No.6 Cilt 1 Bölüm 3-B

 

Haklı. Panik yapma. Sakin ol. Aklını başına topla. Daha fazla zaman kazanması gerek. Shion sakinleşti.

“Lütfen üzerimde şiddet uygulamayın.”

“Elbette uygulamayız. Bizimle uzlaşırsan tabii.”

“Zaten karşı gelmenin faydası yok değil mi?”

“Yararsız eylemlerde bulunmamak senin yöntemin mi? Uslu delikanlı, ne hakkında konuştuğunun farkında olandır. Sahiden zaman kaybı.”

“Zaman kaybı? Ne?”

“Senin için?”

“Ne söylediğinizi anlamıyorum bile.”

“Vakti gelince anlarsın. Sen hep zeki olmuşsundur ve çabuk öğrenirsin tıpkı dört yıl önceki gibi.”

İki Büro memuru tarafından kuşatılan Shion, araca sürüklendi. Üzerlerindeki gökyüzü, sonbaharın parlak mavisiydi. Güneş pırıl pırıldı. Kuşlar ötüşüyordu. Nazik bir esinti onları sıyırdı. Huzur ve sükunet zamanıydı.

Araç doğruca hareket etti.

“Hava güzelmiş bugün,” dedi arkasına bakmadan yolcu koltuğunda oturan Rashi. Shion’un yanındaki memur başıyla onaylayarak yanıtladı. “Son zamanlardaki havaya nazaran günler daha da ısınacak gibi.”

Rashi, Shion’a dönüp gülümsedi.

“Ya senin? Araban var mı?”

“Hayır. Genelde bisiklete biner ya da yürürüm.”

“İyiymiş. Gençlerin daha sık hareket etmesi gerekir. Neyse, şu an içinde bulunduğumuz araç batarya ile çalışıyor. Fazlasıyla konforlu ne dersin?”

“Şu durumda olmasaydım harika olduğunu düşünürdüm.” Shion alaycı bir şekilde yanıtladı. Bu misilleme, elinden gelenin en iyisiydi. Rashi hafifçe omuz silkti.

“Söylediğim gibi, bu araba yakıt hücreli pillerle çalışıyor. Nasıl çalıştığına dair bir fikrin var mı? Korkarım ki bu şeylerin bilimsel çalışma şekillerine çok da atıf değiliz.”

“Ben de çok bilmiyorum.”

“Peki bildiklerin neler?”

“Fazla değil.. Yani, gerçekten çok fazla bilimsel bilgim yok.”

İki yanındaki görevliler hareketlendi. Kollarından tutulmuştu. Rashi’nin sesi sorgulayıcı bir hal aldı.

“O zaman bize ne bildiğini anlatırsın.”

“Dediğim gibi, bildiklerim- hepsi sadece genel bilgiler.”

“Mesela?”

Konuşmaları kısa, kesik ve anlamsızdı am Shion boğucu bir ağırlık hissetti. Sanki biri onu nemli bir bez parçasıymış gibi büzerek boğuyordu. Midesi bulandı.

“Yani… elektroliz yoluyla alkol oksijen ve hidrojene ayrılıyor ve bunları tekrar birleştirerek enerji elde ediliyor―”

“Neyin enerjisi?”

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Shion aniden ama kalkarken onu çektiler ve oturttular.

“Güvenlik bürosuna gitmiyor muyuz? Doğru yolda değiliz.” Büro, Şehir Merkezi’nin yanındaydı. Park Yönetim Ofisinden oraya ulaşmak için parkın içindeki yoldan geçmek yeterdi. Araba birkaç dakikadır boşluktaydı. Ama pencereden görünen manzara yolun tersini gösteriyordu.

“Sence nereye gidiyoruz?”

“Ben de onu soruyorum zaten.” dedi Shion huysuzca.

“Senin soru sorma hakkın yok.”

“Ne-nasıl dersin- neden-”

“Sana söylemedim mi? Vakada sen baş şüphelisin.”

“Ne vakası?”

“Bugünkü ve dünkü ölümler vakası. Cinayetten şüphelisin.”

Shion’un sesi kısıldı. Yüzünden çekilen kanın kulaklarında patladığını duyabiliyordu.

“Tehlikeli bir şüphelisin. İyi bir bilgin ve kullandığın zeki bir beynin var. Bunu konuşmamızdan yola çıkarak söyleyebilirim. En önemlisi ise, durumundan memnun değilsin ve Şehre karşı güçlü bir karşıtlık hissediyorsun. Şehre karşı tehlikeli olanlar üstün yetenekliler ve düşmanlıktır. Diğer yandan, tek başına bir anlam ifade etmezler. Sende ikisi de var. En fenası, tehlikelisin.”

