İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 08 Bölüm 10
Çevirmen: RaccoonYobo
İllüstrasyon: Ddukae
Hayvan Kızların Kaçırılması ve Alıkonması (Part 2)
Odama geri döndük. Karşımızda biri kedi diğeri de köpek kulaklı ve üniformalı iki kız oturuyordu. Elleri arkadan toprak büyüsüyle yapılmış bir kelepçeyle bağlanmıştı ve konuşmasınlar diye ağızları bağlanmıştı. Zanoba ile ben sandalyeye oturup uyanmalarını bekledik.
Ne, hazır baygınlarken fırsattan istifade onlara bir şey yapmamı mı beklediniz yoksa? Aptal olmayın! Ben bir beyefendiyim.
“-Mrggh?!”
“-Mmm! Mmm!”
İkisi uyandı. İçinde oldukları durumun farkına varır varmaz sesli bir şekilde inlemeye başladılar.
“-Günaydın.” dedim sessizce, ayağa kalkıp onları üstten üstten iyice süzdüm.
Vücutlarını kasıp bana baktılar. Gözlerinde endişe havası vardı ama yine de bana dik dik bakabiliyorlardı.
“-Mmm!” Ooo direnme iniltisi mi duydum yoksa? Ne gibi bir belaya bulaştıklarından gram haberleri yok.
“-Şimdi… nerden başlasam?” İkisini izlerken elimi çeneme götürdüm. Sandalyelerinde oynaşmalarından dolayı etekleri açılmış, gencecik bacakları ortaya çıkmıştı. Görülmeye değer bir manzaraydı.
“-Mm?!” Pursena neye baktığımı hemen anladı. Burnunu oynatıp bir şey kokladı ve yüz ifadesi hemen ekşimiş bir hal aldı. Koku duyusuyla neye baktığımı ve aklımdan neler geçirdiğimi hemen anladı. Onun aksine Linia ise durumdan tamamen habersiz bir şekilde bana dik dik bakmaya ve burnunu şiddetle çekmeye devam etti. Anlaşılan Pursena’nın burnu daha iyi.
Aslında, muzdarip olduğum hastalık sağ olsun, benden azgınlık kokusu gelmemesi gerekiyor?
“-Hm.”
İşte tam o sırada aklıma bir fikir geldi. Önümde hayvan kulaklı iki liseli kız kıyafetleri darmadağınık, tamamen hareket edemez halde duruyor. İnanılmaz azdırıcı. Belki derdime derman olurlar?
Asura Soylularının tuhaf fetişlerinin olduğunu duymuştum. Bakireliğimi kaybedince içimde belki onlarınkine benzer bir şeyler uyanmış olabilir. Önceki hayatımda bu tür şeylere karşı olmasam da fetişim olduğu da söylenemezdi, neyse.
Tamamdır, aklıma yattı, test edeceğim.
Ellerim havada oynaya oynaya Pursena’nın dağ gibi memelerine gitti. Gözlerini sımsıkı kapattı ve yüzü, sanki işkenceye uğruyormuş, sanki ona çok kötü bir şey yapıyormuşum gibi bir hal aldı.
Biliyor musun? Yaptığım şeyin aynısını erkeklerin göğsüne hiç utanmadan yapan bir sürü kadın var. Diye geçirdim içimden.
Her neyse, göğüsleri mükemmel hissettiriyordu. Kocamandılar. Ama nedense içimde sadece ufak bir azgınlık hissettim. Çavuşumdan neşe dolu çığlıklar yükselmiyordu, uzun kış uykusundan uyandığına dair herhangi bir ibare de yoktu.
Onu bırakınca azgınlık hissi hemen dindi ve yerini her gün hissettiğim boğucu yalnızlık hissine bıraktı. Sanırım bu da derdime derman olmayacak.
Pursenayı bırakınca şaşırdı. Havayı bir kez daha kokladı ve yüzü, rahatladığını sonrasında da kafasının karıştığını belirten tuhaf bir hal aldı.
“-Usta? Onları böyle mi cezalandırmayı düşünüyorsun yoksa?” diye sordu Zanoba.
Linia’ya döndüm. Gözlerimiz kesişir kesişmez bana öfkeyle baktı, o yüzden gidip ona da elledim. Göğsü Pursena’dan biraz daha küçüktü ama o da sağlam göğüslere sahipti. Allah, Doldia kadınlarını yaratırken elini korkak alıştırmamış anlaşılan.
Ama yine aynı şekilde bu da benim çavuşu harekete geçirmeye yetmedi. Tek kayda değer değişiklik Linia’nın bakışlarındaki her geçen saniye artan aşağılanmışlık ve öfke hissiydi.
BDSM tutkunlarının bu tür bakışları izledikçe zevkten dört köşe olduğunu duymuştum bir keresinde. Önceki hayatımda bu tür fetişlere ufaktan ilgim vardı lakin bilgisayar ekranından izlemekle kendi gözlerimle kanlı canlı bir şekilde görmek bambaşka bir hismiş meğer.
Bunun beni bir neticeye götüreceği yok. Deney bitti.
“-Neden bu halde olduğunuza dair bir fikriniz var mı?” diye sordum onlara. Kızlar aralarında bakışıp kafalarını salladılar. Linia her an çığlık atabilirmiş gibi duruyordu o yüzden gidip Pursena’nın ağızlığını açtım.
