No.6 Cilt 1 Bölüm 2-B
“Shion.” Safu dirseklerini masaya yasladı ve ellerini birbirine geçirdi. Çenesini üstüne dayarken Shion’u izledi.
“Sana sormak istediğim bir şey var.”
“Ne?”
“Dört yıl önce—neden Yetenekliler Bölümü’ne katılmadın?” Doğrudan kendisine soruyordu. Shion elmalı turtasının bir parçasını eliyle kırdı. İçindeki dolgu tabağa sızıyordu.
“Neden şimdi soruyorsun?”
“Çünkü bilmek istiyorum. Tarafsız bir şekilde bakınca sen muhteşem bir öğrenciydin. Bilgileri iyice özümsüyor ve nasıl kullanacağını biliyordun. Tüm eğitmenlerin senden beklentisi yüksekti.”
“Beni gözünde fazla büyütüyorsun.”
“Doğru olan bu. Sayılar yalan söylemez. Dört yıl önceki yetenek testi sonuçlarını görmek ister misin?”
“Safu.” Ağzında acı bir tat vardı. Vücudunun tam ortasından yayılıyordu.
“Şimdi durup bunu sormanın anlamı ne? Dört yıl önce Yetenekliler Bölümü için yeterli olmadığıma karar kılındı yani özel ayrıcalıklarımı kaybettim. Kaydolmamayı ben seçmedim, kaydolamadım. Şimdi de faturalarımı ödeyebilmek için Park Yönetimi’nde çalışıyorum ve Çalışma Bürosu aracılığıyla kurslar alıyorum. Katılımlarım düşük olduğu için bitirebileceğimden de şüpheliyim gerçi. İşte bu gerçeklik. Konuştuğun gerçeklik bu Safu.”
“Ve neden ayrıcalıklarını kaybettin?”
“Bunu konuşma niyetim yok.”
“Ama bana söylemenden mutluluk duyarım.”
Shion parmaklarındaki turta kremasını yaladı ve sonra ağzını sıkıca kapattı. Bu konuda konuşmak istemiyordu. Ya da daha doğrusu, herhangi bir açıklamayı Safu’nun anlayacağından şüpheliydi.
Sebep basitti. O gece bir VC’yi kanatları altına almıştı ve kaçmasına yardım etmişti. Güvenlik Bürosu bunu öğrendi. Annesi Karan’ın güvenlik alarmını kapalı tutmasını garip bulmuşlardı ve Shion kendi isteğiyle odasındaki yabancı obje tespit sistemini devre dışı bırakmıştı. Güvenlik sistemleri her evde ana merkez bilgisayarlarına bağlı olurdu, takip etmesi kolaydı.
Nezumi gideli daha bir saat olmadan Güvenlik Bürosu kapılarına dayanmıştı. Uzun, bitmek bilmez bir sorgu gecesi öylece başlamıştı.
“Onun bir VC olduğunu biliyordun o zaman?”
“Evet.”
“Neden hemen polisi aramadın?”
“Şey…”
“Soruma cevap ver. Acele etmek zorunda değilsin. Bize sadece açık ve net cevaplar ver.”
“Çünkü yaşı benimle aynı görünüyordu ve ciddi yaraları vardı. Onun için üzgün hissettim…”
“O zaman bir VC’ye sempati duydun, polise haber vermek yerine onu tedavi edip, kaçmasına yardım ettin.”
“Öyle oldu, evet.”
Güvenlik Bürosu’nun sorgu yetkilisinin adı Rashi’ydi. Tüm soruşturma boyunca nazik konuştu, bir kez bile sesini yükseltmedi ya da şiddete başvurmadı. İki günlük yorucu soruşturma sona erdiğinde ve Shion tahliye edildiğinde bile omzuna arkadaşça pat pat yapmış ve “Zordu biliyorum, teşekkür ederim.” demişti. Buna rağmen Rashi’nin gözleri biraz bile gülümsemedi ve Shion bunu fark etmişti. Şimdi bile, yıllar sonrasında, o içi gülmeyen gözler rüyasına giriyor, bakışlar onu boğuyordu. Sabah uyandığında titriyor, terden sırılsıklam oluyordu.
Bir suçluyu gizlemiş ve kaçışına destek olmuştu. Shion bu suçtan bir ceza almadı ancak olayları değerlendirme ve doğru harekete geçme kabiliyetinin olmadığı düşünüldü, sonucunda ise tüm özel ayrıcalıkları elinden alındı.
