İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 08 Bölüm 02

Çevirmen: RaccoonYobo

 

Davetiye

 

Zenith’in nerede olduğunu öğrendiğim günden bir hafta sonra

Hala Bashreant’da kaldığım handayım. Öğrendiğime göre Zenith, Begaritt kıtasının ortasında yer alan Labirent Şehri Rapan civarında bir yerdeymiş. Her ne kadar oraya gitmeyi iple çekiyor olsam da orası çok uzak. Yayan giderek kaç ayda oraya varabilirim inan bilmiyorum. Nerden tutsam bir yılımı bile alabilir

Ayrıca, yakında kış gelecekti; kış mevsimi Kuzey Topraklarında çok sert geçen bir mevsimdi. Kar boyu beş metreyi aşabiliyordu. Devlet, yoldaki karları temizlese de sınırdan ötesini aşmak çok zor olurdu. İstersem karı eritip yolları açabilirim lakin yolların nerede olduğunu bilmiyorum. Ek olarak, sonsuza kadar hava olaylarından kaçınamam.

İşte bu yüzden şu anlık olduğum yerde beklemedeyim. Bir de Elinalise’nin dediğine göre Zenith, labirentler konusunda oldukça tecrübeliymiş. Bunu beni avutmak için söylediğinden şüpheleniyorum. Dediğine göre acele etmeye gerek yokmuş, Paul ve Roxy zaten şu anda oraya gidiyorlarmış. Paul bana pek güven vermiyor ama eğer Roxy de onlarla gidiyorsa o zaman rahat bir nefes alabilirim. Bir karara varmadan önce kışın bitmesini beklesem iyi olur aslında.

“-İyi, o zaman bugün biraz idman yapalım.”

Günlük rutin idmanımı yapmaya koyuldum. Kar yağıyor olsun olmasın fark etmiyor, ağırlık idmanımı istediğim zaman yapabilirim. Önceki hayatımda pek egzersiz yapan birisi değildim ama nedense şu anki bedenim baya iyi istekli bu konuda.

Üstüne düşünmeye gerek yok. Her gün böyle idman yapabildiğim için şükretmeliyim, dedim kendime üstümü değiştirip dışarı çıkıp koşmaya başlarken.

Bugün tatil, o yüzden bugünlük kendime daha zor bir rota çizdim. İlk önce şehrin etrafında turlayacağım. Turu bitirince dış sura gideceğim ve beş metre uzunluğundaki taş suru tırmanmak için büyü kullanacağım. Maceracıların bazı durumlarda hemen yükseğe çıkması gerekebiliyor o yüzden bunun için acil durum talimi yapacağım.

Nöbetteki askerlerden birini gördüm. “-Ah, iyi günler!”

“-Hoşt ulen?! Ah, sen miydin Quagmire. Çalışkan çocuk! Bugünlük tatil mi yaptın kendine?”

“-Evet, idman yapacağım bugün.”

“-Eh, sıkı çalışıyorsun. Ah, doğru ya—bir dahaki sefere evimin duvarımı tamir edebilir misin? Sana yemek ısmarlarım.”

“-Eğer kızının göğüslerini avuçlamama izin verirsen evini memnuniyetle tamir ederim.”

“-…ulan it.” Diye başladı.

“-Kafa buluyorum, kızma.”

Dış duvardaki diğer askere de selam verdim ve aşağı atladım. Sonra şehir boyunca tur attım. Karın çoğunun temizlendiği şehrin içine kıyasla dışarısı baya karlıydı, ateş büyüsü kullanıp koşu yolu açmak zorunda kaldım. Bu ayrıca idmanın bir parçasıydı. Her yerde kullanamayacağım türden bir yetenek olsa da en azından karla kaplı bir ormanda işime yarayabilir.

“-Huff… huff…”

Turu bitirince yanımda getirdiğim talim kılıcıyla antrenman yapmaya başladım. Bir büyücü için gereksiz olduğunun farkındayım ama yine de bu günlük rutinimin bir parçası. Büyücülerin fiziksel açıdan güçsüz olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçek olsa da ben bu görüşten hoşlanmıyorum. Silahşör olmayabilirim ama üst vücudumun gücüne ihtiyaç duyacağım durumlar illaki olacaktır, mesela çanta taşırken. İstersem işi başkasına kitleyebilirim ama kendi işini kendin yapmak her zaman en iyisidir.

“-Hah! Yah! Ho!”

Rutin kılıç antrenmanımı, Paul ve Ghislaine’in bana öğrettikleri dahil, bitirdikten sonra sahte dövüş yapmaya karar verdim. Rakibimin Ruijerd olduğunu hayal ettim. Ona kıyasla çok yavaşım ve ona asla yetişemem evet, antenmanlarıma devam etmediğim sürece tabi. Gerçi şu an düşünüyorum da ne kadar antrenman yaparsam yapayım yine de onu yenemeyebilirim. Kafama takmıyorum gerçi. Onu yenmek hedeflerim arasında değil.

İşim bitince geldiğim yoldan geri eve döndüm.

Hana ulaştığımda Elinalise’yi ikinci katın camından kafasını dışarı çıkarmış halde buldum. “-Ah… amanın aman, sen misin Ru—aa!–deus. Hoş geldin.”

Bir terslik var. Ellerini camın pervazına dayamış, yüzü buruş buruş ve bedeni belli bir ritimle sallanıyor. Bir de üstüne ahlıyor, “-Mm, mm,” diye sesler çıkartıyor bağırmamak için kendini tutarken. Omuzları da tamamen çıplak.