“Bunlar asılsız suçlamalar.”

“Asılsız mı? Hiç katılmıyorum.” Rashi’nin eli direksiyonun yanındaki gümüş butona uzandı. Shion ve Yamase’nin sesi hoparlörde yankılandı.

 

‘Yamase-san, Büro neden bu konuda yalan söylesin? Ve ölüm sebebini bulamamaları garip değil mi?’

‘Öyle… Olay açıklanamayan sorularla dolu.’

 

Shion gözlerini kapattı. Sadece birkaç dakika önce yaptıkları konuşmaydı. Tüm bu zaman boyunca kontroldeydiler. Kontrol paneline mikrofon mu yerleştirmişlerdi? Amaç neydi?

 

 ‘Yamase-san, Büro’nun bilgileri manipüle ettiğini mi söylüyorsun?’

 ‘Shion!’

 

Rashi yavaşça tekrar butona bastı. Sesler kesildi. Sadece bir an için havayı donduran soğuk bir sessizlik arabaya hükmetti.

“Daha çok duymak ister misin?”

“Lütfen.. durun.. Buna inanamıyorum.”

“İnanamıyor musun?”

“Ben kimseyi öldürmedim.” dedi Shion dümdüz bir sesle.

“Yani bahsettiğin o arının gerçek katil olduğunu mu söylüyorsun?”

“Evet.”

“Mantıksız. Senin zeka seviyende biri için fazlasıyla yapmacık bir hikaye.”

“Neden Yamase-san’ı öldüreyim ki?”

“Bizim anlamaya çalıştığımız da o. Bence sadece kargaşa çıkartmak istedin.”

“-Af buyur?”

“Bir kargaşa. Şehri köklerinden sarsacak kadar büyük bir kargaşa çıkarmak ve bunun görkeminin tadını çıkarmak istedin. Kendini talihsizliğe düşmüş bir deha olarak görmüş olmalısın, değil mi? Bu yüzden, sana hak ettiğin değeri vermediği için Şehir’den nefret ettin ve vatandaşlarına kin besledin. Daha fazla ilgiye layık olduğuna inandın, bu yüzden bu cinayet yöntemini, bu doğal olmayan ölümü, toplumu altüst etmek için düşündün. Bunu yapacak tıbbi ve biyolojik bilgin vardı. Cinayeti işlemek için özel bir kimyasal kullanmış olman gayet mümkündü.”

Shion aracın arka koltuğuna gömüldü. Vücudundaki tüm enerji sönmüştü. Bunun bir tuzak olduğunu fark etti. Onun kurnazca hazırlanmış tuzağına düpedüz yürümüştü. Dudaklarını yaladı. Kupkuruydu.

“Anladım.” dedi soğuk bir tonla. “Yani zaten her şey yazılmış. Okuyunca baya da yapmacık, benimkinden bile.”

“Seni sorgulamayı bitirdiğimizde ne kadar yapmacık olduğunu anlarız.” Metalik bir çınlama duyuldu. Shion’un solundaki memur onu kelepçelemişti.

“Bunlarda verici var ve bize nerede olduğunu gösteriyor. Oraya vardığımızda, kurtulabilirsin.” Rashi’nin sözleri Shion’a gidecekleri yer konusunda fikir vermişti. Batı bloğu. Cezaevi. Oranın yer altlarında sorgulanacaksa, eninde sonunda mahkum olarak tutuklanacağına emindi. Kelepçeler çıkarıldığında kendisine bir V Çipi implant edilecekti.

 -Nezumi, çok geç. Kaçamam.

Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.

“İyi çocuk. Sessiz durur.”

Shion sündüğü yerde, kupkuru alt dudağını ısırdı.

Sana yardım etmeye geliyorum. Nezumi’nin sesi kulağında yankılandı. Kalbi sakinleşti. Bacakları titriyordu ama korkudan değil, hiddetten. Onu kandıran insanlara karşı duyduğu hiddetten. Nezumi’nin sessizliği hiddetle doluydu. Araç Kayıp Şehir’e girdi.

-Anne.

“Annen için endişeli misin?”

“Annem- ne- ona ne olacak?”

“Ne mi olacak? Hiçbir şey. Sırf oğlu tutuklandı diye şehirden atılacak değil.” Rashi şoföre bir şeyler fısıldadı. Araç sağa saptı. Tanıdık bir sahne görüş açısına girmişti. Araba sessizce fren yaparak durdu.

