Gölgedeki Kardinal Cilt 1 Bölüm 1

[ A+ ] /[ A- ]


 

 

İnsan olma sınırları içerisinde kalmak, bir Taepodog tarafından buharlaştırılabileceğin anlamına gelir.

 

Tetikleyen neydi hatırlamıyorum. Tek bildiğim, kendimi bildim bileli “gölgedeki güçlerin” özlemini çektiğim.

Anime yüzünden miydi? Manga? Ya da filmler? Aslında gerçekten önemli değil. Gölgelerdeki güç olduğu sürece ne olduğunun önemi yoktu. Onları seviyordum.

Ne kahraman ne de bölüm sonu canavarı değil. Sadece gölgelerin içinden gücünü gösteren ve gölgelerden işlere müdahale eden varlıklardan bahsediyorum.

Onlara hayran kaldım ve onlardan biri olmak istedim.

Başkaları için kahramanlar ne ise, benim için de gölgelerdeki güçler oydu. Hepsi bu.

Ama kahramanlara tapan şu çocukların aksine, benimki kısa ömürlü bir tutku değildi. Bu daha derin bir şey, kalbimin derinlerinden yanan bir şeydi ve beni sürekli ileri itti.

Karate, boks, kendo. Karışık dövüş sanatları ve dahası. Güçlü olmak için kendimi ihtiyacım olacak her şeyi öğrenmeye adadım. Kendimi ortaya çıkaracağım günün hatırına.

Okulda sıradanlığın ta kendisiydim. İnsanlara ve hayvanlara, tekinden hepsine zararsız bir adam. Ayaktakımı karakteri A.

Ama günlük yaşantım denilen madalyonun diğer tarafında yorucu bir eğitim vardı.

Şu benim gençliğimdi ve şu da okul hayatım.

Ancak zaman akıp gittikçe ve ben büyüdükçe, umutsuzluk üzerime çöktü. Gerçeklikle yüzleşme zamanı geldi.

Tüm çabalarımın anlamsız olduğu gerçeği.

Ne kadar dövüş sanatında ustalaşırsam ustalaşayım, hikayelerde tasvir edilen gölgelerde gizlenmiş şu güçlerin sahip olduğu ezici güçten yine de uzak olurdum.

Başarabileceğim en büyük şey birkaç sokak serserisini dövecek güç olurdu. Silahlar işe karıştığında işler zorlaşırdı. Tam teçhizatlı askerler tarafından kuşatılırsan, o zaman işin biterdi.

Askerler tarafından hırpalanan gölgelerdeki güç.

Ne gülünç ama.

Eğitimde birkaç on yıl daha harcasam da dünyadaki en güçlü dövüş ustası olsam da etrafım askerler tarafından sarıldığında yine de yenilirdim. Mm, ya da belki bir şekilde üstesinden gelirdim.

Belki yeterli eğitimle insanlar, kuşatılmış olsalar bile askerleri yenme gücüne sahip olabilirler.

Her neyse. Her bir askeri yere sersem bile, kafama bir Taepodong yersem buharlaşırdım. İnsan olmanın sınırı budur.

(ÇN: Taepodong, Kuzey Kore yapımı kıtalar arası balistik füze.)

Kendimden emin şekilde söyleyebileceğim tek şey şu. Benim hayran olduğum gölgedeki güçler sadece bir Taepodong ile buharlaşmazdı. Bu da demek oluyor ki, ben de Taepodong tarafından buharlaşmayacak bir insan haline gelmek zorundaydım.

Bir Taepodong’un beni buharlaştıramaması için neye ihtiyacım var?

Delme gücü?

Sağlam bir vücut?

Sonsuz dayanıklılık?

Tabii ki değil.

Farklı bir şeye, tamamen farklı bir çeşit güce ihtiyacım vardı.

Büyü, mana, ki, aura, herhangi bir şey olurdu. Bir tür mistik güç elde etmem gerekecekti.

Gerçeklikle yüzleştikten sonra ulaştığım cevap buydu.

Gerçek gücü arayan biri olsaydı, eminim herkes onun akıl sağlığından şüphe ederdi.

Ben de ederdim. Tabii ki o kişi delidir.

Ama, peki, gerçekten nasıl?

Bu dünyada, henüz kimse büyünün varlığını kanıtlayamadı. Ama madalyonun diğer tarafından bakarsak, kimse de büyünün var olmadığını kesin olarak kanıtlayamadı.

Akıl sağlığı aradığım gücü bana vermeyecekti. Bu kesinlikle deliliğin ötesinde yatan bir şey.

Bu noktadan sonra benim eğitimim daha da zorlaştı.

Sihir, mana, ki, aura. Kimse bunlardan herhangi birini nasıl öğreneceğini bilmiyordu.

Budist tarzı meditasyon yaptım, şelalelerin altında meditasyon yaptım, sessizce meditasyon yaptım, oruç tuttum, yogada ustalaştım, inancımı değiştirdim, ruhları aradım, dua ettim. Hatta kendimi bir çarmıha bile gerdim.

Doğru cevap yoktu. Tek seçeneğim inandığım yolda, karanlıkta yapayalnız ilerlemeye devam etmekti.

Zaman geçtikçe, sonunda lise çağımın son yazına yaklaştım.

