İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 09 Bölüm 04
Dayanıklı Nişanlı (Part 1)
Çevirmen: RaccoonYobo
Ranoa Büyü Akademisine girdiğimden beri yaklaşık yarım yıl geçmişti. Sonbahar mevsimiydi— yani hasat mevsimi. Kuzey Topraklarında Sonbahar asla uzun sürmüyordu lakin yılın çok önemli bir kesimiydi. Yemeğin hazırlandığı, hasat edildiği ve gelecek zorlu kışa dayanması için ambarlara koyulduğu önemli bir zamandı. Kasabalarda ve şehirlerde bu mevsime özel festivaller bile düzenleniyordu.
Lakin Hayvan Irkı için bu mevsim çiftleşme mevsimiydi de… bir sürü karmaşık kurallardan ve ritüellerden oluşan kültürel bir etkinlik. Kadınından tut Erkeğine her Hayvan Irkı bu mevsim yaklaştıkça huzursuzlanmaya ve sabırsızlanmaya başlıyordu.
Akademide Hayvan Irkından okuyan fazla öğrenci yoktu. 10,000 kişilik öğrenci kontenjanının sadece %5’ini oluşturuyorlardı– sayı hesabıyla 500 ediyordu. Düşününce büyük bir grubu oluşturuyorlardı aslında ama kampüsün büyüklüğüne kıyasla azınlıkta kalıyorlardı doğrusu. Yine de, sonbahar geldiğinde onları her deliğin içinde görür oluyordunuz, kadının erkeğe karşı mücadele ettiği bire bir düellolar düzenliyorlardı. Düellodan sonraki birkaç aya boyunca birbirlerinden ayrılmaz oluyorlar ve işin sonunda evleniyorlardı. İlk yapılan düelloyu kazanan kişi kurdukları yeni “sürünün” lideri oluyordu.
Bu kurallar taş tabletlerde ya da kağıda yazılan kurallardan değildi. Sadece bazılarının başkalarından daha çok önem verdiği eski bir gelenek– töreydi. Yine de, bazı Hayvan Irkından olanlar uzun yollar kat edip burada, bu romantik düellolarda yer almak için yarışmaya geliyordu.
Başka bir deyişle, kampüsümüze bir sürü yabancı geliyordu. Bu normalde yönetmeliğin engellemeye çalıştığı bir şey olsa da çiftleşme mevsimi Hayvan Irkının kültürü açısından için oldukça önemli bir dönemdi. Bu hassas konuya getirilecek herhangi bir yasak şiddetli bir geri çıkış ve isyanla sonuçlanırdı. Bu yüzden okul kendinden ödün vererek dışarıdan gelenleri, önceden başvurmaları şartıyla, “denetimli sınıflar” olarak okula girmesine izin veriyordu.
Her neyse… gelelim asıl konuya— Linia ve Pursena.
Bu ikisi ortalama normal hayvan ırkı erkeği için ulaşılamaz isimlerdi. Öncelikle, ikisi okuldaki en güçlü hayvan ırkı dövüşçüsüydü. Ve ayrıca onlar birer Doldia prensesleriydi. Eğer ikisinden birine meydan okursan ve o düelloyu kazanırsan bütün kabilenin lideri olmak için adaylığını ortaya koyuyorsun demekti. Tabii, hemen seni liderlik konumuna getirmiyorlar ancak bir sonraki liderlik seçiminde adın ciddi bir şekilde üyeler arasına ekleniyordu.
Tabi Linia ve Pursena bu uzak ülkeye okumaya gelmişlerdi, koca bulmaya değil. Aileleriyle konuşmadan rastgele bir aday seçemezlerdi, ve bu yüzden de on beş yaşıına bastıktan sonra gelen bütün teklifleri reddediyorlardı.
Lakin evlilik konusunda kamuoyuna gösterdikleri olumsuz duruşa rağmen her geçen yıl daha da fazla hayvan ırkı adayı çıkıyordu. İkisi fazla popülerdi. Hatta bazı hayvan ırkı onlara saldırıp zorla onların rızasını almaya çalışmış. Her ne kadar saldırganları kolayca def edebilselerde… bu yıl sonbahar geldiğinde kendilerini yurdun içine kapatmaya karar verdiler. Kız yurdu aşılamaz bir kale olduğundan mı böyle yapmışlardı? Hayır, kız yurduna girmeye çalışan her erkek bütün yurt tarafından linç edildiği içindi. O yüzden Linia ve Pursena odalarından dışarı çıkmamaya karar verdiler, zorunlu derse bile girmediler.
