İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 09 Bölüm 05

Dayanıklı Nişanlı (Bölüm 2)

 

Çevirmen: RaccoonYobo

 

“Bir Şeytan Kral ortaya çıktı!” Haberi Ranoa Akademisi çevresindeki bütün ülkelerde inanılmaz bir hızla yayılmıştı.

Normalde bu haberin Şeytan Kral daha sınıra yaklaşmadan ulaşması gerekirdi. Lakin bu Şeytan Kral o kadar hızlı hareket ediyordu ki sınırı geçtikten sonra haberleri oluyordu. Sınırı ihlal edilen ülkeleri karmaşa ve panik hali aldı.

Bu anlaşılabilir bir şeydi. Şeytan Kralların kendi bölgelerinden çıkması alışagelmedik bir şeydir. Uzun zaman önce savaşçı Şeytan Krallar vardı lakin Laplace Savaşı sonrası neredeyse hepsinin soyu kurumuştu. Bugün Şeytan Kıtasını yönetenlerin hepsi ya barışçıl huylu ya da ihtiyatlı olan ve çatışmaya girmekten hoşlanmayan şeytan krallardır.

Yine de her ne kadar barışçıl olsalar da bu şeytan krallar Kıtadan kendilerine bir pay alabilecek kadar güçlülerdir. Eğer bu krallardan herhangi biri insan topraklarına girecek olsaydı oluşacak zararın ve yıkımın haddi hesabı olmazdı. Ranoa, Neris ve Basherant düklüklerinin hepsi Badigadi’nin gelişine tepki göstermiş ve onu durdurmak için şövalye birliklerini göndermişti; ayrıca Maceracılar Loncasına da yardım çağırısında bulunmuşlardı. Lakin gönderilen birlikler Ranoa Akademisine hala ulaşamamıştı.

Acil durum önlemi olarak bütün Büyü Ülkeleri askerleri Sharia’daki yerel maceracılarla ve Büyü Loncası üyeleriyle birleşip Kampüsü abluka altına almıştı. En kötü durumun yaşanması halinde Şeytan Kralı ana birlikler ulaşana dek oyalamakla görevlendirilmişlerdi.

Bütün bu olanların dışında Şeytan Kralın Akademiye geliş sebebi hala büyük bir gizemdi. Kimliğini öğrenmek zor değildi. Sonuçta dünyada kapkara derili ve altı kollu  sadece bir tane Şeytan Kral vardı: Ölümsüz Badigadi. Laplace Savaşından beri hayatta olan Eski Krallardan biriydi. En güçlü özelliği, adından da anlaşılabildiği üzere, yok edilemez olmasıydı. Barışçıl kişiliğinden dolayı savaş kapasitesi tam olarak bilinmese de bazı tarihçiler Laplace’ın kendisi ile dövüştüğüne inanıyordu. Bu, korkunç Şeytan Tanrısının bile onu yok etmeye gücünün yetmediği anlamına geliyordu.

Neden böyle bir varlık birden Ranoa Akademisine gelmişti? Ve neden kampüste masum öğrencileri ve hayvan ırkı insanları bayıltarak dolaşıyordu?

Bu soruların cevabını öğrenmek için hala çok erkendi.

 

 

*Rudeus*

Akademinin Büyü Talim Sahasının ortasında duruyorum… boş ve düz olan bu alan için biraz fiyakalı bir isim doğrusu. Karşımda Şeytan Kral Badigadi duruyordu. Kendinden emin gözükmek için kafam dik ve kollarım göğsümde kavuşmuş bir şekilde duruyordum, ancak dürüst olmak icabet ederse altıma sıçmamak için kendimi zor tutuyordum. Ama beni suçlayabilir misiniz ki? Önünüzde altı kollu devasa bir yaratık size dik dik bakıyorken ne kadar sakin kalabilirdiniz?

Tamam kabul ediyorum. Son zamanlarda dünyanın en güçlüsüymüşüm gibi davranmaya başladığım doğrudur. Bunu itiraf etmesem yakışık olmazdı. Lakin şu anda önümde kanlı canlı duran ve KONUŞAN bir Şeytan Kraldan bahsediyoruz. Bu “çok güçlü” birisinin boyunu aşan bir durum. Burnum kalktığı için evren beni cezalandırıyormuş gibi hissediyorum. İçimden cırlayıp tabanı yağlayarak kaçmak geçiyordu.

Arkamı döndüğümde büyük bir meraklı kalabalığın bize doğru baktığını gördüm. Kız ve erkeklerden ve biraz da profesörlerden oluşan bir kalabalıktı. Eğer bunca insanın önünde tabanı yağlayıp kaçsaydım benim hakkımda ne düşünürlerdi?

Şimdi düşününce çok da umurumda değil aslında. Zaten o tren çoktan kalktı benim için.

Aniden kalabalığın arasından biri çıkıp bana doğru koşmaya başladı. Koşan kişi saçı şüpheli bir şekilde kafasına oturmayan yaşlıca bir adamdı. Ama kafasındaki peruk ona yakışıyordu doğrusu. “Jenius dan durumu öğrendim. Özürlerimi kabul edin ama bize biraz zaman kazandırabilir misiniz? Elimizden geldiğince hızlı askeri birlikleri toplamaya çalışıyoruz.”

Bunu dedikten sonra arkasını dönüp kalabalığa katıldı.

Bu adam da kimdi? Onu bir yerde gördüğümü hatırlıyorum. Kim olduğunu hatırlamasam da anladığım kadarıyla başkan yardımcısı Jenius’un durumdan haberdar olduğunu ve yeterince zaman kazanırsam beni bu allahın belası durumdan kurtaracağını anlatmaya çalışıyor. Arkanda seni destekleyen insanların olması çok hoş bir şey.

“Hrm,” dedi Badigadi kollarını kavuşturmuş bir şekilde beni izliyorken. “Çocuk iyice ağırdan alıyor anlaşılan…”

“Az kaldı birazdan gelir,” diye cevap verdim.