Yine de sihri, manayı, ki’yi ya da aurayı bulamadım…

 

◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇

 

Klasik eğitimimi bitirdikten sonra, gökyüzünün tamamen karardığını fark ettim.

Kollarımı okul üniformamdan geçirmeden önce yanıma düşürdüğüm iç çamaşırımı giydim.

Hala bir mistik gücü kavrayamamıştım ancak son eğitimimde bazı gelişmeler kaydettiğimi hissediyorum.

Şu anda olduğu gibi.

Bir eğitim dönemini henüz bitirdikten sonra kafamın içinde yanıp sönen parlak bir ışık var ve görüşüm dengesiz bir şekilde sallanıyor.

Ya sihir… Ya da belki aura…

Kesinlikle ikisinden birinin etkilerini hissediyorum.

Bugünkü eğitimimde gerçekten yol kat ettiğimi söyleyebilirim.

Ormandayken tüm kıyafetlerimi çıkararak doğayla bütünleştiğimi hissedebildim. Kafamı sürekli kalın bir ağaç gövdesine vurarak, aklımı dikkat dağıtıcı düşüncelerden arındırmayı ve beynimi de mistik güçlerin uyanması için teşvik etmeyi başardım.

Gayet mantıklı bir eğitim programı bu.

Aah, görüşüm gittikçe bulanıklaşıyor.

Neredeyse beyin sarsıntısı geçiriyormuşum gibi.

Yüzen adımlarla – neredeyse havada süzülüyormuşum gibi! – Ormandan aşağı iniyorum.

Ansızın, sallanan bir ışık gördüm.

Aslında havada dönen iki ışık.

Ne kadar gizemliler! Bana rehberlik ediyor, davet ediyor gibiler.

“S-Sihir olabilir mi?”

Sendeleyen adımlarla yaklaştım.

Öyle olmalı! Bu sihir!

Nihayet! Sonunda bir mistik güç buldum.

Ben farkına varmadan adımlarım bir çizgiye dönüştü. Yolumda ağaç kökleri vardı ama tökezlediğimde bile vahşi bir hayvan gibi ileri atılarak ışıklara doğru yuvarlanmaya devam ediyorum.

“Sihir! Sihir! Sihir! SihirSihirSihirSihirSihir!!!”

İki ışığa atılıyorum ve yakala…

“Ah…?”

Ön farlar dünyamı saf beyaza boyuyor.

Gıcırdayan frenlerin sesi kafamın içinde yankılanıyor.

Şok vücuduma işliyor ve ben… benim sihrim…

 

◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇◆◇

 

Sonuç olarak ben sihri buldum.

Uyandığımda etrafım sihirle kaplanmıştı.

Sonda gördüğüm şu iki ışıktan biraz farklıydı ama hey, önemsiz detaylar kimin umurunda.

Ah, doğru ve başka bir önemsiz detay da görünüşe göre reenkarne olmuş olmam. Belki de bana reenkarnasyon kapılarını açan bulduğum sihirdi. Ya da her neyse. Tekrardan, kimin umurunda.

Şu anda birkaç aylık bir bebeğim. Tam olarak farkına varmam son günlerde oldu ve zaman algım hala biraz bulanık. Bu yüzden detaylardan tam olarak emin değilim.

Her şeyin ötesinde dili anlayamıyorum. Tüm bildiğim bu dünyanın orta çağ Avrupa’sına benzer bir kültüre sahip olduğu ki bu da sanırım yeterince iyi.

Çünkü asıl önemli olan sonunda sihri ele geçirmiş olmam. Can alıcı nokta bu. Süreç ve diğer ekstra detaylar beni hiç ilgilendirmiyor.

Gelir gelmez, sihri fark etmiştim. Havada uçuşan şu göz alıcı parçacıkların görüntüsü, önceki hayatımda eğitimimin bir parçası olarak bir çiçek tarlasında çırılçıplak koşarken hissettiğim şeye benziyor.

Şu eğitim hiçbir şekilde anlamsız değildi. Bunun kanıtı sihri hemen hissedebildiğim gerçeği ve artık kendi elim ayağım kadar ustalaşmış olmamdır. Bu his tıpkı anadan üryanken kendimi çarmıha gerdiğim zamanki gibi… Hayır, defalarca değiştirdiğim dinler ve anadan üryan dans ederek dua ettiğim zamanki gibi. Eğitimimin her bir parçasının meyve verdiğine şimdi eminim.

Fiziksel güçlendirmenin gerçekten mümkün olduğunu çoktan doğruladım.

Bir bebeğin sahip olduğu tüm boş zamanı eğitime harcayarak bu kez kesinlikle gölgelerde bir güç olacağım… Ah, kakam geldi.

Lafı açılmışken, kuşların altını tutamadıklarını bir yerde öğrenmiştim ve insan bebeklerinin de. Mantığım ne kadar direnmemi söylese de içgüdüm onu bırakmam için bağırıyor. Ancak, günleri ve geceleri antrenman yaparak geçirdiğim fiziksel güçlendirmem ile zaman kazanmak için anal sfinkterimi (kas) sıktım. Bu sırada…

“GYAaaaaaAAAA!”

… yardım çağırıyorum.

Not

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.