Birkaç saniye düşündükten sonra “-Size karşı bir kusur işlemediğimize eminim.” dedi.
“-Ah, demek bana karşı bir kusur işlemedin he?!” Parmaklarımı şıklatıp bilerek dediklerini tekrarladım. Zanoba çekine çekine bir kutu getirdi. İçini açtığında trajik bir şekilde parçalanmış Roxy figürini ortaya çıktı.
“-Yani bunu yapan siz değilsiniz he?”
“-Ugh… o iğrenç heykel ne alaka?”
“-İğrenç mi!” tekrar bilerek dediğini tekrarladım. Roxy’e iğrenç mi demek istiyor yoksa?! Sonsuz emek verdiğim Roxyciğime?! Şaheser olduğu için anında satılan Roxyme— iğrenç mi dedi yoksa?!
Hayır hayır, sakinleşmeliyim. Soğukkanlı olmam gerek. Derin bir nefes al. Nefes al… nefes ver… nefes al… nefes… VER!
“-Bu benim tanrımın putu.”
“-T-Tanrının mı?”
“-Evet doğru duydunuz. Eğer o beni kurtarmasaydı bu dünyayı tanıyamazdım bile.” Konuşmamı yaparken odanın köşesine, sunağımın olduğu yere, bu odaya taşınır taşınmaz ilk yaptığım şeye, yani sunağa doğru yürüdüm. İkiz kapısını açtım ve içinde yatan o kutsal şeyi odadakilere gösterdim.
“-Mm!”
“-O-O da ney?”
“-U-Usta, bu da nedir…?”
“-…”
Kutunun içindeki tapınma objesi karşısında dona kaldı hepsi. Zanoba bile irkilmişti, Julie korkudan onun tişörtünün ucuna sığınmıştı. Her an ağlayabilecekmiş gibi görünüyordu.
“-O figürin Tanrımın suretine benzetilerek yaratılmıştı. Ama siz ikiniz, onu tekmelediniz, üstünde tepindiniz ve parçalara ayırdınız.”
Linia ve Pursena’nın gözleri pörtledi, bi sunağa bi bana, bi sunağa bi bana baktılar, sonra yavaşça Zanoba ile Julie’ye döndüler, en son da tekrar bana. Yüzleri bembeyaz olmuştu. Bembeyaz derken, mavi yani. Bilgisayarda çıkan mavi ekran hatası gibi mavi..
Neyse, en azından ne yaptıklarının farkına vardılar gibi.
“-Suçsuzluğunuzu ispat edebileceğiniz dair herhangi bir kanıtınız var mı?”
Pursena sorumu düşünmek için birkaç saniye duraksadı. Sonra, “-B-Bizi yanlış anladın! Üstüne basan Linia’ydı. Ben ona yapmamasını söylemiştim.”
“-Mmmmm?!”
Özür dilemek yerine hemen bahane üretmeye başladı. İyi o zaman. Bu iyi bir fırsatmış gibi görünüyor, Linia’nın da ağızlığını çıkardım. Çıkardığımda ikisi birbiriyle tiz bir sesle bağrışmaya başladı.
“-’Böyle iğrenç bir şeye ihtiyacın yok.’ diyen Pursena’ydı ama, miyav!”
“-Ama üstüne basan da sendin!”
“-Ayağım kaymıştı sadece, miyav. Ayrıca, en son havada tekmelememiş miydin onu sen, miyav! Hatta Zanoba bütün gece heykel parçalarını ararken ona katıla katıla gülmüştün, miyav!”
Demek bütün gece figürinin parçalarını aradı he– bazı parçaları, kopmuş bileği mesela, serçe parmağım kadar küçüktür.
Zanoba, çırağım.
Ona karşı olan sevgim şu an üç kat arttı. Romantizm yoluma doğru dört nala ilerliyor. Aferin sana aslan Zanoba!
Hey neyse. İş üstüne.
“-Kapayın çenenizi! İkiniz de eşit derece suçlusunuz.” İlk olarak, birbirlerinin kuyusunu kazma çabalarına bir son verdim. Sonra ise yargımı verdim.
“-Kafirler cezalandırılmalı. Fakat, dinim henüz yeni kurulmuş bir din olduğundan böyle durumlarda ne tür bir cezalandırma uygulayacağımıza karar vermedik. Bu tür suçlara köyünüzde nasıl cezalar verilir?”
“-E-Eğer bize bir şey yaparsan babam ve dedem kelleni alırlar, miyav! İkisi Yüce Ormandaki en güçlü kişidirler, o yüzden… ah…” Linia duraksadı, sanırım Gyes ve Gustav ile tanışık olduğumu hatırlamış olmalı. Bak işte, Yüce Ormanda nasıl cezalandırıldığımı hatırladım şimdi.
“-Bay Gyes mi dedin? Ah evet, onu hatırlıyorum. Kutsal Hayvana yanlış bir şey yaptım diye beni yalan yanlış yere suçlamıştı. Sonra üstümü soyup, başımdan aşağı buz gibi soğuk su döküp beni yedi gün boyunca hücrede tutmuştu. Evet, evet. Neden aynısını siz ikinize de yapmıyorum?”
Yanlış anlaşılma olmasın diye söylüyorum: O zaman bana yapılan şey için kin gütmüyorum. O zamanlar biraz kızmış olduğum doğru olsa da yaşananların bütününe bakınca, şartları unutursak tabi— Linia ve Pursena’nın bundan haberi yok gerçi, oldukça eğlenceli geçmişti.