Aslında bir nevi tıbbi izin almışlar gibi. İkisi, muhtemelen, kızgınlık dönemindeydi. Odanın içinde azgın bir şekilde miyavlayıp havlamaları aslında oldukça tahrik edici bir düşünce. Benim çiftleşmek istememe falan neden olmuyordu gerçi.
İkisi bana bir mektup göndermiş, mektupta “Sorun çıkardığımız için özür dileriz Ağam ama bundan sonrasını sana bırakıyoruz.” Tam olarak neye yardım etmem gerektiği konusunda hala düşünceler içerisindeyim. Belki de profesör yoklama alırken onların yerine imza atmamı falan istiyorlardır?
Her neyse, bu mevsim sadece hayvan ırkı “kızgınlık” içinde değildi. Sonbahar geldiğinde, kargaşadan istifade eden bazı kişiler yüzünden kampüsteki cinsel tacizlerde de artış yaşanıyordu. Yurda kimlerin girebileceğine dair olan o katı kurallar şimdi daha mantıklı geliyordu. Eğer tacizci Hayvan Irkından olursa doğal ya da kültürel nedenlerden dolayı diyip suçu geçiştirebilirsin… lakin o taciz edilenler, hiçbir şeyden habersiz birinci yıllar olunca iş bambaşka bir hal alıyordu.
Okul kuralları bu tip şeyleri kesinlikle yasaklıyordu tabi ki. Yönetmelik durumu kontrol altına almak için güvenlik güçlerini kampüste devriye gezdiriyordu. Rızalı düellolara izin veriliyordu lakin seni reddeden birisine saldıramıyordun. Çizdikleri sınır buydu. Sınıf hocamız bu durum ile alakalı kapsamlı bir uyarı bile yapmıştı, bize yılın bu zamanı gelen düello tekliflerini reddetmemizi tembihlemişti. Ayrıca dövüş konusunda kendine güvenmeyenler için kalabalık gruplar halinde gezerek tehlikeden kaçınabileceklerini söylemişti.
Üstat Fitz de bana dikkatli olmam konusunda uyarıda bulunmuştu. Bazı kızların ‘güçlü bir büyücüyle dövüşmek istiyorum’ gibi bir bahaneyi öne sürüp benimle düello etmek isteyeceğini sanıyor olmalı. Bana o kişileri hemen reddetmemi ve provokasyonlarına karşılık vermeden götümü kollayarak oradan hızla uzaklaşmamı tembihledi.
Azgın kızlar he…?
Eskiden olsa hepsiyle düello yapıp kendime harem oluşturmayı isterdim. Ancak şu anki durumumda bunu yaparsam yarama tuz basmak dışında bir şey başarmamış olurum.
Böyle işleri şuradaki keratalara bırakırım biter, bu kadar basit. Şurada kucağına oturarak ‘ders çalışan’ elf ile küçük çocuğu görüyor musun? O karı bütün yıl boyunca ‘kızgınlık’ içindeydi işte.
Sahi, o ikisi durmak nedir bilmiyor. Kafalarında kalplerin uçuştuğunu buradan görebiliyorum. Cliff bambaşka bir adam artık, gerçi Elinalise ona diğer sevgililerine davrandığı gibi davranıyor. Bundan bir şey çıkarmak istiyor değilim lakin aralarında olup bitenler bana biraz sahte gibi geldi. İkisi gerçekten bir çift olmayı başarabilecek mi acaba?
Cliff ile Elinalise’yi izlediğim sırada Zanoba masama gelip, “Usta, yeni eserimizi yaratmanın zamanının gelip çattığını düşünmüyor musun?”
“Yeni eserimiz mi…?” Birkaç gün önce yeni terapi niyetine yaptığım 1/8 ölçeğindeki Eris heykelimin üzerinde çalışıyordum, lakin heykelle uğraşmaktan çok boş boş yerimde sayıkladığım için tamamlamadan bırakmıştım. O zamandan beri yeni şeyler yapmak için kendimi motive edemiyordum. Farkında olmadan ufak bir gerileme dönemine girmiş olabilirim sanırım.
