İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 09 Bölüm 15
Yan Hikaye: Sylphiette (Part 0)
Çevirmen: RaccoonYobo
O gece rüyamda geçmişi gördüm— Rudy’nin Büyü Akademisine gelmesini.
Ranoa Büyü Akademisindeki üçüncü yılımdı. Linia ve Pursena onları yenmemden sonra durulmuştu ve Prenses Ariel öğrenci konseyi koltuğunu sağlama almıştı. Bu başarılar hizbimize bir sürü yeni destekçi çekmişti; her şey tıkırında ilerliyordu. O fasılda safımıza okulda nüfuz sahibi kişileri çekebildiğimiz kadarını çekmiştik. İşbirliğinin devamını sağlama almak için Büyü Akademisine davet edebildiğimiz kadar güçlü kişilikleri çekmeyi planlamıştık. Bu plan üzerine çalışıyorken ise tanıdık bir isimle karşılaşmıştım.
Daha doğrusu, araştırmalarımız bizi “Quagmire Rudeus.” adında bir maceracıya ulaştırmıştı. Onun anında Rudy olduğunu anlamıştım. Quagmire’ın, Macercılar Loncasında A Rütbesine yükselmeyi başarmış genç ve yetenekli bir büyücü olduğu söyleniyordu. Kuzey bölgesinde sadece birkaç yıldır çalışıyormuş ama başarıları bütün Büyü ülkelerine yayılmıştı. Özellikle Toprak Büyüsündeki hüneri. Dedikodulardan ne kadar güçlü olduğunu anlamak biraz zor olsa da tek bir söz söylemeden bataklık oluşturabildiği söyleniyordu.
Sessiz Efsun onun Rudeus olduğuna beni ikna eden şeydi. Geçmiş aklıma geldiğinde onunla ilk karşılaştığımızda da çamur bazlı büyü kullanıyordu. Rudy, Aziz seviyesi su büyüsü kullanabildiğinden insanlar ondan hep su büyüsü kullanmasını bekliyordu. Lakin o daha çok şok dalgasıyla ani manevralar yapmayı ve rakiplerini bataklık büyüsüyle yavaşlatmak gibi kurnaz taktikler kullanmayı seviyordu.
Prenses Ariel’e Quagmire Rudeus denen kişinin bana büyü kullanmayı öğreten– bunca yıldır kayıp olan eski arkadaşım olduğunu söyledim.
“Eğer gerçekten oysa onu aramızda görmek hoş olurdu…”
O zamanlar Prenses Ariel’in Rudy’e dair birtakım şüpheleri vardı. Bu anlaşılabilir bir şeydi. Hakkındaki dedikodular kulağa şüpheli geliyordu. Bu dedikodulardan bazıları şöyleydi:
Rudeus Greyrat Asura Krallığının Fittoa Bölgesinde bulunan Buena Köyünde dünyaya gelmişti. Daha üç yaşındayken Kral Seviyesi Su Büyücüsü (Gerçi o zamanlar Aziz Seviyesindeydi) Roxy Migurdia tarafından ders almaya başlamıştı. Beş yaşındayken bileğinin hakkıyla Aziz Seviyesi Su Büyücüsü olmuş. Yedi yaşında ise Roa Hisarı Valisinin kızı Eris Boreas Greyrat’ın özel hocası olmuş; hocalık yaptığı dönemde bu vahşi, kontrol edilemez kız çocuğunu saygı duyulası bir leydi haline getirmiş. Ondan sonra da Işınlanma Felaketine yakalanıp kaybolmuş.
Eski günlerde muhtemelen bunda tuhaf bir şey bulmazdım. Ama şimdi, Gümüş Sarayda yaşadıktan ve Büyü Akademisinde eğitim gördükten sonra… bütün bunların kulağa tuhaf geldiğini itiraf etmem gerekiyordu. Hatta kurgusal.
Tabi, Rudy’nin Roxy altında talebelik yaptığını biliyordum ve bu yüzden Hocasına büyük saygı duyuyordum. Roxy ile hiç tanışmamıştım ama bir süre Buena Köyünde kaldığını biliyordum. Hatta şu an kullandığım asayı Rudy’e o vermiş. Yedi yaşında hocalık yapmaya başlaması ise kulağa mantıklı geliyordu; ailesi onu evden yedi yaşındayken göndermişti.
“Güvenin bana Prenses Ariel, bu bilgilerin hepsi doğru. Bu kişi kesinlikle o.”
“Belki olabilir. Ama yine de bu dedikodulara inanmanın biraz zor olduğunu itiraf etmeliyim.”