“-Teşekkürler Bayan Elinalise. Görünen o ki neşeli bir sabah geçiriyorsunuz.”

“-Nee? Neşeli mii? K-Korkarım neyden bahsetti—aah!”

İçerde birisinin ona mercimeği verdiğinden çok eminim. Hava soğukken sırf fantezi olsun diye camı açmakta ne bilim… Neşeli sahiden.

“-Dışarısı buz gibi, soğuk kapmayın sakın tamam mı?” Onunla konuşmayı bitirip içeri girdim ve odama doğru yol aldım.

Geçen hafta Elinalise’nin sağlam bir orospu olduğunu öğrendim. İlk başlarda beni ufaktan azdırsa da sonradan gündelik bir şeymiş gibi gelmeye başladı, alıştım yani. Karının odasında her allahın günü en az bir adam oluyor. Muğlak mevcudiyeti bile başlı başına cinsel suç.

Onu bundan dolayı yargılamıyorum tabi. Hatta yapabilsem ona katılmayı çok isterim. Ancak ne yazık ki böyle bir şey asla olmayacak, malum şu son iki yıldır adını anması hoş olmayan bir hastalıkla cebelleşiyorum. Aklı ve bedeni etkileyen bir hastalık. İsterseniz yer soğanını örnek olarak kullanayım. Yer soğanı dağları veya vadileri görünce çiçek açar değil mi? Göğe bir ok gibi çıkıp üstünde açan çiçeği dahil ne rüzgarın ne de yağmurun yere seremeyeceği bir hal alır. Sonra, zamanı geldiğinde beyaz tohumunu etrafa saçar. Fakat sorun şu ki benim yer soğanım ne büyüyor ne de çiçeğini açıyor.

Ah, siktir et. Desene dümdüz sikim kalkmıyor diye. Ve sen sormadan önce hayır, ekstra dinamik kaset teyplerinden bahsetmiyorum. Benim çavuş, Eris benden ayrıldıktan sonra hazır ola geçemez oldu. Durumumu ben etrafa namımı yaymaya çalışıyorken maceracı bir arkadaşım benimle yakınlaşmaya çalıştığı esnada öğrenmiştim. Tavernadaki odama onu götürürken şehvetli gözlerle onu süzüyordum ancak iş yatak faslına geldiğinde benim çavuş bir türlü hazır ola geçemedi. Maceracı arkadaş da sonra arkamdan söverek ayrıldı benden.

Tedavi etmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Soldat, kalbimi güm güm attıran bir hanımefendinin hizmetlerinden yararlandığım şu kerhane mahallesine bile götürdü beni. Ama sonuç olarak o da sonuç vermedi. Lalem ötmek yerine yavaşça aşağı eğrildi. Bir de üstüne… yo yo yo, devamını getirmesem iyi olur.

Beni çok etkiledi. Darmadağın oldum resmen. Zamanla kafamı toparlamayı başardım ve bir kez daha denedim ama bana mısın demedi. İşe yaramaz çavuşum kullanılmazlığını sürdürmekte ısrar etti. Güzel bir bayanın görüntüsü hala hoşuma gidiyor evet ama aşağı omuriliklerde bir elektriklenme yaşanmıyordu ve alt yarım sessizliğini koruyordu.

Zamanla yoğun bir yalnızlık ve mağdurluk hissi bana hakim olmaya başladı ve birkaç başarısızlıktan sonra vazgeçtim. Artık bu durumu kimsenin çözebileceğini düşünmüyordum. Denemek için yeterince sevdiğim birisi bile yoktu.

Madem bütün aşklarım ihanetle bitiyor o zaman bende uzaktan bakmakla yetinirim, bu kadar basit. Bundan ötesini ummaya hiç gerek yok, her ne kadar bir kez tadına varınca daha fazlasını istesem de…

Tek yapmam gereken tek tabanca takılmak. Yoldaşlara ihtiyacım yok. Kalabalıktan nefret ederim.

Gerçi şu son zamanlarda ufak dostumu tek tabanca takılması için bir türlü aklını çelemiyorum … Kafama falan takmıyorum tabi ki, yanlış anlamayın!

“-Hah…”

Odama döndüm. Havayı büyüyle ısıttıktan sonra sıcak su oluşturup vücudumdaki teri sildim. Sonra üstümü değişip dışarı çıktım, bir şeyler atıştırmak istiyordum.

“-Hay babanı!”

“-Oh.”

Elinaliseyle karşılaştım, işini daha yeni bitirmişti. Kollarıyla sarmaladığı kişi, birkaç yıldır birlikte çalıştığım adamla aynı kişiydi- Soldat. Beni görür görmez yüzü kireç gibi oldu. “-Yok yok, düşündüğün gibi değil Rudeus ben…. Kadınına göz koymadım.”

“-Asıl senin düşündüğün gibi değil Soldat. O benim kesinlikle kadınım değil. Ayrıca benimkinin yoğun bakımda olduğunu biliyorsun sanırsam?”

“-Ah, evet, doğru ya, eee… yarana tuz bastığım için özür dilerim. Anlaşmazlık çıkarmak istemiyorum. Sonuçta birkaç gün önce eşşek gibi hasılat yaptım sayende.”

“-Sorun yok.” diye avuttum onu. “-Bu arada, nasıldı?”

“-En iyisinin en iyisi gibiydi!” dedi yüzünde güller açıyorken.

“-Tch.” Sinirden dilimi şaklattım, oysa merak eden bendim. “-Eh, onu duydun Bayan Elinalise. Aferin sana.

“-Ee, aferin bana tabi ki. Benimle olan herkes mutlu ayrılır.”

