İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 08 Bölüm 07

Erişilmez Güç (Part 1)

 

 

Shirone Krallığının Üçüncü Prensi Zanoba Shirone doğduğu andan itibaren doğa ötesi güçler taşıyan bir kutsanmış çocuktu. Ayrıca kaliteli bir sapıktı da. Hem de en kalitelisindendi. Figürinlerle kafayı bozmuş birisi de diyebilirsiniz. Figürinleri keşfettikten sonra daha farkına varmadan gözlerini onlardan ayıramaz olmuştu, figürinlere dokunduğunda onları nazikçe onları okşamaktan kendini alamıyordu.

Heyecanlandığında ise hayvani gücünü yanlışlıkla ortaya çıkıyordu, ancak o hayatta figürinlerine kaba kuvvet uygulamazdı. Onlar hala tek parça halindeyse bunun sebebi muhtemelen onlara olan sevgisinden kaynaklıdır.

Sevgi. Evet, o figürinleri seviyordu. Figürinlere çok düşkündü. Mesela bir keresinde onu odasında çıplak bir bronz kadın heykeliyle sarmaş dolaş görmüştüm. Hafiften ince ve göz alıcı bir kadın heykeliydi, alışveriş yaparken onu görür görmez anında satın almaya istemişti. Zanoba’nın odasına girdiğimde kendisini, tamamen çıplak bir şekilde, kollarını bronz heykelin beline sarmalamış halde bulmuştum– kapıyı çalmamanın zararları işte…

Zanoba alel acele kıyafetlerini geri giyip önümde eğilerek böylesine nahoş bir sahne görmeme sebep olduğu için benden özür dilemişti.

 

Yaptığı şeyi neden yaptığıyla alakalı bana açıklama yapmak zorunda değildi aslında. Sevgisi çok yoğundu. Kar, Kuzey Topraklarına periyodik olarak yağmaya devam ediyordu ve dışarısı, doğal olarak, çok soğuktu. Ayrıca, metalden yapılmış bir heykelin böyle bir havada ne kadar soğuk olabileceğini akıl etmek için dahi olmak gerekmiyordu.

Adam zevk uğruna soğuk ısırığı olma tehlikesini göze almıştı be! Kimse o yoğunluktaki bir arzuyu gizleyemezdi.

Yine de, ne yaşadığını az çok anlayabiliyordum. Çünkü önceki hayatımda yaptığına benzer bir şey yapmıştım.

Bu arada, eğer yaptığının aynısını Tanrıçamın heykeline yapsaydı onu asla affetmezdim. (Roxy’nin Figürini)

Sahi, o figürini odasında hiç görmedim. Acaba Shirone da mı bıraktı?

 

Diye düşünmüştüm, ta ki o güne kadar.

Zanoba’yı bir anda önümde secdeye girmiş halde buldum. “-Usta, lütfen bana nasıl figürin yapıldığını öğretin!”

Hava kararıyordu ve elimde yeni başladığım bir figürini tutuyordum. Geçen ay boyunca Zanoba’ya hep bakarız demiştim. Sadık köpek gibi sözümü dinlemişti. Ancak, sanırım, sabrı en sonunda taşmıştı. “-Söz vermemiş miydiniz bana! Neden hala bana öğretmemekte bu kadar ısrarcısınız?!”

Zanoba biraz sinirli görünüyordu. Onu geri çevirmek için geçerli bir nedenim yoktu. Ona söz vermiştim, evet. Zaten söz verdiğim için paslanmış hünerlerimin kirini atmaya çalışıyordum. Ona öğretmeye başlamamamın nedeni çoğunlukla henüz pasımı atamamış olmamdan ve ders vermeye fırsat bulamamamdan kaynaklanıyordu, zaten buraya yukarıda saydıklarımı yapmak için gelmemiştim.

“-Zanoba, benim güzeller güzeli talebem, eğitiminin zorlu geçeceğini kafana kazısan iyi edersin!” Bilinçli olarak sözlerime dramatik bir hava kattım. Zanoba’nın yüzü ciddi bir hal aldı ve sert bir şekilde kafasını sallayarak:

“-Tabi kazırım usta, sizden ciddiyetimi hafife almamanızı rica ediyorum. Kan tükürsem bile sizin figürin yapma sanatınızı öğrenmekten vazgeçmeyeceğim.”