“Bak.”

Rashi’nin işaret ettiği yerde Karan, minik bir kıza somun ekmek veriyordu. Ona bir şeyler söyledi ve kız başıyla onayladı. Karan da, kız da gülümsüyordu. Sonbaharın amber ışıklarıyla sarılıyken ikisi de bir tablonun ya da bir dizinin sahnesi gibi görünüyorlardı. Shion ileri eğildi.

“Annen nazik bir kadına benziyor. Bakabiliyorken ona iyice bak.” Rashi çenesiyle işaret verdiğinde araç haraket etti. “Belki bir daha asla görmezsin.”

Rashi, Shion’un arkasından kıkırdadı.

“Endişe edecek bir şey yok. Elbette annen başta şok geçirecek ve üzgün hissedecek. Ama atlatır. Hayat böyledir. Eh, zaten onun için endişe etmek sana pek fayda getirmez. Yakında daha ciddi endişelerin olacak.”

Rashi’nin sözleri, Shion’un kalbini deşti. Nefesi boğazında kalmıştı. İçinde kayan öfke ve isyan yavaşça dağılmaya başlamıştı. Artık normal hayatına dönemeyebilirdi. Sonsuza dek ayrılıyor olmalıydı. Annesini görmek, içindeki umutsuzluğun derinleşmesine sebep oldu.

Bunu da planlamış olmalıydılar. Ona acıdıkları için Shion’un evine yaklaşmamışlardı. Amaçları son darbeyi vurmaktı, son darbe ona pes etmesini, umudunu kaybetmesini ve bir daha asla dönmeyeceğini söylemekti. Ona karşı yapılan kurnaz ve zalim bir misilleme.

“Sana yardım edeceğim. Sana yardım edeceğim.”

Shion ağzını açtı ve kendine bunu tekrarladı.

 Sana yardım edeceğim. Kısa bir cümleydi. Ama Nezumi’nin sesi sarsılmaz bir güvenle doluydu.

Acaba neye benziyordu? Merak ediyordu ve Nezumi’nin yüzünü hayal etmeye çalıştı. Tek hatırladığı bir çift ışıltılı gri gözdü.

-Yakında görüşürüz, Nezumi?

“O da nesi?” Rashi arkasına döndü ve kaşlarını çattı.

“Gülümsüyor musun?”

“Gülümsemek? Tabii ki hayır,” diye cevapladı Shion. “Şu durumda gülümseyecek cesaretim yok.”

“Şu durumda ha.. daha sakin görünüyorsun. Umarım bulunduğun durumu anlıyorsundur.”

“Fazlasıyla.”

“Buna rağmen sakin ve aklı başındasın.”

“Doğalım bu.”

“Ne?”

“Doğal halim” diye tekrarladı Shion. “Daha önce birine söylemiştim. Takmamak benim doğalımdır.

Rashi, Shion’a sessizce baktı. Araba Kayıp Şehir’den çıkıyor ve batı sınırına yaklaşıyordu. Shion buraya ilk kez geliyordu çünkü sıradan vatandaşların bu bölgeye girmesine izin verilmiyordu. No. 6 bir kaleydi— özel bir alaşımdan yapılmış bir duvar şehri çeviriyor ve içine hapsediyordu. Şehrin çoğu yerinde duvar ağaçlarla iyi kamufle edilmişti, ancak Batı Blokuna geçince gözle görünür hale geliyordu. Araç giriş kontrol merkezine geçti.

“Batı Blokuna buradan girilmiyor mu?”

“Burada iki geçit var. Biri şehir giriş çıkışı için. Diğeri ise özellikle Hapishane için, doğruca oraya gider. Cezaevi, Batı Blok’ta bile özel bir tür tesistir. Onu tüm sıradan vatandaşlardan tamamen izole tutuyoruz. İddiasına varım bilmiyordun.”

“Evet, bilmiyordum.”

“Yakında fazlasını öğrenirsin.”

Yol daraldı. Gün ışığını kapatan ağaçların sayısı artıyordu.

“Ormanı bir kez geçtiğinde, çorak arazi dışında hiçbir şey bulamazsın. Kapıları geçtikten sonra aynısı olur. Muhtemelen yeşilliği göreceğin son an bu yani sana tavsiyem hafızana iyi kazı.”

Araç durdu.

“Ne oldu?” diye sordu Rashi.

“Ah, sadece..” Sürücü önlerindeki bir şeyi işaret ediyordu. Yolun ortasına uzanmış gümüşi bir şeyi. Yavaşça doğruldu.

