İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 08 Bölüm 01

“Acı çekmek istiyorsan hayatında gittiğin yoldan devam et. Eğer keyif almak istiyorsan başka bir yöne git.”

-Huzur, acıdan sonra gelir.

 

Çevirmen: RaccoonYobo

 

Giriş

Quagmire, Maceracı Quagmire

 

 

Felaketten beri, nam-ı diğer Fittoa Işınlanma Felaketi, beş yıl geçmişti. Fittoa’nın derebeyi Sauros Boreas Greyrat ölmüşü, aynı şekilde oğlu Philip ve karısı da ölmüşü. Çok geçmeden Philip’in kızı Eris Boreas Greyrat’ın da öldüğü haberleri gelmişti.

Bundan ötürü Vezir-i Azam Darius Silva Ganius, Fittoa’nın kayıp vatandaşları arama-kurtarma ekibine desteğini desteği kesmişti. Bazıları kendi başına kayıp insanları aramayı sürdürse de Arama Kurtarma ekibi artık resmi olarak dağılmıştı. Mülteci Kampı, bundan sonra odağını kayıp insanlar aramaktan kendi topraklarını ıslah etmeye çevirmişti.

Asura Krallığına göre Işınlanma Buhranı artık sona ermişti. Ancak felakete yakalananlar için bu söz konusu bile değildi.

 

 

Yıl: Zırhlı Ejder Takvimi 422

Merkez Kıtanın kuzey-batı istikametinde önde gelen bir ülkelerden biri olan Basherant Düklüğü, Üç Büyük Büyü Ülkesinden biriydi. En büyük şehri ise Pipin idi. Bu şehirde herkesin diline düşmüş birisi yaşıyordu. Quagmire.

Bahsi geçen adam Işınlanma Felaketi döneminde bir sürü diyarı dolaşmış ve Fittoa Bölgesine dönmek için uzun yıllar seyahat etmiş birisiydi. Döndüğünde — diğer herkese olduğu gibi — o da felaketin ardında bıraktığı yıkım karşısında umutsuzluğa düşmüştü.

Merkez Kıtanın kuzeyine, Kuzey Topraklarına hala kayıp olan bir aile üyesini aramak için seyahat etti ve kuzeydeki her bir ülkeyi maceracı olarak gezdi.

 

Quagmire’ın günü erken başlardı. Dindar birisi olduğu için sabah erkenden küçük ahşap bir kutunun içindeki Tanrı Yadigarına tapınırdı. Yanlış anlamayın sakın, bu kişi Millis inancına tabii birisi değildir. Hatta doğrusunu söylemek gerekirse tapındığı objeye muhtemelen Millis şiddetle karşı çıkardı.

Dua ederken aynı başını eğmiş rahiplere benziyordu.

Quagmire, sabah duasından sonra eşortman takımlarını çeker ve şehirde turlamaya başlardı. Meşhur sözünü söylemeden de duramazdı: “Büyücü olabilirim ama ondan öte ben bir maceracıyım arkadaş. Ve bir maceracının doğru zamanda doğru hareketi yapabilmesi gerekir.” Bir saatlik koşudan sonra memleketinde yapılan bir tür özel idmanı yapmaya başlardı, bu özel idman Basherant Düklüğünün sakinlerine çok yabancı gelirdi.

Göbeğini zemine dayayıp kollarıyla kendini bir yukarı bir aşağı oynatırdı ve bunu tam yüz kere yapardı. Sonra sırtını zemine dayayıp göğsünü diz kapaklarına değdirmeye çalışırdı bunu da tam yüz kere yapardı. İşini bitirdiğinde ise bu sefer çömelip kalkmaya başlardı ve bunu da tam yüz kere yapardı. Bu günlük rutini ihmal etmeden her gün yapardı.

“-Kaslarım çok kıskançtırlar. Eğer onlara her gün yeterli ilgiyi göstermezsem bana hemencecik küserler. Aynı kadınlar gibi. Ancak kadınların aksine kaslarım beni bir anda terk edip ortadan yok olmuyorlar. Kaslar asla ihanet etmez. Haksız mıyım Hulk, Hercules?”