Fitz, benim güvenilir asam Aqua Heartia’yı bana getirmekle meşguldü. Badigadi kendisinden rica ettiğimde asam gelen kadar beklemeyi kabul etti. Doğrusu ben de Fitz’in bu kadar gecikmesini beklemiyordum. Yurt ile kütüphane arasında pek bir mesafe yok çünkü. Zaten asam da yatağımın yanında bir beze sarılı şekilde duruyordu.

“Mm. Siz insanlar sürekli telaş halinde olduğunuzdan dolayı buraya acele edip gelmiştim. Ancak gördüğüm kadarıyla oldukça ihtiyatlı duruyorsun evlat. Nişanlımı etkileyen insandan da bu beklenirdi doğrusu.”

“Sizin nişanlınız… yani, ee… adı İmparatoriçe Kishirika değil mi?”

“Aynen,” Badigadi başıyla onayladı.

İmparatoriçe Kishirika’yı unutmadım tabi. Bana şeytan gözümü veren oydu sonuçta. İlk başta sahte olduğunu sanmıştım, daha ne olduğunu anlayamadan çekip gitmesi de beni şaşırtmıştı….

Yine de ne diye şimdi o karının nişanlısı benimle düello yapmak istiyor orasını anlamış değilim. Linia ve Pursenayla evlenmek peşinde olmadığı kesindi. “Majesteleri, İmparatoriçenin kendisiyle sadece bir kez konuşma fırsatım oldu. Gerçi ilk konuşmamız olmasına rağmen bana bir Şeytan Gözü bağışlamıştı.”

“Eh, sürekli senin ne kadar ilginç olduğundan bahsediyor evlat! Birisi hakkında heyecanla konuştuğunu duyalı yüzyıllar oluyor. Ben oldukça anlayışlı bir adam olsam da yine de seni kıskandığımı itiraf etmem gerek çocuk!”

Kıskanç mı? Ciddi misin? Onunla herhangi bir şey yaşamış değilim ama, değil mi? Neden bana kızgın ki? Onu düzmek istediğimi söylememle mi alakalı bu? İyi de o şakaydı. Nişanlısı olduğu için, ki nişanlısı karşımdaki beyefendi olur, beni geri çevirmişti zaten…

“B-Ben özel mözel değilim size temin ederim.” dedim ve elimden geldiğince sakin bir sesle konuşmaya devam ettim. “Ben sadece acınası, avare bir insan bozmasıyım. Sizin gibi ihtişamlı bir Şeytan Kralın neden benim gibi bir böceği kıskandığını bu aciz aklım kavrayamıyor… Şeytan İmparatoriçesi adımı abartmış olmalı.”

Badigadi ben komik bir şaka yapmışım gibi şiddetli bir kahkaha ile karşılık verdi. “Bwaahahha! Mütevazi olma evlat! Sahip olduğun inanılmaz mana miktarınla ilgili çok şey duydum.”

İnanılmaz iddiali bir kelime. Evet ortalama insandan fazla manaya sahip olduğum doğru olabilir ama koskoca Şeytan Kralı kıskandıracak kadar büyük olduğunu düşünmüyorum… umarım.

Şimdi düşünüyorum da Kishirika da aynı şeyi demişti. Tam olarak ne demişti ya…? Tek hatırladığım nedensiz yere katıla katıla güldüğüydü… “Şey, ee, evet. Çoğu insandan biraz fazla manaya sahip olduğum doğrudur.”

“Ahahahah! Biraz mı? Evet evet, biraz!” Badigadi uzun bir kahkaha attı. Sonra sessizleşip yere küt diye oturuverdi. “Otur evlat.”

Hemen oturdum. Badigadi otururken bile devasaydı. Kastan oluşan bir dağ ile sohbet etmeye benziyordu onunla konuşmak. Onun gibi bir bedene sahip olmamam çok talihsiz.

“Anlaşılan Şeytan İmparatoriçesi tarafından “İnanılmaz” diye çağrılmanın ne anlama geldiğinin farkında değilsin.”

“…Evet, sanırım değilim, evet.”

“Bana inanılmaz miktarda manan olduğunu söyledi. Laplace’tan bile fazla olduğunu. Hakkında böyle konuştuğu ilk kişisin.”

Laplace? Bildiğimiz… Laplace mı??

Anlaşılan o ki Şeytan Tanrısından daha fazla manam varmış. Bu bana doğru gelmiyor doğrusunu söylemek gerekirse. Uzun zamandır manam tükenmiyor evet ama vücudumun güç ile dolup taştığı da yok.

“Şeytan Tanrısı Laplace tarihimizde en büyük mana havuzuna sahip varlıklardan biridir. Başka bir deyişle o varlıklar arasında sen de varsın.”

“Ah, lütfen bu doğru olamaz.”

Ben sakince itiraz etsem de aslında kalbim heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Sonuçta koskoca Şeytan Kralla, yüzlerce yıllık savaş tecrübesi olan bir varlıkla konuşuyordum. “Potansiyelim” olduğunu söyleyen profesyonel bir atletle konuşuyormuş gibi hissediyordum.

“Doğrusunu bilmiyorum. Çünkü Kishirika’nın bazen heyecanlanıp abarttığı oluyor. Seni yanlış değerlendirmiş.”

Bu sözleri söylerken Badigadi’nin yüzünü ufak bir ekşime tutmuştu. Belki de nişanlısının geçmişte yaptığı yanlışlar yüzünden uğraşmak zorunda kaldığı şeyleri hatırlamıştır? Kishirika o türden hatalar yapacak birisine benziyor çünkü.

“İtiraf etmeliyim ki bende bir zamanlar mana havuzumu genişletmeye çalışmıştım. Ama tarihteki en büyük havuza sahip olmak? Orasını bilmiyorum işte. Eğer öyle olsaydı benim gibi çalışan herkes o rekoru kırmaz mıydı?”