“Evet evet haklısın. Ne yapalım, aklında bir şey var mı?”
“Hayvan ya da Canavar yapmanın bizim için hava değişikliği olacağını düşünüyorum.”
Hmm, olur. Kızıl Ejder yapsak baya güzel olur aslında.”
“Ah! Hay ağzınıza sağlık! Tek başınıza yendiğiniz canavarı değil mi?”
“Evet. Kolay değildi gerçi. Az kalsım ölüyordum.”
Hahah. Çok mütevazsiniz.”
“Üstat Zanoba, ne hakkında konuşuyorsunuz?”
Bu konu Julie’nin ilgisini çekmiş anlaşılan o yüzden ona eskiden maceracılık yaptığım zamanlarda kızıl ejder ile olan dövüşümü anlattım. Hikayeyi anlatırken gözleri meraktan pırıl pırıl parlıyordu ve yüzü heyecandan kırmızıya dönmüştü. Bu dünyanın çocukları bu tür hikayelerden hoşlanıyor sanırım. Doğru ya, her ne kadar unutsamda o altı yaşındaki küçük bir kız sonuçta.
“Hm tamam o zaman. Senin için o kızıl ejderin figürinini yapmama ne dersin Julie?”
“Ne…? U-Usta, peki ya ben? Benim için bir şey yapmayacak mısınız?”
“Oh! Olur Üstat olur! Size elimdem geldiğince yardım ederim.”
Aslında hayat o kadar da kötü değil be. Son zamanlarda pek formumda olmasam da gidişatım fena değil. Başlangıç seviyesi Kutsal ve Bariyer büyü sınıflarım çok geçmeden tamamlanacak ve yeni ders seçimi yapmam gerekecek. Orta seviye Arındırma sınıfı mı alsam acaba? Şimdiye kadar başlangıç büyüleriyle idare ettim gerçi. Başlangıçtan yukarısını öğrenmeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Onun yerine gelişmiş seviye İyileştirme öğrenebilirim. Ancak aynı şekilde, İyileştirmede de mevcut bilgimden memnunum. Orta seviye büyüler çoğu durum için yetiyor.
Efsunlamayı deneyebilirim aslında. Daha önce hiç denemediğim bir alan. Teknik olarak bir tür Çağırma büyüsü olduğu için araştırmamda bana yardımcı olabilir aslında. Duyduğum kadarıyla nasıl çeşitli büyülü alet ve edevat yapılacağı öğretiliyormuş. Çağırma/Işınlanma ile olan bağlantısı nedir inan bilmiyorum… hiç yoktan benim için yenilik olur.
Tabi, istersem hiç ek ders de almayabilirim. Ek derse harcayacağım zamanı kütüphaneye gömebilirim. Işınlanma Felaketi araştırmamda çıkmaza girmiş gibi hissediyorum. Acaba yeni bir dil öğrenmeye mi çalışsam? Yeni dil öğrenmeye başlarsam Cliff’ten bana Kutsal büyü öğretmesini isteyebilirim… Doğrusu son zamanlarda Elinalise ile birbirlerinden ayrılmıyorlar, onları kendi başlarına bırakmak daha hayırlı olur. Başkasının baş ağrısı olmak istemiyorum.
Belki bambaşka bir şey deneyip büyüyle alakası olmayan bir şey öğrenebilirim. At sürmeyi öğrenmek kulağa eğlenceli geliyor aslında…
Ben karar varmaya çalışırken günler böylece kazasız belasız geçip gitti.
Ta ki kazasız belasız geçmeyinceye kadar.
“Kızıl Ejderi tek başına yenen Quagmire Rudeus’sun anlaşılan! Seni resmi bir evlilik düellosuna davet ediyorum efendi!”
Kütüphaneye giderken bir düello çağrısında bulunuldum.
Arkamı döndüğümde güzel bir kızla karşılaştım. Cildi bronzlaşmıştı ve at kuyruğu yaptığı ipeğimsi mavi bir saçı vardı. 17 ya da 18 Yaşları civarındaydı. Güçlü ve kendinden emin bir yüzü vardı ve dudakları birbirine sıkıca kenetlenmişti; bir bakışta ‘savaşçı kadın’ olduğu anlaşılıyordu. Okul üniforması yerine koyu mavi renk hafif bir silahşör kıyafeti giyiyordu.