“-…ah, gerçekten mi?”

Soldat’ın partisindeki bütün erkeklerin üzerinden geçtiğinden haberim var—her biri bana kendine has özrünü ve hikayesini anlattı. Özre ihtiyacım yok. Acaba birbirlerinin maceralarından haberleri var mıydı? Birisi neler döndüğünü öğrenirse kavga çıkmaz mıydı?

Ah neyse, benim sorunum değil. Burnumu boktan uzak tutuyorum ben, aynı son iki yılda yaptığım gibi. Kimsenin kem gözlerini üstüme çekmeye ya da kavga çıkarmaya niyetim yok. Başka bir deyişle…

“-Elinalise hanım.”

“-Evet, noldu?”

“-İstediğin gibi gönlünü eğlendir ama lütfen işin sonuçlarıyla kendin ilgilen tamam mı?”

Doğru—öz-korunma. Soldat ve arkadaşları bana göz kulak oldular hep, insanların bacak aralarındaki birleşmelerin çıkardığı sorunlarla uğraşmayı hiç istemiyorum.

“-Olur.”

“-Hey, neyden bahsediyonuz ya?” Suratındaki ifadeden anladığıma göre Soldatın neyden konuştuğumuza dair en ufak fikri yok.

Elinalise yanağına bir öpücük kondurdu ve merdivenlerden aşağı eşlik etti. “-Bir şey yok canım, gel hadi aşağı inip bir şeyler atıştıralım.”

Ne cani bir avrat bu.

 

 

Elinalise Dragonroad, Paul’un eski partisinin üyelerinden.

Güncel olarak şu anda Işınlanma Felaketi sonrasında Paul’un ailesini aramak için Roxy ile birlikte takım oldu. Şeytan Kıtasında boydan boya yolculuk ettiler ve sonra Roxy, Zenith’in yerini söylemek için Paul’un yanına giderken Elinalise Merkez Kıtaya tek başına gitti. Başka bir deyişle Elinalise bencillik yapmasaydı şu an yanımda olan kişi Roxy olabilirmiş. Hay sikeyim.

Yo–aslında mutlu olmalıyım. Hepsi toptan Millishion’a gidip beni bir başıma da bırakabilirlerdi. Begaritt’e gidince Roxy’i görebilirim. Acele etmeye gerek yok.

Elinalise S-Seviye bir maceracıydı. Bir keresinde birlikte imha görevi almıştık, S-Seviye maceracıdan da beklenildiği üzere işinin ehli birisi çıkmıştı. Saldırı gücü biraz zayıfa kaçsa da tanklamada baya iyi.  En iyi savaşçılar arasında en üst sıralarda bir yere koyabilirim onu—birinci sıraya giremez gerçi. En iyisi her zaman Rujierd olacaktır benim için, her ne kadar ikisini karşılaştırmak adil olmasa da.

Elf güzelliği ve uzun kıvırcık yapılmış canlı sarı saçlarıyla insanı büyüleyen bir güzelliğe sahipti. Yumuşak davranışları ve kaçamaklı konuşması erkeklerin egosunu okşuyan cinstendi; gözlerine bakarak ve biraz okşayarak hiç uğraşmadan eritebiliyordu karşısındakini. Yaptığı her hareket baştan çıkarmaya programlanmıştı resmen, örneğin ilk karşılaşmamız: Oh? Aşık mı oldu bana yoksa? Diye düşünmüştüm. Yataktaki hünerleri de baya iyiymiş çünkü onunla yatan her adam bir sonraki gün suyu sıkılmış gibi çıkıyordu odasından.

Bunun yanı sıra diğer kadınları görmemezlikten gelmiyor veya aşağılamıyordu da. Genç kızların etrafında abla rolüne bürünüyordu, ilişki tavsiyesi verip nasıl erkek avlayabileceklerini ve koruyabileceklerini anlatıyordu. Halihazırda partneri olan hiçbir erkeğe yanaşmıyordu da. Sınır çizmeye çalışıyor diyebilirsiniz: her şeyin yeri ve zamanı vardır.

Küçük göğüsleri dışında mükemmeldi o.

Tabi, cinsel arzusu doyumsuz denecek kadar fazlaydı. Birer birer etrafındaki bütün erkekleri yalayıp yutuyordu. Fitilin yanarak yavaşça küçülmesini izlemek gibiydi aynı. Fitilin ne kadar uzun olduğunu bilemezsin ama bir gün eninde sonunda büyük bir patlamaya yol açacağını bilebilirsin—gururuna toz kondurmayan maceracıların aşk kavgalarından bahsediyorum. Neyse ki Elinalise yıkımın kan davasına dönüşmesine izin vermeyecek kadar karizmatik birisiydi. Tahmin edebileceğiniz üzere tek bir partide uzun süre kalamıyordu. Hatta Merkez Kıtanın güneyindeki erkek maceracılar arasında kötü şöhreti dilden dile yayılmış durumdaydı. O kadar yayılmış ki acil durumlar dışında partilere girmesini bile yasaklamışlar.

Ayrıca–şu an benim partimde. “-Begaritt Kıtasına gideceksen oraya sağ salim ulaşmanla sorumluyum.” diyor, karşı çıkmadım tabi. Şu son iki yıl bana bir şey öğrettiyse o da tek başına yolculuk etmenin ne kadar zorlu olduğudur. Elinalise çok hünerli bir savaşçı ve iyi bir yoldaş… yemek yerken bana sırnaşması ve her yerimi ellemesi dışında. O kısım biraz sinir bozucu. ED olmasaydım sevgisine karşılık vermesini bilirdim ama.