“Hayır. Muhtemelen imkansız olurdu.”

Belki de bu başka dünyadan reenkarne olmamla alakalıdır? Ya da İnsan Tanrı bana “hile” falan vermiştir…

“Size sormak istediğim bir şey var Majesteleri. Tabi mazur görürseniz.”

“Nedir söyle bakalım? Sorunu esirgeme benden.”

“Şey, yanlış anlaşılma olmasın diye söylüyorum bunu. Birazdan adını anacağım kişinin hizmetinde olmadığımı size belirtmek isterim. Bu yüzden aniden sinirlenip bana saldırmayacağınızı umuyorum.”

“Zaten senin için bekleyeceğimi söyledim evlat. Bir Şeytan Kral asla sözünü bozmaz.”

Gerçekten mi? Bak bunu duymak içimi rahatlattı. Bak sözüne güveneceğim tamam mı? Şiddet middet olmasın, lütfen…

“İnsan Tanrı ismi senin için bir anlam ifade ediyor mu?”

“…O ismi nereden duydun evlat?”

“Kendisi bağzenleri rüyama giren birisi.”

Üst kollarını göğsünde kavuşturup çenesini düşünceli bir şekilde kaşımaya başladı. “Hmm anlıyorum. Rüyalarında he?”

“O varlık hakkında bir bilginiz mi var acaba Majesteleri?”

Badigadi bir müddet bekledi, derin düşünceler içerisindeydi, sonra kafasını sallayıp “Hayır! Onun adını bir yerde duymuş gibiyim ama nerede duyduğumu hatırlamıyorum! Onun adının birisi tarafından anıldığını duyalı yüzyıllar oluyor, yanlış hatırlamıyorsam tabi.”

“Öyle mi? Hm, teşekkür ederim.” Yüzyıllar he… biraz muğlak. Hafızasının iyi olduğu söylenemez…

“Sıkıntı etme! Eğer hatırlarsam ilk sana haber vereceğim! BWahahahha!”

“Çok makbule geçer.”

“Çok kütüksün be evlat. Benim gibi gülsene yav! Bwahahhah!”

Badigadi hayatı seven birisine benziyor anlaşılan. Konuşma boyunca hiç şaka yapmamama rağmen hiç gülmeyi kesmedi.

Ruijerd ile tanıştığım geceyi hatırladım bir anda. Gülerek arkadaşlığımızın temelini atmıştık değil mi? Belki gülmek bu dünyanın ortak dilidir? Eğer konuştuğun insan sürekli gülüyorsa ona gülmeyerek cevap vermek kabalık olurdu sanırım.

Tamamdır o zaman, ben de katılayım. “Bwahhahahah!”

“Afferin oğluma! Böyle ol işte evlat! Hep Kishirika’nın dediği gibi: önce gül sonra düşün! Şimdi düşünüyorum da Kishirika en son öldüğünde de gülüyordu değil mi?! Bwahahah!”

Badigadi bir kez daha kahkaha attı. Korkunç görünüşüne rağmen kötü birisine benzemiyordu.

Biz birlikte kahkaha atarken izleyici kitlesi hareketlenmeye başladı. Ne olduğuna bakmak için kafamı döndüğümde kalabalığın ortasında bir karışıklık olduğunu fark ettim. Uzaktan bağırış seslerinin geldiğini işitebiliyordum.

“Bırak beni! Ona asasını vermem gerek!”

“Dur sakın yapma! Eğer asayı verirsen düelloyu başlatmak zorunda kalır!”

“Ya asası olamdan düello başlarsa ne olacak? Burada dikilip ölmesini mi izleyeceksin?!”

“H-Hayır demek istedi–”

“Bana bırakın bunu!”

“Ah! Zanoba!”

“Zanoba Shirone?! Bırak beni! Bırak– Aa! A A A A!”

Bir anda Üstat Fitz bir anda kalabalığın içinden fırlayıp bana doğru koşmaya başladı. Eleman çok hızlı doğrusu. Benden en az üç kat daha hızlı koşuyor. Onu kırmızıya boyayıp kafasına boynuz taksak aslında….

“Hah… hah… Özür dilerim Ru… Rudeus. Profesörler beni durdurmaya çalıştı…” Nefes nefese kalmış bir halde Fitz önümde durmuştu. Kollarının arasında asam duruyordu.

“Sen, ee… çok hızlı koşuyorsun Fitz.”

“Ney…? Hah… Hayır. Ayakkabılarım efsunlu, efsunlu olduğu için…”

Fitz’in sürekli giydiği ayakkabılara baktım. Dışarıdan hiç efsunlu görünmüyorlardı. Muhtemelen giydiği pelerin de efsunlu sanırım herhalde? Hava ne kadar sıcak olursa olsun hiç üzerinden çıkarmıyordu çünkü. “Cidden mi? Taktığın o gözlüklerde mi büyülü yoksa?”

“Hah… hah… Ah bunlar mı. Evet, onlar da… şey, bekle. Kusura bakma ama bunu sır olarak tutmam gerekiyor…” Fitz nazik bir kahkaha atıp utanarak güldü.

Bu herif neden her güldüğünde çok tatlı oluyor? Kalp atışlarımı sekteye uğratıyor resmen.

“Haha… neyse al bakalım. İyi şanslar Rudeus… Kendini fazla zorlama lütfen tamam mı? Eğer kazanamayacağını fark edersen sadece özür dile ve arkana bakmadan kaç. Şeytan Kralla yüzleşiyorsun kimse seni kaçtığın için suçlayamaz. Hayatın gururundan daha önemli.”

Kafamı sallayıp Fitz’den Aqua Heartia’yı aldım. Asam elimdeyken gerçek bir dövüşe gireli uzun zaman olmuştu. Hadi elimizden gelenin en iyisini yapalım ortak. Eğer bu işten sağ sağlim çıkarsak memlekete dönüp sevgili ananas salatamla evleneceğim…

Esprisine kötü alamet getirip Aqua Heartia’nın üzerindeki örtüyü kaldırdım. Fitz şaşkınlıktan ufak bir çığlık atmıştı. Bunu görünce kafama yaramaz bir fikri geldi, ve dayanamayıp. “…Fitz, asamdaki taşı görüyor musun? Nasıl sence?”

