Murim’in Savaş Tanrısı Bölüm 1

[ A+ ] /[ A- ]

Giriş

 

Hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan beri insanlar sürekli bir mücadele içindeydi. İyi ve kötü, doğru ve yanlış, ilahi ve şeytani… dünya mücadele üzerine kurulmuş bir oyun tahtasından ibaretti.

 

Uzun zaman önce insanlar kendilerini korumak ve düşmanlarını yok etmek adına dövüş sanatlarını kullandılar.

 

Zaman geçtikçe bu dövüş sanatları giderek gelişti ve artık tamamen farklı bir hale büründü. Öldürmek için gelişti ve öngörülemez, sofistike hale büründü.

 

Basit kılıç saldırıları birbirini takip eden dizilere dönüşürken, nefes alma teknikleri gücün temellerini attı.

 

Dövüş sanatçıları güçlenerek öğretilerini kitaplara, gelecek nesli güçlendirmek umuduyla yadigârlara aktardılar.

 

Yıldırım kadar hızlı koşanlar, yumruklarıyla dağları parçalayanlar ve tek bir kılıç darbesiyle çeliği kesebilen insanlar ortaya çıktı. Bu insanlar adeta normal insanlardan farklı bir dünyada yaşıyorlardı.

 

Onların dünyasına Murim dendi.

 

Ancak Murim dünyasında kutuplaşmalar meydana geldi ve birçok güç ortaya çıkarak Murim’i kaosa sürükledi.

 

Erdemi ve doğayı sevenler kendilerine Denge Klanı dedi. Diddeti ve kaosu sevenler ise kendilerine Şiddet Klanı dedi.

 

Bu iki klan Murim’in en büyük iki klanıydı.

 

Onlar dışında ise birbirlerinin ezeli rakibi olan, sadece birbirlerini yok etmek için doğmuş iki klan vardı. Bunlar birbirleri ile ortak soyu paylaşıyorlardı ancak ezelden beri düşmanlardı.

 

İlahi Klan ve Şeytani Mezhep.

 

İlahi Klan ve Şeytani Mezhep arasındaki savaş çok eskilere dayanıyordu. Aralarındaki düşmanlık öyle seviyelere ulaşmıştı ki ateş ve su gibilerdi.

 

Birbirlerine hasar vermek için her fırsatı kolluyorlardı.

 

Şeytani Mezhep bundan çok uzun bir süre önce bu emelden vaz geçip sadece gücün peşinde koşmayı hedeflemişti.

 

Bu dört büyük gücün arasındaki savaş Murim dünyasında fırtınalar estirmeye devam ediyordu.

 

Tianjin’in kıyılarında Susuz Alan isminde bir yer vardı. Bu geniş bir alana yayılıyordu ve içinde tonlarca küçük-büyük dağ vardı. Burası tüm Murim dünyası tarafından yasak alan olarak görülüyordu.

 

Çünkü burası Şeytani Mezhep’in bölgesiydi.

 

Şeytani Mezhep’in ana kalesinden uzakta, derin bir ormanda onlu yaşlarının ortasında bir çocuk canı pahasına koşuyordu.

 

“Argh!”

 

Çocuk neredeyse yıkılmak üzereydi ve göğsü şiddetle inip kalkıyordu. Tüm vücudu kanlar içindeydi ve yüzü sert bir dayak yediğini belli edercesine paramparçaydı.

 

“Siktir.”

 

Çocuk onu yakalamak için kovalayan maskeli beş adama bakmak için durdu. Saatlerdir kaçıyordu fakat görünüyor ki yolun sonuna gelmişti.

 

“Hepinizi sikeyim.”

 

Çocuk ağzından bir yumak kan kustu ve adamlara tekrardan bir bakış attı. Yüzlerini kapatan siyah maske yüzünden pek belli olmasa da gülümsediklerini anlamıştı.

 

“Prens Chun, babanızın asil kanını taşıdığınızı kanıtladınız. Bu kadar zaman kaçarak iyi iş çıkardınız.”

 

Maskeli adamların lideri neredeyse yıkılacak prense bakarken içinden küfürler savuruyordu.