Vücut parçalarına isimler koyan Quagmire, sık sık bu tümceyi kahkaha eşliğinde anardı—İçinde yalnızlık duygusu olan bir kahkahayla.

Sabah idmanını bitirdiğinde ve şehrin sakinleri uyanmaya başladığında Quagmire, kaldığı hanın kafeterya katına kahvaltı etmeye giderdi. Maceracıların bir insana göre iki, hatta üç kat fazla yediği söylenir. Ancak Kuzey Topraklarında yiyecekler pahalı olduğu için çoğu maceracı yediğinden kesmek zorunda kalırdı. Quagmire onlardan değildi. Normal birisinin yediğinden yüzde yirmi daha fazlasını yerdi hep, tepeli pilav kaselerini fasulye yemekleriyle birlikte afiyetle midesine indirirdi. Dolu dolu geçen bir kahvaltı, gücünün asıl kaynağıydı.

Kahvaltıdan sonra Maceracılar Loncasına–güçlü insanların bir araya geldiği, şehrin ortasında bulunan bir yere—giderdi. İçeri girer girmez herkesin bakışları onun üzerinde toplanırdı. Bunun sebebi Quagmire’ın ait olduğu bir partinin olmamasıydı, o sadece zorlu görevlerde yardımcı olmak için başkalarına katılırdı.

Quagmire gibi yetenekli büyücüler çok rağbet görürdü.

Her zaman olduğu gibi S-Seviye bir partinin lideri yanına gelerek. “-Yo, Quagmire, duydun mu? Kuzeyde başıboş bir Kızıl Ejder bulunmuş!”

Bu kişi S-Seviyesinde bir maceracı Soldat Heckler idi. Kuzeyde yaşayanların sahip olduğu yüz fenotiplerine sahipti, Kılıç Tanrısı stilinde gelişmiş, Su Tanrısı seviyesindeyse orta seviyedeydi ve bölgenin bu taraflarında tanınan bir maceracıydı. Thunderbolt Klanı altındaki birçok partiden biri olan  Stepped Leader adlı bir partiyi yönetiyordu. Basherant topraklarının her bir köşesinde kontrat tamamlamış bir partiydi bu.

Stepped Leader altı üyeye sahipti: İki silahşör, bir savaşçı, iki şifa büyücüsü ve bir ofansif büyücü. Bir zamanlar yedi kişilerdi ama maalesef büyücülerinden biri hakkı rahmetine kavuşmuştu. O yüzden şu anda insan gücü bakımından biraz sıkıntı içerisindeydiler. Bu nedenden dolayı da Soldat, Quagmire’a sürekli onlara katılması için ısrar ediyordu.

“-Hey, Quagmire. Sence bizden biri olmanın zamanı gelmedi mi? Bizimle çalışırken rahat ediyorsun sonuçta, değil mi?”

Fakat Quagmire bu teklife başını sallayarak. “-Hayır. Buralarda da ünlü olduğuma göre artık yavaştan diğer ülkeye geçmem gerekiyor.” derdi

Quagmire annesini arıyordu. Böylesine büyük bir dünyada üzerinden beş yıl geçtikten sonra annesini bulmanın zorlu olacağının farkındaydı. Bu yüzden gittiği her yerde ismini duyurmaya karar vermişti, ülke ülke iş yaparken etrafını gözlemleyerek onu bulmayı veya tanınmış biri haline gelerek annesinin ona kendiliğinden gelmesini umuyordu.

“-Oh, ama Kızıl Ejderi avlamaya gelirim.” Quagmire, Soldat’ın teklifini kabul etti. Bir Ejderi başarılı bir şekilde etkisiz hale getirerek şanına şan katabilirdi ki bu zaten amacına uyan bir şeydi.

Resepsiyona emin adımlarla yürüyüp partiye katıldı. “-Sadece biz olmayacağız ama, değil mi???”

“-Birkaç kişi daha toplayacağız. Uzun zaman sonra yapacağımız ilk büyük iş olacak bu. Herkes gitmek için can atıyor.”

Ejder avlama görevleri birden fazla partiyle yürütülen bir işti—yalnız başına böylesine bir işe girişmek intihar olurdu. Beş parti ava katılacağını duyurmuştu.