“Ç-Çok büyük…”

Vaow. Sanırım alt kattaki kiracımız bir homurtu çıkarttı. Neden olabilir acaba?”

Neyse, bu kadar şaka şamata yeter.

Badigadi çoktan ayağa kalkmış mutlu mesut bir şekilde kollarını geriyordu. Yeteri kadar zaman kazanabildim mi? Kazanamamışım gibi görünüyor çünkü. Doğrusu kasabadaki askerlerin ulaşması için onu nasıl oyalayacağımı hiç bilmiyorum.

Fitz kalabalığa geri döndü, yanımdan ayrılmak istemiyor gibi görünüyordu. Açıkçası yanımda olmasına aldırmazdım. Biraz yardıma kimse hayır demez çünkü. Bu arada cidden. Birisi yardım etsin bana! Lütfen!

“Hazır mısın Evlat?”

“Dürüst olmak gerekirse zamanımızı sohbet ederek değerlendirmekten yana olduğumu söylemeliyim…”

“Bwahahha! Onun için bir sürü zamanımız olacak!”

Bu yoksa beni öldürmeyeceği anlamına mı geliyor? Hayır hayır dereyi görmeden paçayı sıvamayalım. Bu herif beni yanlışlıkla öldürecek kadar dikkatsiz birisine benziyor.

İçimden ölümcül olmayan bir düello yapmayı rica etmek geçti…?

Badigadi elleri belinde rahat bir endamla duruyordu. Görünen o ki hemen üzerime atlamayacak. Belki de dövüşü benim başlatmamı bekliyordur. Önlem olsun diye öngürü gözümü açtım.

“…Ne?”

Gördüğüm şey karşısında çok şaşırdım… daha doğrusu görmediğim şey karşısında. Badigadi’nin durduğu yerde hiçkimse durmuyordu.

“Ne diye ağzın açık duruyorsun öyle evlat? Ah, anladım. Kishirika’nın sana verdiği şeytan gözünü kullandın değil mi? Hayal kırıklığına uğratmak istemem ama öyle şeyler benim üzerimde çalışmıyor.” dedi Badigadi gurulu bir ses tonuyla.

Bir dakika, ne? Şeytan Gözü onun üzerinde işe yaramıyor mu? Şeytan Kraldan’da bu beklenirdi doğrusu… Bu sorun işte. Ölümcül saldırılardan kaçınma olasılığım önemli derece düştü. Ben halihazırda özel olmayan birisiyim: fiziksel anlamda yani, eğer olmadık bir yerime vurursa sabaha helvamı yerler.

“Majesteleri…”

“Badi demen yeterli. Ben gül dediğime gülenlerin bana adımla hitap etmesini isterim.”

“Kral Badi diyeceğim size o zaman. Sizden bir ricam olacaktı.”

“Ne gibi bir rica.”

“Olur da düelloyu kaybedersem canımı bağışlamanızı istiyorum.”

Badigadi bir kez daha şiddetli bir kahkaha attı. “Bwahahahhaha! Daha dövüşe başlamadan canın için mi yalvarıyorsun? Her geçen saniye beni daha da çok şaşırtıyorsun!”

“Eh, hayat kolayca harcanamayacak kadar değerli bir şey, sizce de öyle değil mi?” dedim.

“Ah evet. Siz insanlar çok çabuk ölüyorsunuz! Çoğu insan senin gibi düşünüyor!” diye cevap verdi Şeytan Kral sonra kıkırdayarak sözüne devam etti. “Lakin anlamadığım bir şey var, neden kaybedeceğinden bu kadar eminsin? Sahip olduğun mana miktarı az da olsa bir insana güven aşımalı, değil mi?”

“Ejder Tanrısı denilen bir varlık tarafından neredeyse öldürülüyordum. O varlık sağolsun ayağımı yorganıma göre uzatıyorum artık.”

Badigadinin kahkahası aniden kesiliverdi. “Ejder Tanrısı mı? Orsted mi? Onunla savaşıp hayatta kalabildin mi gerçekten?”

“Canla başla da olsa evet. Eğer bana acımasaydı şu an önünüzde duruyor olmazdım.”

Şeytan Kralın yüzü bir anda ciddileşti. Bu hiçte iyiye alamet değil. İnsan Tanrı ismine tepki göstermeyince gardımı düşürmüştüm. Ya bu sefer adı anılmaması gereken kişi Orsted ise? O zaman ne yapacağım? Bir de dikkatsizlikten bahset…

“Söyle bana çocuk. Ejder Tanrısıyla dövüşürken az da olsa onu yaralayabildin mi?”

“Ne? Evet, sanırım yaralayabildim. Avucunun kenarındaki derinin bir kısmını yırtabilmiştim sadece.”

Badigadi ağzını sıkıca kapayıp bana dik dik bakmaya başladı. Çok korkunç görünüyordu.

H-Hadi ama neden kahkaha atmıyorsun, korkutma beni… bwahahaha…?

“O zaman benimde senden bir ricam olacak.”

“G-Gerçekten mi?” dedim elimden geldiğimce aciz bir şekilde, Badigadi’ni yüz ifadesine dikkat ederek. “Ricanız nedir?” dedim.

“Bana bir kere vuracaksın.”

“…”

“Bana bir kere en güçlü büyünle vuracaksın. Sana bir vuruş hakkı vereceğim, dahası yok. Ejder Tanrısını yaralamak için kullandığın büyüyü kullan mesela. Savaş auramı delip beni yaralayabilirse sen kazanırsın. Eğer yaralayamazsa o zaman ben kazanırım. Kulağa nasıl geliyor, iyi mi?”