Dillerini yuttular, yüzleri kireç gibi olmuştu. Sanırım o cezalandırma yöntemi Hayvan Irkı için oldukça dehşet verici bir işkence yöntemi olmalı.
“-H-Hayır hayır, ne istersen yaparız, onun dışında her şey olur, lütfen, miyav!”
“-Linia’ya istediğini yapabilirsin. Ama bana acı!”
“-Aynen dediği gibi, miyav! Bana istediğini… gwah?!”
Satışa bak be. İkisinde de gram utanma yok. Özellikle şu itte.
“-Siz Doldia’lar konu Kutsal Hayvanınıza geldiğinde istediğiniz kadar acımasız olabiliyorsunuz ama bilmem farkında mısınız? Tamam günahlarını almayayım, onlar en azından yanlış yaptıklarını itiraf edip benden özür dilemişlerdi… ama bu durumda siz, siz ikiniz sonuna kadar suçlusunuz.”
“-Lütfen bizi bağışla. Figürin’in senin için bu kadar önemli olduğunu bilmiyorduk!”
“-Eminim ne kadar önemli olduğunu bilmiyordunuz,” diye katıldım onlara.
“-Bir daha yapmayız.”
Sanki bir daha yapmanıza izin veririm de! Yok edilen bir şeyi geri alamazsın. Bu ikisi değer verdiğin bir şeyin gözlerinin önünde parçalanmasının nasıl bir his olduğunu bilmiyor. Şu an bile küçük kardeşimin bilgisayarımı beyzbol sopasıyla nasıl parçaladığını hatırlıyorum. Eski husumetleri gün yüzüne çıkarmayı sevmem ama o zaman hissettiğim çaresizlik hissini bir türlü unutamıyorum. Hayatımdaki tek manevi desteğimin yok edilişini izlemenin nasıl bir his olduğunu unutamıyorum!
“-Özür dileyeceğiz, miyav. Hatta sana göbeğimizi bile göstereceğiz, miyav.”
“-Evet evet. Ne kadar utanç verici olsa da yapacağız!”
Göbeklerini mi gösterecekler? Ah doğru ya, Gyes’in bana yaptığı özür dileme hareketi, bizdeki kowtow’un yandan yemişi.
İçten gelmeyen bir kowtow duygularımı yatıştırmaya yetmez.
“-Eğer sizi affetmemi istiyorsanız figürinimi eski haline getirin!”
R-O-X-Y R-O-X-Y!!
“-Evet! Ustam bile eski ihtişamına geri döndüremez onu!” diye azarladı Zanoba onları.
Ama Zanoba, güzel çırağım, dediğin doğru değil ki…
Bütün parçaların hepsi, asa dahil, elimde. Hatta asa hasar bile görmemiş. Hünerim o figürini yaptığımdan beri oldukça yol kat etti. Artık figürinleri daha pürüzsüz, parçaların birleştiği yerler belli olmadan yapabiliyorum.
Bekle bir dakika.
Doğru ya! Tamir edebilirim. Tamir edilemez değil.
“-…”
Bunu fark eder etmez bütün öfkem diniverdi.
Özürlerini dilemişler ve yaptıkları hatanın farkına varmışlardı. Belki onları affetsem iyi olurdu? Hatta şu an yaptığım şey bir suç aslında. Eğer birisi duyarsa başım belaya girebilir. Örneğin, mızraklı bir keltoş yarın bir gün ‘napıyon len’ deyip kapıma dayanabilir…
Hayır hayır! Asıl sorun bu değil! Asıl sorun bu ikisinin insanların önem verdikleri şeylere zarar vermekte hiç çekinme göstermemeleri. Eğer şimdi onları affedersem yarın bir gün aynı şeyi başkasına tekrar yapacaklar! Akıllarına kazınacak bir ders vermem gerekiyor! Roxy’nin adı üzerine yemin ediyorum!
Sakinleştiğim için aklıma şeytani cezalandırma yöntemi gelmiyor. O yüzden,
“-Zanoba, sen ne dersin?” diye sordum Zanoba’ya.
“-Figürinime yaptıklarının aynısını onlara yapalım derim!” Bunu derken gözlerinde acımasız bir ifade vardı. Nefret ile dolu görünüyordu ki bir nevi anlaşılabilir bir şeydi bu— adam suça tanıklık etmişti sonuçta.
Eğer yap dersem ikisini Roxy figürüne yaptıkları gibi parçalara ayırırdı. Zanoba onları çıplak elleriyle canavarca parçalardı. Tiran Splatinus’un yaptığı gibi. Emin olun yapar. Hem de kesin yapar. Kelleci Prens lakabının hakkını verir.
“-Hayır. Onları öldürürsek aşırıya kaçarız. Öldürmeyi sevmiyorum.”
“-O zaman onları köle olarak satalım. Doldia ailesine mensup kişilerin satımı yasaktır ama yanlış hatırlamıyorsam Asurada Doldia’larla aşırı derecede ilgilenen bir aile olduğunu duymuştum. Eminim o aileden biri, anlaşmayı bozmak anlamına gelse bile, Doldialı alabilmek için varını yoğunu ortaya koyar.”
…şimdi de Hayvan Irkıyla savaşa mı girmek istiyor? Gittikçe aşırıya kaçıyoruz.