Bunlar:

S-Seviyesi Stepped Leader.

A-Seviyesi Rod Knights.

A-Seviyesi Iron Cluster Corps.

A-Seviyesi Cave A Mond.

A-Seviyesi The Drunkard’s Nonsense.

Partileri katılacaktı.

Toplamda yirmi beş kişiydiler, Ejder Avlama görevi için önerilen sayı olan yedi partiye yani toplamda 40 kişi veya daha fazlasına ulaşamamışlardı. Soldat sinirlenmeye başlamıştı. Bu gidişle görevi başkasına kaptıracaklardı.

“-Hey hey, Kızıl Ejderden bahsediyoruz lan burada! Bir görevle bin altın kazanacaksınız, hiç mi geleniniz yok?! Hepiniz A-Seviyesi değil misiniz be?! Diğer S-Seviyesi partiler nerede ulan?!”

Birisi konuştu “-Doğuda yeni keşfedilen bir labirent olduğunu duyduydum,”

“-Muhtemelen herkes oraya gitti.”

Başka bir adam iç çekerek. “-Çekileceğiz. Bu işin varacağı bir yer yok.”

Cave A Mond partisindeki dört kişi çekildi ve av partisi yirmi bir kişiye düştü. Diğerleri de bırakacağa benziyordu. Herkes tam dağılmaya başlıyordu ki Soldat bir anda otoriter bir sesle “-Tamamdır, yirmi bir kişiyiz!” diye bağırdı. “-Pastadan alacağımız pay daha da arttı!”

Maceracılar endişeli görünüyor olsalardı da kimse ona karşı çıkmaya cesaret edememişti.

 

Yirmi bir kişi karla kaplı Kuzey Topraklarında yürüyordu. Ağaçlar yapraklarından yoksun bir şekilde dallarındaki bembeyaz kar kütleleriyle hareketsiz bir şekilde duruyordu.

Beklenen uzun kış yaklaşıyordu.

“-Quagmire, etrafı gözle.”

“-Tamam.”

Soldat’ın emirleri doğrultusunda Quagmire, havaya yükselmek için taştan bir sütun oluşturdu ve sütunun üzerinden gördüklerini aktardı.

Kızıl Ejderler büyük canlılar oldukları için düzgün bir şekilde alanı taradıkları sürece onları gözden kaçırma imkanı yoktu.

“-Hm.” Quagmire’ın gözüne bir şey takılmıştı anlaşılan. “-Luster Grizzlies saat iki yönünden geliyorlar. Sürü halindeler. Artlarında devasa bir kar bulutu bırakıyorlar!”

“-Ne kadarlar?”

“-Sekiz…hayır, on taneler! Bizi fark ettiler! Dosdoğru bize geliyorlar hem de hızlı bir şekilde!”

Buraya Luster Grizzlie avlamaya değil Kızıl Ejder avlamaya gelmişlerdi. Az sayıda oldukları için enerjilerini önemsiz canlılarla dövüşerek harcamak istemiyorlardı.

Sonuçta kimse kıyafetleri alev içindeyken kendini yere atıp yuvarlamak istemezdi.

“-Herkes dağılsın! Quagmire aşağı in ve bizi koru!”

“-Anlaşıldı!”

Soldat’ın emri doğrultusunda dört parti dağıldı, canavarlar formasyonun içine girince etraflarını sarmayı planlıyorlardı.

“-Quagmire!”

“-Hallediyorum!”

Soldat’ın verdiği emirle birlikte Quagmire, önüne inanılmaz yapışkanlıkta bir bataklık havuzu oluşturdu. Adından da anlaşılabileceği üzere Quagmire(Bataklık) büyüsünde usta birisiydi. Grizzlie sürüsü orada olmasını beklemedikleri bataklığın içine düşünce hareket edemez oldular.

“-Şimdii!”

Maceracılar topluca saldırıya geçti. Hünerli savaşçılardan bekleneceği üzere hızlı bir şekilde canavarların hepsini kestiler. Öl ya da öldür: Ya düşmanın canı ya da senin. Hiç kimse merhamet göstermedi.

Geride birkaç Grizzlie kalmışken aniden bir feryat duyuldu. “-Kızıl Ejder! Buraya geliyor!”