Kasırga geçtiğinde Shion ve Karan, kör edici mavi gökyüzünün altında sokağa atıldılar. Yaşayacak bir yer yoktu, yaşam belirtisi olan bir yer de. Shion’un Yetenekliler Bölümü ekolojisi gittikçe ellerinden kayıp gitmiş ve gökyüzünde süzülen bulutlardan da ötede ulaşılamaz noktada durmuştu.
Netlik, daha bir önceki gün ellerinde olan tek bir kesinlik, tek bir an önce oradayken ortadan kaybolmuştu. Fırtınada savrulan yapraklardan daha da zayıf bir şekilde rüzgarda dağılmışlardı. Hayatında ilk kez “kaybetme” hissini deneyimlemişti.
No.6’da refah sistemi yoktu. Sadece seçilmiş vatandaşların katkı seviyesine bağlı olarak değişen bir sigorta sistemi vardı. Shion ve Karan katkı sağlamak bir kenara dursun, vatandaşlık sorumluluklarını yerine getiremeyen kişiler olarak muamele gördüler. Hiyerarşinin en dibindeydiler. Yani, şehirde kalmalarına izin olsa da herhangi bir yardım ve sigorta alamazlardı.
Fanus elitleri. Nezumi’nin o gece söylediği şey doğruydu. Korunaklı ve kapalı konteynırlardan atıldıktan sonra bunun ağrılığının farkına vardı. No.6 kast sisteminden başka bir şey değildi. Dikey bir piramitte ilerleyen nüfus yapısı. Bir kez tepeden düştünüz mü geri dönmesi kolay değildi.
“Kendine bir bak, fazla ciddisin.” Safu güldü. “Anladım. Açıklaması zorsa sormam.”
“Üzgünüm.” Shion elini kaldırdı ve özür dileyerek başını eğdi. Daha fazla soru sormadığı için rahatlamıştı. Olaylar açıklaması yeterince kolay olanlardı. Hayatını alt üst eden dramatik olaylar silsilesini Safu’ya anlatmak istemişti. Ama Shion’u sıkıca tutan, kelimelerle anlatması zor olan şey hisleriydi. Ne kadar az pişmanlık duyduğuna kendisi bile şaşırıyordu. Bulunduğu durumun kırılganlığı karşısında şok geçirmişti ve birden fazla kez kendini kaybetme duygusuyla başa çıkamaz halde kıvranırken buldu. Artık, dört yılın ardından şunu düşünüyordu. O on ikinci yaş gününe geri dönse ne yapardı? Polisi arar mıydı? Güvenlik alarmını kapatır mıydı? Cevap her zaman “hayır“dı.
O gece dönme şansı olsa bile aynı şeyleri yapardı. Soğuk ve rüzgârı almış olsa da davetsiz misafir gelse de. Bunu kesinlikle hissediyordu ve bu kesinlik onu huzursuz eden şeydi. Hayatını öncekinden daha tatmin edici bulmuyordu. Hala ekolojiye, teknolojiye ve rahat yaşama ilgi duyuyordu—ve utanç verici olsa da övgü, teşvik ve olayların merkezinde olduğunda kendisine yöneltilen bakışlara ilgi duyuyordu. Yine de işin sonunda aynı şeyi yapardı. Nezumi’yi kabul etmek kendi yıkımı olacaksa bile yıkıma defalarca yürümeye razıydı. Yaptığı şeyden pişmanlık duymuyordu. Ama nedenini açıklayamıyordu. O geceden beri, başka kasırgalar gelmiş ve geçmişti. Rüzgârda süzülen yaprakların heyecanlı mırıltılarını dinleyince Shion pişmanlık hissetmiyordu ama özlem duygusu hissediyordu. Onu tekrar görmeye duyulan bir hasret…
Shion’un bunu Safu’ya yeterince iyi ifade edecek kadar özgüveni yoktu. Sessizliğe gömülmekten başka çaresi yoktu.
“O zaman gidelim mi Shion?” Safu ayağa kalktı. Restoran iyice kalabalıklaşmıştı ve artık birbirlerini zar zor duyuyorlardı.
“Seninle istasyona yürüyeyim,” diye önerdi Shion.
“Olur. Bir kızın eve tek başına gitmesine izin vermek olmaz, değil mi?”
“Hadi ama,” Shion’un cevabı sertti. “İkimiz de senin o zayıf ve küçük bedenine rağmen ne kadar güçlü olduğunu biliyoruz. Ayrıca hızlısın. Her zaman senin psikolojidense dövüş sanatlarına daha uygun olduğunu düşünmüşümdür.”
