İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 08 Bölüm 13
Çevirmen: RaccoonYobo
Ek Bölüm: Juliette & Ahlak Dersleri
Normal bir öğle vaktiydi, Zanoba, Julie ve ben yemekhane binasının dışında yemeğimizi yiyorduk. Toprak büyüsüyle yapılmış, pek de rahat olmayan sandalyelerimizde yemeğimizi yiyorken etrafımızdaki insanların dikkatini üzerimizde topluyorduk. Son zamanlarda güneşin altında yemeğini yemek trend haline geldiği için başkaları da bizim bu davranışımızı taklit etmeye başladı; özellikle yemeğini yemekhanenin birinci katında yiyenler.
Birinci katta yiyenler genellikle sofra adabından yoksun insanlar oluyorlar, önlerindeki yemeği elleriyle yemekten çekinmeyen insanlar yani. Zanoba ile ben bu duruma pek aldırış göstermesek de aynı şeyi Julie için söyleyemem. Ya onların yeme şeklini taklit etmeye başla–
“-A a a!” Tam da tahmin ettiğim gibi— pastırmayı eliyle yemeye çalıştı işte. Telaş içinde yanlışını düzeltmeye çalıştım.
“-Hey, çatalını kullanmalısın.”
Böyle deyince bir anda bütün vücudu titremeye başladı ve elindeki pastırmayı tabağına düşürdü.
Zanoba omuz silkerek. “-Usta, endişe etmenize gerek yok. Bırakın da yesin kızcağız.”
“-Ama elinle yemek ayıp bir şeydir.”
“-Hm… ama Shirone’da bazenleri yemeğimizi elimizle yerdik.”
“-Ama genellikle çatal bıçak kullanırdınız değil mi? Bu tür şeyleri erken yaşta öğrenmesi çok önemli.”
Julie’ye dönünce tabağındaki havuçları yemediğini fark ettim. Önceki hayatımdaki havuçlara kıyasla bu dünyanın havuçları kendilerine has acı bir tada ve ağır sebzemsi bir kokuya sahip olduğu için yemesi oldukça meşakkatli. Ama yine de…
“-Havuçlarını da yemeye özen göster.” dedim.
“-Usta, altı üstü havuç. Sorun olmaz.”
“-Bence olur.”
Zanoba kaşlarını çatıp yüzünü astı ve dudağını büzerek. “-Köle olduğu için mi böyle yapıyorsun yoksa? Tamam, köle olduğundan dolayı önüne konan her şeyi yemesi gerek dersen anlarım Usta ama, ona köleymiş gibi davranmamalıyız diyen sen değil miydin?
“-Alakası yok. Bu… nasıl desem? Eğer her bir şey yapmak istemediğinde ona yeşil ışık verirsek bir gün istemediği bir şeyi yapmak zorunda olduğunda yeterli gayreti gösteremeyecek, bunu söylemeye çalışıyorum.”
“-Hm? İyi de yiyecek yemek bulamama gibi bir endişemizin olmayacağı kadar fazla param var. Fakir olsam sana hak verirdim ama değilim, değil mi?”
Önündeki havuçlara öğle yemeğinden sonra okulda kalmaya zorlanan ilkokul öğrencisi gibi bakan Julie’ye çevirdim başımı. Haksız yere cezalandırılıyorum diyen bir yüz ifadesi vardı.
Eh, belki de ona karşı biraz fazla acımasız davranıyorumdur. Ben maceracıyken eliyle yemek yiyen bir sürü insanla karşılaşırdım. Hatta elle yeme Şeytan Kıtasındaki bazı kabilelerin kültürlerinin bir parçasıdır. Bunu hatırlayınca sakinleşmeye başladım. Belki de önceki hayatımdaki geleneklerime bağlı olduğumdan dolayı böyle düşünüyorumdur ve bu geleneği kendimi haklı çıkarmak için bahane niyetine kullanıyorumdur? Önceki dünyamda da eliyle yemek yiyen insanlar vardı. Yengeç, patates cipsi, sosisli gibi yiyecekler elle yenirdi hep… belki sahiden de aşırıya kaçıyorumdur?