“-Bahsettiğin ailenin yıkımın eşiğinde olduğunu düşünürsek bu biraz zor olur.” dedim.
Hazır aklıma gelmişken, Acaba Boreas ailesi şu an ne alemde? Kuzey Topraklarına geldiğimden beri onlardan haber duymadım. Eğer zor durumdaysalar soyları tükenmek üzere demektir.
“-Beni dinle Zanoba. Şaka bir yana, onlar koskoca prensesler, çok dikkat çekmeyen bir şey yapmamız gerekiyor yoksa sonuçlarıyla yüzleşmemiz gerekir.”
“-Beni her seferinde şaşırtmayı beceriyorsunuz Usta. Şu öfke dolu halinizle bile sonrasında ne olacağını hesaba katmayı ihmal etmiyorsunuz.”
Hmm. Ne yapalım bunlarla? Onları oldukları gibi salmaya içim el vermiyor. Hatta, onları bu halde tutsam gözlerim bayram eder aslında. Benim tipim değiller, evet, ama yine de güzeller.
Hayır hayır hayır. Onları kaçırarak bile başıma iş açmış olabilirim. Onları burada sonsuza kadar tutamam.
Figürini bir şekilde tamir edebilirim ama onları yaptıkları hatanın farkına vardıramam.
Başladığım işi beni tatmin edecek bir şekilde bitirmek istiyorum ama… hmmmm.
“-İşte böyle oldu.” Ne yapacağımı bilemediğim için Üstat Fitz’e danışmaya karar verdim, malum iyice adet haline geldi. Adamın, sorunum ne olursa olsun, hep bir cevabı oluyor.
“-B-Bekle bir dakika. Yani şu an senin odanda mılar?”
“-Evet öyleler. Telaşa kapılma ama, öğretmenlere bugün derse katılamayacaklarını söyledim.”
“-Um, demek onları yakaladın ve ee, alı koydun? Zanoba da yardımcı oldu?”
Evet. İki hayvan kulaklı hatunu kaçırdım ve alıkoydum. Kulağa önceki hayatımda ölmeden önce yapacaklar listesine ait bir şeymiş gibi geliyor. Gerçi öyle bir şey yapmamın asıl nedeni neticede yaşanacaklardan ötürü olurdu ki bu şu anki durumumda yapamayacağım bir şey.
“-Rudeus, şey, ee, onları alıkoydun ya hani, acaba hiç onları…?” Üstat Fitz bunu derken yüzü domates gibi kızarmıştı, gözlerinde ‘sana hiç yakıştıramadım’ diyen bir ifade vardı.
Hayır olamaz, sanırım yanlış anlaşıldım. “-Hayır hayır, onlara sapıkça bir şey yapmadım tabi ki.”
“-G-Gerçekten mi?” diye yineledi Üstat Fitz.
“-En fazla göğüslerini avuçladım, o kadar.” diye avuttum onu.
“-H-Ha göğüslerine elledin yani…!”
“-Bir şey test etmek istemiştim sadece.”
“-Huh…? Yani başka sebeplerden ötürü dokunmadın onlara?”
Başka sebepler? Ha, onlara cinsel anlamda dokunup dokunmadığımı soruyor muhtemelen. Eh yani, teknik olarak, o nedenlerden ötürü dokundum denilebilir ama onlara dokunmamın asıl nedeni, bana sorarsanız, sadece hastalığımı düzeltmek içindi. Basit bir deneydi o kadar.
“-Hayır, başka bir amacım yoktu.”
Üstat Fitz rahatlamış bir yüz ifadesiyle. “-T-Tamam o zaman. Fakat, ortada bir sorun var. Ne yapmış olursalar olsunlar onlar yine de kabile şeflerinin kızları.”
“-Endişelenme. Kabile şefi ve Savaşçı Komutanıyla tanışıklığım var.”
“-Ne?! Ciddi misin?”
“-Evet. O yüzden kızlarını okulda serserilik yaptıkları için dövdüğümü söylersem eminim anlayış gösterirler.”
“-N-Nasıl oldu da Kabile şefiyle tanıştın peki? Doldia kabilesi diğer ırklara göre çok yüksek mertebededir… Kabile şefi öyle kolaylıkla tanışabileceğin birisi değildir.”
Üstat Fitz’e Yüce Ormanda başımdan geçenleri anlattım. Anlatırken hayatımın o kısmının oldukça acınası halde geçtiğinin farkına vardım. Çocukları kurtarmaya çalışırken esir düştüm sonrasında salındıktan sonraki her günümü figürin yaparak ve köpekle oynayarak geçirdim.
“-Vay canına, inanılmaz birisin Rudeus.” Acınası bir hikaye, ama yine de Üstat Fitz hikayeyi bitirdiğimde şaşkınlığını dile getirdi.
Hikayenin hangi kısmı hoşuna gitti acaba, merak ediyorum?
“-Kutsal Hayvanın sana bu kadar bağlanmasına oldukça şaşırdım doğrusu… İnanılmaz.”
Ah, o kısım. Şimdi düşünüyorum da neden Kutsal Hayvan iki de bir beni görmeye geliyordu ki? Sadece beni sevdiğinden değildir herhalde.
“-Sanırım itler bile kurtarıcılarına nasıl itima göstereceklerini biliyor.”
