İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 08 Bölüm 03

Giriş Sınavı

 

Ranoa Krallığı Orta Kuzey Topraklarının en büyük ülkesiydi ve güneydeki Shirone Krallığına benzer bir güç taşıyordu. Büyücü Loncasına olan yakınlığının yanında ayrıca Basherant ve Neris Düklükleriyle süregelen bir ittifakı da vardı. Ranoa, Basherant ve Neris ülkeleri kendilerine Üç Büyü Ülkesi olarak görür.

Neden “büyü” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Büyücü Loncasının merkezi orda olduğu için mi acaba? Kısmen öyle olsa da asıl sebebi bu ülkelerin gelirlerinin büyük bir kısmını büyü araştırmalarına yatırmasından ve bu sebeple dünyanın dört bir tarafından insanları kendilerine çekmelerinden dolayı kaynaklanıyordu.

Bu amaç doğrultusunda kurulan ve ittifakın yönetici rolünü üstlenen Ranoa Krallığının sınırında kurulan Büyü Şehri Sharia; içerisinde barındırdığı Ranoa Büyü Akademisi, Büyücü Loncası Karargahı ve Neris Büyü Aletleri Atölyesiyle Üç Büyü Ülkesinin kalbi görevini görüyordu.

Eğer şehre kuş bakışı bakacak olsaydınız merkezinde en son teknoloji büyüye dayanıklı tuğlalarla inşa edilmiş Büyücü Loncasını bulurdunuz. Doğusunda, Akademinin öğrenci mahallesinin konuşlandırıldığını, batısında ise Atölye Mahallesinin içlerinde Büyü Aletleri Atölyesinin olduğunu görürdünüz. Ticaret Mahallesinin ortasında Tüccar Loncası, mahallenin güneyindeyse şehre yeni gelenlere, maceracılar dahil, kucak açan konaklama mahallesi görürdünüz. Haritaya baktığımda şehir planlamasının Millishion’a ile benzerlik gösterdiğini fark ettim. Gerçi bu tespitin pek kayda değer bir yanı yoktu.

Elinalise ile ben Konaklama Mahallesinde bir hanın odasını tuttuk. Bu sefer şöminesi olan A-Seviye bir maceracı hanı seçtik. Elinalise ne zaman hava soğuk olsa hep yatağıma giriyordu; savunmasız bedenine dokunma dürtüsü benim daha da üzülmeme neden oluyordu. Binaenaleyh, şömine olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Elinalise de zaten bu duruma sesini çıkarmamıştı.

Buraya gelirken neden sürekli erkeklerle yattığını öğrendim. Seyahat ediyorken yanlış bir yola sapıp bir sonraki şehre bir hafta geç ulaşmıştık. O zaman içinde sağlığı git gide kötüleşmeye başlamıştı. Nedensiz yere titremeye başlamış ve yüzü kireç gibi olmuştu ancak bana bakan gözlerinin içinde tehlikeli bir şey olduğunu hissetmiştim.

Şu anki durumumla ona faydam dokunamayacağı için bir yandan göğüslerini okşuyorken diğer bir yandan da deli gibi arınma büyüsü yapıyordum. Ona ne olduğunu sorduğumda bana bir tür lanete yakalandığını söylemişti: eğer erkeklerle düzenli olarak yatmazsa ölüyormuş. Bunu duyunca içinde olduğu kötü durum yüzünden ona acıdım ama Elinalise bu konuda hiç de üzülmüyormuş gibiydi. “-Sex yapmayı seviyorum, Lanetli olmasaydım bile şu an yaptığımın aynısını yapmaya devam ederdim, muhtemelen.” dedi. Görünen o ki benim aksime sıra dışı hastalığını gayet iyi idare ediyordu.

“-İyi o zaman, ben Jenius efendi ile görüşmeye gidiyorum. Siz ne yapacaksınız Bayan Elinalise?”

“-Ben de geleceğim.”

“-…neden?” Erkek avlamak için Maceracılar Loncasına gidersin sanmıştım.”

“-Hazır buraya gelmişken Büyü Akademisine katılmak istiyorum.”

“-Neden? Büyüye ilgin mi var yoksa?”

“-Hayır, ama genç delikanlılara ilgim var.”

“-Ah, anladım.”

Başka bir deyişle aynı tas aynı hamam.

Adı Akademi olsa da içinde baya çocuk yaşta insan var. Ranoa’nın yasalarının nasıl olduğunu hiç bilmiyorum ama– yapacağı şey çocuk istismarı sayılmaz, değil mi? Amaan neyse. Sonuçta işin sonunda tutuklanan ben olmayacağım, ayrıca onu durdurmak için elimden bir şey de gelmez.