“-Eğer illa öğrenmesi gerekiyor derseniz o zaman onu ben de uyarırım ama bunun figürin üretimiyle alakasız olduğunu düşünürsek uyarmamaktan yana olduğumu söylemeliyim.”
Bir yanda ona iyi örnek olmalıyız diye düşünen ben olsam da diğer bir yanda da onun hayatının bu tür şeylerin pekte önemli olmayacağı bir yöne doğru gidiyor olduğu gerçeği var. İnsanlar, Zanaatkarların sofra adabını umursamıyor sonuçta.
Zanoba’nın işçisi olduğu için muhtemelen kraliyet aileleriyle iş yapacak evet ama hadi diyelim Zanoba onlara ihtiyacı olmadığını söyledi; o zaman bu karara karşı çıkamaz, değil mi?
“-Sorun nedir?” diyerek yanımıza geldi Elinalise. Dudağının kenarındaki sos kalıntısından anladığıma göre daha yeni öğle yemeğini bitirmiş.
“-Julie’nin sofra adabını tartışıyorduk. Eliyle yemek yemesinin ve yemek seçmesinin onun için kötü olduğunu söylüyordum.”
“-Hı-hı.”
“-Sen ne düşünüyorsun Bayan Elinalise?”
“-Hmm izin ver de düşüneyim.” Soru üzerine birkaç saniye düşündü ve aklına yaramaz bir şey gelmiş gibi bir anda sırıttı.
“-Hey Julie, dikkatle izle. Eğer elinle yemek istiyorsan bir dahaki sefer böyle yap, tamam mı?”
Tabağımdan kalın dilim bir pastırma yürütüp parmaklarının arasına kıstırdı ve ağzına götürmeye başladı. Çenesini kaldırış şekli süt beyazı cildini, boynundaki ve köprücük kemiğindeki soluk beyaz rengindeki cildini gözler önüne seriyordu.
Dudak kenarlarına yavaşça yaklaşan pastırmayı kan kırmızısı dilinin üzerine yavaşça koyuşu ve insanın içinde oluşan dudağının kenarındaki o sosu yalama isteği…
Büyüleyici.
“-İşte bu kötü sofra adabıdır!” deyip refleksif olarak Elinalise’nin ensesine şaplak attım.
“-AH!”
Çarpmanın etkisiyle pastırmayı yere düşürdü. Pastırma parçası havada dönerek yere doğru yol alıyordu ki bir gölge onu yere düşmekten son anda kurtardı.
“-Phew, az kalsın yere düşüyordu.”
Pastırmayı yakalayan Pursenaydı. İnanılmaz doğrusu, pastırmayı ağzıyla yakalamıştı. Yanımıza bütün dilimi midesine indirdikten sonra geldi.
Linia da yanındaydı, o da bizim gibi ona hayretle bakıyordu.
“-Ağamız olabilirsin tamam ama bu sana böylesine leziz bir eti israf etme hakkını vermiyor. Tok olduğun için israf ediyorsan atmak yerine bana verebilirsin.” Pursena sinirlenmişti ancak pastırmanın tadı çok güzel olmalıydı çünkü kuyruğu helikopter pervanesi gibi dönüyordu.
Linia, Pursena’nın yanına gelip bizi büyük bir merakla izledi.
“-Kavga mı ediyorsunuz yoksa? Bak bu yeni işte, miyav; Zanoba’nın Ağamıza karşı çıkması.”
“-Ona karşı çıkıyor değilim.” dedi Zanoba. “-Sadece farklı fikirlerimiz var o kadar.”
“-Orasını bilmem miyav ama emin misin? Eğer onu kızdırırsan sana daha figürin yapmaz he, miyav.”