“Sampo?” Shion yutkundu.

“Ne bu? Temizlik robotunun burada işi ne?”

“Belki de ormanı temizlemek için emir almıştır?”

“Öyle bir şey duymadım.”

Sampo metal koluyla düşen yaprakları topluyordu.

“Gözünü şüpheliden ayırma.” Rashi memura emrini verip araçtan çıktı. Sampo’ya doğru ilerledi. Sampo sallandı, Rashi’yi kollarıyla yakaladı. Ona yapışıp yere serdi.

Rashi çığlık attı ve Sampo tarafından ağaçların arasına sürüklendi.

“Ah!” Sürücünün ağzı şaşkınlıkla açılmıştı ve yanındaki kapıyı açtı. O anda, iki küçük gölge araca vurdu. Gri fareler. bir anda ikisi de Büro yetkilisinin boğazına sarıldı.

“Kımıldama” alçak bir ses emretti. Biri yolcu koltuğuna sıvışmıştı. Gri giysileri başını örtüyor ve omuzlarını sarıyordu. Kumaşın içinden kahverengi bir fare sürücünün boynuna sıçradı.

“Bu çocuklara minik bombalar yerleştirildi. Saçma bir şey dene ve kafan havaya uçsun.”

Sürücü korkuyla titredi.

“Silahları indirin. Üçünüz de arabadan çıkın.”

Kimse kımıldamadı.

“Hemen!” diye sertçe emretti. “Sabrım yoktur. Onları söndürürüm isterseniz?” Fareciklerin boğazlarından metalik sesler çıktı. Klik. Klik. Klik. Silahlar Shion’un bileklerine düştü. Üç adam da boyunları kanlar içinde araçtan atladı.

“Nezumi!”

“Selamlaşma işi sonrasının.” Nezumi direksiyonu kavradı. Araç bir u dönüşü yaptı ve tüm hızıyla yolun aşağısına fırladı.

“Nezumi, gerçekten onları patlatır mıydın?”

“Salak. Sence kader yoldaşlarıma bomba koyar mıyım? Sadece onları korkutmak istedim.”

Gölge’den Not: Kader yoldaşı dediği minik farecikler. Fareden korkanlar için diyorum, üzgünüm ama bu hikayede fareleri sevmiyorsanız işiniz zor.

“Robot fareler nerede? Gerçekçiydiler? Bir de Sampo, nasıl-”

“Sus lan.” Nezumi bağırdı. Kafasındaki giysilerden yankı yapmıştı ve çıkarıp arkaya attı. “Şunu kafana sar ve kıvrılıp bekle.”

“Bu süper lif mi? Neden bunu sarınmalıyım?”

“Çünkü parçalayacağım.”

“Neyi?”

“Arabayı.”

“Ne?! Neden-”

Nezumi yumruğunu direksiyona vurdu.

“Kes sesini tamam mı? Soru sormak senin tek iyi olduğun şey mi?”

“Ama araçtan kaçabiliriz.”

“Planım oydu ama-”

“Ama ne?”

“İşler fazla iyi gitti.” No.6’nın batı bloğuna yaklaşıyorlardı. Araç yavaşlamaya dair hiç işaret vermiyordu. “Seni kurtarmanın kolay olmaması gerekirdi.”

“Gerçekten mi?”

“Doğal bir malsın farkında değilsin. İşlerin iyi gitmesinden daha tehlikeli bir şey yoktur. O yüzden şu şeyi parçalayacağız. Sana söylediğimde giysilere sarın ve araçtan fırla. Şunu parçalayacağım.”

“Ya sen?”

“Alışkınım. Mal bir çocuğun benim için endişelenmesine ihtiyacım yok.”

“Seni öylece bırakamam.”

Duvar yaklaşıyordu.

“Çık, kapıyı aç!” diye bağırdı Nezumi. Neredeyse aynı anda araç dururken lastikler çığlığı basmıştı. Shion’un bedeni süzüldü. Bir sonraki dakika, bedeni yere güm diye düştü. Şok emici materal olmasaydı muhtemelen birkaç kemiği kırılmış olurdu.

“Lanet girsin!” Nezumi kapıyı serçte tekmeledi. Kımıldamıyor.

“Otomatik fren sistemi miydi?” Shion sorarken morarmış omzuna bakıp yüzünü buruşturdu.

“Uzun zaman önce devre dışı bırakmıştım, uzun zaman önce alarmı da devre dışı bıraktım, çarpışma sistemini de, her şeyi. Bu aracı uzaktan kontrol etmişler.” dedi Nezumi öfkeyle.