O-oh. Çok iyi çok iyi! Daha iyi bir teklif olamazdı doğrusu. Yüzüme yumruk bile yemeyeceğim. Sanırım.

“Şey sizce de bu biraz tek taraflı olmadı mı?”

“Tek taraflı mı? Tek taraflı diyorsun he? Hm, haklısın! İyi o zaman. Eğer beni büyünle yaralayamazsan o zaman ben sana vuracağım. Tek bir vuruş olacak, dahası yok!”

Siktir. Az önce kendi mezarımı kendi ellerimle kazdım.

Bu canavardan gelecek tek bir saldırı bile kalbimi tuzla buz etmeye yeter. Kendim daha derine gömmeden konuşmayı kessem iyi olur.

“Anlıyorum, kurallar böyle olsun o zaman.”

“Bilmukabele!”

Aqua Heartia’yı kaldırıp odaklanmaya başladım.

“Hüüüp…”

Derin, depderin bir nefes çektim ve asama toplayabildiğim kadar mana toplamaya başladım. Elimin yatkın olduğu büyülerden birisini, taş gülle büyüsünü yapacağım. Lakin bu seferkini Orsted’e attığımdan daha güçlü ve daha sert yapacağım. O sırada çaresizlikten büyüyü yarım yamalak yapmıştım. Asamı elimde tutmuyordum ve sadece tek elim ille yapıyordum büyüyü. Lakin bu sefer acele etmemi gerektiren bir durum yoktu. Yeterli manayı toplarsam büyümü onlarca kat daha güçlü yapabilirim.

Kurşun: Aşırı sert ve sağlam.

‘Kurşun’ u yaratmanın figürinleri yaratmaktan pek farklı bir yanı yoktu. Lakin bu sefer sadece sertliğe odaklanıp dayanıklılık gibi özellikleri göz ardı ettim. Gülleyi iğne şeklinde yaptım ve olabildiğince sertleştirdim ve şekline yiv ekledim.

Modifikasyonlar: Hızlı dönüş.

Ne kadar hızlı dönerse, o kadar iyi. Güllemin görüntüsü bulanıklaşana kadar hızlandırmaya devam ettim. O sırada saniyede kaç dönüş yaptığını tahmin bile edemiyordum.

Hız: ALLAH NE VERDİYSE.

Bu en önemli kısımdı, o yüzden manamın çoğunu buraya yönlendirdim. Daha önce taş gülle üzerinde hiç bu kadar mana kullanmamıştım. Hazırlanma süresine bakacak olursak gerçek bir dövüş anında işe yaramazdı doğrusu… ayrıca çoğu canavara karşı gereksiz güç kullanımı olurdu. Lakin bu herif koskoca Şeytan Kral. Bu kadara dayanabileceğini düşünüyorum. Hiç yoktan derisi çizmesini umuyorum. O devasa kolların boks torbası olmak istemiyorum.

“Tamamdır o zaman. Hadi bakalım.”

“Mükemmel! Yolla!”

Mermiyi yolladım.

 

Mermim havayı ıslık çıkararak delip geçti. Geri tepme olmadı; her nedense büyüde hiç geri tepme olmuyordu. Bu durum gücünü düşürmüyordu lakin.

Taş Badigadi’ye kulakları çınlatan bir darbeyle vurdu. Üst gövdenin tamamı yok olmuştu; altı kolu anında tuzla buz olmuştu. Gövdesinin altı ise, hala sağlam bir şekilde duruyordu, çarpışmanın etkisiyle yüzlerce metre geriye uçtu.

“…Ne?”

Badigadi’den geriye tek bir kıl bile kalmamıştı. Saldırımın onu sadece… sarsmasını falan bekliyordum. Ne oldu ya?

Yavaşça ve korku dolu bir şekilde Badigadi’nin bedeninden geri kalanlara doğru yürüdüm ve ona baktım. Sağlam kalan vücut parçası her niyeyse kanamıyordu. Şeytan Kralların bedeni böyle mi oluyor acaba? Herhalde onca kahkahadan göz yaşlarına yer kalmıyordu… Bedeninde hiç su bulunmuyorda olabilir gerçi.

“…Ne?” Bekle bir dakika? Bu olamaz…

O öldü mü?

Ne olduğunu anlamıyorum. Arkamı döndüğümde kalabalık ölüm sessizliğine tutulmuştu. Bakışları beni iğrendiriyordu. Kimse hareket bile etmiyordu.

İstemeden yutkundum. Boğazımdan çıkan ses tuhaf bir şekilde çok sesli çıkmıştı. Onu gerçekten öldürdüm mü?

Bu doğru olamaz. Yani, hadi ama. Adam kendinden çok emindi. Huh? Ölümsüz olduğunu söylememiş miydi? Bana en güçlü büyünü yap dememiş miydi?! Hiç endişeli gözükmüyordu allahın belası! Hay anasını avradını!

Sakinleşmem gerek, sakinleşmem. Tam olarak ne yaptığımı anlamam gerekli.

Yavaşça ve korkarak bir kez daha Badigadi’ nin bedenine doğru döndüm.

“Bwahaha! BEN YENİDEN DOĞDUM!”

Az kalsın bir tane daha taş gülle fırlatacaktım.

Badigadi önümde kanlı canlı duruyordu… ama öncekinden daha kısaydı. Benim boyuma yakındı ama kafasının boyutu aynıydı. Bu çok tuhaf. Önemli olan bu değildi ama.

“Oh. Yaşıyorsun…”

Bu içimi rahatlattı. Az kalsın gereksiz yere bir insan canı aldığımı sanıyordum. Allahtan normal bir insan evladı değildi o.

“Bwahahha! Az kalsın ölüyorum sanmıştım evlat! Her neyse, işte şimdi taşlar yerine oturuyor. Gerçek bir dövüşten kaçınmakla iyi etmişsin. Eğer ciddi bir şekilde dövüşseydik bu koca arena savaş alanına dönerdi!” Badigadi bunca zamandır bastırdığı kahkahanın çıkmasına izin verdi. Sanırsam dediği şey hoşuna gitmişti.