Gayet mütevazi bir göğsü vardı ve kasları inanılmazdı. Badici gibi durmuyordu hiç ama vücudu tam formundaydı. Belinde uzun kavisli– Kılıç Tanrısı stili savaşçıların kullandığı türden– bir kılıç asılı duruyordu.
Ve kız benim olduğum tarafa doğru bakıyordu.
Daha doğrusunu söylemek gerekirse önümdeki– beni düelloya davet eden kıllı, kocaman Hayvan ırkı erkeğine bakıyordu.
Evet doğru duydunuz. Bana bağıran kocaman, kaslı bir köpek adam gibi bir unsuru es geçmiş olabilirim. Hiç büyücüye benzemiyordu da. Kılıçlı kız muhtemelen yolda yürüyen birisiydi. Mevsimin ne olduğu göz önüne alındığında onun benimle konuştuğunu sanmış olabilirdi.
“Şey…”
Eh neyse. Güzel kızı şimdilik unutalım.
Burada köklü bir sorun vardı. Ben bir erkeğim ve bu adam da bir erkek, lakin o beni az önce bir düelloya çağırdı. “Evlilik düellosu mu? Sonrasında… evlendiğin düellolardan mı?”
“Aynen!”
Gaaah… “Kusura bakma hayvan efendi… etrafta ne gibi dedikodular döndüğünü bilmiyorum ama ben heteroyum. Yeni şeyler denemeyi de istemiyorum. Maalesef teklifinizi reddetmek zorundayım.”
Hayvan adamın kulakları kımıldadı. “Durumu yanlış anladınız gibi görünüyor.”
“Oh hayır, ne kadar geç olmuş? Aklımdan çıkmış ama bugün benim piyano dersim vardı. Gitmem gerek, kusuruma bakmayın…”
Teklifini reddettiğime göre artık arkamı dönüp uzaklaşabilirim. Yani Üstat Fitz’in tavsiyesine kelimesi kelimesine uyarak.
“Dur orada!”
Lakin şansıma benim yeni tüylü arkadaşım kafamın üstünden sıçrayıp sertçe önüme atladı. Adam haşeretül adem gibi atladı önüme. Bu adamdan sağlam kahraman olur.
“Beni reddedemezsin. Benim adım Brook Adoldia! Bayan Pursena ile evlenmek ve birgün kabilemin başına geçmek için seni düelloya davet ediyorum!”
“Uh, Pursena çiftleşme mevsimi sona erene kadar yurtta kalacağını söyledi. İstersen oraya gitmeyi dene?”
“Bayan Pursenaya önceden gönderdiğim mektupta niyetimi açıkça ifade ettim! Kendisi bana sizin sürünün Ağası olduğunuzu söyledi. Bir savaşçı olarak ne kadar güçlü olduğunuzu bizzat bay Gyes’ten duydum ayrıca tek başınıza bir kızıl ejderi kestiğinizi de duydum. Açık ara Akademideki en güçlü adam sizsiniz. Bana layık bir rakipsiniz!”
Sakin ol, ben bir şeyi kesmedim… büyücüyüm ben silahşör değil… “Reddedersem ne olur?”
“Sürünün Ağası olarak benimle savaşmakla yükümlüsünüz!”
Bütün olan biteni sindirmek için birkaç saniye bekledim.
Linia ve Pursenayı yendikten sonra onlar bana Ağam diye seslenmeye başladılar. Ve görünen o ki “kabileye” ait olan bir kız ile evlenmek için öncelikle o “kabilenin” başındaki kişiyi yenmen gerekiyor. Yani kısaca bu herif beni düelloda yenerse… Pursenayı ödül olarak mı alacak yani?
Sürü mürü lideri falan olmak istemiyorum ben lakin bu adam ne istediğimi pek umursamıyor gibi görünüyor. Ortada bir tür vahşi, hayvan krallığımsı bir olay dönüyor. Eğer bu dövüşten kaçarsam muhtemelen sürünün liderlik pozisyonundan ayrılmış olacağım, Pursena da bu önümde duran kıllı beyefendiyle evlenecek.