“-Aferin, böyle ol işte.”

İşte böylece Zanobaya nasıl figür yapılacağını öğretmeye başladım. Akşamları, uyumadan önce, bir iki saatimi ona ayırmaya karar verdim.

Bunu yapmamda gizli bir amaç daha vardı. Adamın figürinlere olan sevgisi içtendi ve soylu olduğu için muhtemelen zengindi de. İlk başta aklıma yatmasa da ondan gelecek yardımla figürinlerime renk verip seri üretime geçirebilirdim belki?

Bu dünyanın teknolojisi sadece bronz ve avrupai tarzda heykel yapmaya yetiyordu. Eğer o sektörü tekelime geçirebilirsem figürinleri seri üretime sokabilirdim, her ne kadar orijinalleri kadar kaliteli olmayacak olsalar da.

İlk olarak Roxy figüriniyle başlardım. Ondan sonra da Ruijerd figürünü sürerdim piyasaya. Superd Kabilesinin ne kadar sadık olduğunu, bir yanda tüm dünyanın tanıdığı bir kahramanla kimsenin tanımadığı bir adamın hikayesini anlatırdım. Yaşadığı zorlukları ve mücadeleleri, ne kadar uğraşırsa uğraşsın insanların onayını kazanamamasının dramını anlatırdım. Figürini kitapla birlikte hediye ederdim. Eğer başarılı olursa Roxy’nin  de başarılarını öven bir kitap bile yazarım belki.

 

Eveet, evet bak şimdi aklıma yattı bu iş! Tek başıma yapamam belki ama kötü yanlarına rağmen, Zanoba bir kraliyet üyesi olduğu için belki onun yardımıyla yapabilirdim. Leş gibi parası ve tutkusu vardı. İş kurmak için ideal bir partnerdi .

Yumurtalar çatlamadan civcivleri saymaya başlama diye öğüt veren bir atasözü vardır, tam olarak bunu yapıyorum.

“-Güzel! O zaman özel tekniklerimi sana öğreteceğim!”

“-Öğretin, Ustam!”

Figürin yapma serüvenimiz başladı.

 

 

Bence hemen sadede geleyim. Beceremedi. Zanoba sessiz büyüyle topraktan figürin yapamadı.

İki nedeni vardı. İlki, sessiz bir şekilde büyü yapamaması. İkincisi ise mana kapasitesinin yetersiz olması.

Tabi hakkını yememek gerek, dünya üzerinde sessiz büyü yapabilen sadece dört kişi vardı. Orsted, Fitz ve Sylphie. Bu okulda yapabilen başka birisi daha varmış, rüzgar büyülerini söz kullanmadan yapabilen bir profesörmüş diyorlar ama maalesef o da geçen yıl vefat etmiş.

Küçük yaştan itibaren kullandığım için farkına varmamışım ancak sessiz büyü oldukça özel, yüksek seviye bir teknikmiş. Şimdi geriye dönüp bakınca Eris ile Ghislaine de sessiz büyüyü becerememişti. Daha yeni büyü yapmaya başlayan Zanoba gibi birisinin becerememesi oldukça normaldi.

Diğer bir sorun ise mana kapasitesiydi. Bana soracak olursanız figürin yapma işlemi, sonsuz mana kapasitesi olan insanların mana havuzlarını yakmaları için muhteşem bir yoldu.

İlk defa o anda diğer insanlardan daha büyük bir mana havuzum olduğunun farkına varmıştım.

Mana havuzumun çoğunluktan fazla olduğunu sanıyordum ancak o farkın bu kadar büyük olduğunu hiç düşünmemiştim. Maceracıyken diğer maceracıların manalarını tükettiğini gördüğümde içimden: Bak işte, mananızı har gelip harman savurarak kullandığınız için oluyor böyle, diyordum.

Sayılarla anlatacak olursak: normal bir maceracının 100 manası olduğunu, kendimin de 500 manası olduğunu düşünürdüm. Lakin aslında çok ama çok fazla manam varmış.