Birkaç saniye içinde altı kolu da toprakta sürünerek vücuduna geri döndü. Kollar geri dönerken yavaşça büyüyordu da, ama eski hali kadar büyük değildi.

“Beni çok güzel uçurdun evlat. Anlaşılan eski halime ulaşmak için biraz zamana ihtiyacım olacak!” Badigadi bu konuda tuhaf bir şekilde heyecanlıydı. “Bunu sen kazandın Rudesu!” diye devam etti neşeli bir şekilde. “Kendine kahraman diyebilirsin artık!”

“Diyeceğimi sanmıyorum ama teşekkür ederim yine de.”

“En azından zafer çığlığı at be! Bwahahha!”

Badigadi hakemlerin boks müsabakalarında yaptığına benzer şekilde sağ elimden tutup asamla birlikte beni havaya kaldırdı ve beni muzaffer ilan etti. “Iıh…”

Neyse, her neyse. Eğer o kazandım diyorsa kazanmışımdır.

“Kazandıım, yay(!)”

İzleyiciler nidama ölüm sessizliğiyle cevap verdiler. Bilinmedik bir nedenden ötürü kimse ses çıkartmıyordu.

Uzun bir sessizliğin ardından Badigadi kendi kendine başını sallayıp. “Pek heyecanlı bir kalabalık değiller sanırım? Eh, neyse. Şimdi yumruk atma sırası bende.”

“NE?” Bu anlaşmada yoktu!

Daha ben itiraz bile edemeden üç yumruğunu birleştirip yüzüme okkalı bir sifke salladı.

Kolumu tutuyordu, ona karşı kendimi savunmam imkansızdı. Darbe yüzünden bilincimi yitirdim.

Seni… yalancı… koca et yığını.

 

 

Bunu takiben Badigadi, peruklu bir amca, havalı bir abi, orta yaşlarında yakışıklı bir yüze sahip zırhlı birisiydi, ve cüppeli yaşlı bir amcayla beraber bir yere gitmişler. Anlaşılan büyüklerin konuşması gereken bir takım meseleler varmış.

Bana gelirsek, bilincim yerine geldiğinde revirde yatıyordum. Uyanınca başkan yardımcısı Jenius Öğretmenler Binasındaki bir odaya götürdü beni ve iyileşme sürecimde bana çay ve atıştırmalık ikram etti.

Bana söyleceği pek bir şey yoktu. O da neler olduğunun farkında değil gibiydi. Şeytan Kral durduk yere ortaya çıkıp bir anda öğrencileri ve hayvan ırkı damatları pataklamaya başlamış, beni düelloya davet etmiş, düelloyu kazanmama izin vermiş sonrasında ise beni bayıltmıştı. Bildiği şeyler bundan ibaretti lakin durumu açıklığa kavuşturmaya yetecek kadar değildi. Badigadi’nin dövdüğü kişilerin hiçbiri yaralarından dolayı ölmemiş. Anlaşılan barışçıl ruhlu birisiymiş, o yüzden kulağa mantıklı geliyor.

Birçok insan amacının ne olduğu konusunda tartışıyordu. Peruklu amca aslında bu okulun müdürüymüş. Adının Georg olduğunu hatırlamam biraz zamanımı almıştı, kendisi Kral Seviyesi bir Rüzgar büyücüsüymüş. Onu daha önce açılış seromonisinde görmüştüm. Zırhlı yakışıklı abide Büyü Loncasının lideri ve Sharia’da konuşlanan Büyü Ülkesi şövalyelerinin komutanıymış.

“Yalnız şahane bir çaba sarf ettiğinizi söylemem gerekli Rudeus. Şeytan Kralı tek bir darbeyle yere serdiniz hatta galibiyetinizi kabul bile ettirdiniz! Başkan sizin gibi yalnız bir maceracının bize sadece biraz müddet kazandırabileceğini düşünüyordu… fakat kimse sorunu halletmenizi beklemiyordu! Yıllardan beri ilk defa kanımın deli gibi akmasına neden oldunuz!”

Başkan Yardımcısının sesinde içten bir heyecan vardı. Anlaşılan kalabalık düello öncesi Badigadi ile yaptığım konuşmayı duymamış. İlk vuruşu yapmama izin verdiğini ve düellonun aslında tehlikeli olmayacağını duysalardı başardığım şeyi bu kadar muhteşem bulmazlardı muhtemelen.

Jenius beni bırakana dek bir müddet daha ilgilendi. Her şey rayına oturana kadar yurdumdan dışarı çıkmamamı öğütledi.

Öğretmenler evinden çıkarken Zanoba koşarak yanıma geldi. “Ah, işte buradasınız Üstat! Düelloda yaşananların hepsini gördüm. Muhteşemdi, dillere şahandı! Sizin kazanacağınızı bilmeliydim!”

Kafamı salladım. “Sadece onunla oyun oynamama izin verdi o kadar.” Büyüm aurasını delip geçmiş olabilir, orası doğru ama kaçınmaya ya da kendisi savunmaya da çalışmadı. Parçalandıktan sonra eski haline dönebildiğini de hesaba katacak olursak gerçek bir savaşta asla onu yenemeyeceğimi söylemek abartı olmazdı.

“Çok mütevazisiniz!” dedi Zanoba kıkırdayarak. “Bir Şeytan Kralla oyun oynamak bile başlı başına gurur duyulası bir şey, size temin ederim.”

“Julie’ye baktığımda benden normalde olduğundan daha da ürktüğünü gördüm. Korkunç bir manzaraya şahit oldu gerçi. Umarım ona travma falan yaşatmamışımdır.

 

Yurda geri dönerken Cliff’e ve oldukça tatmin olmuş gözüken Elinalise’yle karşılaştım. “Merhaba Rudeus. Sabahki gürültü patırtı da neydi öyle?”