“-Büyük ihtimalle aylık ücret ve harç ödemek zorunda kalacaksın.”

“-Sorun değil. Sana tuhaf gelebilir ama şu an üzerimde yüklü miktarda para var.” dedi altın kesesine şaplak atarak. Bu ülkenin para biriminin yanında beş koca Asura altını vardı içinde. Ayrıca çantasının içinde de bir sürü büyü kristali olduğundan haberim var—kristallerin her biri birbirinden güzeldi, küre şeklinde ve avuç içine sığacak büyüklükteydiler. Satıldığında her biri en az on Asura altını ederdi muhtemelen.

Bu kristalleri nereden eline geçirdiğini merak ediyordum. Bir dakika, o labirent avcılığı yapan bir maceracıydı, değil mi? Belki uzun bir süredir yanında taşıyordur onları, para niyetine kullanıyordur. Büyü Kristalleri döviz farkı olmadan satılabiliyor çünkü.

Üniversiteye girmek ona pahalıya patlayacak ancak parasal bir sıkıntısı yok. Motifleri pis olabilir tamam lakin onu yargılama görevi üstüme düşmez.

“-Tamamdır. Hadi gidelim.”

İkimiz birlikte Büyü Akademisine doğru yol aldık.

 

 

Ranoa Büyü Akademisi oldukça geniş bir araziyi kaplıyordu, kampüsü devasa tuğla binalarla doluydu ve ortasında kale benzeri bir yapı vardı. Cahil birisi bu binayı kale zannederdi muhtemelen. İbaraki Eyaletindeki Tsukuba Üniversitesini anımsattı bana, resimlerde görmüştüm.

Ön kapıdaki gardiyana benzeyen ikiliye mektubumu uzattım.

“-Affedersiniz, elime bu mektup ulaştı da.”

Gardiyan mektuba bir göz attı ve homurdanıp başını salladı. “-Öğretmen Binasını biliyor musun?”

“-Hayır, bilmiyorum.”

“-Buradan dümdüz git ve ilk müdürün heykelinden sağa dön. Mavi çatılı bina. Mektubu oradaki resepsiyon görevlisine ver, müdür yardımcısına geldiğini haber verecektir.”

“-Teşekkür ederim.”

Elinalise adama davetkar bakışlar atmaya fırsat bulmadan hemen kulağını çekip ardıma sürükledim. Uzun kulakları işimi kolaylaştırıyordu.

İlk müdüre doğru dümdüz git… Yolun her iki tarafı ağaçlarla süslenmişti. Acaba bahar gelince kiraz çiçekleri açar mı? Ağaçların arkasında üç metre yukarı yükselen bir tuğla duvar vardı. Okçuların bir anda o duvarın arkasından fırlayıp “Haha, tuzağımıza düştün, haha.” demesini bekledim bir an.

“-Bunlar hepsi büyüye dayanıklı tuğlalarla yapılmış.”

“-Hm.” Elinalise’nin sözü üzerine bakışlarımı duvara doğru çevirdim. Büyüye dayanıklı Tuğlalar, adından da anlaşılabileceği üzere bu tuğlalar büyüye karşı koyabiliyor. Duyduğuma göre geniş çaplı bir büyü saldırısını bile durdurabilecek sağlamlıktaymışlar.

Ayrıca, Büyücü Loncası büyüye dayanıklı tuğlaların üretimi ve satımını tekeli altına almış. Bu tuğlalar o kadar pahalıymış ki dünya üzerinde bir tek Asura Krallığının başkentinde kullanılıyormuş. Kutsal Millis Ülkesinde veya Ejder Kral Krallığında hiç görmesem de Üç Büyü krallığında çok gördüm bu tuğlalardan. Buradaki Maceracılar Loncasının duvarları bile bu tuğlalardan yapılmıştı. Bu tuğlaların üretilme aşaması çok iyi saklanıyormuş, hammaddesinin pahalı olduğunu sanmıyorum ama.

Bir tür geniş bir plazaya geldik, ortasında cüppe giymiş bir kadının heykeli vardı. Önünde bir tabela asılı duruyordu, üstünde: İLK MÜDÜR, BÜYÜCÜ LONCASININ ELLİ SEKİZİNCİ NESİL LİDERİ, FRAU CLAUDİA.

 Tuğla duvarlar burada son buluyor, önümüzde etrafındaki altı binayla birlikte orman büyüklüğünde kocaman bir malikane duruyordu. Binanın yanında harıl harıl yanan aleve gözüm çarptı. Kimse yaygara çıkarmayınca bir tür deney olduğu kanısına vardım.

