No.6 Cilt 1 Bölüm 2-C

Umut. Bu kelimeyi sessizce tekrarladı. Yıllardır kullanmadığı bir kelimeydi. Ne tatlı ne de acıydı, ama içinde bir yerlerde bir sıcaklık hissetti.

Umut. Ne için umut ediyorum?

Vaat ettiği gelecek çökmüştü. Ona kalan, annesi, işinden gelen yetersiz ücretler ve on altı yaşındaki bedeniydi. Umut bunların neresindeydi? Emin değildi. Yine de umudunu tamamen kaybetmediğini biliyordu.

İstasyona girdiler. Shion’un yaşadığı yer, şehrin eski bölgesi Batı Bloğu’nun bitişiğinde yer alıyordu ve şehir merkezi ile Batı Bloğu arasında bir çeşit tampon bölge niteliğindeydi. Buraya Kayıp Şehir denirdi. Şehir merkezinin huzurlu yapısına kıyasla burası bambaşkaydı; bakımsız ve insanlarla doluydu. Bulundukları istasyon oldukça kalabalıktı. Bol kızartılmış yemeklerin bayıltıcı kokusu ve alkol kokusu havaya yayılmıştı.

“Buradan sonrasını ben hallederim.”

Safu durdu. Omzunda siyah kanatlı bir böcek vardı. Onu süpürüp attı. Shion’un sorusu kayıtsızdı:

“Dikkatli ol. Ah, ne zaman değişim programın başlıyor?”

“İki gün içinde.”

“İki gün mü!” diye haykırdı Shion. “Bana neden daha önce söylemedin?”

“İstemedim çünkü. Söylesem, giderayak bana veda partisi mi düzenlerdin?”

Safu, çenesini meydan okurcasına öne çıkardı.

“Shion, sana sormak istediğim bir şey var.”

“Olur, yapabileceğim bir şeyse…”

“Spermin.”

Safu bunu söyler söylemez Shion’un gözlerine baktı. Gözünü bile kırpmıyordu. Shion ise ağzı açık bakakalmıştı.

“Duymadın mı? Spermini istiyorum.”

“A-Ne? Safu… ıı-”

“Tanıdığım tüm insanları kıyaslarsam, aralarındaki en üstün sperm donörü sensin. Senin spermin ve benim rahmim. Sence de mükemmel bir çocuğa katkı sağlamaz mı? İstiyorum, Shion. Senin spermini.”

“Suni tohumlama için şehirden izin alınması gerek,” diye dikkatlice cevapladı Shion.

“İzin almak kolay olur. Şehir, muhteşem DNA ve üstün yetenekleri olan insanlar arasında tohumlamayı teşvik ediyor.”

Shion yutkundu ve arkasını döndü. Kanatlı böcek durmadan vızıldayarak görüş alanına giriyordu. İçini öfke kapladı.

“Safu, bunu sana neden söylüyorum bilmiyorum ama ben babamı hiç tanımadım. Kişiliğini, boyunu ya da hastalığı olup olmadığını bile bilmiyorum.”

“Biliyorum. Ama aile fark etmez. İnsan genomunun yüzde doksan dokuzunun kodu çözüldü. Senin genetik bilgilerinle ilgili neyi bilmek istersem bulabilirim.”

“Ve sonra… bilgileri elde edersen ve istemediğin bir şey bulursan ne olacak?”

“Şey…”

“Safu, ulaşmak istediğin şey ne? Bir insanın tamamen DNA baz dizisinin bize söylediği şeyden ibaret olduğunu mu düşünüyorsun? Elbette, DNA’ma bakabilir, genlerimi analiz edebilirsin ama bu sana benim hakkımda ne anlatacak ki? Çocuk sahibi olmaktan bahsediyorsun sanki bu kolay bir şeymiş gibi, ama―”

“Sende sandığından fazlası olduğunu biliyorum!”

Safu’nun tiz sesiyle bölünmüştü. Geçen insanlar bakışlarını onlara yönlendirdi.

“İki yaşından beri beraberiz. Senin nasıl bir insan olduğunu biliyorum, ya da neyi sevdiğini… Biliyorum ve yine de bunu sana söylüyorum: hiçbir şey bilmeyen kişi asıl sensin.”

“Ne?”

Safu, Shion’un duyamadığı bir şeyler mırıldandı. Yavaşça onu daha iyi duyabileceği bir şekilde eğildi.

“Seninle seks yapmak istiyorum.”

Kelimeler Shion’un kulaklarında çınladı.

“Safu…”

“Senin spermini istemiyorum. Suni tohumlamaya merakım yok. Çocuk sahibi olmak falan da umurumda değil. Seninle seks yapmak istiyorum. O kadar.”