“Huh? Siz nereydiniz bunca zamandır?”

“Ah bilirsin işte… şöyle böyle. Heheh.”

Elinalise kıkırdarken Cliff kızarıyordu. “Ona söylemene gerek yoktu!”

Anlaşılan bu ikisi sabah sefası çekerken ben Şeytan Kralla hayatım üzerine pazarlık yapıyormuşum. Aferin onlara. “Şeytan Kral Badigadi yırtık dondan fırlar gibi karşıma çıkıp beni düelloya davet etti. Ama kazanmayı başardım.”

“HUH?” dedi Elinalise şaşkın bir şekilde. “O çoktan geldi mi?”

…Çoktan mı? Bu da ne demek oluyor? “Onun geleceğini biliyor muydun Elinalise?”

“Evet biliyordum. Ama Ogre Kabilesiyle birlikte kalıyor olması gerekirdi… orada bir müddet kalacağını söylemiş bana tek başıma gitmemi söylemişti. Onun gibi şeytanlar zamanın nasıl geçtiğine pek dikkat etmezler. Orada birkaç on yıl daha kalacağını sanıyordum, ayrıldıktan iki yıl sonra gelmesi…”

Birkaç bin yıl yaşadıktan sonra zaman algını kaybedebiliyorsun muhtemelen? Önceki hayatımda yaşım 30’u geçtikten sonra yılların uçup gittiğini hatırlıyorum… gerçi ikisini karşılaştırmak doğru olmaz.

“Neyse, o kötü birisi değil di mi?”

Dediğini onayladım. “Valla yalan söylemeyeyim iyi birisine benziyordu.” Çoğu kraliyet ailesi mensubundan daha iyi olduğuna eminim en azından. Neşeli kişiliği insanın kalbini eritiyordu. Sözünü tutmadı ama birisi senin üst gövdeni havaya uçurduğunda bir karşılık vermek her canlının hakkı olmalı.

“Uh, siz ikiniz ne hakkında konuşuyorsunuz?”

“Ay amanın benim Cliff’im bizi kıskanmış mı ay? Hiç kafana takma! Bundan sonra sana ve sadece sana aitim, hem ruhen hem de bedenen.”

“Demek istediğim o deği– Gah, bana yapışmayı kessene. Rudeus bize bakıyor…”

“O zaman ona ufak bir gösteri yapalım…”

İkisi yiyişmeye başlayınca omzumu sallayıp oradan uzaklaştım. Köşeyi döndüğümde Cliff’in “Ama Şeytan Kral buraya neden gelsin ki?!” diye bağırdığını işittim.

Evet. Bende aynısını düşündüm dostum.

Üstat Fitz yurt girişinde beni bekliyordu.

Geldiğimi fark edince açıklama getiremediğim bir yüz ifadesi takındı. Heyecanlanmış mıydı acaba? Yanakları kızamık olmuş gibi kıpkırmızıydı ve ellerini sıkıp yumruk yapmıştı. Sözlerini dile getirmekte zorlanıyormuş gibi görünüyordu sanki.

“Sen… Sen gerçekten çok güçlüsün Rudeus!”

Vaow. Hemen konuya atlıyoruz bugün ha?

“Onu tek bir vuruşta yere sereceğiniz hiç düşünemezdim!”

“Yani, ilk vuruşu benim yapmama izin vermişti, ilk vuruşun ne kadar kuvvetli olduğu düelloyu kimin kazanacağının göstergesi olacaktı. O yüzden bende en güçlü büyümü kullandım.”

“En güçlü mü? Ama aynı büyüyü giriş testinde de kullanmıştın değil mi? Daha iyi varyantını falan mı kullandın yoksa?”

“Evet taş gülle kullandım ama bu sefer yapabildiğim kadar mana yükledim.”

“Yani orta seviye bir büyü bile ustaların yaptığı büyüler kadar güçlü olabiliyor ha..?” Hayranlık içinde kendi kendine mırıldanıyorken Fitz yana çekilip dönen bir taş gülle yapmaya çalıştı; havada ıslık çalarak ilerleyip uzaktaki bir tepeye isabet etti.

“Şey, kendime usta büyücü falan demezdim doğrusu.”

“Çoğunlukla Toprak büyüsü kullanmıyor musun ama?”

“Evet sanırım öyle. Bir zamanlar sürekli Su büyüsü kullanıyordum ama birkaç yıl önce çoğunlukla toprak büyüsü kullanmaya başladım.”

“Biliyordum! Büyü türlerini tekrar tekrar kullandıkça onlarda daha iyi hale geldiğimizi biliyordum, doğru muyum?”

Doğru musun? Kulağa mantıklı geliyor bana sorarsan. Figürin yapmada git gide daha da iyileşiyorum aslında.

“…Evet sanırım öyle. Daha kararlı büyüler yapabiliyorum en azından.”

“Evet, büyüye devam ettikçe harcadığın mana miktarı artıyor hatta!”

“Evet öyle oluyor. Mesela figürin yapmak çok mana harcatıyor bana, biliyor muydun?”

Fitz bu muhabbetten oldukça hoşlanıyor gibi görünüyordu. Şimdi düşünüyorum da böyle büyü konuşalı uzun zaman oluyor değil mi?

“Oh, kusuruma bakma kendim kaptırdım gidiyorum. Yorulmuş olmalısın değil mi? Seni ayakta tutmak istemem. Git de biraz dinlen en iyisi.”

“E, evet doğru. Teşekkür ederim.”

Bunu dememle birlikte Fitz koşarak okul binasına doğru gitti. Muhabbeti devam ettirmek istiyordum aslında ama sanırım işleri vardı herhalde. Sabah yaşanan olaydan sonra Öğrenci Konseyinin başı çok ağrımış olmalı.

Sonunda odama geri döndüm. Asamı duvara dayadım. Bugün çok yorucu geçti, şeytan kral olsun başka şeyler olsun. Yatağıma baktığım anda üzerime uyku ve yorgunluk karabasan gibi düştü.