“-Bay Soldat yapmayın lütfen. Rudeus izlerken olmaz.”

“-Hadi ama neden yapamaz mışım? Azıcık ucundan…”

“-Amanın aman, ne yaramaz bir çocuk…”

Şu anda önümde Soldatla cilveleşiyor. Neden aynı masada yiyoruz be? Kesin hava atmak istiyor. Hay anasını, kıskanmıyorum ulan!

Soldat, Elinalise’ye cicimli bicimli davranıyordu, aynı diğer parti üyeleri gibi. Böylesine ters-harem durumunda nasıl oluyor da dramadan paçayı yırtabiliyordu? Ucu bana değmediği sürece umurumda değil gerçi. İşler çirkinleşmeden önce bu işin sonunu görmek istiyorum ama bulunduğum durumda çok az tecrübem var. Eşek arısı kovanına çomak sokmak gibi olur eğer bir şey denemeye kalkarsam.

“-Güzel, al bakalım,” dedi Elinalise Soldata.” -Söz verdiğim para.”

“-Tamamdır. İtiraf etmeliyim, özür dilerim şimdiden ama, birlikte zaman geçirmemiz çok hoş ama karşılığında para almak da ne bileyim…”

“-Benimle ciddi düşünme yeter.” diye cevapladı parayı uzatırken.

Demek işin sırrı buymuş he. Tersine fahişelik.

Eh madem durum böyle o zaman bir sorun çıkmamalı.

Değil mi…?

 

 

Bir ay daha bu şekilde hayatımız devam etti ve sonra bir gün bana bir mektup geldi. Ranoa Büyü Akademisinden gelen mührü açılmamış bir mektup.

Bune la? Diye düşündüm mührü kırıp içindekileri okumaya başlarken.

 

 

Efendi Rudeus Greyrat’a.

 

   Esenlikler dilerim. Benim adım Jenius, Ranoa Büyü Akademisinin Müdür Yardımcısı.

 

Son zamanlarda Quagmire Rudeus ismi Ranoa Krallığında her yerde duyulur oldu. Sözler olmadan büyü kullanabilen bir maceracıymışsınız yanlış anlamadıysam. Araştırmalarım sonucunda Su Kralı Büyücüsü Roxy’nin öğrencisi olduğunuzu da duydum.

Büyü yeteneklerinizi geliştirmeyi mi arzuluyorsunuz?

Eğer istiyorsanız, sizin Ranoa Akademisinde özel öğrenci olarak karşılanmanız için gereken hazırlıkları çoktan bitirdim. Özel öğrenci olarak aylık ücretten ve ders devamlılığından muaf tutulacaksınız ve okul arşivi ve tesislerine sınırsız erişim kazanabileceksiniz, kendi araştırmanızı yürütebilmeniz için.

         Eğer yedi yıl içerisinde en az bir araştırma projesini bitirebilirseniz(o zamana değin mezun olacaksınız zaten) ve buluşunuzun haklarını Akademiye ya da Büyücü Loncasına verirseniz Büyücü Loncasında C-Seviye büyücü olarak katılmaya hak kazanabilirsiniz. Tabi ki, eğer araştırmanız meyve vermezse dahi D-Seviye büyücü olarak katılabilirsiniz diğer mezunlarla birlikte.

        Sizinle tanışmayı çok derinden istiyorum. Bu ani teklif için kusura bakmayın ayrıca.

Lütfen teklifimi değerlendiriniz.

                                                                         Değerli zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim.

                                                                                                                          Jenius Halphas,

                                                                                         Ranoa Büyü Akademisi, Müdür Yardımcısı.      

 

Özel öğrenci he…başka bir deyişle burslu öğretim? Bu dünyada Büyücü Loncası diye bir şey olduğunu biliyordum ama nelerle uğraştıklarından haberim yoktu.

AMA, karaborsada eşya ve köle satımıyla uğraşan bir Hırsız Loncası olduğundan haberim vardı. Ondan tahmin yürüterek sanırım Büyücü Loncası büyü aletlerinin alımı ve satımıyla ilgileniyor olmalı.

Ama neden o zaman bana mektup gönderdiler? Konu büyüye geldiğinde çıkmaza girdiğimin farkındayım ancak normal bir maceracıdan kat be kat güçlüyüm. Başıboş Kızıl Ejderi bile tek başıma yenebildim. Zayıf halindeyken yakalamış olabilirim evet ama yine de bu onu yendiğim gerçeğini değiştirmiyor. Tarihi galip gelenler yazar sonuçta.

Yine de derse girip bir şeyler öğrenme ihtiyacını kendimde duymuyorum. Bi Allahın bildiği birisi sadece Allahın bildiği bir yere çağırıp sadece Allahın bildiği şeyler yapmam için teklifte bulunuyor. Aldatmaca olmalı bu değil mi? Çiftlik Bank olayı gibi aynı.

Bu bir kenara, eğer bu mektup son iki yılın uğraşının kanıtıysa ve Ranoa Büyü Akademisi Roxy’nin mezunu olduğu okulsa o zaman bana ulaşmak istedikleri için onur duymam gerekir—ki asıl bu yüzden mektubun yalan mı gerçek mi olduğunu doğrulamam gerekiyor.

“-Bayan Elinalise, bir iki dakikalığına Maceracılar Loncasına uğrayacağım.”

“-Oh? Bugünü tatil etmemiş miydin sen??” diyor erkek avlamaya bir gün ara vermeyen ve gösterişli yelesini taramakla meşgul olan kişi.

“-Bakmam gereken bir şey var.”