Prenses Ariel ve Luke’u iddialarımla ikna edememiştim. Onlara yalan bilerek yalan söylemeyeceğimi bilecek kadar bana güveniyorlardı ama hikayenin tamamını bilmiyorlardı. Gerçi onları suçlayamazdım. Rudy’i yakından tanımama rağmen bütün bunlar bana deli saçması gibi geliyordu.
“Her neyse, sizce böylesine inanılmaz bir büyücü bize yardım eli uzatır mı? Hem de Boreas Greyratlar ile bağı olan bir büyücünün?”
Asura soylu ailelerinin karmaşık ittifaklarını ve rekabetlerini anlamakta hala zorluk çekiyordum. Divanda sadece bir yıl geçirmiş olsam da orada öğrenecek çok şey vardı. Lakin Greyrat Ailesi ile ilgili gayet bilgiliydim. Boreas Ailesi birinci Prensi destekliyordu. Bu onları bizim düşmanımız yapıyordu. Eğer Rudy onlar için çalışıyorsa bu onun da bizim düşmanımız olduğu anlamına gelirdi.
Bunu demişken, Boreas ailesiyle bağlarını uzun zaman önce kestiği belliydi. Başka türlü Kuzey Topraklarında maceracı olarak avarelik etmesinin pek bir anlamı yoktu. “B-Ben eğer istersek Rudeus’un bize yardım edeceğine eminim…”
Sesimin özgüvenli olduğu söylenemezdi. Söylediğim şeye inanmakta ben bile zorluk çekiyordum.
Luke keyifli bir şekilde somurtarak. “O ütü göğsünle Notos ailesinden hiçbir erkeği tavlayamazsın.” dedi.
Kollarımı göğsüme siper edip Luke kızarak baktım. Bunu sürekli yapıyordu. Göğsümün küçük olmasıyla dalga geçme şansını hiç kaçırmıyordu. Ona göre “düzgün” göğsü olmayan kadınlar kadın bile değildi, bu benim cazibesizliğin sözlük olduğum anlamına geliyordu. Böyle yaparak ne elde etmeye çalıştığını bilmiyordum. Kanımda elf kanı akıyordu, elflerin kıvrımlı vücutları olmazdı.
Hakkını almamam gerek ama, Luke genellikle sonda darbeyi yumuşatırdı: “Sanırım bu yüzden arkadaşız.”
Hala beni arkadaş olarak gördüğünü bilmek güzeldi. Yine de görünüşümle sürekli dalga geçmek özgüvenime pek iyi gelmiyordu. Prenses Ariel’e kıyasla görünüşümün sıradan olduğunu biliyordum, ama o aşılması zor bir seviyeydi.
“Kastettiğim o değili Luke!”
“Eh, o zaman neyi kastettin peki? Ona gerçek kimliğini açıklamayı düşünmüyorsun değil mi?”
“Huh? Ah… evet haklısın.” Benim şu an Sessiz Fitz olmam gerekiyordu. Öylece gerçek kimliğimi açıklayamazdım… ne olacak şimdi?
“Yine de senin adına sevindim Sylphie,” dedi Prenses gülümseyerek. “Uzun zamandır aradığın birisini bulmak muhteşem bir his olmalı.”
Prenses gerçekten çok nazik bir insandı. Bazen katı davrandığı oluyordu ve çoğu zaman gizliden gizliye sinsi planlar pişiriyordu ama derinlerde çok temiz kalpli birisi olduğunu biliyordum. Ama sonrasında olan şeyi hiç beklemiyordum.
“Sana özel istisna yapacağım. Rudeus’a gerçek kimliğini açıklayabilirsin.”
“Huh? Ne? Sessiz Fitz maskemi çıkartmama razı mı? “Ama Prenses Ariel, planımız bozulabilir…”
Planımızda oynadığım rolün öneminin farkındaydım. Fitz, Prenses Ariel’in gücünün vücut bulmuş haliydi. O, prensesin her zaman yanında durup her emrini yerine getiren, puslu geçmişe sahip gizemli bir usta büyücüydü. Bütün bunlar Fitz’in gizemine gizem katıyordu ve onu daha tehditkar biri olarak gösteriyordu.
Son birkaç yılda ortalama bir büyücüyü veya silahşörü yenebilecek kadar güçlü olduğumun farkına varmıştım. Heh, sanırım Rudy beni iyi eğitmişti. Henüz Kral ya da İmparator seviyesinde değildim, hele Yedi Dünya Gücü hiç değildim, ama muhtemelen aziz seviyesindeki bir silahşöre karşı kendimi savunabilirdim. Tahtın varislerinin çağırabileceği Kral Seviyesi Silahşörlere karşı şu an hiç şansım yoktu ama yine de ben Prenses Ariel’in hizbindeki en güçlü silahtım. Üniversitede, sırf “Fitz”’in güvenini kazanabildiği için Prensesi desteklemeyi seçen bir sürü insan vardı. Eğer benim aslında taşra bir köyden geldiğim sözü etrafa yayılırsa bizi destekleyen bu insanlar hizipten ayrılabilirlerdi.