“-Demek Grizzlieler ondan kaçıyorlardı! Argh!”

“-Hey Quagmire! Ne demek oluyor bu! Doğru dürüst bakmadın mı yoksa?!”

“-Kar bulutu yüzünden göremedim!”

Planları Kızıl Ejderi uzaktan tespit edip sürpriz bir saldırı düzenlemekti. Ama bunun yerine sürpriz saldırıya yakalanan kendileri oldu. Hiç şansları yoktu. Kızıl Ejderler normalde uçan canlılar olsalar da kara üzerindeyken güçlü uzuvları sayesinde göründüklerinden daha çevik olabiliyorlardı. Havada oldukları gibi karada da dişli rakiptiler.

“-Siktir! Geri çekilin! Geri çekilin!”

Quagmire karmaşa içinde harekete geçti. “-Sis bulutu oluşturacağım! Herkes ayrılıp kaçmaya başlasın! Derin Sis!”

Quagmire soğukkanlıydı. Ateş büyüsünü hünerli bir şekilde kullanarak karı eritmiş ve bir sis duvarı yaratmıştı ve bunu sadece etrafındaki doğal kaynakları kullanarak başarmıştı. Ejder ise, malesef, zekiydi. Tehditler arasından en büyük olanını tespit edip onu yok etmeyi iyi biliyordu ki bu da odağını Quagmire’a çevirdiği anlamına geliyordu.

“-…gah!”

Yoldaşlarının aksi yöne doğru kaçtı. Düşman onun üzerine geliyorken yoldaşlarının kaçması için zaman kazanmak onun vazifesiydi.

Quagmire, hafif ayaklarıyla Kızıl Ejdere daire çizdirirken çok çevikti. Yaptığı günlük idmanlar meyvesini veriyordu. Bu durumdan bunalan Ejder, ağzından ateş püskürtünce ve alevler ok gibi havada yayılmaya başlayınca kaşla göz arasında her yer aleve boğuldu. Bu, canavarın kendine özgün yeteneklerinden birisiydi: ateş nefesi. Alevine yakalanan her bir canlı anında küle dönüşürdü.

Yoksa Quagmire ölmüş müydü yoksa?

Hayır–Hala hayattaydı! Kendini korumak için devasa bir su duvarı oluşturmuştu ve havadaki su buharını yararak koşmaya devam ediyordu. Cüppesinin kenarlarındaki yanan korları görmezden gelip bir taş gülle oluşturdu ve bu taştan mermiyi yüksek hızda canavara yolladı.

Gülle Ejderin pulunu deşti ve canavar “-Graaah!” diye kükredi.

Quagmire, Canavara birbiri ardına gülle yağdırdı. Kızıl Ejder birkaç tanesinden kaçınsa da gülleler çok hızlı ve sert geliyordu, çok geçmeden canavar kuyruğunu kıstırıp kaçmaya başladı. Zeki bir canlıydı. Karşısındaki Quagmire denen küçük bedende derin bir kudretin yattığının farkına varmıştı.

Quagmire peşinden gitmedi. Gerçekten böylesine değerli bir avın kaçmasına izin mi verecekti yoksa? Bir anlığına böyle yapacakmış gibi göründüyse de…

“-Gu-graaaah!” diye kükredi canavar.

Az önce yarattığı bataklık havuzuna yakalanmıştı, hızla yapışkan çamurun içine batıyordu. Quagmire bataklığın içine daha fazla mana aktardı, ejder kaçmaya çalıştıkça çamur ona daha çok yapışıyor ve tutucu oluyordu.

“-Ooh, takıldı lan oraya.” diye mırıldandı Quagmire, Ejderin kafasına devasa bir taş gülle yolladığında şaşkın görünüyordu.

Cümbüş başlar başlamaz kaçmaya başlayan diğer maceracılar birer birer döndüler. “-Hassiktir. Ulan Quagmire, sen ne güçlüsün be oğlum.”

“-Şeytan Kıtasında seyahat ettim dediğinde yalan söylemiyormuşsun meğer.”

“-Güçlü olduğunu biliyordum ama o şeyi gerçekten yendiğine inanamıyorum!”