Solda, kırmızı çatılı birkaç büyük bina vardı, bir sürü camı ve verandası vardı. Bahsi geçen verandalarda asılı duran çamaşırlardan fikir yürüterek o tarafın öğrenci yurdu olduğu kanısına vardım. Sağımda mavi çatılı bir bina, solumdaysa başka bir kırmızı çatılı bina vardı. Sylvanian Ailesinin bir parçası olmadığım için sağ tarafa gitmeye karar verdim.

“-Ufaktan heyecanlanmaya başladım,” dedi bir anda Elinalise.

“-Heyecanlandın mı??”

“-Şu koskocaman binalara baksana!”

Bu orospu ne diye aniden tatlış oldu? Sanırım maceracılar hayatlarında büyük bina pek görmüyor. Taş patlasın en fazla Maceracılar Loncası binasını görmüşlerdir. “-Hayatında gördüğün en büyük bina neydi?”

“-Millishion Maceracılar Loncası Karargahıydı.” dedi. Millishion Maceracılar Loncasına daha önce gitmiştim. Önceki hayatımda daha büyük binalar gördüğüm için beni çok da etkilememişti.

“-İnsanın keyfini kaçırıyorsun be,” dedi. “-Millishion Maceracılar Loncasını ilk defa gördüğümde o kadar heyecanlanmıştım ki kollarımı hiç düşünmeden Paul’un koynuna sarmıştım…tch. Asıl o anıyı unutmak isterdim.”

Elinalise kendi kendine söylenirken iğrenen bir yüz ifadesi takındı. Olum, Bu Paul—her erkeğe razı olan bu kadını kendinden nefret ettirecek ne yapmış olabilir ya?? Şimdi düşünüyorum da kaç yıl önce yollarını ayırmışlardı? Şu an on beş yaşındayım o zaman on beş yıl önce olmalı…

“-Konumuzla alakası yok ama kaç yaşındasınız acaba Bayan Elinalise?”

“-Amanın aman, bir kadına sorulması hoş bir soru değil bu evladım,” diye azarladı beni.

“-Elli yaşındayım eğer merak ediyorsan.”

“-Yalancı.”

Konuşurken sonunda mavi çatılı bir binaya ulaştık. Resepsiyon görevlisine mektubumu uzattım–yaşlı bir kadındı– koltuk ve masayla döşenmiş sade, ucuz bir odaya yönlendirildik. “-Burada bir süre bekleyiniz lütfen,” dedi ve ortadan kayboldu.

“-Phew,” diye iç çektim.

“-Eğer öyle iç çekmeye devam edersen kendine nazar değdireceksin.”

Koltuğa oturdum ve Elinalise hemen koynuma sokuldu. Ne zaman başka bir adamın yanına otursa hep bunu yapıyor, rahatsız etmiyor beni gerçi. Bir erkeğin bedeniyle oynamak onu mutlu ediyor, aynı şekilde yaşlı ve güzel bir hanımefendinin de benimle oynaması hoşuma gidiyor— tabi bu duruma bile cevap vermeyi reddeden çavuşum dışında.

Bu düşüncelerle kafamı meşgul ederken bir yandan da etrafımı gözlemliyordum. Bu resepsiyon odasını değerlendirecek olsaydım C-Seviyesi verirdim. Oda çok genişti ama koltuklar çok sertti. Maceracıları karşılamak için uygun bir yer ama.

“-Beklettiğim için özür dilerim. Ben Müdür Yardımcısı Jenius’um.”

Müdür Yardımcısı yaklaşık yirmi dakika sonra hızlı bir şekilde teşrif etti, randevu almamıştım oysaki. Yaşlı ve telaşlı bir tipti, bir de keli vardı. Koyu mavi bir cüppe giydiği için su büyücüsü olduğunu farz ediyorum.

“-Sizinle tanıştığıma memnun oldum, ben Rudeus Greyrat.” Hemen ayağa kalktım ve soylu selamı verdim. Elinalise’ye bakınca onun da yaptığıma benzer bir şey yaptığını gördüm.

“-Ve siz de?”

“-Benim adım Elinalise Dragonroad. Rudeus’un parti üyesiyim.”

“-Anlıyorum…”

Kimsin sen ve burada ne işin var? Diyen bir bakış attı ona ama Elinalise soğukkanlılığını korudu. Jenius omzunu silkip bize koltuklarımıza doğru eşlik etti. “-Hemen geleceğinizi düşünmüyordum doğrusu,” dedi.

“-Birisinin önerisi üzerine geldim.”

“-Birisi mi? Ahh, Roxy’i kastediyor olmalısınız.”