Her neyse. Ben hariç— Zanoba’nın tek bir figürin parçası bile oluşturamayacağını hayal bile etmemiştim. Sıkı çalışıyordu, evet. Sabahları kalkıp bayılana kadar manasını boşaltıyordu, sonra uyanıp aynı şeyi bayılana kadar tekrar yapıyordu. Yanakları o kadar çökmüştü ki yüzü, gözlerinden yaş ve burnundan sümük akan bir kafatasına dönüşmüştü.

Ne yaptım ben ona? Ona yaşattıklarımı düşününce özür diledim.

“-Özür dilerim.”

Zanoba kafasını sallayıp yorgun bir sesle “-Hayır, biraz daha yetenekli olsaydım belki o zaman…” dedi.

Keder içinde boğulan bir adamın, yenilmiş bir adamın hüznü okunuyordu yüzünde.

Fakat pes edecek değildim.

“-Tamamdır, hadi farklı bir şeyler deneyelim.” dedim.

“-Başka bir yol daha mı var yoksa?!” dedi daha az önce keder ve hüzün içinde boğulan Zanoba.

Keyfi yerine geldi ve oturur pozisyona geçti.

“-Evet var. Elimizden gelenin en iyisini yapmamızı gerektiren ve içinde büyü olmayan bir yol bulacağız.” dedim elimde toprak parçası oluştururken— kil daha doğrusu. “-Bunu büyüyle oluşturdum ama doğada da bulabilirsin bunu.”

Bir keresinde dağda yaşamaya karar veren bir çömlekçinin hikayesini duymuştum…

Doğrusu bu dünyanın dağları ve ormanları tehlikeyle kaynıyordu değil mi? Dışarıda bir yerlerde kile benzeyen canavarlar olabilirdi.

“-Peki ne yapacağız onu?”

“-Yontacağız.”

Yontmak. En ilkel ama en güvenilir ancak bir o kadar da zor bir yöntem. Parçayı oluşturmak için kili oya oya ilerlersin. Bu yöntemle manası olmayan biri bile heykelcik yapabilirdi. Tek sorun şu ki elimizde yontma işlemini gerçekleştirmek için gereken aletlerden yoktu, gerçi pazarda büyü aletleri satan yerlerde bulunabilir. Bir keresinde kayayı tereyağıymış gibi yontan bir bıçak görmüştüm.

“-Şimdi anladım Usta. Bu teknikle beraber ben bile figürin yapabilirim yani!” dedi Zanoba heyecan içinde. Yüzüne renk gelmişti.

 

O renk, maalesef, yarım saat sonra tekrar soldu.

Zanoba’nın parmaklarında pek hüner yoktu. Doğduğunda sahip olduğu güçten– doğa üstü güçten dolayı kaynaklanıyordu bu durum. Evet, doğru duydunuz— “Kutsallığı” ona engel çıkarıyordu. Nesneleri kırmamak için gücünü kısıtlayamıyordu, çünkü gücü kontrolü dahilinde değildi. Hassas işler yapmak, hassasiyetle kili yontmak, onun için çok zordu.

Zanoba her gün çok sıkı çalışıyordu, hatta gözleri kan çanağı olana dek çalışıyordu. Tutkusu içtendi. Heykel yapmayı öğrenmeyi o kadar çok istiyordu ki uyumuyor hatta ölene kadar kendini zorluyordu. Yaptığı hiçbir şey umduğu gibi gitmemişti ve her seferinde baştan başlamak zorunda kalıyordu. Her başarısız olduğunda ağlıyor, çığlık atıyor ve tuhaf sesler çıkartıyordu.

Ama sonunda bitirmişti— kendi başına bir figürin yapmıştı, hem de sıfırdan. Güzel bir sanat eseri olduğu söylenemezdi ama. Yarattığı eser amatörce bir şeydi ve eski dünyamdaki insanlar görseydi muhtemelen kahkahayı patlatıp dalga geçerlerdi. Ama yaptığı şey tutkusunun bir tür dışa vurumuydu, bu yüzden ben asla gülmezdim. Lakin benim alay etmeme gerek kalmadan Zanoba çoktan yaptığı şeyin kaliteli bir yapıt olmadığını anlamıştı.

“-Usta, yapamıyorum. Ben… Ben senin yaptığın gibi heykeller yapamıyorum!” diye ağladı. O kadar kederli görünüyordu ki ayağa kalkacak gücü yokmuş gibiydi.