Araçtan bir kıkırtı yankılandı. Rashi’nin sesiydi.

“Güvenlik Bürosunu küçümsemene izin vermem. Siz ufaklıkların sürdüğü bu araç gerçek bir refakatçi araç, fark etmemişsinizdir. Bu şeyi öylece kontrol edemezsiniz.”

Nezumi küfretti.

“Suç ortağın olduğunu bilmiyordum. Beklenmedik bir şey. Bu tip gösteri ilginçmiş. Tatlı bir konuşmaya ne dersiniz ve her şeyi duymuş olurum.”

Araç yönünü değiştirdi ve kendi kendine hareket etmeye başladı.

“Sessizliği tercih edersiniz ha? Arkadaşın konuşamıyor mu? Ya da konuşma şeklinde bir sıkıntı mı var? Ah, ses örneği sistemimizde olmalı yani sabıka kayıtlarında.”

“Bence sen çok fazla konuşuyorsun.” Nezumi elini hızla salladı. “Üzgünüm ama yaşlı adamlarla anlamsız tartışmalara girecek zamanım yok.” Nezumi Shion’un çöktüyü arka koltuğa geçti. “Eğil ve kumaşın altına gir. Sıkıca tutun.”

“Hey! Ne yapıyorsunuz?” Rashi’nin sesinde bir panik dalgası vardı.

“Görürsün yaşlı bunak. Yüksek teknolojili refakat aracına da veda et.”

“Ne-”

Bir patlama oldu. Bir darbe dalgası onlara çarptı.

“Çık!” Shion’un kulaklarına bir emir patladı. Kapı açıldı. Dışarı. Dışarı çıkmalıyım. Shion gözlerini kapattı ve dışarı atladı. Yere düştüğünde yuvarlandı. Ardında muazzam bir patlama duyuldu. Araç yan yatmıştı ve tekerlekleri çaresizce dönüyordu.

“İyi işti.” diye fısıldadı Nezumi. “Koca kafalı biri için gayet iyi yuvarlandın. Acımıyor değil mi?”

“Kolum fena sıyrıldı. Sen?”

“Söyledim, alışkınım.”

“Ne yaptın sen?”

“Direksiyon sistemini parçaladım.”

“Nasıl?”

“Refakat araçları dışarıdan sağlam içeriden ise narindir. Doğru yere yerleştirirsen küçük bir bomba bile onu hemen uyudur.”

“Fazla şey biliyor gibisin.”

“Dedim ya, alışkınım. Doğru, şimdi git buradan. Kaçabilir misin?”

“Elbette.”

Ormandan gelen uyarı ile Güvenlik Bürosu araçları boşlukta görünüyordu. Muhtemelen alan acil durum ilan etmişti.

“ID kartını at.” Nezumi hızla emir verdi. “Acele et, vaktimiz yok. O şey bize sadece bela getirir.”

Shion biliyordu. Kimlik kartı, tüm kişisel bilgilerini taşıyordu ve şehrin idari bilgisayar sistemine bağlıydı. Bilgisayar, en güncel bilgilerini anında çekebiliyor ya da kartın yaydığı zayıf radyo sinyallerinden onun yerini tespit edebiliyordu. Kimlik kartı taşımak, kocaman bir bayrak sallayıp herkese “Buradayım!” demek gibiydi. Kaçan, saklanan ya da yeraltına inmeyi planlayan biri için bu cihaz son derece tehlikeliydi. Nezumi, ona kartı atmasını söylüyordu.

 Ama—

Bir kez elinden bıraktığında, bir daha asla geri alamazdı. No.6’taki tüm hayatını çöpe atmış olurdu.
Alışveriş, fatura ödemeleri, iletişim, işe ya da okula giriş-çıkış, toplu taşıma kullanımı— her şey için o karta ihtiyaç vardı.
Şehirde vatandaşlık kanıtı gösteremeyenlerin orada yaşamasına izin verilmiyordu.

“At onu,” diye tekrarladı Nezumi kısık sesle.

Atarsa, kaçmaktan başka şansı kalmazdı. Yaparsa, bir daha asla dönemeyebilirdi. Bir çift gri göz ona kilitlenmişti. Ne panik ne de zorlama vardı. Sakindiler ve okunamıyorlardı. Shion kimlik kartını çıkarttı. Gri fare ortaya çıktı ve kartı ağzına aldı sonra da yer altında bir yerlerde saklandı.