Roxy Hanımefendi diyeceksin bre hergele! Diye bağırdım içimden.

“-Bahsettiğim kişi o değildi ama kendisi de önermişti bu okulu bana.”

“-Aha… iyi o zaman, hadi sizi gidip Akademiye yazdıralım.”

“-Tamam, olur.” Sevinç içinde aniden üzerime eğilen Jenius karşısında hazırlıksız yakalandım, çekingen bir şekilde kafamı salladım.

“-Ah, ne kabayım. Tek başına çalışan çoğu büyücü gururuna toz kondurmaktan hoşlanmaz genelde, özellikle sizin gibi olanlar.”

“-Anlıyorum.”

“-Duyduğum kadarıyla şu geçtiğimiz günlerde Başıboş bir Kızıl Ejder avlamışsınız. Doğrusu, sizin gibi birisinin Akademimize yazılmak istemesine oldukça şaşırdığımı söylemeliyim.”

Irklara ve ülkelere göre değişiklik gösterse de çoğunlukla bu dünyada on beş yaşına basan kişiler yetişkin olarak görülür. Yetişkinlik yaşına basmadan önce maceracılığa başlamış kişilerin çoğu fazla rütbe atlayamıyor. Atlayabilen o çok az kişi ise egoist olma eğiliminde oluyor. Bu profile uyan bir iki kişiyle tanışmıştım önceden. Bir tanesi on dört yaşında B-Seviyesi (adı neydi ya?) kendinden çok emin ve beni rakibi olarak gören bir çocuktu ve muhtemelen A-Seviyesinde olduğum için benden hiç hazzetmiyordu. Huh, şu çocuğu da bayadır görmüyorum he, diye meraklanmaya başladığımda bir imha görevinde başarısız olup öldüğünü öğrenmiştim.

Diğeri ise B-Seviyesinde bir kızdı. İsmi Sara’ydı. Onun hakkında çok düşünmek istemiyorum ama çok gururlu birisiydi ve başlarda çok atışıyorduk.

Jenius muhtemelen o kişiler gibi olduğumu sanıyordu—burnu havada birisi gibi. Maalesef sahip olduğum tek büyük kafa son zamanlarda pek enerjik hissetmiyor.

“-Öğrenmek istediğim daha çok şey var. Akademi bunu yapabilmem için biçilmiş kaftan. Ayrıca, mezun olduktan sonra okulun reklamını yapacağımdan emin olabilirsiniz.” dedim Conrad ile yaptığım konuşmayı hatırlayarak.

Jenius acı bir şekilde güldü. “-Doğrudan sadede geldiğiniz için teşekkür ederim.”

“-Bu bir yana, hala tam olarak özel öğrenci olmanın ne anlama geldiğini bilmiyorum. Bana açıklamanızı umuyordum.”

Jenius kafasını salladı ve bir anda durdu, sanki önemli bir şeyi hatırlamıştı, gergin bir gülümseyişle bana “-Onun öncesinde, ufak bir sınava girmeye ne dersiniz?”

“-Sınav mı?” Giriş sınavı gibi mi? Siktir. Hiç çalışmadım. Roxy’den büyü öğreneli on yıl oluyor. Uhh, yanlış hatırlamıyorsam büyü kombinasyonu eee… ah, siktir. Böyle bir şeyin olacağını bilseydim öncesinde çalışıp gelirdim.

“-Evet, söylentilerdeki gibi bir yeteneğiniz olup olmadığını test etmek için uygulamalı bir test yapacağız.

Demek sınav yazılı olmayacakmış. Oh, rahatladım.

 

 

Umarım benden başka bir tane başıboş öldürmemi istemezler çünkü doğrusunu söylemek gerekirse öyle bir şeyi bir daha yapmayı hiç mi hiç yapmak istemiyorum. Korkaklığın vücut bulmuş haliyim çünkü! Jenius’a bunu deyince gergin bir şekilde gülüp “-Tabi ki istemeyiz.” dedi. Hep gergin gülüyordu, çok meşgul birisi olmalı.

Jenius bana dışarı doğru eşlik etti, birlikte binaların sıra şeklinde dizili olduğu bir yolu izlemeye başladık. Dediğine göre, büyü deneylerinin ve sınavların yapıldığı Uygulama Binasına doğru gidiyormuşuz.

“-Bakıyorum da bayağı bina var burada. Sahiden o kadar öğrenciniz var mı?”

Jenius kafasını salladı. “-Ranoa Akademisi normal dersler de verdiği için alışık olduğunuz büyü okullarından ayrı kalıyor. Soylular için hazırlanmış derslikler, iş hayatına atılmaya hazırlanan tüccarlar için hazırlanmış aritmetik kursları, vesaire vesaire. Tabi, bir öğrenci hangi kursa giderse gitsin zorunlu olarak büyü dersi almak sorunluluğunda.”