“-Bekle bir dakika. Seninle geleceğim.” Elinalise tarağını masaya koyup ayağa kalktı. Saçı tam olmamıştı ama göze batmıyordu da.

“-Görev almayacağım. Hemen gelirim.”

“-Uzun zaman önce Paul’da bana aynısını demişti, Maceracılar Loncasına gidip kız tavlamadan önce.”

“-Öyle bir şey mi yaptı cidden? Eh gerçi kulağa onun yapacağı türden bir şeymiş gibi geliyor,” dedim.

“-Benimle alakası nedir?”

“-Kız düşürmek istiyorsan ikimiz birlikteyken şansımız ikiye katlanır. Erkek-Kadın çiftlerini hedefleyelim.”

Bu orospu ne diyor ya? “-Lütfen şu Erkek-Kadın muhabbetini kes… Ya sevgili çıkarlarsa? İşler çirkinleşmez mi o zaman?”

“-Sorun olmaz. Sadece bakışımla çift olup olmadıklarını anlayabilirim.” dedi.

“-Kız düşürmeyeceğim, o yüzden benimle gelmene gerek yok.”

Sex dışında bir şey düşünmüyor bu karı, gerçi görev aldığımızda 180 derece dönüşüm geçirip ciddi kadın maceracı moduna giriyor. Bu zıtlık muhtemelen erkeklerin ona düşmesinin başka bir sebebi daha olmalı.

“-Deme öyle,” diye mızmızlandı Elinalise. “-Kendini benim yerime koy bir de! Benimle oynaşmadığın için erkek avına çıkmak zorunda kalıyorum burada.”

“-Seninle oynamayı çok isterim— tabi benim küçük oğlan kalkabilirse.”

“-Bi el atmayı istemiyor değilim ama Paul’un oğluyla sex yapamam. Ayrıca, Roxy’e yapmamak için söz verdim. Benden nefret etmesini istemiyorum.”

Ne tutarsız bir argüman. Bu karı durduk yere bahane mi uyduruyor acaba? Neden Roxy’nin nefretini kazanmak istememesini anlayamıyorum ayrıca böyle düşünmesi ona kızamama da neden oluyor. Ne inanılmaz bir tanrım var; Elinalise gibi birisini bile memnuniyetsizliğini kazanma olasılığı karşısında tir tir titretiyor.

“-Benimle alakası yok ama,” dedim.

“-Evet yok. Ama bir iki kız düşürsen ölür müsün? Bütün sağlıklı oğlanlar yapıyor sonuçta.”

“-Sağlıklı bir oğlan değilim ama ben.”

“-Amanın amanın, doğru söze ne denir.”

Ve böylece Maceracılar Loncasına giderken bir şekilde Elinalise’yi peşime takmayı becerdim. Kız düşürmek için gitmiyorum ama, tamam mı?

 

 

Saat öğleyi çoktan geçmişti o yüzden etrafta pek maceracı yoktu. Soldat ve Stepped Leader’ın geri kalanı da ortalıkta görünmüyordu. Ayı olmalarına rağmen Luster Grizzlieler kışın kış uykusuna yatmadıkları için avlanmaları için verilen görevler fazla oluyordu.

İçeriye göz gezdirdikten sonra Cave A Mond adlı A-Seviye partiyi tespit ettim. Dört kişilik bir büyücü partisiydiler: Biri büyü-savaşçı diğer üçü de normal büyücü. Her biri en kötü orta seviye veya üstü büyü kullanabiliyordu ve liderleri gelişmiş seviye bir ateş büyücüsüydü.

“-Yo, Quagmire. Randevuda mısın yoksa?”

“-Evet, güzeller güzeli kız arkadaşım dışarı çıkıp kız düşürmem için başımın etini yiyor da.”

“-Huh?”

Benimle konuşan liderleriydi, Conrad. Kırklı yaşlarında, hüzünlü mizaca ve bıyıklı bir görünüme sahip kıdemli bir maceracıydı. Başıboş ejder görevinden son anda ayrılmıştı ama yine de aramızda iyi bir ilişki vardı.

“-Noldu öyle? Sonunda partimize katılmaya mı karar verdin yoksa?” Katılmam için bana uzun süredir ısrar ediyordu. Dediğine göre, orta seviye büyülerle şifa büyüsü kullanabilen maceracılar oldukça nadir oluyormuş.

“-Hmph. Tek tabanca takılıyorum, sağol.”

“-Boşuna öyle havalı takılma. Kendine bir parti yapmışsın zaten, yanındaki o kadınla.”

Arkama dönünce Elinalise’nin genç bir maceracıyı avladığına, daha doğrusu baştan çıkardığına şahit oldum. Adamın yüzünün domates gibi kızardığını görebiliyorum. Eğer yanımda bir yarı-hayvan olsaydı çocuğun azgınlığının kokusunu ta buradan alabiliyorum derdi. Anlaşılan pek bir tecrübesi yoktu, Elinalise onu azdırmaktan çok kafasının karışmasına neden oluyordu.

Eh, önemi yok gerçi.

“-Daha önemlisi Bay Conrad, sizinle konuşmak istediğim bir mesele var.”

“-Noldu? Eğer garip bir şey isteyeceksen ödemeyi kıyak yapsan iyi olur. O başıboştan sağlam para kazandın sonuçta, değil mi? Hay anasını, keşke ben de gitseydim. O şeyi tek başına yendiğini duydum…

“-Bir dahaki sefer sana bir şeyler ısmarlarım,” diye söz verdim. “-Şimdi gelelim asıl konuya… Ranoa Büyü Akademisinde okumuştun değil mi?”