 

‘Buraya yirmi adamla geldik fakat üç saatin sonunda sadece beş kişi kaldık. O kesinlikle lordun kanını taşıyor. Bir kaplanın oğlu ne kadar küçük olsa da bir kaplandır. Siktir.’

 

“Geriye kalanlarınız nerede? Sanırım kolay bir av olduğumu düşündüklerinden uyumaya gittiler.”

 

Oğlan kaşlarını çattı ve kanlı dişleriyle onlara bir gülümseme gösterdi. Tüm gücünü üç saat kaçmakla harcamıştı. Şu anda yıkılmamak için sadece iradesine güveniyordu.

 

“Zekanız takdire şayan, Prens Chun.”

 

Lider kendini sakinleşmek için zorladı.

 

“Aynısını sizin için söyleyemeyeceğim, Zehir Araştırma Bölümü Lideri Hyong Jin Ho!”

 

Lider alaylı bir gülümsemeyle sırtındaki kılıcı kınından çıkardı. Prensin onun kimliğini bildiğini biliyordu. Fakat şu anda bu bir işe yaramayacaktı.

 

Çünkü ölüler hikaye anlatamazdı.

 

Oğlan birkaç adım geriledi. Önündeki beş adamın onu öldüreceğini bilse bile korkmaktan çok öfkeliydi.

 

“Neden? Liderlik pozisyonu için yarışmayacağımı söylememe rağmen neden benim peşimden geliyorsunuz?”

 

“Prens… siz de biliyorsunuz ki bunların hiçbir önemi yok. Siz yaşadığınız sürece… İhtimaller her daim vardır.”

 

Lider elini ileriye doğru hareket ettirince dört adam birden saldırdı. Oğlan bir hançer çıkardı ve öfkeli bir şekilde onlara savurmaya başladı.

 

“Teslim ol, her ne kadar köylü kanı damarlarında aksa da lordumuzun hatırı için hızlı bitireceğiz.”

 

Maskeli adamlardan birisi oğlana doğru ilerledi ve çevik bir hamleyle hançer tutan elini yakaladı.

 

Crack!

 

Oğlan acı dolu bir inledi ve ayakları yerden kesildi. Maskeli adam onu boğazından havaya kaldırmıştı.

 

“Bu kadar yeterli. Çok oyalandık.”

 

Maskeli adam dudaklarını büzdü ve koluna güç verdi.

 

“Dikkat et!”

 

Tam o esnada maskeli adamların lideri panikle bağırdı ancak çok geçti. Maskeli adam ne olduğunu bile anlamadan şakağına hançer girdi. Kolundaki tüm güç kesilince oğlan yere düştü ve acı yüzünden zihni bulandı.

 

“Argh!”

 

Sağ kolu garip bir açıyla bükülmüştü. Beline sakladığı gizli hançerlerden birisi olmasa ölmüş olurdu. Fakat durum çok değişmemişti.

 

“Siktir, bir veledi öldürmenin bu kadar acı verici olacağını düşünmezdim. Ama şimdi yapacak bir şeyi kalmadı.”

 

Maskeli adamlardan başka birisi hızla çocuğa yaklaştı ve karnına sert bir tekme geçirdi. Korktuğundan paniklemişti ancak en temiz hareket buydu.

 

Çocuk yaralarından dolayı ölmek üzereydi. Bu tekme yüzünden yerden havalandı ve bir çuval misali ağaca çarptı. Ağzından kanlar yükseldi ve gözlerinden kanlar akmaya başladı. Tüm kemikleri bir tekmede kırılmıştı.

 

“Buradaki işimiz bitti.”

 

Lider acı bir şekilde mırıldandı. Soruşturma biriminin adamlarından sadece dört kişi kalmıştı ve hepsi içsel enerji bile geliştirmemiş bir velet tarafından öldürülmüştü.

 

“Sadece kafasını almak kaldı.”

 

Oğlan neredeyse kaybettiği hayatıyla son saniyelerini izledi. Bir kişiyi daha öldürdüğünden içi rahattı. Ancak böyle insanların elinde bu kadar çaresiz olması onun nefretle dolmasına neden oldu.