Demek dersleri insanların sosyal düzeyine ve ilgi alanlarına göre ayarlıyorlar he? Aynı Roxy’nin dediği gibi: ‘Bu okul herkesi kabul eder’. Bu kadar büyük olmasına şaşmamalı.

“-Okulumuzda İmparator-Seviyesi büyü öğretebilen birisi bulunmasa da akademimizin öğretim üyelerinin büyü kabiliyetleri, Asura Kraliyet Akademisi’nin öğretim üyelerinden kat be kat daha iyidir.”

“-Etkileyici.”

“-Ayrıca askeri strateji kurslarımız da bulunuyor ama çok az öğrenci oraya yazılır.”

“-Öğrencilerin, akıl hastalıklarıyla nasıl başa çıkabileceğini öğreten sağlık kurslarınız var mı acaba?”

“-Akıl hastalıklarına yönelik sağlık kursu he, hmm? Hayır, öyle bir şeyimiz yok. Ama şifa ve arınma büyüsünde uzmanlaşmış çok sayıda öğretmenimiz var. Sanırsam araştırma yaptığınız alanın büyüyle ilgisi yok, değil mi?”

“-Evet, ilgisi yok.” Burası normal bir üniversite sonuçta, üniversite hastanesi değil. Gerçekten hastalığımı burada iyileştirebilir miyim? Eh, İnsan-Tanrı iyileşir dediydi.

Boşuna acele etmeye gerek yok.

“-Tanıdığınız birisi hasta mı acaba?” diye sordu Jenius.

“-Tam olarak hasta demem de… Nasıl desem… Daha çok lanetli gibi.”

“-Anlıyorum, demek buraya nasıl lanet kaldırılacağını araştırmaya geldiniz? Övgüye değer bir davranış.”

“-Amacım sandığınız kadar övgüye değer değil,” dedim.

Biz aramızda konuşurken büyü karşıtı tuğlalarla inşa edilmiş binalardan birine girdik. İçi çok büyüktü, spor salonu büyüklüğündeydi ve zeminin üzerine çizilmiş her biri en az beş metre genişliğinde büyü çemberleri vardı. Çemberin kenarlarına toplanmış erkekli kızlı her biri aynı üniformayı giyen yirmi kişi duruyordu. Çemberlerin içine ikişerli gruplar halinde girip birbirlerine büyü savuruyorlardı.

Birbirlerini yaralamazlar mı bu şekilde?

“-Onlar dördüncü yıl öğrencileri. Yanlışım yoksa bu sınıfın tamamı soylu. Okulumuz savaş deneyimine önem verir o yüzden sık sık bunun gibi savaş talimleri yapıyoruz.”

Öğrencilerden birinin fırlattığı ateş topu diğerini yuttu—ve ayağının altındaki hafif parıltı veren çember tarafından söndürüldü. Öğrenci, söndürülen alevlerin arasından hiçbir yara almadan çıktı.

“-O büyü çemberi de ne öyle?” diye sordum.

“-Aziz-Seviyesi iyileştirme büyüsü. Saldırıya yakalansan bile anında iyileştirir seni.”

“-Vay, çok iyiymiş.”

“-Büyüye dayanıklı Gelişmiş-Seviye bir bariyerin ortasına yerleştirilmiştir.”

Anlıyorum. Büyü çemberi. Yıllar önce okuduğum büyü kitabında ilk kez denk geldiğimde pek önem vermemiştim, Şeytan Kıtasından evime yaptığım yolculukta başıma bir sürü bela açmıştı ama. Shirone Sarayında yakalandığım çembere benzer bir şeye tekrar yakalanırsam diye nasıl çalıştıklarını öğrensem mi acaba? Gerçi muhtemelen şu anki halimle o tür bir çemberin içinden kurtulabilecek kadar güçlüyümdür.

Düello yapan öğrencilerin üzerinde durduğu çemberin etrafından dolaştık. “-Ne yapmalıyım peki?” diye sordum.

“-Duyduğuma göre sözsüz büyü kullanıcıymışsınız Bay Rudeus. Bana göstermenizi istiyorum.”

“-Bu kadar mı? Eğer sahte olsaydım buna önceden hazırlanmaz mıydım sizce?”