Kim ne derse desin, sahip olduğum yetenekler gerçekti, ona şüphe yoktu… ama insanlar genellikle mantıklı düşünen canlı değillerdir.
“Benim için halihazırda çok şey yaptın Sylphie. Arkadaşın olarak en azından sana bunu borçluyum.”
“Ama—”
“Eğer olur da planımız başarısızlıkla sonuçlanırsa bu sonucu kabul etmeye razıyım,” diye sözümü kesti Ariel, sesi katı ve kararlıydı. “Ayrıca eğer bu genç adamı aramıza katılmaya ikna edeceksek bu işi eski çocukluk arkadaşı dışında kim daha iyi yapabilir ki?”
“…Teşekkür ederim Prenses Ariel.” Bir süre tereddüt etsem de minnettarlığımı gösterdim. Prensesin kazançlarını düşünerek bu kararı verdiğini biliyordum lakin bu beni rahatsız etmiyordu.
Rudy benim büyümüş halimi görse ne derdi acaba? Sabırsızlanıyorum.
Rudy’i Akademiye çağırma planımız başarılı oldu. Onunla ilgili istihbaratımızı yönetmeliğe gönderip bıyık altından onun akademiye davet edilmesini rica ettik. Başkan yardımcısı Jenius ise şikayet etmeden işin geri kalan kısmını halletti.
Birkaç ay sonra beklediğim gün gelmişti. Jenius arkasında birisiyle Uygulamalı Yetenekler Sınıfına girdiğinde ben de oradaydım. Onu gördüğümde az kalsın çığlık atacaktım.
Rudy bu! Gerçekten de Rudy!
Buna şüphe yoktu. Yüzü eskiden olduğundan daha hüzünlü görünüyordu ama o kesinlikle Rudy’di. Onu tanımamamın imkanı yoktu.
Aman allahım! Çok yakışıklı!
Köydeyken tanıdığım çocuğun izlerini görebiliyordum ama o artık daha büyüktü. Hareketleri pürüzsüz ve sağlamdı— talim yaptığı çok belli oluyordu. Giydiği cüppe çok hıpranmıştı ama bu ona hoş tehlikeli bir hava katıyordu. Cüppesine bakarak bir sürü savaşa girdiğini anlayabiliyordum. Asasını ustalıkla tutuyordu.
Eğitim salonuna doğru yürürken Rudy etrafını dikkatli bir şekilde gözlemliyordu. Bu biz çocukken bile yaptığı bir şeydi. Muhtemelen o zamanlar onunla evlenecektim, ama belki de o benim ligimin üstündeydi… Ona baktıkça vücudum ısınıyordu.
Ani bir çekim tarafından ele geçirilip ona doğru keskin bir adım attım, her an ona doğru koşup adını söyleyebilirdim. “Ru–”
Lakin ben daha konuşmaya başlamadan olduğum yerde donakaldım. Rudy’nin peşinden içeri çok güzel bir kadın girmişti.
Bekle… bu yoksa Rudeus’un karısı mı?
O bir elfti. Onunla ilgili bir şey bana babamı anımsatıyordu. Zarif ve yüce bir yüzü vardı; kraliçe ya da zengin bir soylu hanımefendiye benziyordu. Ve Rudy’ye yapışıyordu. Rudy onun bu davranışı yüzünden bıkkın görünüyordu ama onu itmiyor veya söylenmiyordu.
…Huh? Ne?
Onları izlerken şaşkınlıktan donakalmıştım. Rudy’e doğru koşup onu karşılama şansımı kaybetmiştim.
Bundan birkaç dakika sonra ise Rudy’nin “giriş sınavına” yapmak ver gerçekten sessiz efsun yapıp yapamadığını test etmek için çağrıldım.
O fasılda bir nevi sakinleşmiştim. Rudy çok yakışıklı olduğu için hayatında bir kadının olması tuhaf değildi. İçimden sürekli bunu tekrarlıyordum. Kiminle evlenmiş olduğu önemsizdi artık. Gerçekten önemsizdi. İkimiz sonuçta sadece arkadaştık. Evlenmiş olması niye sorun olsun ki?