“Bekle a- bir dakika… Safu, ben-”

“Hemen şimdi.”

Shion soluklandı. Kızarmış yağ kokusu burun deliklerine doldu. Saat sekizdi.

“Şimdi olmaz.”

“Neden? İlgini mi çekmiyorum? Ya da seks mi ilgini çekmiyor?”

“İki de ilgimi çekiyor. Ama… Şu an bunu, seninle yapmak istemiyorum.”

“Ben olduğum için mi?”

“Hayır- Vücudumun muhtemelen bir sorunu yok. Yine de ben… ama- yine de yapmak istemiyorum. Seninle o şekilde yatmak istemiyorum.”

“Beni daha önce hiç o gözle görmediğini söylüyorsun.”

“Evet. Ben seni hep bir arkadaş olarak gördüm.”

“Buna inanamıyorum.” Safu öfkeyle nefes verdi. “Nesin sen, çocuk mu? Neyse. Ben gidiyorum.”

“Safu, iki yıl içinde-”

“Hm?”

“İki yıl içinde dönüyorsun, değil mi? Döndüğünde bu kez ben sorarım.”

“Seks isteyip istemediğimi mi?”

“Evet.”

“Gördüğüm en iyi niyetli geri zekalı sensin. Bu kadar vurdumduymaz biri olarak bu zamana dek nasıl hayatta kaldın, aklım almıyor.”

“Dikkatli ol. Sıkı çalış.”

“Ah, çalışmak konusunda bana güvenebilirsin. O kadar çok çalışacağım ki tüm erkekler benden uzak duracak.”

Normal bir el sallama ile Safu arkasına döndü ve küçük bir çığlık attı. Küçük gri bir hayvan Safu’nun ayağını hızlıca geçip, Shion’a koştu.

“Fare!”

Shion’un serçe parmağı kadar olan fare omzuna oturdu ve burnunu oynattı.

“Bu şehirde fare görmek şaşırtıcı. Ama sanki tatlı,” dedi Safu düşünceli bir şekilde.

“Fazlaca da arkadaş canlısı.”

Fare yüzünü Shion’un kulağına yaklaştırmıştı.

“Hala doğal,” diye fısıldadı.

Vücudundan elektrik akımı geçtiğini hissetti. Fareyi tuttu ama parmaklarından kaydı, omzundan inip istasyon çıkışına doğru koştu. Doğru, burası eski bölgeydi – ama Kayıp Şehir hala şehir sınırlarına dahildi ve fareler burada nadirdi. Sağlık ve Hijyen Bürosu tüm hayvanları ortadan kaldırmıştı, küçük olanlar ve böcekler dahil. İnsanlar, ayaklarının arasından geçen fareyi görmeye alışık değillerdi. Kalabalıktan şaşkın çığlıklar ve endişeli uğultular yükselmişti.

Ve en sonlarında, Shion bir çift gri gözü seçti. Kısacık bir andı. Bedeninin tekrar sarsıldığını hissetti.

“Nezumi!”

“Shion, sorun nedir?”

“Safu, eve gidebilirsin, değil mi?”

“Ne? Elbette. Zaten gidiyordum, değil mi? Sorun ne? Neden böyle telaşlandın?”

“Üzgünüm-”

Buradan ayrıldıktan sonra Safu’yu iki yıl boyunca tekrar görmeyecekti. Ona düzgün bir veda etmesi gerekirdi. En azından itişip kakışan alabalığın ardından kayboluşunu izlemeliydi. Seks yapsınlar ya da yapmasınlar, Safu’nun kendisi için önemli olduğu gerçeği değişmiyordu. Bunun onun hak ettiği veda olmadığını biliyordu. Biliyordu. Ama o kadar iyi bildiğini sandığı şeyler aklından uçtu. Bedeni kendi kendine hareket etti, mantığına meydan okuyordu. Evet, dört yıl önceki deneyimi gibi – aklın her zaman önde olduğunu bilse de.

Güvenlik sistemini açmak. Güvenlik Bürosu’na haber vermek. Yabancı varlığı bildirmek. Hepsine meydan okumuştu. Şimdi de aynısıydı. Hareketlerini duygularına bırakıyordu.

Yağmur başlamıştı. Yağmur damlaları yanağından süzülüyordu. Hızlı adımlarla ileri geri yürüyen kalabalığın arasında o tanıdık yüz yoktu.

“Shion!” Kapıda oğlunu karşılayan Karan’ın gözleri kocaman açıldı. “Sırılsıklamsın! Ne yapıyordun?”

“Yürüdüm.”

“Bu yağmurda mı? Nereden?”

“İstasyondan.”

“Aklın neredeydi de bu kadar ıslandın?”

“Serinliyordum.”