“-Evet. Beşinci yıl terkiyim ama.”

Terk olup olmaması umurumda değil. “-Elime bir mektup ulaştı.” dedim ve ona gösterdim.

“-Ahh, özel öğrenci he. Evet, öyle bir şey vardı.”

“-Açıklayabilir misin?”

“-Akademide genellikle tuhaf büyü kullanabilen ve namını yaymış ama Büyücüler Loncasında olmayan maceracı herifler oluyor. Başka ülkelerden yazılan soylu ve kraliyet üyeleri de oluyor ama genellikle büyü konusunda özel güçleri olanları alıyorlar. Akademide öğrenci olarak kaldıkları sürece derslere girme zorunluluklarının olmadığını falan söylüyorlar.”

“-Niye peki?” dedim.

“-Çok basit. Eğer o kişiler ilerde kendine isim yaparsa Akademi için bedava reklam olmuş olacak, mantıklı değil mi?”

Dedi. Burslu öğrencilik he? Eski hayatımdaki okullarda öyle şeyler vardı, ama bu onlardan baya farklıymış gibi duruyor. Sahi, bu özel öğrenci statüsünün olayı ne? Her neyse, sözsüz büyü kullanabildiğimi öğrendikleri için beni davet ettiyseler o zaman bu davetiye sahte değil demektir.

“-Güzel, Büyücü Loncası ne yapar peki?”

“-Parşömen satarlar, büyü aleti üretimini ve icatlarını desteklerler. Tam detayları bilmiyorum. Üyeyim ama sadece F-Seviye üyeyim.”

“-Ah, doğru ya. Mezun olursan D-Seviye üyelik vereceklerini söylemişlerdi.”

“-Evet, tabi mezun olabilirsen,” dedi.

Büyücü Loncası, büyüyle ilgili bütün etkinlikleri destekliyor demek ki. En temel başlangıç seviyesi büyüleri kullanabiliyorsan üye olmak için başvuruda bulunabiliyorsun. En düşük üyelik seviyesi F-Seviyesi, yükseldikçe Loncadaki gücün de artıyor, bu şekilde geniş yelpazede desteklerinden yararlanabiliyorsun.

Çoğu büyü okulu mezun olduğunda seni Loncaya E-Seviye olarak yazdırır. Büyü Akademisi D-Seviye olarak yazdırabildiği için daha prestijli; muhtemelen Akademi, Loncanın can damarı olduğundan dolayı. Araştırman sonuç verirse C-Seviye üyelik verdiklerini de unutmaman gerekir.

“-C-Seviye üyelik ne işe yarıyor peki?” diye sordum.

“-Orasını bilmiyorum. Öğrenmek istiyorsan git Loncanın kendisine sor, burada şubeleri yok ama.”

Sanırım F-Seviyesiysen Büyücü Loncasının desteklerinde pek bir hak sahibi olamıyorsun. Seviye atlama Maceracılar Loncasında olduğu gibi basit değil. Ki bu da muhtemelen sadece zengin insanların ve yalakaların hızla terfii aldığı anlamına geliyor.

“-Ah, doğru ya—Quagmire, sen okula gitmemiştin değil mi?”

“-Özel hocam vardı.”

“-Zengin bir aileden geliyor olmalısın.”

“-Soy adımdan da anlayabileceğin üzere Asura’nın soylu alt-ailelerindenim.”

“-Özür dilerim ama soy adın neydi senin?”

“-Greyrat. Rudeus Greyrat.”

Quagmire Rudeus ismi çok iyi bilinse de soyadım pek bilinmiyor. Gerçi ben de Conrad’ın soy adını bilmiyorum. İlk tanıştığımızda söylemişti ama hatırlayamıyorum.

“-Greyrat—Asura’daki derebeyleri he. Baya iyiymiş. Ne diye buralarda tek tabanca maceracı olarak sürünüyorsun o zaman?”

“-Eh…” diye başlayacaktım ama bir anda gözlerimde Eris’in sureti beliriverdi. Yüzü, o gecenin sıcaklığı, sabah hissettiğim o boşluk hissi ve Sara ile yaşadığım o tatsız anılar—Eris beni terk ettikten sonra benim çavuşun kalkmamaya başlaması.

Daha ne olduğunu anlayamadan yanaklarımda akan yaşları hissettim.

“-N-Ne…”

“-Ah…Özür dilerim, sormamam gerekirdi, herkesin kendince bir sebebi vardır.”

Kötü hissetmesine neden oldum. Eris’i unutmayı istiyorum ama her seferinde anılarım depreşiyor. Önüme bakmam gerek artık. Eris çok kolay unutuyor. Şimdiye değin beni unutmuştur muhtemelen. Eski hislere takılı kalmanın bir anlamı yok. Sara’ya olan hislerimi çok çabuk unutmuştum, neden aynısını Eris’e olan hislerim için yapamıyorum?

Hayır, düşünmeyi bırak artık,

“-Eh, her neyse. Madem seni bağırlarına basmayı bu kadar istiyorlar o zaman bi git de ne sunduklarını kendi gözlerinle gör istersen.”