“Bizim için ondan kurtulur. Büro bizi aramaya çalışırken oyalayacaktır. Çok dikkat dağıtmaz ama bize biraz zaman kazandırır. Gidelim.”

Bir Güvenlik Bürosu aracı sağa döndü ve ormanda gözden kayboldu. Belli ki kimlik kartından yayılan radyo dalgalarını algılamıştı. Zıt yöne koştular.

“Acele et. Merkez, uydu yönetim sistemini bir gere açtı mı her yerden görünür oluruz. Onlar hala kimlik kartını kovalarken bizim gitmiş olmamız gerek.”

“Nereye? Nasıl-?”

“Eh, yeni başlayanlar için bu iş görür.”

Küçük bir kamyon bir kayın ağacının yanına park edilmişti. Bu Park Yönetiminin kamyonuydu. Temizlik robotları arkasına yüklenirdi.

“Sampo- hayır bu Ippo.”

“Evet. Sana yardım etmek istediler ve sen dinlemeyip onları yalnız bıraktın. İşin sonunda baya yardımcı oldular.”

Kamyon harekete koyuldu.

“Nezumi, bu alan muhtemelen kırmızı alarm durumunda. Eğer etrafta kartsız gezmeye devam edersek, bizi bulurlar.”

“Kartımız var.”

“Nerede?”

“Onun var.” Nezumi, çenesiyle Ippo’yu işaret etti.

“Ippo mu? A, doğru.” Robotlar muhtemelen şehre kayıtlıydı. Ippo ve Sampo gibi şehir organizasyonunda kullanılan robotlar yeteneklerine göre kayıt altına alınıyor ve çipleniyorlardı.

“Bunun çipi bizi doğruca denetleme sisteminden geçirir.”

“Ama Ippo’nun çipi sadece temizlik robotu olarak geçiyordur. Eğer etrafta gezinip durursa, şüphelenirler.”

“Her şeyin bununla bağlantılı olduğu bir bölgede dolaşıyoruz.”

“Ha?”

Çift kanatlı bir gümüş kapıya yaklaşıyorlardı. Bir an sonra otomatik olarak okundular ve eğer çipteki bilgiler geçişe uygun sayılmasaydı kapılar kapanır ve kamyon durmaya zorlanırdı.

Kamyon, hız kesmeden kapılardan geçti. Geçitte tehlike alarmı yanmamıştı. Shion nefes verirken Nezumi kıkırdadı.

“Henüz rahatlama. Bu daha başlangıç.”

“Üzgünüm, böyle şeylere alışık değilim.”

“Yakında alışırsın. o zaman geriye yaslan ve sürüşün tadını çıkart.”

“Bu pek de benim eğlence anlayışım değil.” diye mırıldandı Shion.

“A cidden mi? Biraz da olsa eğlendiğin yüzünden okunuyor.”

Shion derin bir nefes aldı ve Nezumi’ye baktı.

“Yakışıklılığım ile hayranlık mı yaşıyorsun?”

“Hayır, sadece uzadığını fark ettim.”

“Sen de uzadın. Dört yıl oldu. Bizim için dört yıl uzun bir zaman. Elbette değişimler olur. Değişimin olmaması doğal olmazdı.”

Dört yıl uzundu. Shion için, uzun ve çalkantılıydı. Ama son birkaç saatte yaşadığı baş döndürücü olaylarla karşılaştırıldığında, geçmişin hayatının en huzurlu zamanı olduğunu hissetti. Yorgunluk bedenini ele geçirdi. Nezumi sırıttı.

“Fark ettin mi?”

“Neyi?”

“Ben senden uzunum.”

“Yalancı.” Shion itiraz etti.

“Bu doğru. Sen ne yedin? Dal kadar kalmışsın. Sevgilinin karşısında nasıl çıplak kalabilirsin bilemiyorum.”

“O seni ilgilendirmez” dedi Shion sinirle. “Beni hiç çıplak gördün mü? Varsayım yapma.”

“Gördüm desem?” Nezumi’nin omuzlarındaki kumaş sallanırken gülmeye devam ediyordu. Shion’un dört yıl önce tedavi ettiği yaranın izi hala oradaydı. Bu omuzlar artık daha geniş ve kaslıydı. Bir zamanlar uzun olan saçları daha kısaydı, kulaklarını kapatıyordu ve çenesi, boynu hala inceydi ama acınası bir incelik değil. Dört yıl önce Shion’un iç güdülerini harekete geçiren zayıflıktan eser yoktu.

“Nezumi, beni izliyor muydun?”

“Sen ne diyorsun?” diye sordu Nezumi safça.