Küstahlığın fitne çıkartacağını iyi bilen Quagmire övgülerin kafasına girmesine izin vermedi. “-Doğrusu çoktan yaralıydı. Neyse, hadi bana şu şeyi kesmeme yardım edin de ganimetleri aramızda bölüşelim. Herkes alabildiği kadarını alsın.”

“-Emin misin? Tek başına öldürdün onu sonuçta?”

“-Saçmalama… Ayrıca bu kadar şeyi tek başıma taşıyamam, burada bırakırsak diğer canavarları üstüne çeker. Alabildiğinizi alın ve gerisini yakın. Zombi Ejderle uğraşmak istemeyiz.”

Yedi gün sürmesi planlanan görev bir gün içinde sona ermişti. Quagmire’ın ganimetten aldığı pay—Pullardan, kemiklerden ve Kızıl Ejderin etinden oluşuyordu— bu küçük bir servet değerindeydi.

Hana bir kese dolusu altınla döndü ve kahvaltıda yediği öğünden daha sade bir yemek yiyip odasına çekildi. Dindar adam, tanrısına bugünü de sağ salim bitirdiği için dua etti. Bu ritüel kültürsüzlere garipmiş gibi görünse de bu onun için çok önemliydi.

Ve böylece Quagmire’ın günü sonlandı. Yarın ailesini arama devam edecekti.

 

 

Rudeus

 

 

Bir gece aniden barda yemeğimi yerken oldu bu olay. Tek başımaydım tabii ki. Yeme işi tek başına yapılan bir iştir sonuçta. Tek başımaydım ve varlıklıydım. Ama yalnız değildim, hem de hiç! Sadece kalabalıktan nefret ediyorum o kadar.

“-İşte tam o sırada! Kızıl Ejder ortaya çıkıverdi!”

Üç ozan barın sahnesinde gösteri yapıyordu. Biri sahnenin önünde temiz, sakin, anlaşılır tonda bir sesle hikaye anlatıyorken diğer ikisi arkada müzik çalıyordu ve arada bir ses efekti veriyordu. Telif hakkı denen şey henüz bu dünyada icat edilmediği için gezgin ozanlar birbirlerinin şarkılarını gönül rahatlığıyla kullanabiliyordu. Hatta farklı şarkıları birleştirip hibrit şarkılarda çıkarttıkları oluyordu. Bazılarının farklı enstrüman çalan gruplarla birleşip dünyayı gezdiği de oluyordu–yanlarında dövüşmeyi bilenleri eksik etmeden tabi ki. Şarkı söyleyip dans eden, üstüne dövüşebilen maceracılar–işte bu dünyada onlara ozan diyorlardı.

Bu üçlüyü daha önce maceracılar loncasında görmüştüm. Big Boys Orchestra; şan ve şöhrete olan tutkularını açıkça vurgulayan bir isme sahip C-Seviyesi bir partiydiler. Ama ne yazık ki yetenek açısından biraz yoksundular. Yine de buna rağmen sürekli yeni şeyler çıkartıyorlardı, geçen günkü ejder avlama görevini şarkılaştırdıklarını duyduğumda şaşkınlığa uğramıştım. Şu anda söyledikleri şarkı o hikayeden esinlenilmiş. Şarkı uyarlaması yapan Youtuberlar gibiler aynı. Yok ya, öyle değil aslında.

Müzikle hiç ilgilenmemişimdir, ne bu ne de önceki hayatımda. Bir keresinde Vocaloid de şarkı yapmayı denemiştim ama elime yüzüme batırınca vazgeçtim. Bu yüzden insanlara hep göt davulu çalabildiğimi söylerim. Betimlemek gerekirse; iki elimi götümde çapa çapa vurup şaplatarak davul çalarım.

Ama bu ozanların yaptığı şey—duydukları hikayeden bir şarkı ortaya çıkarmak—benim asla yapmayı hayal dahi edemeyeceğim bir şeydi. Yeteneklerinin birazcık gelişime açık olduğu doğru olsa da yaratıcılıklarını takdir etmeliyim şahsen.