“Serinliyordun ha? Her zamanki tasasızlığın ha?”

Safu da benzer bir şeyler söylerdi. Shion kendi kendine kıkırdadı ve saçlarını bir havludan geçirdi. Yağmur başladığından beri hava serinlemişti; eski gazyağı fanlı ısıtıcı odayı sıcak tutmak için vızıldıyordu. Karan esnedi. Uyku vakti gelmişti. Kayıp Şehir’in bir köşesine sıkışmış Karan, mütevazi bir fırın işletiyordu. Küçük, tek bir tezgahı olan. Ama belli ki insanlar taze pişmiş ekmeğin aromasını sevmiş olacak ki her sabah erkenden kapıda bitiyorlardı ve işler büyüyordu. Erken açardı ve erken de uyurdu. Saat dokuz Karan için gece yarısıydı.

“Yarın tereyağlı ruloları artırmayı düşünüyorum. Ve belki küçük bir çılgınlık yapar ve basit kekler satmayı denerim, ilk olarak muffinleri satarız. Ne dersin?”

“Kirazlı kek gibi mi?”

“O da bir seçim. İnsanların atıştırmalık olarak alabileceği küçük şeyler, ama ekmek ya da muffinlerden biraz daha kaliteli. Özel günler için küçük hatırlıklar ya da öyle bir şey.”

“Bence harika olur,” dedi Shion coşkuyla.

“Değil mi ama? Ayrıca vitrinde pasta bulundurmak etrafı biraz canlandırabilir.”

Shion başıyla onayladı ve oturma odasından çıkmak için hareketlendi. Bu evde, lüks şahsi yatak odaları yoktu. Karan salonun köşesinde uyuyordu ve Shion kilerde yatıyordu.

“Shion,” diye seslendi annesi. Arkasına döndü.

“Bir şey mi oldu?”

“Ha?”

“Ne oldu da serinlemek istedin?” diye sordu Karan, Shion’un cevabı daha gelmeden. “Eve döndüğünde biraz sarsılmış görünüyordun. Sırılsıklam olduğunun bile farkında değildin. Ve… şimdi de—”

“Şimdi de?”

“Dalgın görünüyorsun, biraz da tedirginsin… şu an yüzün garip. Ayna getireyim mi?”

Shion kısa bir nefes verdi.

“Bugün parkta biri öldü.”

“Ne? Doğa Parkı’nda mı? Haberlerde hiçbir şey yoktu.”

Haberlerde hiçbir şey yok muydu? Yani adam doğal sebeplerle mi ölmüştü? Aniden olsa da açıklaması bu olabilirdi. O zaman haberler için yeterli bir olay olmazdı – Shion başını sağa sola salladı. Elbette değildi. Bedeni katıydı, yüzü yeşildi. Çok garipti.

Güvenlik Bürosu onu bulduğunda basit bir açıklamayla yetinmişti. Güvenlik Bürosu’na sadece olay yerinde bulduklarını anlattı. Cesedin ölüm sertliğini ya da lekeyi fark etmemiş gibi davrandı—bunu yapmak zorunda olduğunu hissediyordu. Neden bilmiyordu ama içinden bir ses ona salağa yatmasını söylüyordu. Tıpkı tehlike sezmiş bir küçük hayvan gibi ve içinden, kendini gizlice uyarmıştı. İçgüdü – yine. Mantığıyla değil, dürtüleriyle hareket ediyordu. İçgüdülerine yenik düşmek için mantığından çok kolay sıyrılıyordu. Shion derin bir nefes aldı. Nefes almak biraz zordu.

“Ve bu yüzden tedirginsin?”

“Şey evet. Daha önce hiç ölü görmemiştim.”

Yalan söylüyorum anne. O gözleri bugün yine gördüm. Nezumi’yi gördüm. Bir şeyler olduğunu hissettim. Bu yüzden—

Karan gülümsedi ve ona iyi geceler diledi. Nazik bir gülümsemeyle Shion da iyi geceler diledi ve salondan çıktı.

Karan’ın vücudu hala dolgundu, ama öncekinden daha genç görünüyordu. Chronostan Kayıp Şehir’e geçişi çok zor geçmemiş gibi duruyordu. Ekmek pişirmenin eğlenceli olduğunu ve insanların pişirdiklerini almasının ne kadar keyifli bir şey olduğunu anlatırken hep gülümsüyordu. Sadece nezaketinden ya da oğluna güven vermek için yapmıyordu. Karan, hayatları konusunda o kadar umutsuz değildi. Chronosta onlara her şey verilmişti, ancak Kayıp Şehir’de sahip olduğu her şeyi kendi elleriyle kazanmıştı. İşte bu yüzden Shion bunu mahvetmek istemiyordu. Dört yıl önceki gibi tüm hayatını kökünden sökmek istemiyordu. Onun başının tekrar belaya girmesini istemiyordu.