“-Hm? Şey evet, doğru diyorsunuz… ne yazık ki okulumuzdaki tek sözsüz büyü kullanabilen öğretmen geçen yıl vefat etti. Yaşlılıktan.” Ne yapsam diye birkaç saniye düşündükten sonra yumruğunu avucuna vurup. “-Aha, mükemmel. Şansımıza şu anki sınıfta sözsüz büyü kullanabilen bir öğrencimiz var! Sizinle kıyaslanamasa da yine de kendisi bizim gözde öğrencimizdir. Kendisi ayrıca bu yılki öğrenci konseyine de katılan—gerçi bunun konumuzla alakası yok.” Jenius diğer büyü çemberine koşup görevli öğretmene seslendi.

“-Profesör Gueta! Fitz’i bir dakikalığına ödünç alabilir miyim acaba?”

Birkaç dakika geçtikten sonra karşıma güneş gözlüklü kısa kesim beyaz saçlı genç bir çocuk çıkardılar. Kulakları çok uzundu: Elf galiba? Mizacı narindi–hayır, genç olduğu içindir muhtemelen. On üç yaşında galiba? Kas yerine beyni ağır geliyor anlaşılan. Muhtemelen benden daha gençti ve sıskaydı. Ama yine de benim üst dönemim. Hiç yoktan saygı göstersem iyi olur.

Gözleri beni bulduğunda kafamı eğdim ve sesli bir şekilde kendimi tanıttım. “-Sizinle tanışmak benim için bir şeref. Adım Rudeus Greyrat. Eğer her şey yolunda giderse bir dahaki dönem birinci yıl öğrencisi olarak bu okula başlayacağım. Eğer eksik olduğum veya yanlışım olduğu bir konu gözünüze çarparsa lütfen bana yardımcı olunuz ve desteğinizi eksik etmeyiniz.”

“-Ah… hm? Oh, e-evet!” Fitz bir şey demeye çalıştı ama ondan önce ben kendimi tanıttım. Kendini ilk tanıtan her zaman galip gelir, haha!  Bir süre ağzı sürekli açılıp kapandı ve sonunda “-Benim adım Fitz. Memnun oldum.” demeyi becerdi.

 

Sesi biraz tuhaf ve tizdi; anlaşılan henüz ergenliğe girmemişti. Benden kesinlikle daha gençti, olsun üst sınıf üst sınıftır yine de. Kötü bir ilk izlenim bırakmaktan korkuyorum o yüzden biraz hürmet göstermeye karar verdim. “-Size zahmet çıkardığımın farkındayım, giriş sınavıma katıldığınız için teşekkür ederim.”

“-Uh… evet.”

İkimiz büyü çemberinin içine girince Jenius bir şeyler mırıldandı ve çember hafif bir ışık vermeye başladı. Çemberin dışındaki bariyere elimle vurmaya çalıştım ama elim içinden geçiverdi. “-Huh? Müdür Yardımcısı Jenius, bu düzgün çalışmıyor.”

“-Bay Rudeus, bu bariyer sadece büyüyü savuşturur”

“-Yani fiziksel saldırılar içinden geçebiliyor?”

Shirone Sarayında yakalandığım bariyerin hem fiziksel saldırıları hem de büyüyü engellediği doğruydu ama o Kral-Seviye bir bariyerdi. Aman, neyse. Boş zamanım olunca bariyerlere bakarım. İyi de üniversiteye gelmek için onca yol teptim, başkasının bana öğretmesi daha iyi olmaz mı?

“-Maceracı olduğunuz için Fitzle sahte savaş yapmanızda herhangi bir sakınca yoktur sanırsam? Sözsüz büyü kullanmaya özen göstermenizi istiyoruz.”

“-Olur, sorun olmaz.” Diyerek kafa salladım yüzüm Fitz’e dönük şekilde.

Hadi farz edelim ki yenildim, öyle bir durumda aylık ücret ödemek zorunda mı kalacağım yoksa? Başıboş ejder görevinden sağlam para kaldırmış olabilirim ama harcadığı her kuruşu sayan birisi olarak mümkün olduğunca az harcama yapmak istiyorum.

Yumurta göte dayandı o zaman.

Fitz pozisyon alırken aramızdaki boş alan esnedi. Elinde küçük bir asa vardı. Bak şimdi anılarım depreşti: onunkine benzer bir asa kullanırdım eskiden.

Asamı hazırladım, son on yıl boyunca kullandığımı—Aqua Heartia’yı. O kadar uzun süredir kullanıyordum ki isim versem mi vermesem mi diye düşünüyorum sürekli, Charlene mesela. Doğrusu, kız ismi koymak asayı daha güçlü yapmayacak.

“-Şimdi…”

Bunu ciddiye almaya karar verdim, ilk defa sözsüz büyü kullanabilen birisiyle karşılaşıyorum. Bu senaryo için önceden stratejiler oluşturmuştum ama işe yarayıp yaramayacağından emin değilim.