Onu tebrik etmeliyim. Eh, hemen değil tabi ki. İlk önce hayatta kalabildiğimiz için kutlama yapmamız gerekiyordu. Bu düşüncelere sımsıkı sarılıp Rudy ile yıllar sonra yapacağım ilk konuşmaya hazırlandım.
“Sizinle tanışmak bir şeref. Adım Rudeus Greyrat.”
Olduğum yerde dondum.
Benimle tanışmak… bir şeref mi?
Ne? Uh… ne? Hadi canım. Bir dakika. Yoksa o… beni unuttu mu?
“Eğer her şey yolunda giderse gelecek dönem birinci yıl olarak öğrenim görmeye başlayacağım. Bu yüzden eğer bir kusurumu görürseniz sizden beni yönlendirmenizi ve cesaretlendirmenizi rica ediyorum.”
“Ah… huh?”
Kafa karışıklığıyla geçen saniyelerin sonunda artık kocaman gözlük taktığımı, saçımın beyaz olduğunu ve oğlan gibi giyindiğimi hatırladım. Ek olarak son görüşmemizden beri sekiz koca yılın geçtiğini hatırladım. Boyum çok uzamıştı. Ondan beni anında tanıyacağını beklemek biraz aptallık olurdu.
Kafamda çok ileri gitmiştim. Onu tanıdığım için onun da beni tanıdığını sanmıştım. Düzgün düşünmüyordum, orası kesindi. Tek yapmam gereken güneş gözlüklerimi çıkartıp kim olduğumu söylemekti. Prenses Ariel çoktan izin vermişti bile.
Toplum içinde yapamazdım ama onunla özel olarak konuşabilirdim.
Lakin bunu düşünüyorken bir anda aklımda bir düşünce belirdi. Çok çirkin bir düşünce.
Rudy beni tamamen unuttu, değil mi…?
Bunu düşünmeme izin verdiğim an kaderim mühürlenmişti. Güneş gözlüklerim çıkmıyordu. Ya ona yüzümü gösterip adımı söylediğimde bana “Kusura bakmayın, siz kimdiniz?” deseydi.
Düşüncesi bile korkunçtu.
“Ah, e-evet!” Tuhaf bir şekilde kekeledim. Rudy’e söylemek için hazırladığım her şey uçup gitmişti. Artık ona ne diyeceğimden bile emin değildim. Zaten düşüncelerimi toparlayamadan sınav başlamıştı.
Düelloyu kaybettim. Rudy beni ezici bir şekilde yenmişti.
Düelloya daha önce hiç görmediğim bir büyüyle efsunumu mühürleyerek başladı. Orada çaresiz bir şekilde dikilirken yanağımı çizen aşırı güçlü bir Taş Gülle fırlattı. İsteseydi beni vurabilirdi, şüphe yoktu. Bana acımıştı.
Büyücü olarak kat ettiğim yol bir anda anlamsızlaştı. Rudy benden çok ama çok ilerideydi.
“O-O şeyi nasıl yaptın?” Ona sadece bunu sorabilmiştim.
“Bozma Büyüsü deniyor. Bilmiyor musun yoksa?”
Daha önce hiç duymamıştım. Muhtemelen belirli bir kabilede nesilden nesile aktarılan gizli bir büyüydü. Akademideki hiç kimsenin bu büyüy bildiğini sanmıyordum.
Rudy inanılmaz birisi…
Bunun en başından beri farkındaydım tabi ki. Ama yine de cesaretimi kırmıştı. Rudy’e şaşırmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Olduğum konuma gelmek için kıçım kırılana kadar çalışmıştım ama o bir şekilde benden daha güçlü hale gelmişti.
Ben Rudy’e bakıyorken o yavaşça önümde eğilmeye başladı. “Efendi çok teşekkür ederim! İnsanların önünde küçük düşmemem için bana bilerek yenildiniz!”
“Huh?”
Bak şimdi daha da kafam karışmıştı. Rudy hiç mantıklı konuşmuyordu. Ona karşı hiç şansım yoktu ve o bunu biliyordu. Ne demeye çalışıyordu be? Hala şaşkın bir halde Rudy’nin uzattığı eli sıktım. Eli büyücü eline benzemiyordu— daha çok bir silahşörünkine benziyordu. Elinde kabarcıkların oluşup patladığını gösteren yara izleri vardı. Rudy muhtemelen Luke’dan daha uzun süredir elinde kılıç tutuyordu. Hem de silahşör olmamasına rağmen.
Kafam karışmışken bile kalbim hızla atmaya devam ediyordu. Rudy’nin sıcaklığı elimden bütün vücuduma yayılıyor ve anlamsız bir şekilde beni mutlu ediyordu.