“Salağa yatma. Bunun başıma geleceğini biliyormuş gibi karşıma çıktın. Neler oluyor? Beni mi gözetliyordun?”

“Şimdi de kendini büyütüyorsun. O kadar vaktim olduğunu sanmıyorum.”

“O zaman sebebini açıkla.”

“Hep böylesin, dimi.” dedi Nezumi. “Kafanda her şeyi çözmeden harekete geçmiyorsun. Her zaman açıklamaya ve tecrübe etmeye ihtiyacın var.”

“Ne biliyorsun ki?” diye cevapladı Shion sinirle. “Hakkımda her şeyi biliyor gibi davranma. Bu şeylerin neden olduğunu bulmam gerek- neler olduğunu. Bu karmaşık durumda ilerleyemem.”

Kamyon durdu. Shion yakasından tutularak şiddetle sarsıldı.

“Sakın kımıldama” Nezumi tısladı. “Benden duyana dek kımıldamayı aklından dahi geçirme. Şunlar bizi insanlar gibi görmez. Ayaklarıyla ezip geçerek bizden kurtulurlar. Unutma.”

Shion nefesini tuttu ve Nezumi’nin yüzüne baktı. Kelimeleri puzzle parçaları gibi oturmuştu.

Değil mi? Gerçekten bunlardan birine sahip olduğunu mu düşünüyorsun? Bunlar yüzünde bir kas bile oynamayan Güvenlik Bürosu soruşturma memuru Rashi’nin sözleriydi. Bahsettiği şey Shion’un bir karınca gibi basitçe ortadan kaldırılabilecek olmasıydı. Yeryüzünden silip giderdi.

“Çık.” Nezumi kapıyı açtı. “Yürüyeceğiz.”

Boş kamyon U-dönüşü yaptı ve yavaşça geldiği yöne doğru yol aldı. Kendini Park Yönetim Merkezi’ne gitmek üzere otomatiğe almıştı. Kamyonun yük bölümündeki Ippo oturuyordu ve bir an için keyifsizce baş eğmiş gibi göründü.

İçinde bulundukları yer, hem bir atık imha tesisi hem de Çöpten Türetilmiş Yakıt (RDF) fabrikası olarak kullanılıyordu. Burada şehirden toplanan tüm çöpler, RDF’ye dönüştürülecek olanlar, başka geri dönüşüm tesislerine gönderilecek olanlar ve doğrudan atılacak olanlar şeklinde ayrıştırılıyordu. No.6’nın enerji kaynağının %80’i güneş enerjisinden sağlanıyordu. Chronos’ta her evde güneş panelleri ve kendine ait bir ısı depolama sistemi bulunuyordu. Ancak Kayıp Şehir’de daha ucuz olan RDF kullanımı daha yaygındı. RDF’ler, yetişkin bir başparmak büyüklüğünde katı yakıt bloklarıydı. Yakıldıklarında hafif bir koku salar ve bu koku tüm kasabaya yayılırdı.

“Şimdi anladım. Temizlik robotu ile atık imha tesisine girmek zor olmaz.” Tıbbi robot ya da evcil hayvan robotu falan olsa geçişe izin verilmezdi.

“Nezumi bu, Ippo’yu ve diğerlerini getirirken yaptığın planın bir parçası mıydı?”

“Daha çok soru ha?” Nezumi’nin omuzları bezgince çöktü, onu takip eden Shion’a arkasını dönüktü. O an bir gri farenin Nezumi’nin omzunda oturduğunu fark etti.

“Eğer onlar yanımda olsaydı, şehirde dolaşırken şüpheli görünmezdim. Batıya, atık imha merkezine doğru gittiğim sürece denetim sistemi beni yakalayamazdı. Oldukça işe yararlılardı, doğrusu. Nakliye kamyonu biraz yavaştı, bu da sinirimi bozdu. Ama şu yaşlı herifler senin evine dolambaçlı bir yoldan gittiler, değil mi? Bu da bana biraz zaman kazandırdı. Ama…”

“Ama?”

“Ama Güvenlik Bürosu’nun aracıyla kaçmayı tercih ederdim” Nezumu ofladı. “Şey, istediğimiz her şeyi elde edemiyoruz belli ki. İzle bak, bir şeyler buradan sonra pisleşecek.”

“Ne?”

Bir patlama oldu. Shion dönüp baktığında beyaz bir duman bulutu gördü. Shion kaşlarını çattı.

“Kamyon geçitte imha edilmiş.”