Son iki ayda daha da iskelete benzer oldu. Lakin bunu fark etmek dışında elimden bir şey gelmedi.

 

 

“-İşte vaziyet böyle.”

Üstat Fitz’e danışmaya karar verdim. Zanoba’nın ustası olarak başarısızlıklarımı ortaya döküp başka birinden yardım istemem gerçekten, çok acınasıydı. Ama yine de başkasından tavsiye almak istiyordum.

Öğrencime acıyorum.

“-Figürinler mi yaratıyorsun… bildiğin figürin yani? Hem de büyüyle?” Fitz anlayamadı. Masada yan yana oturuyorduk, ben derdimi anlatırken o başını yana yatırarak dinliyordu.

“-Evet, bak şimdi.”  Toprak büyüsü kullanarak basit bir insan figürü oluşturdum. Gizli bir şekilde tabi ki, kütüphanede büyü kullanmak yasaktı çünkü. Oluşturduğum figür çıplak sarubobolara benziyordu.

“-Vay canına. O da ne öyle? Muhteşem!”

Üstat Fitz’in gözleri oluşturduğum figürine kitlendi. Sonra, aynısını yapabileceğini test etmek istermiş gibi, parmak uçlarına mana aktardı ve slime’a benzeyen bir kil oluşturdu.

Gördüğü şeyi hemen denemek istemesi beni çok etkiledi. Ancak büyüsü, malesef, istediği şekli almadı. En sonunda pes edip oflayarak “-Yapamıyorum,” dedi.

Eh, figür yapma tekniğim uzun yıllar uğraşarak oluşturduğum bir şeydi sonuçta. İlk denemesinde kopyalayabilseydi gerçekten ağlardım. Yine de eğer üzerine çalışırsa eninde sonunda yapmayı becerebilirdi. Sözsüz büyü kullanabiliyor sonuçta.

“-Normal bir insanın öğrenebileceği türden bir teknik değil bu.” dedi Üstat Fitz.

“-Doğru. Kili yontarak yaptırmayı denedim ama…”

“-Ama parmakları yontacak kadar hünerli değildi,” diye tamamladı cümlemi Üstat Fitz.

Elini çenesine koyup bir süre düşündü. Kafasını bir şeye taktımı hep aynısını yapardı. Gözlükle birlikte oldukça çekici oluyordu bu pozu yaparken.

Aynı şekilde ne zaman utansa ya da tasalansa kulağının arkasını kaşıyordu. Böylesine bir davranış yaşına çok uyuyordu ve bu benim onu daha da çok sevmeme neden oluyordu.

Gerçi elfler, uzun ömürleri yüzünden için göründükleri yaşta olmayabiliyorlardı.

“-Hmm… ah evet! İşe yarar mı bilmiyorum ama Asura Başkentinde Zanoba’nın sorunundan muzdarip olan başka biri daha vardı.”

“-Aynı sorundan muzdarip olan birisi mi?”

“-Evet. Yapmak istediği bir şey vardı ama yapabilecek yeteneği yoktu.” diye açıkladı Üstat Fitz.

“-Peki ne yaptı?”

Sorduğumda cevap versem mi vermesem mi diye emin olamadı bir an, sonra kulağının arkasını kaşıyarak. “-Şey, ee nasıl desem, yapması için bir köle satın aldılar.”

“-Aha.”

Üstat Fitz’in hikayesine göre başkentteki bu şahsın gerekli bilgisi varmış ancak yeteneği yokmuş o yüzden bir köle satın almış, işi öğretmesi için birini tutmuşlar ve köleye istediği şeyi yaptırmışlar.

“-Bana anlattıklarına göre şey ee, Zanoba yaptığın figürinleri çok beğeniyor ve daha fazlasını istiyor değil mi? O yüzden de kendisi yapmak istiyor?” diye özetledi durumu Fitz.

“-Huh…? Öyle mi dedim cidden?”

“-Şey, kulağıma öyle geldi?”

Gerçekten mi, sorun bu muymuş? Eh, düz figür düşkünleri normalde yeniden modellemeyle veya renklendirmeyle ilgilenir, sıfırdan yapmakla değil. Önceki hayatımda sırf eğlencesine çıplak model boyadığımdan biliyorum bunu.