Conrad bunu deyince Eris’in hocası olduğum zamanları hatırladım. O zamanlarda Büyü Akademisine Sylphy ile birlikte gitmeyi hayal ediyordum. Sylphy o zamanlar hep zorbalığa uğruyordu ve ben ona büyü öğretiyordum. Büyü yeteneğimin ilerlemediğini hissediyordum. O günlerde tek düşündüğüm şey hedefime ulaşmak için yeteneklerimi geliştirmekti, yeteneklerimi geliştirmenin öneminin farkındaydım. Artık bundan sonra öyle yapmaya devam edeceğim. Büyücü Loncası üyesi olmanın kendince artıları var evet ama bir yandan da ailemi düşünmeliyim. Yeteneklerimin günlük yaşam için fazlasıyla iyi olduğunun birkaç yıldır farkındayım. Ama eskinin aksine artık yeni şeyler öğrenme isteği duymuyorum. Allah korusun, bir gün aniden Orsted ile karşı karşıya gelme olasılığım var… gerçi o kendini eğiterek yenebileceğin bir rakip değil. Çocuk oyuncağıymış gibi Ruijerd’i etkisiz hale getirmişti, yüzyıllarca yaşamış birisini, sadece tek eliyle etkisiz hale getirmişti. Eğer olur da yollarımız tekrar kesişirse onunla savaşmaktan kaçınsam iyi olur.

“-Paul gibi birisinin peşine takılmak yerine neden kendin için bir şeyler yapmıyorsun? Okula gitmek gibi mesela? Kendi kararlarını alabilecek yaştasın, değil mi?” dedi bir anda arkamda beliren Elinalise.

“-Ailemi gördükten sonra yaparım onu.” dedim.

“-Zenith iyi. Hala yaşıyorlarken görebilirsin onları.”

“-Ama ailem ayrı düştü… en azından onlara geri kavuşayım olmaz mı?”

“-Paul ve diğerleri eninde sonunda Asura’ya geri dönecekler zaten. O zaman görmeye gidersin onları.” diye savundu.

“-Ama Millishion da yaşamaya devam da edebilirler.”

“-İki karısı olan bir adam için yaşanılması kolay bir yer değil orası.”

Tek-Eşlilik Millis öğretilerinin bir parçası ve Millis vatandaşlarının çoğunluğu aynı inancı paylaşıyor. O haklı.

“-Dürüst ol şimdi— babamla görüşmek istemediğin için böyle diyorsun değil mi?” diye suçladım onu.

“-Evet, istemiyorum,” dedi ve umurunda değilmiş gibi omuzlarını silkti. Gerçekten Paul’dan o kadar mı nefret ediyor? Hem yüzünü görmek istemiyor hem de beni oraya ulaştırma görevinden de vazgeçmiyor. Bazenleri bu kadının ne düşündüğü gram kestiremiyorum.

“-Bu arada, Quagmire…” dedi Conrad.

“-Efendim.”

“-Beni buradaki güzel hanımefendi ile tanıştırmanın vakti gelmedi mi sence?” dedi aç gözlerle bakarak ona.

Neden bu karının bu kadar talibi var ulen? Neyse, Akademiye gitme kararı aldım. İlgi çekici bir teklif ama şu anlık sadece kayıt olmak istiyorum.

 

 

O gün rüya alemindeyken kendimi bembeyaz bir odanın içinde buldum—gene mi bu herif be!

Sansür adam.

“-Evet, uzun zaman oldu değil mi?”

EVET, biliyordum. İnsan-Tanrıymış.

“-Anlamadım.”

Boş ver. Kafanı yorma.

“-Yormuyorum zaten. Tuhaf şeyler söylemene alıştım çoktan.”

Öyle mii? Eh, bu rüyayı görmeyeli baya oluyor, nedense eskisi gibi iğrenti hissetmiyorum.

“-Sen de alışmış olmasın sanırım?”

Bilmem. Daha önemlisi. Zenith’i ararken sana zibilyon kere çağrı attım, haberin vardır umarım. Bir kereliğine bile olsa yüzünü gösteremez miydin?

“-Başıma gelmeyen kalmadı inanır mısın?”

Öyle mii? Neyse, onu bulduk sonuçta, neyse. İki yılımı boşuna harcamışım gibi hissediyorum.

“-Anneni bulabildiğine sevindim.”

Evet. Roxy’nin onu arıyor olduğunu kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim.

“-Çalışkan birisi sonuçta.”

Evet öyle. Ustamla gurur duyuyorum. Duyduğuma göre o da Begaritt’e gidiyormuş. Onu görmek için sabırsızlanıyorum.

“-Emin misin? Ustanın senin şu anki acınası halini görmesi için sabırsızlanıyor musun gerçekten?”

Acınası mı? Ben mi? Şu an mı?

“-Ne o, yoksa öyle düşünmüyor musun? Eris gittikten sonra şu Sara denilen kızla işi pişirmek için o kadar uğraştın lakin avret yerlerin topu deliğe sokamadı. Büyün birazcık gelişmiş olabilir ama hala son birkaç yıldır duvara toslamış durumdasın. Her allahın günü antrenman yapmana rağmen silahşörlüğünde de gelişim olmadı. Tek gelişen şey şu bedenin ki o konuda böbürlenmek senin üstüne düşmez ama, değil mi? ‘Baksana, ne kadar muhteşem bir öğrenciye dönüştüm’ demeyi mi bekliyorsun hocana?”

Grr, bana döşemekten sıkılmıyorsun hiç değil mi? Tamam tamam, ne istiyorsun?

“-Şu anda hünerlerini geliştirmen gerekmez mi? Büyü Akademisine git, orada o kadar çok şey öğreneceksin ki maceracı olarak geçirdiğin yıllar ziyanmış gibi gelecek sana.”

Ne?! Dershane falan mı işletiyon, napıyon? …bekle. Düşündüğüm şey mi yoksa? Tavsiye mi?

“-Evet onun gibi bir şey.”

Her zamanki gibi her işe çomak sokma fırsatını kaçırmıyorsun.