İşin kötü yanı; maceramı anlatan adam, yaşlı bir köy masalcısı gibi ya da bir belgeselci gibi anlatıyordu. Ben gösteriyi ilgi çekici buluyor olsam da adamın donuk ses tonu izleyiciye hitap etmiyordu. Aha, birisi yuhaladı işte, çok sıkıcı olduğunu ve başka bir şey çalmasını istiyor.

Amma acımasızsın be dostum. Bak hikayenin kahramanı burada oturuyor oysa ki.

Bam!

Kapı gümleyip açıldı. Soğuk hava içeridekilerin yüzünü yaladı. Herkesin bakışları kapıya yöneldi ve vücuduma bir titreme geldi.

“-Sonunda buldum seni, Quagmire Rudeus!”

Hana giren kişi lüle saçlı bir elf kızıydı. Sırtındaki çantası ve belindeki kılıcıyla her ne kadar maceracıya benziyor olsa da üzerindeki elbise ona farklı bir görünüm veriyordu. Büyük, kısık gözleri ve capcanlı sarı saçları vardı. Bir de oldukça ince yapılıydı ve küçük göğüsleri vardı—kulaklarından bahsetmiş miydim? Elf denince aklıma bu kadının görüntüsü geliyor nedense.

Ve parmağı bana işaret ediyordu. Herkes bana döndü.

“-Gah! Burda mıydın Quagmire…”  Az önce yuhalayan adam yüzünü ekşitti, onu görmezden geldim. Yüce gönüllü bir insanım çünkü.

“-Demek beni buldun sonunda ha?” diye cevapladım elfi hiç duraksamadan, kim olduğuna dair en ufak fikrim gerçi. Şu son birkaç yılda hasım kazanacak hiçbir şey yapmadım. İnsanlara yardım edip kavgalardan uzak durdum ve kötü gözleri üzerime çekmemeye çalıştım. İlk defa böylesine güzel bir kadın peşimdeydi, acaba iyilik puanımı çok arttırdım da artık insanlar ayağıma gelerek mi bana teşekkür etmeye başladı?

Her nedense söz konusu durumun böyle olmadığını düşünüyorum.

“-Tam da onlara dediğim gibi, kabak gibi ortada duruyorsun işte. Bak, hemencecik buldum seni!”

“-Bekle bir dakika, az önce ‘sonunda’ dememiş miydin sen?”

“-Daha doğuda olduğunu sanmıştım,” dedi, büyüleyici gözleri bana odaklanmıştı. Her nedense dudağından salya akıyordu. Şıp diye yaladı.

Nee, hemen düştü mü öylece bana? Bunca zamandır yapmaya çalıştığım atletik vücudum karşısında ağzımı sulandı az önce? Hehehe, eh şu son zamanlarda formda olduğum doğrudur. Ayriyeten, ergenliğimin ortasında olduğum için her geçen gün büyüyorum.

“-Noldu?”

“-Yok yok, bir şey yok!” Elf kadın boğazını temizleyip yanımdaki koltuğa oturdu.

Bütün handa ooo’lar aaa’lar yankılanmaya başladı. İnsanların “Quagmire’ın belalısı mı varmış bunca zamandır!” dediğini duydum.

Valla ben de inanamıyorum. O kadar şaşkınım ki gözlerim yaşarıyor.

“-Phew.” Çantasını yere koyup gürültülü bir şekilde sandalyesini yanıma yaklaştırdı.

Çok yakın. Ciddi anlamda çok yakın. O kadar yakın ki eğer hala bakire olsaydım bana aşık olduğunu falan düşünürdüm herhalde. Tehlikeli sularda yüzüyorsun hanımefendi. Bana aşık olursan pişman olursun.

“-Benim adım Elinalise, Elinalise Dragonroad. Baban Paul’un eski parti üyesiyi–”

“-Ah.” meğer Paul’un arkadaşıymış. Muhtemelen haber iletmek için beni arıyordu.

“- ayrıca Roxy’nin arkadaşıyım.”

“-Ne! Öğretmenim! Nerede o?” Uzun zaman sonra Roxy’nin adını duyunca oturduğum yerde öne doğruldum. Ona dualar etmek şu son birkaç yıldır beni iki ayağımın üzerinde tutan tek şeydi.