“-Tamamdır, başlayın!”

Emri verir vermez şeytan gözüm bana Fitz’in asasını hazırladığını gösterdi. Muhtemelen sözsüz büyüsünün hızını kullanarak ilk saldırıyı yapmak istiyor. Madem öyle o zaman karşılamam gerekiyor, büyümle büyüsünü bozarak.

“-Bozma Büyüsü!”

“-Huh? Ne? Neden?!” Fitz, olması gerektiği gibi çalışmayan asasına dehşet içinde bakakaldı.

“-Güzel soru. Niye acaba?” Sol elimi kullanarak ünlü taş güllelerimden birini oluşturdum. Güçlü, esnek ve art arda kolayca ateşlenebilir; Bataklık büyüsüyle birlikte kullandığım bu büyü, imha görevlerinde başvurduğum stratejinin olmazsa olmaz bir parçasıydı. Çünkü ateş büyüsü kullanırken dikkatsiz olursam kendimi yakabilirim.

Güllemi parmak ucu boyutunda yaptım, sıkı bir dönüş ekleyip son hızda yolladım. İlk başta Fitz’in kafasına nişan alsam da…. sonradan vaz geçtim.

Vee ateşş!

Gülle havada ıslık çalarak Fitz’in yanağını teğet geçti ve arkasındaki bariyeri yırtarak duvara bir güzel tosladı. Büyü-Karşıtı tuğlalardan yapılma duvara çarpınca durdu ve dört bir yana moloz fırlattı.

“-…!”

Olduğu yerde donup kalan Fitz’in yanağından kan geldi. Büyü çemberi sağ olsun yara hemen kapandı. Fitz, yanağındaki kanı silip başını duvara gömülmüş taş gülleye çevirdi. Sonra tok diye götünün üstüne düştü.

Iskaladığım iyi oldu. Şifa büyüsü o kadar güçlü değildi çünkü. Aziz-Seviye şifa büyüsü basit parçalanmaları anında iyileştirebilirdi ama ölüleri hayata döndüremezdi. Tam isabet olsaydı Fitz şu an yerde ölü bir şekilde yatıyor olurdu.

Fitz ile göz göze geldik. Güneş gözlüğü takıyor olmasına rağmen niyeyse göz göze gelmişiz gibi hissediyordum.

Birbirimize hiçbir şey söylemedik. Fitz’in bakışı gittikçe daha da yoğunlaştı. Nedense işin içine sıçtığım gibi bir hisse kapıldım. Diğer büyü çemberindeki insanlar da bana bakıyordu. Jenius da gözleri pörtlemiş şekilde bana bakıyordu. Elinalise ise sadece esnemekle yetindi.

“-N-Nasıl yaptın onu?” Fitz’in sesinde çatlama vardı. Jenius da vereceğim cevabı merak ediyor gibi görünüyordu.

“-Bozma Büyüsü deniyor. Bilmiyor muydun yoksa?”

Fitz kafasını salladı. Sanırım bilmiyor. Bilinmeyen bir büyü olmalı herhalde. Başka büyücülerle savaşırken oldukça kullanışlı oluyor… Sahi ya, Orsted dışında kimsenin kullandığını görmedim şimdiye kadar.

Fitz bana bakmaya devam etti. Bakışları, güneş gözlüğüne rağmen o kadar yoğundu ki gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Jenius gözde olduğunu söylemişti, peki ben ne yaptım, gittim herkesin önünde götünün üstüne düşmesine sebep oldum. Büyük ihtimalle itibarını zedelemiştim.

Acısını benden çıkaracak değil mi? Yemek molası sırasında ayağıma çelme takacak veya içeceğini üzerime döküp benimle alay edecek. Acınası hale gelirim eğer öyle bir şey olursa. Bundan eminim.

Ne olursa olsun buna engel olmam gerekiyor.

İyi o zaman!

“-Teşekkür ederim efendi! İyi görünmem için herkesin önünde sizi yenmeme izin verdiğiniz için çok teşekkür ederim!” dedim diğer öğrencilerin duyabileceği bir ses tonuyla ona yaklaşırken.

“-Huh?”

Kalkması için elimi uzattım. Fitz endişeli gibi görünse de elimi tuttu. Eli çok yumuşaktı. Muhtemelen hayatında eline hiç kılıç almamıştı.

Kulağına “-Size sonrasında düzgün bir şekilde teşekkür edeceğim,” diye fısıldadım ve ayağa kaldırdım. Hızla kafasını salladı ve irkildi. Üniversiteye başlar başlamaz saygımı sunmak için ona bir kek alacağım.