“-Sahi mi? Bak bu seferki tavsiyemi dinlemelisin ama. Eğer Begaritt’e gidersen kesinlikle pişman olacaksın.”

Pişman mı? Niye?

“-Korkarım söylemem.”

Evet, tabi. İlk defa bir şey saklamıyorsun benden sonuçta. Ama bilmelisin ki argümanın ikna konusunda biraz zayıf kalıyor. Ben de işleri sakin sakin yürütmek istiyorum ama aile üyelerim bulunduğu ve bir araya geldiği zaman.

“-İşte tam da bu yüzden sana şimdi söyleyeceğim gerçek tavsiyem olacak.”

Tam da bunu duymak istiyordum senden. Yolla bakalım.

“-Rudeus, Ranoa Büyü Akademisine gir ve orada Işınlanma Felaketini araştır. Eğer bunu yaparsan eski yeteneklerini ve erkeklik onurunu geri kazanabilirsin.”

Ne? Ciddi misin? İnsan-Tanrı, yoksa sertleşme sorunumun Akademide iyileştirilebileceğini mi söylüyorsun bana? Bunu demek istiyorsun değil mi, değil mii?… mi…mii….mii…mi…

Bilincim kapanırken kelimelerim havada yankılanmaya başladı.

 

 

Gözlerimi açınca Elinalise’nin yüzünü tam önümde buldum. Geçen gece yaşananları hatırlarken ona şaşkınlıkla baktım. Kaderin cilvesiyle adam avlama görevi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Gün akşama yorduğunda ise “-Çok soğuk, uyuyamıyorum,” dedi ve yatağımın içine girdi.

Kuzeyde kışın kan dondurucu olduğu doğru. Klimaların ve doğalgazın olmadığı bir dünyada yaşıyoruz sonuçta. Kaliteli hanların her odasında özel şömine oluyor ya da bütün binayı ısıtan büyülü bir merkezi sistem. Burası ucuz bir han olduğu için sana aşırı kalın bir yorgan verip allaha emanet ediyorlar. Odayı ısıtmak için büyü kullandığımdan beni pek etkilemese de Elinalise için aynısını söylememem. Üstüme vazife bilip koynuma aldım onu.

İşte burada, bir yatağın içinde, yaşamı süresince fazilet denilen kavramı hayatına hiç sokmamış yaşlı bir kadınla birlikte aynı yatağı paylaşıyorum ama buna rağmen küçük mührüm kırılmıyor bir türlü. O uyuyorken test etmek için vücudunu elledim, tepki yok. Önceki hayatımda hep bunu hayal ederdim—istediğim gibi bir kadınla oynayabilmek. Ve yapıyorum da. İnanılmaz derecede azgınım şu an, ama yine de alt takımlarda tık yok.

“-Hmmmm…”

Elimi çekince beni ahtopot gibi sarmaladı. Vücudu, katman yokluğuna rağmen çok yumuşak vücudu tamamen heryerime değiyor. Üzerimde oynaşması çok azdırıcı, ama yine de tepki yok. Sonunda nefes alış-verişi yavaşladı ve sakinleşti ve azgınlığım yavaşça dinmeye başladı. Yerini bir tür boşluk, yalnızlık ve acizlik durumuna bıraktı.

Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. “-Demek… bundan kurtulabileceğim sonunda…”

Akademiye girme kararımı sessiz bir şekilde, işte böyle aldım.

 

 

Üç ay sonra.

Karlar erimeye başladığında Soldat ve grubuna ayrılacağımı haber ettim. Kendime tek tabanca desem de bunca zamandır Stepped Leader ile birlikte seyahat ediyordum, o yüzden en azından bir hoşça kal demek istedim. Parti üyelerini hanın önünde toplattım ve Ranoa’ya gideceğimi söyledim. “-Herkese… çok teşekkür ederim, benim için çok şey yaptınız.”

Hepsi üzgün bir şekilde “-İyi şanslar.” “-Kendine iyi bak.” dedi. En son sıra, gözlerini benden kaçıran Soldat’a gelince başımı eğdim.

“-Soldat. Çok teşekkür ederim.”

“-Ne?”

“-Yani, bana göz kulak oldun ben ise karşılığında pek bir şey veremedim…”

Soldat Heckler. Ne kadar inkar ederse etsin şu son birkaç yılda bana çok göz kulak oldu. ED’mi düzeltmek için bir sürü şey denedi. Zenith olmasaydı muhtemelen partisine katılırdım.

“-Sana göz kulak olmuyordum, o yüzden teşekküre gerek yok. Ayrıca bana eşşek gibi para kazandırdın. Büyü yeteneğin en üst seviyede. Teşekkür etmesi gereken asıl benim.” dedi kaba bir kahkahayla eşliğinde. Sonra yüz ifadesi tuhaf bir hal aldı ve gözlerini kaçırdı.

Büyük tsunderelerden he. Kelimelerle arası kötü ama benden kesinlikle hoşlandığına eminim. Eğer beni sevmiyor olsaydı Elinalise ile birlikte onu gördüğümde paniklemezdi veya şu an olduğu gibi tuhaf davranmazdı. “-Aferin sana. Sonunda şu şeyden kurtulacaksın değil mi?”

“-Daha belli değil.”

“-He, tamam. Mutlaka ilerde bir gün partimizin o taraflara illaki yolu düşer. O zaman geldiğinde umarım bir kez daha birlikte içki içip bir iki bel kırarız.” dedi Soldat yüzünde kocaman bir gülümseme ile ve sırtıma şaplak attı.

O ayrılık şaplağıyla birlikte mutlu bir şekilde Ranoa Krallığına doğru yol aldım.

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.