“-O kelimeyi Hayvan Irkının önünde ağzına alma sakın,” diye uyardı Üstat Fitz.
Tabi ki almam. Eğer birisi önümde Roxy’e “iğrenç şeytan” deseydi deliye dönerdim. Aşılmaması gereken bazı çizgilerin olduğunun farkındayım. “İt” kelimesi Kutsal Hayvan ile benim aramda olan bir samimiyet ifadesi sadece, o kadar. Aşağılamak için dediğim bir şey değil.
“-Onu geçtim, bu konuda senin fikrini alırsam çok makbule geçer. İşin sonunda nifak ve intikam tohumları dikmeden nasıl onlara unutamayacakları bir ders verebilirim?”
“-Zor bir soru.” Dedi düşüncelere dalan Üstat Fitz.
“-Birisinin üzerine topluca saldırmanın ve değer verdikleri eşyaları parçalamanın affedilemez olduğu konusunda hemfikirim.” dedi.
Bana onları direkten serbest bırak da diyebilir ama kızgınlığından anladığıma göre önceden onun tanıdığı birine de sataşmış olmalılar. Köle pazarındaki davranışlarından yola çıkarak Üstat Fitz’in, sanırım, güçlü bir adalet anlayışına sahip olduğunu söyleyebilirim.
“-Tamam! İyi bir fikrim var.” dedi.
Hm, kurguda normalde nazar anlamına gelen bir söz, aman neyse.
Üstat Fitz ve ben odama doğru yol aldık.
Odamda ekşi bir koku vardı. Yer ıslaktı, oda kokuyordu ve Linia ile Pursena yorgunluktan çökmüşlerdi. Keşke lavaboyu kullanmalarına izin verseydim.
İkisi de müşkül görünüyordu o yüzden pisliği temizledim ve içeri temiz hava girsin diye camı açtım. Islak eteklerini ve külotlarını çıkarıp yıkadım. Kıyafetlerini de çamaşırlığa attım.
Hey, dımdızlak çıplak değillerdi. Bu kadarı yeterdi onlara.
İkisini yüzünü süzünce artık tamamen pes etmiş olduklarını anladım.
“-Bize karşı istediğin kadar acımasız ol, miyav. Ama lütfen en azından bağlarımızı çöz miyav. Hareket edememek çok kötü miyav. Lütfen, kaçmayız söz veriyorum miyav.” Yirmi dört saat boyunca bağlı kalmak kedi-insan ırkı için oldukça acı verici bir deneyim olmalı.
“-En azından bize yiyecek bir şey getirseydin. Uslu dururduk o zaman. Geceleri havlamam. Isırmam da. Et istiyorum et… çok açım.”
Anlaşılan Pursena açgözlü bir tip. Doğru ya, ilk tanıştığımızda bile et kemiriyordu. Yine de, bir günde beyaz bayrak çekeceklerini düşünmemiştim. Açlıktan olmalı. İnsanlar açlık karşısında çok çabuk yenik düşebiliyorlar.
İkisinin de bağlarını çözdüm, hemen önümde diz çöktüler. Şehvet dolu bir manzara, belden aşağıları tamamen çıplaktı. Manzara karşısında dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı, ama tabi ki, kasığımdan aynı tepkiyi alamadım.
“-Rudeus,” Üstat Fitz uyardı beni. Yanımda, iç çamaşırlarını ve eteklerini yıkamakla meşguldü.
“-Ah, doğru. Siz ikiniz pişman görünüyorsunuz o yüzden sizi serbest bırakmayı düşünüyorum. Şu an ne hissediyorsanız onu hafifletmeyeceğinin farkındayım, koca bir gün boyunca hareket edememek çok zor olmalı. Hele bir de şehvetli erkeklerle dolu bir yurtta bağlı bir şekilde tıkılı kalmak oldukça korkunç olmalı sizin için.
“-Çok doğru miyav.”
“-Ne zaman birisinin ayak seslerini duysam işte sonum geldi diyordum içimden…”
Aslında, bildiğim kadarıyla, burada o türden erkek yok. Yurtta kalanlar dört duvar arasında mahsur değildi sonuçta, canları çektiğinde tutku caddesine bir ziyarette bulunabilir ya da malum bir birinci yıla, bir elf güzeline, misafirliğe gidebilirler.
Belki Linia ile Pursena diğer öğrencilere yaptıkları kötülüklerden dolayı korkmuşlardır? Eğer durum öyleyse o zaman onları bu halde bulunca köle pazarına satmaya götürmeye dünden razı bir sürü erkek olmalı burada.
“-Bundan sonra ne dersen onu yapacağız miyav. Havarilerin olacağız miyav.”
“-Lütfen affet bizi,” diye ekledi Pursena. Anlaşılan dediklerini enine boyuna düşünmüşler.
“-Havarim olmanıza gerek yok. Ancak müsamaha göstermeyeceğim tek şey Roxy ile dalga geçmeniz.”
İkisinin yüzü hemen kireç gibi oldu ve çabucak başlarını salladılar.
“-Tabi ki geçmeyiz miyav. Eğer başkasının tanrısıyla dalga geçersen ölmeyi hak edersin miyav.”
“-Tapınak şövalyeleri tarafından nasıl kovalandığımızı hala dün gibi hatırlıyorum… çok korkunçtu.” dedi Pursena.
“-Halam Tapınak Şövalyesi olur ha, ona göre.”