“-Hmph, Ustam böylesine küçük bir mesele yüzünden bana gönül koyacak kadar sığ birisi değildir.” dedi ve bana iddiasını tasdik etmemi istermiş gibi baktı:
Değilsin, değil mi?
Tabi ki de değilim. Kızmadım bile, sadece kalbim kırıldı o kadar.
“-Ah evet, siz ikinize sormak istediğim bir şey vardı.”
“-Miyav?”
“-Sofra adabı konusunda.” Onlara elle yemek yeme ve seçici olma konusundaki fikirlerini sordum.
“-Sofra adabı önemlidir.” Yemek konusunda benden başkasına söz hakkı vermem dermiş gibi konuşmaya başladı Pursena.
“-Yemeği elle yemek kabul edilemez bir davranıştır.”
Bunu dediğinde yüzünde kendini beğenmiş bir ifade vardı… ve elinde arada sırada ısırık aldığı kurutulmuş bir et parçası. Zorlasa bu kadar ikna edici olamazdı.
“-Pursenayı yok sayarsak, ben de sofra adabının hanımefendiler için oldukça önemli olduğu fikrindeyim, miyav.” dedi Linia. “-Yemekte seçicilik kabul edilemez bir davranıştır, miyav.”
“-Et farklıdır ama. Ayrıca senin konuşma hakkın yok tamam mı, tabağındaki o kuru üzümleri yememiştin sen.”
“-O şeyler yemek bile sayılmazdı, miyav. Eğer onları yersen mideni delerler, miyav.”
“-Kulağa bahaneymiş geliyor.”
Veee şimdi de birbirlerini didiklemeye başladılar…
Onlara sormak bir hataydı. Söyledikleri her şey doğruydu evet, en azından kağıt üzerinde öyleydi, fakat yine de tavsiyelerinin Julie’nin düzgün bir hanımefendiye dönüşmesinde yeteri kadar yardımcı olacağını düşünmüyorum.
Julie’ye döndüm.
Tahmin ettiğim gibi, Julie’nin kafası tamamen karışmış görünüyor.
Bir anda Üstat Fitz çıktı ortaya. “-Hm? Ne diye herkes burada toplandı?”
“-Tam da zamanında geldin.“ dedim. “-Lütfen dinle!”
“-Huh? Neden?”
Üstat Fitz, Asura Kraliyet ailesinden birisine korumalık yapıyor. Bu yüzden de kültürlü birisi olmalı. Yani doğru cevabı verebilecek kadar bilgisi olmalı.
“-Şimdi durum şöyle… yadda yadda, şöyle böyle…”
“-‘Yadda yadda, şöyle böyle’ Ne zırvalıyorsun?”
“-Julie’nin yemek adabı üzerine tartışıyoruz.”
Durumu açıklayınca Üstat Fitz elini çenesine götürdü. Birkaç saniye homurdanarak düşündükten sonra “-Evet,” dedi ve kafasını kaldırdı. “-Şu anlık yeme şekline karışmamak doğru olmaz mı?”
“-Anladım, peki neden?” Onca insan arasından en çok onun erken yaşta sofra adabının öğrenilmesi gerektiğini savunacağını düşünmüştüm. Aynı ne kadar erken yaşta büyü yapmaya (sofra adabını öğrenmeye) başlarsan o kadar manalı (edepli) olacağın gibi ve mana havuzunun (diğer insanlara kıyasla adabının) ortalamadan üç ya da dört kat fazla olacağı gibi.
“-Büyüyü senden öğreniyor değil mi? Ayrıca Zanoba’ya da işlerinde yardım ediyor. Bu kadarı onun için çok fazla. Eğer bunca şeyin üstüne bir de onu görgü kurallarına uymaya zorlarsan öğrettiğin şeyleri kavrayamayacak hale getirip bunaltabilirsin onu.”
“-Ah, anlıyorum.” Haklılık payı var. Ayrıca uyku ve yemek saatleri insanlar nefes alabilsin diye vardır.