Yatağa uzanıp gözlerimi kapattım.

 

 

Bir sonraki ay kayda değer bir şey yaşanmadan geçti. Uzun uzlaşıların sonunda büyü ülkesinin üç üyesi Badigadi’yi ortak Devlet Misafiri olarak ağırlamaya karar verdi. Badigadi ise neden olduğu sorunlar için özür diledi ve kollarından birini ölümsüzlüğünü araştırmak için araştırma örneği olarak Büyü Loncasına bağışladı. Ayrıca Sharia’daki şövalyeler için geçici savaş sanatları öğretmeni olmayı kabul etti.

Hepsi bu kadar değildi…

Bir sonraki zorunlu dersimde kıllı yardakçılarım bir kez daha sıralarında oturuyordu. Badigadi bütün damat adaylarıyla ilgilendiğinden dolayı derse girmemek için bir nedenleri kalmamıştı artık.

“Sen adamın dibisin Ağam! Ne kadar teşekkür etsem azdır miyav. Başına açtığımız sorunlar için sana yakında fiyakali bir hediye vereceğiz!”

“Bir Şeytan Kralın gelmesini hiç beklemiyordum doğrusu. Çok seksiyiz herhalde? Bizi korumakla iyi iş çıkardın. Sana Linia’nın göğüslerini sıkmana izin veriyorum.”

“Teşekkür ederim.” İzin aldığıma göre yeni ayrıcalığımdan faydalanmaya karar verdim.

“Myaaa!” Linia yüzüme pençe atarak ayrıcalığıma tepki gösterdi.

Ayrıcalığıma ne oldu şimdi he? Başıma açtığınız sorunlar için verilen ödüle ne oldu he? Kıllı gaddarlığı resmen bu!

Her kızda bundan iki tane yok mu? Ben dokununca mı sorun oluyor sadece?

“Sen kadınlara karşı… çok korkusuz davranıyorsun Üstat,” dedi Zanona düşünceli bir edayla. “Ancak yine de onları ciddi bir şekilde göremiyorsun…”

“Hey!” diye azarladı Cliff. “Kes şunu Zanoba! Sorunu olduğunu sende bende biliyoruz.”

“…Ah evet, doğru diyorsun. Özür dilerim.”

Son zamanlarda Cliff bize daha yakın sıralarda oturmaya başladı. Anlaşılan Elinalise ona bir iki öğüt veriyormuş. Tam olarak ne gibi öğütler verdiğini bilmesem de Cliff daha arkadaş canlısı davrandığı için yalan yanlış şeyler önerdiğini düşünmüyorum.

Bu arada herkes Eris’İn beni sırf kaldıramadığımdan dolayı terk ettiğini düşünüyor. Önemli bir mesele değil gerçi… Onu aklımdan sildim tamam mı, sildim onu, gerçekten!

Neyse. Cliff ile Elinalise son zamanlarda artık ulu orta yiyişmiyorlar. Ayrılmış falan değiller ama. Çünkü birkaç günde bir Cliff’in kampüste zombi gibi dolandığını görüyorum. Elinalise onu geceleri çok uyanık tutuyor olmalı. Kalabalıkta sevgi gösterisi yapmama kararı almış olmalılar kendi aralarında.

Yine de düşünmeden edemiyorum, bunca eğlence ve sefahat Cliff’in ders notlarına yansımayacak mı? Salça olmak istemem tabi, kendi hayatı sonuçta, canının istediği gibi yaşayabilir. Ben sadece. Biraz kıskanıyorum. Birazcık ama.

“…Büyük Usta, bu kısmı sertleştirmek için yeterli manam kalmadı. Benim için yapar mısınız?”

Julie kendini gündüz gece demeden figürinler üzerinde çalışmaya adadı. Büyü konusudna verdiğim derslerin yanında ona figürinleri nasıl el ile yapılacağını da öğretmeye başladım. Elle heykel yapma konusunda usta olmadığımdan Zanobanın eşiti bir cüce öğrenciden yardım alıyoruz.

Şeytan Kral Badigadi’ye gelecek olursak… Durumu az çok anlamış sayılırım. O, şeytan kıtasından buraya sırf beni kıskandığı için geldiğini söylemişti. Bu acaba neden olduğu hasarlardan bir miktarda benim sorumlu olduğum anlamına gelir mi acaba? Jenius’Un beni sorumlu tutacağını sanmıyorum. Beni okula alan kendisiydi sonuçta.

Düşüncelerim sınıf kapısının çarpmasıyla yarıda kesildi. Sessiz’i yok sayarsak bütün özel sınıf öğrencileri sıralarında oturuyordu ve profesörün gelmesine daha zaman vardı. Acaba sınıfa Sessiz mi geldi?

“Bwahahahha!”

Şiddetli bir kahkaha sesi bütün sınıfta yankılandı. Hemen ardından kapıdan içeri birisi atladı.

Hiç tereddüt etmeden öğretmen masasına doğru yürüyüp bizi İmparatorun kullarını izlediği gibi gözlemlemeye başladı.

“Savulun! Ben geldim, Badigadi– Ölümsüz Şeytan Kral!”

Lütfen rüyada olduğumu söyleyin bana. O cidden… okul üniforması mı giyiyor?

 

Şeytan Kral Badigadi  halkın gözünü boyama amaçlı resmi olarak Ranoa Büyü Akademisine katılmış. Derslere falan katılmıyordu tabi ki ama gözüne giren öğrencilerin derslerine katılma gibi bir huyu vardı… ki bu beklenmeyen ziyaretler çoğu zaman öğrencilerin yardım çığlığıyla kaçmasıyla sonuçlanıyordu. Korkmayacak kadar cesaretli olanlar ise binlerce yıllık bilgeliğinden bir yudum almakla ödüllendiriliyordu.

Bir şekilde, her nasılsa artık, olaylar barışçıl bir şekilde çözümlendi.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.