“Şimdii… haydin savaşa!”
Brook vereceğim cevabı beklemeden vahşi bir şekilde havlamaya ve bana doğru hücum etmeye başladı.
“Bataklık.”
Bana doğru dümdüz geldiğinden oluşturduğum bataklığın içine battı…
“Taşş gülle”
Ve alnına yapışan bir taş gülle vesilesiyle etkisizleştirildi.
Umduğum kadar heyecanlı bir dövüş olmadı. Havladığı kadar ısıramıyormuş anlaşılan. Onu yenmek için kafamı bile kullanmadım. Ayrıca, onun kazanmasına izin vermek için geçerli bir sebebim yok. Pursena kimseyle evlenmek istemiyor çünkü.
Her ne kadar bu olay bana gönderilen o mektubu açıklıyor olsa da bütün yükü omuzlarıma yüklemeleri konusunda açıkçası hoşnut olmadığımı belirtmek isterim; böyle heriflerle başa çıkabilirim ama, o konuda sıkıntı yok.
Bu konu hakkındaki görüşüm ilerleyen dakikalar içerisinde bir takım radikal değişimlere uğrayacaktı lakin. Kütüphaneden adımımı dışarı attığımdan beri en az beş kere saldırıya uğramıştım.
Doldia kabilesi sanki bugünü dört gözle bekliyordu. Linia ve Pursena olağanüstü derecede arzu ediliyor. Bu iki itin neresi güzel anlamadım gitti? Bedenleri herhalde? Pek mantıklı değil gerçi, bu adamların çoğu onları hayatlarında görmemiştir bile. O yüzden “Prenses” olmalarından dolayı bu kadar isteniyor olmalılar. Bana saldıran ilk eleman kabilenin reisi olmakla ilgili bir şeyler zırvalıyordu çünkü.
Baş olmak onlar için gerçekten bu kadar önemli bir şey mi? Ne bu böyle? Bir kabile dolusu koltuk sevdasına düşmüş leblebi kafalar mı?
Görünen o ki benimle teker teker karşılaşmak için plan bile yapmışlar. Elemanın teki bir dövüş esnasında araya girdiğinden “sıraya kaynak yapma” diye azar yemişti. Bu bir tür hayvan ırkı geleneği falan olmalı.
Neyse ki kütüphaneye girdikten sonra beni takip etmeyi kestiler. Anlaşılan yönetmelik okul binalarına katiyen girmelerinin yasak olduğunu akıllarına kazımış… ya da hayvan ırkının o konuda da tuhaf bir geleneği var.
Her neyse, umurumda değil. Hiç yoktan burada bir süreliğine kafamı dinleyebileceğim.
Birkaç saat sonra, akşam saatleri dolayları.
Fitz’de kütüphaneye geldi. Bakışları ufaktan kaçamaktı.
“Dışarıda kıyamet kopuyor Rudeus. Onca insanı ne yaptında kızdırmayı becerdin?”
“Hiçbir şey. Sadece Linia ve Pursenayla evlenmek için beni dövmek istiyorlar.”
“Ah buyur? Ne?”
Fitz şaşkınlık içinde göz kırpıyorken ona “Ağa” olmanın çekici olmayan kısımlarını ve hayvan ırkı geleneklerinin nasıl işlediğini anlattım. Açıklamamı bitirdiğimde Fitz kaşlarını çatmış bir sıfatla oturuyordu. “Bu hiç kulağa mantıklı gelmiyor. Üstelik Doldia kabilesinin şefi falan da değilsin. Bir kereliğine onları yendiysen ne olmuş yani? İkisini ne idüğü belirsiz yabancılara bir hediyeymiş gibi verme hakkını vermiyor.”
Çocuk haklı. Eğer onların üzerinde o kadar yetkim olsaydı her kalçalarını ellediğimde yüzümü tırmalayamazlardı.
“Haklısın. Ama nasıl onları göndermek için ikna edeceğim, hiçbir fikrim yok.”
Fitz çenesine elini koyup yavaşça kafasını salladı ve “Doğrusu, onları görmezden gelme hakkına sonuna kadar sahipsin ancak… onları doğrudan dövüşte yenerek göndermek daha kolay olur. Muhtemelen pes edip evlerine geri dönerler.”