“Yani Ippo’nun çipi okundu ve-”

“Evet. Diğer geçitlerde de yıkım olmuş olmalı. Çünkü diğer robotları geride bıraktık. Fark etmişler.”

-Yani Ippo ve Sampo, ikisi de gitti.

Shion aniden bileğinden kavrandı.

“Yakında bizi bulurlar. Koşmamız gerek. Hadi.”

Tutuşu, Shion’un parmaklarını hissizleştirecek kadar sertti.

“Nezumi acıyor.”

“Sus. Bana yakın dur.”

“Anladım, bırak. Parmaklarımı kırcaksın.”

Nezumi’den gelen hayal kırıklığı dolu cıklamayı duydu.

“Senin gibi narin oğlanlar problem çıkarır.”

“Ben narin bir oğlan değilim” dedi Shion öfkeyle. “Dört yıl öncesinden farklıyım.”

“Farklı mısın? Bazen ne kadar gıcık olduğunun farkındasındır. Her an öldürülebilirsin, anladın mı?”

“Anladım.”

“Yalancı.”

“Yalan söylemiyorum.”

Nezumi’nin ses tonu sertti.

“O zaman o yüze ne demeli? Robotlara üzülmenin zamanı mı? Hiçbir şey anlamıyorsun. Sadece küçük dünyadan habersiz bir oğlansın.” Nezumi’nin parmakları daha da sıkıldı. Parmaklarındaki tutuş acı vericiydi. Shion dişlerini sıkıp katlandı. Nezumi’nin söylediği onca şeyden sonra acınası bir şekilde sızlanmayacaktı.

Nezumi’nin parmakları gevşeyerek ondan ayrıldı.

“Ölmek istemiyorsan dibimden ayrılma. Yakın dur, ne olursa olsun.” Atık imha tesisi terk edilmiş. Etrafta bir sürü kamera olsa da çoğu eski model olduğundan artık işlerini iyi yapmıyordu. Shion’un tahminlerine göre muhtemelen kimse ilk olarak terk edilmiş atık imha tesisine bakmazdı. Yine de Nezumi yolu dikkatle gözden geçirdi ve kameraların görüş alanlarından uzak bir rota aradı.

Devasa, huni biçiminde bir atık işleme makinesi sabit bir uğultu yayıyordu. Ne geri dönüştürülebilen ne de yakıt olarak kullanılabilen atıklar burada kuru parçacıklara dönüştürülüp yakma fırınına gönderiliyordu. Makinenin ağzından sızan atık su, altındaki havuza damlıyordu. Su yavaşça dışardaki filtreleme tesislerine doğru akıyordu. Şiddetli bir yağmurdan sonraki nehir gibi bulanıktı. Ama bu nehirde hiçbir canlı yoktu. Merdivenlerden aşağı indiklerinde ve suya yaklaştıklarında, keskin bir koku Shion’un burnuna çarptı. Ayaklarının altındaki zemin sümüksü bir tabakayla kaplıydı ve her an onu yere düşürebilecek gibiydi. Nezumi durdu ve Shion’a bir şey fırlattı.

“Gözlük mü?”

“Kızıl ötesi sensörü var yani su altında bile görebilirsin.”

“Burada mı?”

Nezumi kanalizasyonu işaret etti. “Tıpkı dalış gibi?”

“Yani buraya dalıyoruz ha..”

“Dalıyoruz.”

Shion derin bir nefes aldı. Koku genzine yayıldı. Başka bir şey söylemeden gözlükleri taktı.

“Vay, çabuk toplandın” dedi Nezumi eğlendiğini belirtircesine. Sızlanıp ayaklarını yere vurursun sanmıştım.”

“Ölüme merakım yok” dedi Shion dümdüz. “Karınca gibi ezilmeyeceğim. Beni kurtarırsa her şeyi yaparım ve buna atık suyuna dalmak da dahil.”

Nezumi, Shion’a döndü ve hafifçe glüümsedi.

“O zaman takip et beni.”

Makinelerin kısık sesli uğultusu kesildi. Tavanın ışıkları bir anda yandı. Etraftan ayak sesleri geliyordu.

“Geliyorlar.” Nezumi atık nehrine elini uzattı. Bir fare aşağı koşup suya atladı.

“Bize yol gösterecek. Suyu sıçratmamaya çalış. Yavaşça dal.”

Shion denileni yaptı. İnmeden önce derin bir nefes aldı. Suya inmeden hemen önce annesinin yüzü zihninden geçti.

 

Bölüm 3- Yaşamla Süzülmek – Son-
Çeviri: Gölge

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.