“-Yine de öğrenmesi taraftarıyım, ama bir veya iki yıl sonra öğrense de olur sanırım.”
Belki de kendimi doğru açıklayamadım. Tamamen öğrenmesini değil belli bir seviyenin altına düşmeyeceği kadarını—bir dakika, hepsi aynı kapıya çıkıyor ya!
“-Hmm.” Üstat Fitz’in fikrini de ortaya koyunca üç e üç oluyor. Berabere kaldık.
Julie’ye döndüm, yüzünde endişeli bir ifade vardı. O ne yapmak istiyor? Sofra adabını öğrenmesinin onun için iyi olacağını ve öğrenmezse ileride kendini zor bir durumda bulabileceği fikrindeyim ama bilmemesinde de sakınca yok. Ki bu durumda her şey onun ne yapmak istediğine geliyor. Eğer hayatta kalması için gerekli değilse o zaman önemli olan onun bu duruma nasıl yaklaşmak istediği olur.
Ayrıca onun fikri beraberliği bozan etken olacak.
“-Tamamdır Julie.” dedim. “-Kararı sen ver.”
Bana şaşkınlık içinde baktı. Yüzündeki ifade, bu konuda seçim hakkına sahip olmadığını sandığını itiraf ediyordu. Julie’nin gözleri herkesi—Zanoba’yı, Elinalise’yi, Linia’yı, Pursena’yı ve Üstat Fitz’i gezdi ve en son bana geldi, ürkmüş görünüyordu.
“-Hangi kararı verirsen ver, kızmayacağım. O yüzden ne yapmak istiyorsan onu söyle.”
“-T-Tamam.”
Böyle desem de kendi kendime şöyle demeden edemedim: Ah, sanırım batırdım. Sonuçta havuçları yemek istemediği için kenara itmişti değil mi? Sofra adabı ve çatal bıçak kısmını bir kenara bırakırsak eğer birisi sana istemediğin bir şeyi yememekte özgür olduğunu söylerse doğal olarak o şeyi yemezsin değil mi? Amaan neyse…
Julie kararını vermiş gibi çatalı eline aldı. Çatalı havuca batırıp bir anda ağzına götürdü. Çiğnerken gözlerini sımsıkı kapattı ve kusacakmış gibi bir ses çıkardıktan sonra ağlayarak yuttu.
“-Gulp, gulp.. Pwah!”
Suyu ağzına dikleyince nefesi kesildi ve bardağını masaya vurdu. Sonra yüzünde başardım diyen bir ifadeyle bana baktı. İşte, yaptım. Memnun oldun mu? Der gibiydi aynı.
“-Hepsini yedin! Aferin! Seninle gurur duyuyorum!” Şaşkınlığa uğrasam da onu tebrik etmeyi ve kafasını okşamayı unutmadım.
“-Başardın! İnanılmaz!”
“-Çok iyi gösteri!”
“-Artık bir dahaki sefere korkmayacak, miyav.”
“-Bu yaptığın çok cesurcaydı.”
“-Ayy çok sevindim!”
Herkes ilk başta şaşırsa da çok geçmeden övgüler yağdırmaya başladı.
“-Oley!” Övgü yağmuruna tutulunca Julie gülümsedi. Onu ilk defa böyle gururlu ve sevinçli bir şekilde gülümserken görüyorum, bu beni çok memnun etti. Küçük bir mesele olabilir evet ama yine de beğenmediği bir şey ile yüzleşip üstesinden geldi ve neticede kendine olan güveni arttı. Başaran o değilmiş de benmişim gibi bir sevinç doğdu içimde.
“-O zaman artık yarından itibaren sana Sofra adabı dersi vermeye başlayacağım.”
“-Evet lütfen, Büyük Usta!”
Köle bir kıza sofra adabını öğretmenin ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama onun kafa sallayışını ve yüzündeki azim ifadesini izledikçe derinlerde bir yerde korkularıyla yüzleşerek doğru olan şeyi yaptığını çok iyi biliyorum.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.