Shion yatağına çöktü. Hafif bir ürperti ve başının arkasında az da olsa ağrı vardı. Gözlerini kapattığında, göz kapaklarına geçmişin anıları hücum ediyordu. Yeşilimsi leke, terk edilmiş marul, pembe tişört, “Seks yapmak istiyorum.” diyen Safu’nun yüzü. Bedeninde yürümüş fare. Hala doğal. Bedeninde bir sıcaklık büyüyordu. Kalp atışları hızlandı. Bu rüya değildi. İlüzyon değildi. Nezumi oradaydı, istasyon kalabalığına karışmıştı. Aynı gösterişli çıkış. “Şerefsiz,” diye mırıldandı nefes arasında. Bu küçük ortaya çıkıştan ne beklemeliydi? Nezumi ne yapmak istiyordu?

Shion doğruldu. Safu bir kenara, parktaki beden ve Nezumi arasında bir alaka var mıydı? Bedeni fark ettiği gece Nezumi görünmüştü. Tesadüf müydü? Alakaları varsa ne tür bir-

Bir çağrı sesi, düşüncelerini böldü. Kimlik kartındaki telefon çalışıyordu. Mümkün değildi. Nezumi olmadığının farkındaydı, yine de kalbi tekledi. Parmakları kartı tutarken titredi. Ekranda beyaz harfler yanıp sönüyordu—Safu. Konuşma tuşuna bastı ve ekranda Safu’nun yüzü göründü.

“Shion, uyuyor muydun?”

“A-ıh, hayır.”

Unutmuştu. Onu aramalıydı ve gitmeden ona veda etmiş olmalıydı.

“Safu, özür dilerim. Ben-”

“O kişi senin için önemliydi ha?”

“Ne?”

Safu’nun yüzü alaycı bir gülümseme takıntı. Hem sakin hem de güzeldi.

“Seni daha önce hiç öyle bakarken görmedim. Bu ifadenin ne olduğunu biliyor musun?”

“Ha? Bekle—o kadar kötü mü bakıyordum?”

“Gerçekten de ilginçti. Beni fazlasıyla eğlendirdi. İlk olarak, şaşkınlığın ve sonra—şey, düşünelim—buna ne denir? Keyif? Belki de kendinden geçme. Her ne ise aklındaki her şeyi silip sürmeye yeterdi. Ve sonra sen istasyondan çıktın, beni tek başıma arkada bıraktın. Üzücü bir hikaye ha? Biliyorum.”

“Çok özür dilerim. Ne söylesem yeterli kalmaz.”

“Aynen öyle. Sorun değil. En azından senin daha önce hiç görmediğim bir yüzünü gördüm. Yani Shion kimdi o da senin öyle bakmanı sağladı. Her şeyi durdurup ardından gitmeni sağlayan kişi bu kadar önemli miydi?”

Gölge’den Not: Safu burada “she” kullanmış. Muhtemelen Shion’un bir kadının peşinden gittiğini düşünmüş olabilir.

“Önemliydi.”

İtiraf ettiği şeye kendisi de şaşırmıştı.

“Im, Safu beni yanlış anlama. O kız arkadaşım ya da öyle bir şey değildi. Ah—gerçekten nasıl açıklarım bilmiyorum ama…”

“Ayrıca ilk kez seni bir şeyi açıklamakta zorlanırken görüyorum. Kız arkadaşının olması dert değil. Aklında birinin olmasını umursamıyorum. -Hayır, bu yalandı. Bana bak, her zaman her durumda güçlü duruyorum. Bu da benim kötü alışkanlığım.”

“Öyle değil.” Shion’un cevabı sertti. “Sen hep kendine karşı dürüstsün.”

“Sadece senin önünde. Fark etmedin mi?” Safu devam ederken ifadesi ciddileşti.

“Safu, gerçekten, ım- İki yıl sonra görüştüğümüzde—”

“Seni seviyorum Shion, herkesten daha fazla hem de.”

Daha cevap veremeden konuşma sonlandı. Yağmurun şıp şıp yağışını duyuyordu. Odanın köşesinde bir şey gördüğünü sandı.

“Nezumi?”

Kilerdeki un ve şeker çuvallarının arasında sadece yağmur sesi yankılanıyordu. Shion dizlerine sarıldı ve karanlıkta öylece oturdu, kulaklarını öylece çiseleyen yağmura verdi. Yağmur ne arttı ne de azaldı, gece boyu devam etti.

 

 

Bölüm 2- Sessiz Bir Başlangıç – Son-
Çeviri: Gölge

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.