalaşmıştı. “Seni borçlu olduğum için tedavi ettim. Kendini kaptırıp kibirli davranmaya başlarsan seni dışarı atarım.”
“Bana göre hava hoş.” dedi Shion yumuşak bir sesle. “Sözüme ne kadar inanırsın bilmem ama kendimi öylece kaptırmam. Ama… tehlikede olduğumu nereden bildin?” diye sordu merakla. “Beni on yıl boyunca sürekli izlemiş olamazsın, değil mi?”
Nezumi gri fareyi kaldırdı ve Shion’a uzattı. Bu, tüm farecikler arasında en küçüğüydü.
“Yakından bak.”
Shion fareyi eline aldı ve yüzüne yaklaştırdı.
“Bu… robot mu?”
“İyi yapılmış, değil mi? İçinde sensörler var. Şehrin gözlerinden sıvışıp etrafta öylece gezinecek kadar minik. Gerçi… gezdiği yere bağlı.”
“Sen mi yaptın bunu?”
“Şey… evet.” dedi dümdüz. “No.6’dayken bu ufaklık bana senin hakkında veriler gönderdi.”
Shion farenin etrafına elini sardı. Yaşayan şeylere ait olan ne sıcaklığı ne de yumuşaklığı vardı. Tersine, ayağının dibinde gezinen farelerden birini daha aldı ve tuttu. Bu seferkinin zayıf olsa da kesinlikle sıcaklığı ve nabzı vardı.
“Ne zaman ya da nasıl şehrin senden kurtulmak istediğini bilmiyordum.” diye devam etti Nezumi. “Zeki ve gençtin. Hâlâ bol miktarda kullanım değerin vardı. O kadar kolayca atılacağını düşünemezdim. Ne kadar kullanışlı olabileceğinin farkındaydım, tüm avantajı kendilerine almış olmalıydılar. Seni bir katil olarak göstermek muhtemelen onlar için çok kolaydı. Sen onların günah keçisiydin.” dedi alayla. “Seni törensel gün gelene kadar bir ağılın içine kapatmışlardı.
Sonra o gün geldiğinde, herkesin önüne sürükleyip kafanı uçuracakları gösterişli bir sahne sergileyeceklerdi.”
“Yani virüsten keçiye terfi ettim ha. Pek gelişme yok.”
“Hey, keçiler tatlıdır. Neyse, senden daha sevimliler.”
“İltifatın için teşekkürler.” dedi Shion tatsızca. “Yani bu küçük ufaklık çevremdeki değişimleri sana bildiriyordu.”
“Evet. Senin çalıştığın parkta bir adamın olduğu o gün başladı. Sonrasında Büro seni gözetim altına aldı. Üstüne tuz biber olmuş gibi, iş arkadaşın da öldü. Seni tutuklamak için mükemmel bir fırsattı.”
“Gözetim… İzlendiğimi bilmiyordum bile.”
“Sana fark ettirmeden yaptılar. Fark ettiğinde çok geçti.”
“Ürkütücü.”
“Şimdi mi anladın?” Nezumi alayla burnunu çekti.
Shion kahküllerini kavradı. Kafası karışmıştı—ne olduğu, ne olacağı ve şu andan itibaren ne yapması gerektiği hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Ve korkunç olan şey buydu: bilmemek.
Ama bir fikir vardı. Spekülasyon olsa da, Shion’un zihninde parladı.
Gölge’den Not: Bölümü çevirdikten sonra yapay zekaya şöyle bir görsel oluşturttum~
(Yapay zekayı çok desteklemiyor olabilirim ama başkasının FanArtını kullanmak da istemiyorum.)

Çeviri: Gölge
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.