“… yani uzun lafın kısası hepsiyle teker teker dövüşmemi mi söylüyorsun?
“En sağlam seçeneğin bu olduğunu düşünüyorum.”
Öyle oturduğun yerden konuşması kolay tabi. Daha dışarıda kaç kişinin beni yemek için beklediğini bile bilmiyorum, kulaklarım beni yanıltmıyorsa az değiller. Ayrıca bu ‘az olmayan’ kalabalık kabileyi yönetmek isteyen devasa vücutlu, ter kokulu toramanlardan oluşuyor. Hepsini teker teker etkisiz hale getirmek zorundayım. “Şiddeti günlük rutinimin bir parçası haline getirmemeyi yeğlerim.”
“Farkındayım Rudeus. Lakin eğer sen kalkıp bir şeyler yapmazsan sonsuza kadar burada kısılı kalacaksın. Ah, ayrıca sabırlarının taşıp kütüphaneyi işgal etme olasılıkları da var. Kütüphaneyi talan etmelerini istemeyiz değil mi?”
“Tamam tamam, haklısın. Ne güzel, bir kamyon dolusu terli, kürklü adamla turnuva yapmak… Tam da ihtiyacım olan şey(!)” Oraya gitmeyi istemiyorum, nasıl düşünürsem düşüneyim günün sonunda başı ağrıyan ben olacakmışım gibi hissediyorum.
“Uhm, sadece erkek yok dışarıda. Aralarında bir kız gördüm.”
“Cidden? Tatlı mıydı peki?”
“Rudeus… Sakın bana onunla düello yapacağını söyleme?!”
“Yok yok. Tabikide yapmam. Of…”
Fitz bana dik dik bakmayı kessin diye kafamı salladım. Yine de, merak etmedim değil. En azından tatlı mı değil mi onu öğreneydim. Ayrıca, beni nerden duydu? “Merak ettim sadece, abartılacak bir şey yok.”
Birisi seninle ilgilendiğinde ilginin çekilmesi gayet normal bir şey. Tabi işi fazla öteye götüremem orası ayrı, hastalığım iyileşene kadar tabi.
“Oh? Demek ilgini çekti he? Hmm.” Her niyeyse Fitz bunu duyduğuna sevinmemiş gibi. Doğrusu, daha geçen gün kızlarla düello yapmamam için beni tembihlememiş miydi…
Ah, belki Luke başını bu nedenden ötürü belaya sokmuştur? Evet, bu olasılık kulağa mantıklı geliyor. Fitz muhtemelen Luke’un ardında bıraktığı pisliği temizlemek zorunda kalmıştır, bu durumu ciddiye almamam onu kızdırmış olmalı.
“Eh, boş ver gitsin,” dedim. “Anlaşılan yılın bu dönemi başınızı fazla ağrıtıyor, değil mi? Öğrenci Konseyi bu konuda bir şey yapamaz mı?”
“Çiftleşme mevsimine dair hiçbir konuya ellemiyoruz. Eğer yasaklamaya kalkışırsak durumu sadece daha kötüleştirmiş oluruz.”
Fitz’in bana anlattığına göre Öğrenci Konseyi yılın her günü olduğu gibi bugünlerde de meşgulmüş. Enerjilerinin büyük kısmını çiftleşme döneminde kendini savunamayan öğrencileri korumak ve kampüste düzenin bozulmasını engellemek için kullanıyorlarmış. Hatta Fitz bu gecenin bekçisiymiş.
“Yani düzeni korumaya çalışıyorsunuz, değil mi? O zaman bana yardım edin lütfen!”
“Ah, yapma lütfen. Neden kendi işin kendin halletmiyorsun Rudeus? Yardımımıza ihtiyacın olduğunu düşünmüyorum.”
Her nedense Fitz bugün hiç arkadaş canlısı değil. Acaba canını sıkan bir şey mi söyledim? Bir dakika… hala giriş sınavında olan şeyi kafasına takıyor olmasın? Zaferimi sahiplenmesi onu üzmüyor olsa da eğer dövüşlerden böyle kaçmaya devam edersem fısıltılar ardından insanlar onun bir korkağa kaybettiğini düşünmeye başlayabilir. İtibarı için iyi olmazdı bu doğrusu.