“Ne var biliyor musun, haklısın. Bir keresinde genelde sessiz olsam da aniden ne kadar duygusal davrandığıma dair bir şeyler söylenmişti. Belki de laboratuvara uygun değilimdir.”
İstasyon yolunda yan yana yürüyorlardı. Birkaç restoran hariç şehirde gecenin geç saatlerinde çalışmak yasaktı. Birkaç saate insan kalabalığı azalacaktı. Shion, Safu’nun sırtını hafifçe itti. Son sözleri bir şekilde kulağına keyifsiz gelmişti.
“Bu sınavı geçmiş ve değişim öğrencisi olacak birinin söyleyeceği bir şey mi?”
Safu başını kaldırıp sırıttı.
“Kıskandın mı?”
“Evet.”
“Ne kadar da dürüstsün!”
“Kendine dürüst, diğerlerine nazik ol. Bugünlerde mottom bu.”
“Yalancı.”
“Ha?”
“O kadar da kıskanmadın.”
Shion durdu. Safu ona zorlayıcı bakışlar atıyordu. Tam ona seslenecekken bir el omuzlarını yakaladı.
“Afedersiniz,” Shion arkasına döndü. Orada duran adam gülümsüyordu. Shion’dan bir kafa kadar kısaydı ve Güvenlik Bürosu’nun üniformasını giyiyordu. Baştan aşağı lacivertti ve olağanüstü bir görünüme ve etkileyici özelliklere sahip süper lif adlı bir maddeden yapılmıştı. Çeliğin on katı olan dayanıklılığı kurşun geçirmez yeleğin amacına yeterince hizmet ediyordu; aynı zamanda giysi hava alabiliyordu. Batı bloğuna yaklaştıkça Güvenlik Bürosu’ndan gelen kolluk kuvvetlerinin sayısı artardı. Shion yavaşça adamın elini omzundan itip konuştu.
“Yardımcı olabilir miyim?”
“Ah, evet… Size birkaç sorum var… Kaç yaşındasınız?”
“On altı.”
“İkiniz de mi?”
“On sekiz yaşın altındakilerin dokuzdan sonra dışarıda olmaması gerektiğini biliyor musunuz?”
“Evet ama saat daha sekiz bile değil.”
“Shion,” Safu keskin bir şekilde fısıldadı. Tartışmamasını söylüyordu. Ama Güvenlik Bürosu üniforması aklına Rashi’yi getirmişti. Shion’un korkutmaktan çok misilleme yapma isteği uyandırıyordu.
“Kimlik kartlarınızı verin lütfen.” Belki de Shion’un asi tavrı dikkatini çekmişti. Adam yüzündeki gülümsemeyi silmiş ve bilgileri ifadesizce istemişti. Safu gümüş kartını uzattı. Shion da.
“Sırasıyla vatandaşlık numaralarınızı alayım.”
“SSC-000124GJ.”
“Qw-55142.”
Adam kartları taşınabilir okuyucuya okuttu ve Safununkini yavaşça geri uzattı.
“Sizin gibi bir Üstün Yetenek öğrencisi bu saatlerde burada olmamalı. Eve gitmenizi öneririm.”
“Zaten gidiyordum… İstasyona yürüyordum.”
“Size eşlik edeyim.”
“Hayır teşekkürler. O eşlik ediyor.” Safu, Shion’un koluna girdi.
“Onu ben götürürüm,” dedi Shion kısaca. “Zaten oraya gidiyorduk, hadi gidelim Safu.”
Memurun elinden kartını aldı ve Shion, Safu’nun elini tutup hızla uzaklaştı. Arkasına döndüğünde adam çoktan kalabalığa karışmıştı.
“Bu korkuttu.” Safu’nun eli göğsündeydi. “Daha önce hiç güvenlik tarafından azar yememiştim.”
“Buralarda hep olur,” diye yanıtladı Shion. “Eğer ona Yetenekliler sınıfı kartını vermeseydin, bizi daha çok haşlardı.”
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten,” dedi Shion acımasızca. “Tıpkı bineceğin tren gibi. Elindeki kimlik kartıyla genel bölümden özel sınıfa araçla geçebilirsin. Bu yaşadığımız şehir. Herkes yetenekleri, varlıkları ve diğer faktörlere göre sınıflandırılıyor.”
“Öyle deme,” diye itiraz etti Safu. “İnsanları ‘çöp’ ve ‘işe yarar mallar’ diye ayıramazsın. İnsanlar insandır. Onlar insanlık.”