 

Adamlardan birisi oğlanın kellesini kanıt niyetine almak için ona yaklaştığında mavi renkli bir huzme vücudunun etrafını sardı. Ay ışığı misali yumuşak ve narin bir huzmeydi. Ancak maskeli adamla temas ettiği anda maskeli adamın vücudu bir anda ayrışmaya başladı.

 

Kılıcı tutan elinden başlayarak tüm vücudu bir kül misali ufalanıyordu.

 

“Lider!”

 

Adam korkuyla çığlık atmaya başladı.

 

Sanki karanlık bir mağarada hapsedilmişti.

 

Hissettiği korku buydu.

 

“Bu da ne?”

 

Lider hayatında ilk defa böyle bir şey görmüştü. Bu yüzden diğer adamlarına hareket etmemelerini işaret etti. Maskeli adamın feryatlarını umursamadan yok oluşunu izledi.

 

“Geri çekiliyoruz.”

 

Diğerlerini uyarmak için sinyal göndermeye çalıştı ancak elini havaya kaldırdığı anda mor ve siyah renklerinin ahenkli karışımından oluşan bir top karnına çarptı ve delip geçti. Lider ne olduğunu bile anlamadan yere yığıldı ve midesinin ve daha birçok organının olması gereken boşluğu kapatmaya çalıştı.

 

Ancak nafileydi.

 

Görüşünü karanlık kapladı ve sadece birkaç kelime mırıldanabildi.

 

“Bu ilahi cezalandırma mı?”

 

Diğer üç adam ne olduğunu anlamlandırmaya fırsat bulamadan arkasını dönmeye ve kaçmaya başladı.

 

“Güç Kapanı, Elektrik Kafesi.”

 

Üç adamın etrafını yirmi metrelik mavi bir yıldırım kafesi sarmaladı. Maskeli adamlar kafesten kurtulmak için aynı anda aynı noktaya saldırdılar fakat kılıçlar yıldırımlara temas ettiği anda yüksek voltajlı bir elektrik dalgası onları anında kül etti.

 

[Elektrik Kafesi devre dışı bırakılıyor.]

 

[Kamuflajdan çıkılıyor…]

 

Sakin ve soğuk ses oğlanın kulaklarında yankılandı. Görüş alanında mavi bir ışık parladı ve yavaşça bir genç adamın siluetine büründü. Genç adamın bacakları yoktu, bunun yerini mavi bir ışık huzmesi almıştı. Yüzünde mat siyah çizgilere sahip bordo bir maske vardı. Üzerinden birkaç santimlik on boru çıkıyor ve ensesine doğru uzanıyordu. Bakıldığında figürü oğlana bir hayli benziyordu.

 

Fakat Prens Chun’un yaşamı pamuk ipliğine bağlıydı. Bu yüzden ona odaklanacak kadar güçlü bir odağa sahip değildi. Kim olduğunu bilmese de onu öldürenleri öldürmesi onu rahatlatmıştı. Gerisi önemli değildi.

 

“Kaç yıl geriye gittim acaba? Her neyse, sadece birkaç dakikam kaldı. Uygun bir beden bulmam şansımın ne kadar bol olduğunu gösteriyor.”

 

Genç yavaşça prense yaklaştı ve alçaldı. Vücudunun yarısı yoktu ve kıyafetlerinin altındaki deri birbirine dikilmiş kumaşları andırırcasına çirkindi.

 

“Uygun bir vücudu var.”

 

Genç yüzündeki maskeye elini attı ve bir çekmeyle maskeyi yüzünden kopardı. Maske yüzünden koptuktan sonra derisi de onunla birlikte geldi.

 

“Triaspiurrhignychoate modülü, sürüm 11.3.4.5.”

 

[Lütfen kodu giriniz.]

 

“Yeşim Keski.”

 

[Giriş başarılı. Aktarım başlatılıyor…]

 

Genç heyecanlı gözlerle neredeyse ölmüş olan Prens Chun’a baktı.

 

[Aktarım başarılı. ]

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.