Bunu der demez ikisi de hayalet gibi bembeyaz oldu. Bu dünyada tanıdıklar çok değerli.
Fitz işini bitirdiğinde kıyafetlerini memnuniyetle giydiler.
(Neden bir kızın iç çamaşırını giymesi bu kadar cezbedici? Fikrimce, çamaşırlarını çıkartmalarını izlemekten daha tahrik edici.)
Görünür tehlike sona erdiği ve kıyafetlerini geri giyebildikleri için kızların yüzüne biraz hayat gelmişti.
“-Ne istersen yaparız desem bile çocukla sonuçlanabilecek herhangi bir şey kabul edilemez miyav.” dedi Linia bana.
“-Birisiyle önce düzgünce tanışıp çıkmak sonra evlenip çocuk sahibi olmak istiyorum miyav.”
“-Aynı şekilde.” dedi Pursena. “-Ama Linia’nın göğüslerine arada sırada ellemene izin veririm.”
“-Evet miyav. Arada sırada—ne, neden ben?!”
“-Ben çok değerliyim. Benimkilere dokunman için önce beni pahalı etlerle beslemen gerekiyor.”
Serseri olmalarına rağmen kızlıkları üzerinde sert bir tutuma sahipler. Beklendik aslında, prensesler sonuçta. Onu geçtim, görünen o ki bunca zamandır takındıkları itaatkar hava fasa fisoymuş meğer. Umarım yaptıkları hatanın gerçekten farkına varmışlardır.
“-Dikkatli ol Rudeus.” diye uyardı Üstat Fitz. “-Onların yanında gardını düşürme sakın.”
“-Miyaav! Bekle orada Fitz, öyle şeyler demesene, miyav!”
“-Evet!” diye katıldı Pursena.
“-Ağamın kafası halihazırda sıyrık zaten! Eğer bizi tekrar yenerse bize ne yapar bir allah bilir miyav! O kadar aptal değiliz!”
Kime kafası sıyrık diyorlar lan? Çok kaba. Gerçi beni böyle gördüklerini bilerek geceleri daha rahat uyurum aslında.
“-Ağam, eve gidebilir miyiz artık?” diye sordu Pursena kafasını hafiften yana yatırarak. Bekle, ne diye bana ağam demeye başladı bu? Hoşuma gitmiyor değil ama…
“-Çok açım. Eve gidip pastırma stoğumun hepsini yemek istiyorum.”
“-Evet, dün akşamdan beri aç ve susuzuz miyav.”
Neee? Şimdi beni kötü adammış gibi gösteriyorlar. Derslerini almamışlar anlaşılan.
“-Dersinizi almadınız değil mi?” diye kızdı Üstat Fitz.
“-Fitz, karışma işimize miyav.”
“-Doğru, siktir git hadi.”
Üstat Fitz’in ağzı açık kaldı.
“-Siz ikiniz oturun lan yere!” diye bağırdım.
“-Emredersiniz!”
“-Hav!”
“Üstat Fitz, fikrimi değiştim. Daha önceden anlaştığımız gibi yapacağız.”
İkisi yerde, bacakları katlanmış bir şekilde otururken Fitz’e yeşil ışık verdim ve o da cebinden bir iki tane eşya çıkardı. Bu işte, aklına gelen o iyi fikirdi— siyah boyayla dolu koca bir şişe ve fırça.
İşimiz bittiğinde içimde biriken öfke tamamen dinmişti.
“-…Fitz, kurt yediği ayazı unutmaz diye bir söz vardır bilmem bilir misin, miyav.”
“-Hay anasını.”
Linia ve Pursena’nın yüzü beş karıştı. Kaşları tek kaş yapılmış dudaklarının etrafına da bir güzel bıyık çizilmişti. Yanaklarına da “Rudeus’a kaybeden bir itim.” ve “Rudeus’a kaybeden bir kediciğim.” yazılmıştı.
Taptaze dövmeler. Ufaktan azdırmıyor değil he.
“-Bu, bir kabilenin vücutlarına dövme yapmak için kullandıkları özel bir boya.” diye açıklamaya başladı Üstat Fitz. “-Eğer doğru büyüyü yaparsam boyalar kalıcı dövme haline gelecek.”
Öyle bir boya var mı la harbiden? Bu dünyada dövmeler böyle yapılıyor olmalı. Sahi ya, maceracıyken buna benzer bir şey gördüydüm sanki?
“-Suyla yıkasanız bile çıkmaz. Eğer Rudeus’a kazık atmaya kalkarsanız büyüyü yaparım siz de hayatınız boyunca o dövmelerle gezersiniz!”
“-T-Tamam anladık miyav. Bağırmana gerek yoktu, miyav.”
“-Anladık anladık. İtaat edeceğiz. Yemin ederiz.”
Korku içinde titreyerek kabul ettiler. Eh, yüzleri korkunç halde. Eğer hayatları boyunca yüzlerinde o dövmelerle gezecek olursalar ölene kadar evde kalırlar.
Üstat Fitz bazen çok acımasız olabiliyor.
“-Şimdi eve gidebilirsiniz lakin o boyalar yarın bütün gün boyunca yüzünüzde kalacak sonra gelip çıkartacağım. Fakat vücudunuza yaptığımız dövmeleri önümüzdeki altı ay boyunca çıkarmayacağım o yüzden aklınızda bulunsun!”
Sırtlarına ağza alınmayacak şeyler yazdık.