“Safu, bu şehirde insan ya da başka bir şey olman önemli değil. Ne kadar işe yarar olup olmadığın önemli. Hepsi bu.”
“Shion…”
“Az önce bana yalancı dedin ama değilim. Elbette kıskanıyorum. Tüm ayrıcalıklara erişimin var ve gönlünün istediği tüm çalışmalara ve projelere iznin var. Kıskanıyorum Safu. Hatta bende olmayan şeyler sende olduğu için kızıyorum bile.”
Shion durdu ve nefesini verdi. Çok ileri gitmişti. Utanç vericiydi. Alçakça. Acınası. Kendine hayal kırıklığı ile dil şaklattı.
Safu da nefes verdi.
“Hala yalancısın.”
“Ha?”
“Duymadın mı? Hala. Yalancısın. Başına istersen ‘büyük’ de eklerim. Hala yalan söylüyor gibi yapıyorsun ya da farkında değilsin? Elimdeki çocuğun salaklığına bak.”
“Safu ne-” Shion kızmaya başlıyordu.
“Gerçekten kıskanıyor ve kızgın olsaydın, benimle yemek yemeğe gidecek kadar duramazdın. Hem de sen gülüyorsun, yiyorsun, tartışıyor ve sorun yokmuşçasına şakalaşıyorsun.”

“Hey, benim de biraz gururum var. Elbette o kadar açıkça kıskanmıyorum.”
“Shion,” dedi Safu düzgünce, “Benim uzmanlığım bilişsel işlevler, beyin aktiviteleri ve bunların hormonlarla ilişkisi.”
“Biliyorum.”
“İyi çünkü bilmesen kızardım. Bunu sana boşuna defalarca söylemedim. Neyse,” hızlı bir şekilde devam etti, “kırılganlığını gizlediğini ve benimle vakit geçiriyormuş gibi davrandığını söylesene. Stresli olurdu değil mi?”
“Öyle olurdu galiba..” Shion şüpheyle cevapladı.
“Bu stresli olurdu. Ve stres hissettiğinde, böbrek üstü bezlerin, kortikosteroid adı verilen steroid hormonları salgılar, bu hormonlar beynini etkiler. Ve beynin faaliyetlerine ne yaptığı ise―”
“Tamam Safu, anladım.” Shion sözünü kesti. “Bu kadarı yeter. Dersini sonraya sakla, o zaman dikkatlice din-”
“Beni dinle. Stresli değilsin. Bana o kadar kırgın da değilsin. Shion, yapmak istediğin şey ne?”
“Ha?”
“Eğer eğitimine devam etmek isteseydin, bana kırgın olabilirdin. Ama değilsin. Sende olmayan her şeyin bende olduğunu söyledin. O zaman sende ne var? Hiçbir şeyin olmadığını söyleyemezsin,” aceleyle ekledi, “Hiçbir şeyi olmayan insanlar -hayır- hiçbir şeyinin kalmadığını düşünen insanlar senin gibi gülümseyemezler bile. Ya da senin gibi konuşamazlar. Duygularımızın hareketlerimize etkisinin olmaması için çok iyi bir kontrol ve özel çalışmaya ihtiyacımız vardır. Senin özel çalışman falan olmadı. Çok duygusal biri olduğunu düşünmesem de duygu kontrolünün %100 olduğunu da düşünmüyorum. Benimle normal bir sohbet edebiliyor ve gülebiliyorsan, duygusal güvenin var demektir.”
“Safu az önce koltuk teorisi yaptın. İnsanların duyguları karmaşıktır. Laboratuvar faresi değiller. İnsan hareketlerini o kadar basitçe açıklayabileceğini düşünmüyorum. Bilimin insan doğası hakkında her şeyi açıklayabileceğine inanmak kibirden başka bir şey değil.”
Gölge’den Not: Armchair Theory: Birincil bir araştırma ve veri toplama içermeyen, bunun yerine mevcut olan analiz ve sentezi içeren bir yaklaşım. Yani bir konu hakkında elindeki verilerle konuşuyor.
Safu omuz silkti. İstasyona yaklaşıyorlardı.
“Yazar olmaya çalıştığını bilmiyordum.”
“Safu,” Shion yorgun bir şekilde yanıtladı.
“O zaman bunu edebi bir bağlamda ifade edeyim. Duygusal güvenlik… yani umut ve hayaller hakkında konuşuyorum. Sende bunlar var. Bu yüzden bana kızma ihtiyacı hissetmiyorsun. Shion, umut ettiğin şey nedir?”
Çeviri: Gölge
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.