 

Sınava gelirsek, yıldızlı aferin aldım. Jenius beni övgülere boğdu. Fitz’i bu şekilde yere serebiliyorsam seni hemen alırız dedi.

 

 

Bir ay sonra.

Akademi Yurdunda kalıyorum. Ayrıca aylık ücretten ve derse katılımdan muaf özel öğrenciler hakkında daha çok bilgi edindim. Eğer istiyorlarsa normal öğrencilerin arasında derslere katılabiliyorlarmış. Ayda bir kere asıl derslerine katıldıkları sürece okulda istedikleri her şeyi yapabiliyorlarmış.

Araştırma binasında bir şey araştırıyorum deyip kendini bir işe adayabilir, Uygulama Binasında bir yer alıp bütün zamanını talim yaparak geçirebilir ya da Kütüphaneye gidip sabah akşam kitap okuyabilir ya da kafeteryada canının istediği kadar yemek yiyebilirmişsin hatta kampüs dışına çıkıp maceracı bile olabilir, Tutku Caddesine gidip terini döküp eğlenebilirmişsin. Tabi kampüs dışında yaptığın her şeyden sen sorumlusun. Yine de bana inanılmaz ölçüde özgürlük verildi. Okul bize özel öğrenci diyor ama öğrenci değil de daha çok araştırma görevlisi gibiyiz.

Özgürlüğümüzün de bir sınırı var tabi ki—Ranoa Krallığının yasalarınca hiçbir suç işleyemez ya da okula zarar verecek hiçbir şey yapamaz ve Büyücü Loncası itibarına karşı yüz kızartıcı hiçbir şey yapamazmışız. Okul kurallarının yazılı olduğu küçük bir el kitabı verildi bana, içine göz atınca aşırıya kaçan hiçbir şey yapmadığım sürece sorun olmayacağı sonucuna vardım. Kurallar, Maceracılar Loncasının kurallarıyla aynıydı resmen. Bilakis, ikisini kıyaslayınca Maceracılar Loncası daha katı görünüyordu.

 

Bu arada Elinalise de yazıldı, normal öğrenci olarak. Giriş ücretinden mezuniyete kadar aylık ücret toplamda üç asura altını tutuyormuş. Kulağa ucuzmuş gibi gelse de Asura altını bu dünyadaki en değerli para birimidir. Tek bir altın parayla bu bölgede rahat bir yaşam sürebilirdin.

Eğer normal bir öğrenci, sınavlarından mükemmel notlar alırsa giriş ücretinin ve aylık ücretin bir kısmından muaf tutulabiliyormuş. Eğer hiç paraları yoksa mezun olana dek ücreti ödememe hakları da varmış. Akademi, yetenekli kimseleri tutmak için büyük konfor harcamaları yapmaya oldukça hazırlıklı gibi görünüyor anlaşılan. Beni ilgilendirmiyor gerçi.

“-Hm.” Kurallar arasında geziniyordum. Özellikle özenle açıklanmış cinsel suçların cezaları bölümünde. “-Bayan Elinalise, anlaşılan birisine zorla sahip olmadığın sürece istediğin şeyi yapabiliyormuşsun.”

“-Burası muhteşem bir okul. Biliyor muydun? Bu tür davranışlar Millishon’daki okullarda tamamen yasak.”

Ağzımdan “sex” kelimesi çıkmamasına rağmen anında cevap verdi. Cinsel zevkler peşinde koşan birisine göre aklı sahiden de normal bir insanınkinden farklı çalışıyor.

Önceki hayatımdaki normlar insanların okulda sex yapmasının genel ahlakı ciddi ve kötü biçimde etki edeceğini düşündürtüyor bana. Fakat öğrenciler çoğunlukla genç insanlardan oluştuğu için yaşları farklılık gösterebiliyor, on yaşından yüz yaşına kadar hem de. Farklı yaştan ve ırktan bu kadar insan olduğu için de “normal” tabiri kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Mesela Elinalise gibilerin, lanetlenmişlerin, hayatları kurallar tarafından kısıtlanırsa birtakım sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle üreme isteğinin içgüdüsel oluşundan.

Kısaca Akademinin gevşek kuralları olmasının bir sebebi var. Ki bu da erkeksi varoluşsal sebebimi çözme konusunda özgür olduğum anlamına geliyor. Owww yeah bebeğim, hadi yapalım şunu! Hadi küçük oğlanı ayağa kaldırıp koşturalım!

Şaka yapıyorum tabi ki. İnsan-Tanrı sorunumun bir gün çözüleceğine dair söz verdi bana. Sabırsız olmaya gerek yok.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.