“-Anladık ya of bi nefes aldır bize miyav.”
“-…sniff.” Pursena’nın gözlerinde yaşlar birikti.
Holde görünmeleri durumunda sorun çıkacağı için camdan çıktılar. İkinci kattayız ama… amaan, aşağı atlayamayacak değiller ya? Sanırım.
Gitmeden önce Linia aklına bir şey takılmış gibi bana döndü.
“-Ağam, büyücü olmanıza rağmen hareketlerimizi nasıl o kadar kolay tahmin ettin? Nasıl bir eğitim aldın?”
Çoğunlukla Eris ile yaptığım idmanlardan geliyor o yetenek. Kendimi hep zayıf birisi olarak görmüşümdür. Eris’in hızlı gelişimine kıyasla ben hiç yol kat edemiyorum zannediyordum. Ama aslında farklı hızlarda gelişim göstermişizdir belki? Kendi çapımda oldukça ilerleme kaydettim çünkü.
“-Ustan kimdi miyav?”
“-Sanırım Ghislaine.”
“-Ghislaine mi? Doldia kabilesinden olan Ghislaine mi miyav? Kılıç Kralı Ghislaine mi?”
“-Ta kendisi.” Doğru ya— Linia, Gyes’in kızı olduğuna göre Ghislaine de onun halası oluyor.
“-Anlıyorum şimdi miyav.” Linia sanki şimdi her şey anlam kazandı dermiş gibi bir bakış attı.
“-Görüşürüz miyav.”
“-Selametle ağam. Figürin için çok üzgünüz.”
Ve ikisi gitti.
Olay sona erince Üstat Fitz derin bir iç çekti. “-Kusura bakma Rudeus. Biraz abartmış olabilirim.”
“-Hiçte bile. İkisinin nasıl korkudan altlarına ettiğini görmedin mi, bence az bile yaptık.” Ama en önemlisi… “-Boyaları kalıcı yapan bir büyüden bahsetmiştin değil mi? Aynı büyüyü bilen başka birisi çıkarsa sorun olmaz mı?”
Bu dünyada herkesin kullanabileceği bir şey olduğundan bu büyüyü sadece Üstat Fitz biliyor olamaz. Birisi kızların üzerinde o büyüyü kullanırsa kötü hissederim doğrusu.
“-Ne? Ha o mu, yalandı o be.” dedi Üstat Fitz havalı bir şekilde. “-He, büyü boyası kısmı gerçek ama kullandığım boya sadece çember çizmek için kullanılan ucuz mürekkeplerden. Manayla yıkayınca hemen çıkıyor.” dedi gülerek. Birisini yaptığı şakaya inandırmış bir çocuk gibi kıkırdıyordu. Çok tatlıydı.
Üstat Fitz bir süre daha odamda kaldı. Nedense utangaç duruyordu, rahatsız olmuş gibiydi adeta? Odanın içinde rastgele dolaşıyordu, gözüne bir şey takılınca bana dönerek:
“-O ney? İçinde bir şey mi var?” diye sordu kutsal sunağıma işaret ederek.
“-Tanrımın kutsal emanetini barındırıyor içinde.” diye cevap verdim.
“-Huh? Demek Millis’e inanmıyorsun. İçinde ne var diye baksam sorun olur mu?”
“-Dinimin ismi Roxy inancı… LÜTFEN AÇMA ONU!” Tam sunağın kapısını açıyordu ki son anda durdurdum onu. İçinde barınan kutsal emanet o kadar güçlü bir şey ki çıplak gözle görülürse türlü sorunlara yol açabilir… ve kafasında kadınların iç çamaşırlarını sakladığım inancının doğmasına neden olabilir. Gittim bir de dün bir sürü insana gösterdiydim onu, aklımı kaybetmiş olmalıyım.
“-Oh, kusuruma bakma.” Hemen elini çekti ve odayı incelemeye geri döndü. Bakışları yatağıma gelince durdu. Yastığımı kaldırıp. “-Buna dokununca hışır hışır bir ses geliyor.”
“-Kendim yaptım.” Kuzey Topraklarında bulunan Hardal Treant’nın tohumlarıyla doldurdum içini. Eğer tohumunun içini açarsan içinden cevize benzeyen ama karabuğday gibi kokan bir şey çıkıyor. Tohumun içindeki yemişi toz haline getirip yastığımın içine doldurdum ve yastığın etrafını hayvan yünüyle kapladım. Ve böylece geceleri rahat uyku çektiren bir yastık yapmış oldum.
“-Vay canına. Denesem sorun olur mu?”
“-Lafı bile olmaz.”
Üstat Fitz yastığı yatağa koydu ve başını üstüne yatırdı.
“-Bu yastık çok iyi.”
“-Bunu diyen ilk kişisin.”
Yastığı deneyen diğer kişi Elinalise idi. “Yastık yerine daha çok bir erkeğin kolları arasında uyumayı tercih ederim” demişti bana.
Fitz yatakta yatarken bile gözlüklerini çıkarmıyordu. Takıntılı olmalı. Acaba bir gün yüzünü görebilecek miyim? O gözlükler onun bir parçası değilse tabi. Acaba… acaba uzanıp gözlükleri çıkartsam ne olur?
Hayır hayır— onları takmasının bir nedeni olduğunu söylemişti. Belki görünüşüyle alakalı bir takıntısı vardır, mesela…
Ya da boşver, unutsam iyi olur.