“-Daha da önemlisi!” Aklımdaki en öncelikli soruyu yanıtlamadan Elinalise beni öpebilecek kadar yakınıma sokuldu ve dudaklarını kulağıma dayadı. “-Tek başına bir kızıl ejderi dize getirdiğini duydum.”

“-E-Evet, şey, ölmek üzereydi zaten.”

“-Roxy’nin neden seninle bu kadar gurur duyduğunu şimdi anlıyorum.”

Eh doğrusu kolay bir mücadele değildi. Bu yıl aldığım görevler arasında hata yapma payının en az olduğu görev olduğunu söylesem abartmış olmam. Ejder Tanrısı Orsted ile karşılaşmam karşısında devede kulak kalır gerçi. Bir kere öylesine aşırı bir şeyi deneyimleyince çoğu şey karşısında sakinliğini koruyabiliyorsun.

“-Öğretmenimin benimle övündüğünü duymak yüzümü kızartıyor… Yo, gıdıklıyormuşsun meğer. Napıyon sen?”

“-Göğsüne dokunuyorum. Baya güçlüsün.” Elinalise kollarımı ve göğsümü sıvazlıyor. Güçlü olduğumu işitmek o kadar da kötü hissettirmiyor aslında. Eli, Lilia’nın bana hediye ettiği kolyeye çarpınca. “-Oy, amanın ne kadar tuhaf. Kim verdi sana bunu?”

“-Hizmetçimiz.”

“-Hizmetçiniz mi? Elf miydi?”

“-Huh? Hayır, elf değildi.  Amanın amanın, neden böyle sorular soruyorsunuz?” Dedim. Hay aksi, onun gibi konuşmaya başladım.

“-Boş ver, önemli değil.” Elinalise dilimin sürçmesine aldırmayıp belinde asılı duran kılıç kınını gösterdi. Benimkine benzeyen bir kolye asılı duruyordu ama onunki eli hünerli birisinden çıkma gibi duruyordu. “-Bak eküri olduk,” dedi ve bana sırnaşmaya devam etti.

İçeri girdiğinden beri çok yakın davranıyor. “-Noluyor şu anda? Benden hoşlanıyor musun yoksa?”

“-Evet, sen iyi bir adamsın. Tahmin ettiğimden daha iyi hatta. Şaşkınım doğrusu. Daha çocuksu olmanı beklerdim ama… sandığımdan daha kaslı çıktın, çoooook hoooooşsun.”

Benimle kafa buluyor. Yine de kalbimi küt küt attırmayı beceriyor. “-Uhhhm. Heh, sizde baya güzelsiniz, hanımefendi.”

Bakireler gibi elimi ayağıma dolaştırmayacağım. Çenesinin altına parmağımı koyup yukarı kaldırdım. Kaldırınca yavaşça gözlerini kapadı, onu öpmemi bekliyordu adeta. Tam da bunun ne tür bir şaka olduğunu düşünüyorken elini kafamın arkasına koydu.

Ciddi misin? Bak cinsel uyarılar alıyorum burada ama ha, huh? Yapabilir miyim? Cidden ona fransız öpücüğü vermeme izin mi verecek?

Tam bunu düşünüyordum ki bir anda gözleri fal taşı gibi açıldı. “-Oh hayır, yapamam. Aşkolsun bana.”

“-Lütfen benimle oyun oynamayın.” diye şikayet ettim.

“-Erkeklerle oynamam ben. Ayrıca, Paul’un gelini olmayı hiç mi hiç istemiyorum ve Roxy ile olan arkadaşlığımın da devam etmesini istiyorum.”

…ne? Demek o ve partinin geri kalanı ayrılmadan önce Paul ile kavga etmişler, uzun zaman önce yaşanmış bu olayın sonucunda da Paul’un oğluyla çıkmayı göze alamıyor mu yani? Eh, her neyse, önemli değil zaten. Artık birisiyle çıkmak istemiyorum, ne şimdi ne de yakın bir zamanda.

“-O zaman Bayan Elinalise, benimle olan işin nedir?”

“-Evet o konuya gelirsek. Sana iyi haberler getirdim.”

“-İyi haberler derken?”

Elinalise sırıttı.

 

İşte o gün Zenith’in nerede olduğunun bulunduğunu öğrendim.

 

 

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.