Fitz son zamanlarda bana çok yardım ediyor. Bu iş hakkında hala isteksiz olsamda en azından ona olan borcumu ödemem gerek. “Tamam o zaman. Senin güzel hatırın için hepsini lime lime doğrayacağım Üstat Fitz.”
“Ne?! Öldürme onları sakın Rudeus!”
“Şaka yapıyorum sakin ol. Özür dilerim.”
İnsanlar düelloları ciddiye alıyor olsa da kimsenin düellolarda ölmemesi gerektiğine dair yazılı olmayan bir kural vardır bu dünyada. Yine de olsun, dışarıda beni bekleyen güçlü rakiplerim olduğundan dolayı hata yapma payım yok.
Kaderime teslim olmuş bir edayla kütüphaneden dışarı adımımı attım.
“…Noluyor be?”
Şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşmıştım. Yerde düzinelerce hareketsiz ve baygın yatan beden vardı. Bir an savaş alanına girmişim gibi bir yanılgıya kapıldım.
Hepsi çeşitli ırktan, şekilden ve büyüklükten hayvan ırkıydı. Bazılarının üzerinde okul üniforması bile vardı.
Ah bekle biraz. Aralarında bir kız var.
Bugün gördüğüm silahşör kıza benziyor. Yanlışlıkla araya falan mı kaynadı acaba? Ya daaa… belki de bana abayı yakmıştır?
Bu önemli soru üzerine beyin patlatıyorken havada şiddetli bir kahkaha yankılandı. “Bwahahahah!”
Yerdeki onlarca bedenin arasında tek bir adam avucunun içinde son rakibini tutmuş bir şekilde ayakta duruyordu.
“Bana meydan okuduğunuz için sizi selamlıyorum genç arkadaşlar! Şahsi açıdan kötü olsa da yine de cesur bir karar verdiniz! ‘Büyü Akademisi’ öğrencileri çok cesaretli!”
Fitz ile ben olduğumuz yerde çakılı kalmıştık ve ağzımız şaşkınlık içinde açılmıştı. Birkaç saniye geçtikten sonra çekingen bir şekilde cevap verebilmeyi başardım “Şey…”
Son kalan hayvan ırkı savaşçısını da yere fırlattıktan sonra adam yüzünü bize döndü ve “Ohoh! Bu genç adamlar eğer beklemek istemiyorsam önce kendilerini dövmem gerektiğini söylediler, bende davetlerine icabet ettim! Ve şimdi karşıma çıktın, hem de tam zamanında! Muazzam, muazzam. Sözlerini tutan insanlara bayılıyorum!”
Tek bir bakışta bu adamın bir şeytan olduğunu anlayabiliyordunuz. Derisi obsidyen camı gibi siyahtı ve tam tamına altı kolu vardı. Üstteki kollarını birbirine kavuşturmuştu, ortadaki kolları bana işaret ediyordu ve alttaki kollarıyla kalça kemiğini tutuyordu. Beline kadar uzanan tuhaf mor renkteki bir saçı vardı.
“Ben, Ölümsüz Şeytan Kral Badigadiyim!”
Az önce kendine Şeytan Kral mı dedi o? Bildiğimiz Şeytan Kral? Çarpık arzularını tatmin etmek için civar köylerden kız kaçıran türden olan şeytan kral? Onu ‘kesmek’ için yollanan kahraman gelene kadar etrafta dilediğini yapan türden olan şeytan kral?
Yok canım, muhtemelen değildir.
Lakin sorulması gereken soru bu değildi, asıl sorulması gereken soru: Bir Şeytan Kral burada ne bok yiyiyordu?

“İleri Görüş gözüne sahip olduğunu görüyorum evlat! O zaman sen Rudeus Greyrat olmalısın! Nişanlım olan Şeytan İmparatoriçesi Kishirika’dan senin hakkında çok şey duydum!”
Bunu derken bana doğru ağır adımlarla yaklaşıyordu…
“Seni düelloya davet ediyorum!”
Anlaşıldı, sözü kısa kesmekten hoşlanıyor.
Ne yazıktır ki şu an ne olduğuna dair en ufak fikrim bile yok.
Eğer ona iki tane kıllı genç bakire sunarsam belki bir ihtimal peşimi bırakır…?
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.