“-Zanoba’nın senin, onun kişisel figürin üreticisi olmanı istediğinden eminim ancak o böyle bir şeyin imkansız olduğunun farkında olduğu için senden böyle bir şey yapmanı isteyemiyor olmalı.”

“-Tam olarak imkansız demezdim gerçi…” dedim. Shirone Kraliyet Sarayında Zanoba tarafından işe alınıp her gün figürin yaparak yaşayabilirim. Kötü bir hayat olmazdı da. Kraliyet sarayında çalışarak elime sağlam para geçirebilirdim. Şimdi düşündüm de acaba Üstat Fitz, Prenses Ariel’den ne kadar maaş alıyordu? Sorarsam ayıp olur diye hissediyorum.

“-Eh, Zanoba’ya sorarım bunu. Tavsiyen için teşekkür ederim.”

“-Hiç sorun değil.”

Kafamı eğdim ve Üstat Fitz bana dişlerini göstererek gülümsedi.

Neden o gülümsemeyi görünce kıpır kıpır oldum? Tuhaf bir gizemdi. Gizemli adam Fitz’in gizemlerinden biriydi.

 

 

Köle satın al, sanatı öğret ve ona figürin yaptır. Bu planı Zanoba’ya açıklayınca çok heyecanlandı ve hemen köle alışverişini planlamaya başladı. Figürinlerini kendi yapmak istiyor olsa da yapamadığı takdirde bu yola başvurmakta bir sakınca görmüyordu. Bana tuhaf gelse de bu dünyada Fitz’in önerdiği “köleye yaptırma” metodu oldukça kabul görüyormuş meğer.

Lakin Zanoba, aramızdaki usta-çırak ilişkisinden dolayı bana onun yerine bir köleye sanatı öğretmeme çok da sıcak bakmadığını itiraf etti. Kan kussa bile öğrenmekten vazgeçmeyeceğine dair yemin eden bir adamdı sonuçta.

İlk başta bu nedenden dolayı bu metodu önermekten çekinmiş ancak öneren ben olunca hemen gönül rahatlığıyla kabul etti.

“-İşte bu nedenden dolayı gelecek ayki tatilde köle pazarına gitmeye karar verdik.” dedim.

Üstat Fitz’e yardımı için bir kez daha teşekkür ediyorum. Darda olduğumda tavsiye alabileceğim birisine sahip olduğum için çok mutluyum.

“-Güzel. Umarım aradığınız adayı bulabilirsiniz.” Muhabbet sona ermesine rağmen Üstat Fitz yerinde oynaşıp duruyordu.

“-Ah evet, aslında gelecek ay ben de boşum.” dedi sonunda.

“-Ah gerçekten mi?”

“-Evet, yani şey, yapacak bir şeyim olmadığından ben de şehre inmeyi düşünüyordum lakin aklımda gideceğim dediğim bir yer ya da birlikte gidecek arkadaşım yok, yalnız kalacağımdan dolayı o yüzden ben de…”

Çaresizce bir şeyi ima etmeye çalışıyordu.

Muhafızların şehre inmesinde bir sakınca yok muydu acaba? Prensese bir zeval gelirse diye gün boyu yanında olması gerekmiyor mu? Eh neyse, beni ilgilendirmez. Luke bir şeyler ayarlar.

“-Gelecek ay bizimle takılmaya ne dersin?” diye sordum.

“-Sorun olmaz mı? Peşinize takılmam?”

“-Hiç olmaz. Hatta tavsiye verdiğin için sana yemek bile ısmarlarım.”

“-Gerçekten mi? O zaman teklifini memnuniyetle kabul ederim.” dedi Üstat Fitz dişlerini gösteren bir gülümsemeyle.

İşte böylece üçümüz köle pazarına gitme kararını almış olduk.

Şok şok şok!

Gelecek Bölümde: Bir elde iki gül mü?! Gülümseyişi ile kalpleri dağlayan bir elf ve süper güce sahip bir prens ile yürekleri hoplatan bir alışveriş macerası sizleri bekliyor!

 

Şaka… Şakaa. Hehe.

 

 

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.