Benden nefret etmesini istemiyorum.
İkimizin arasında ufak bir sessizlik oldu. Ona baktığımı fark edince Üstat Fitz yataktan kalktı. Her niyeyse, sanki, yüzü kızarmış gibiydi. Hayal görüyor olmalıyım.
“-Görmek ister misin?”
Böyle deyince kalp atışım bir anda hızlanmaya başladı. Noluyor? Görmek istiyor muyum? Neyi görmek istediğimi kast etti?
“-Neyi?”
Salakça bir soruydu. Yüzünü, yüzünü görmek istiyorum tabi ki. Cevap çok barizdi.
“-Yüzümü.”
Evet, gördün mü, yüzünü işte. Neden aklıma gelmedi ilk başta. Bana başka bir şeyini mi gösterecekti sanki? O bir erkek, neyini görmek için can atıyorum ki? Neresini göstermesini istiyorum!?
Güneş gözlükleri içinden bakıştık. Yüzümün ısınmaya başladığını hisseder gibi oldum. Benim de mi yüzüm kızardı yoksa?
“-Görmek istiyorum.”
“-Tamam.” dedi ve ellerini gözlüğünün çerçevesine götürdü. Ama elleri orada dondu kaldı. Dudağı gergin bir şekilde büzüştü ve elleri titremeye başladı. Külotunu indirmeye çalışan bir kız gibi duruyordu aynı; bir erkeğin önünde duran bir kızın, vücudunu örten son kıyafet parçasını çıkarmaya hazırlanıyor olması gibiydi aynı.
Nedense ben de heyecan yaptım. Hayır– ne diye heyecanlanıyorum ulan? Bu herifi bir kızla kıyaslamam çok saçma!
Yüzünü göstermeyi duygusal olarak yakınlaşma olarak mı görüyor acaba? Hayır görmüyor tabi ki çok saçma. Gizlemek istediği bir şey olmalı muhtemelen. Çirkin bir yanık izi gibi ya da kertenkele gibi pörtlek gözleri falan olmalı! Evet, nedeni bu olmalı. Şüphesiz.
“-Sadece…” diye konuşmaya başladı sonunda. “-Şakaa! Üzgünüm ama Prenses Ariel’in emirleri. Kimseye yüzümü göstermemem emredildi. Bebeksi bir suratım var, eğer başkalarına gösterirsem korkunç Sessiz Fitz itibarım yerle bir olur.”
Yanlışmışım. Kraliyet emri varmış meğer. Eh, kulağa mantıklı geliyor en azından. Ne görmeyi umuyordum ki??
“-O-Oh demek öyle. Eh, zorla göstermeni isteyemem sonuçta.”
“-Şey, sağ ol. Çok incesin.” dedi yataktan aceleyle kalkarak.
“-Prenses Ariel’in yanına gitsem iyi olur.”
“-Tamam, görüşürüz.”
“-Görüşürüz Rudeus.”
“-Bugünkü yardımın için minnettarım.”
“-Lafı bile olmaz.” Üstat Fitz de diğer ikisi gibi camdan çıktı. Her ne kadar holden çık demek istesem de muhtemelen kızlar yurduna camdan çıkarak daha hızlı ulaşırdı. Aman neyse.
“-Phew…”
Her nedense rahatlamış hissediyorum. Ya Üstat Fitz bana yüzünü gösterseydi… muhtemelen geri dönüşü olmayan bir yola girerdim. Bir kere adım attım mı bir daha çıkmayacağım bir dünyaya davet edilmiş gibi hissettim nedense. İbnelerin olduğu bir dünyaya, sanırım.
İçinde hayvanımsı kokuların dolaştığı bir odada tek başıma oturuyorum. Genellikle Maceracıların kullandığı deodorantımsı etki veren bir tozla odayı temizledim, sonra yatağa girdim. Yastığımda alışagelmedik bir koku vardı; Üstat Fitz’in kokusu olmalı. Kötü değildi.
“-O bir yana…”
Kendimi kaçırılmış kızlı durumların içine sokmama rağmen hala alt takımlarda bir gelişme kaydedemedim. Onca erotik sahne, elleme falan… hiçbiri bana mısın demedi. Hatta Üstat Fitz ile birlikte geçirdiğim zaman daha etkili oldu.
Ağlamak istiyorum.
Bir sonraki gün ikili üzerine çizdiğimiz grafitiyi silmeden önce Zanoba’ya gösterdim. Yüzünde tatmin olmadığını belirten bir ifade vardı. Onu azarlayarak:
“-Sanki bu sefer yardım ettin de yüzünü asıyorsun.” dedim.
Roxy Figürinini şipşak tamir edince neşesi yerine geldi ve kızları affetti.
Bir gün boyunca onları bağlı tuttuğum için onlardan özür diledim ama…
“-Hiç sorun değil miyav! Hiçbir şey yaşanmadı miyav, sadece yolumuzu kaybedince bizi odana aldın ve yüzümüze komik şeyler çizdin o kadar miyav!”
“-Aynen dediği gibi. Hiçbir şey yaşanmadı. Hiçbiiir şey yaşanmadı. Brrrr…”
Eh, madem olanları böyle açıklamak istiyorlar bırakalım açıklasınlar.
İşin sonunda herkes mutlu olduğu sürece bir sorun yok.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.