Anlamsız şeyler söylemeye devam ediyordu tabi, “Size sonradan doğru dürüst teşekkür ederim.” Ne demek istemişti? Anlamamıştım. Kızardığımı gizlemek için başımı eğdim.
Gittiğinde beni hatırlamadığını bir kez daha fark ettim. Ağlamak istiyordum.
Bir ay sonra Rudy’i açılış seromonisinde gördüm. Okul üniforması giydiği için normalde olduğundan daha jilet görünüyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde kalbim az kalsın duruyordu.
Okula özel öğrenci olarak girse de burada öğreneceği pek bir şey yoktu o yüzden sıklıkla karşılaşmayacağımız kanısına varmıştım. Giriş sınavından sonra diğerleriyle birlikte oturup bu konuyu konuştuk ve Rudy eğer beni hatırlamazsa ona agresif atılımlar yapmamam gerektiği kararını aldık. Prenses Ariel ve Luke bu konudaki kararlarını haklı çıkarmaya çalışsalar da aslında derinlerde Rudy’nin beni hatırlamamış olmasına kızıyorlardı. Bu davranışları beni biraz olsun neşelendirmişti. Beni arkadaş olarak sevdiklerini bilmek hoşuma gitmişti.
Günün sonunda Prenses meseleyi benim kararıma bıraktı. Anlaşılan yakın zaman içinde onu tarafımıza çekmeye çalışmayacaktık. Ama istersek daha yavaş bir mücadele verip diğerlerine yaptığımız gibi onu da safımıza çekebilirdik. Prenses, “Fitz”in Rudeus’u tarafımıza çekmek için en iyi aday olduğu bir kez daha yineledi. O zamanları düşündüğümde Prensesin Rudy’e karşı hisler beslediğimin farkında olduğunu biliyordum.
Ama ona nasıl açılmalıydım…?
Seromoniyi takiben günün geri kalanı boyunca Prenses Ariel’e derslerinde eşlik ederken bu meseleyi düşündüm. Prenses diğer öğrencilerden farklı olduğu için ondan çok iyi notlara sahip olması bekleniyordu. Lider olmak zordu.
Burada nedense bileşik büyüyü çok farklı öğretiyorlardı. Rudy, bileşik büyüyü bu okulda öğrenim gören Ustası Roxy’den öğrenmiş olmalıydı. O yüzden bana anlattığıyla burada anlatılanın benzerlik göstermesini umuyordum. Burada oldukça karmaşıklaştırmış gibilerdi. Yine de, Rudy’nin öğretileri sağ olsun eninde sonunda anlatılanları anlayabiliyordum. Prenses Ariel ve Luke ise, öbür yandan, zorlanıyorlardı. Onlara yardım etmek için elimden geleni yapıyordum ama Rudy’nin yaptığı gibi açıklama yapınca kafaları daha da karışıyordu.
“Fitz, bana bir sonraki derste işime yarayacak bir şey bulabilir misin?”
Açıklamalarım yeterli olmayınca Prenses Ariel araştırma materyali bulmam için beni kütüphaneye yolluyordu. Kütüphane ayrı bir binadaydı ve bir sonraki dersimize az zaman kalmıştı. Yine de, kütüphaneye üç yıldır gidip geldiğimden oradaki kitaplarla haşır neşir olmuştum. İhtiyacım olan şeyi bulmam sadece birkaç dakikamı alıyordu.
Kütüphaneye vardığımda ihtiyacım olan kitapları birer birer toplamaya başladım. Bu gidişle çok geçmeden sınıfa geri dönecektim.
Ama kitaplığın önünde birisinin durduğunu gördüğünde şaşırıp ufak bir çığlık atmıştım. “Ah!”
Rudy’de kütüphanedeydi. Son birkaç gündür onunla görüşmek için bir mazeret arıyordum ama şimdi tesadüf eseri onunla karşılaşmıştım. N-Ne demeliyim?!
Tam panik yapmaya başlamıştım ki Rudy olduğum tarafa bakıp beni fark etti. Ve hemen sonrasında önümde eğildi.
“Önceki gün için özür dilerim. Düşüncesiz hareketlerim itibar kaybetmenize neden oldu. Size özür amaçlı bir kutu şeker getirmeyi düşünüyordum ama maalesef, yeni bir öğrenci olduğum için, bir sürü şeyle ilgilenmek zorunda kaldım…”
“Guh?! Y-Yok, hiç gerek yok, lütfen eğilmeyin.”
Anlaşılan Rudy ona kızdığımı sanıyordu. Bak bu yeniydi… ama sınav sonrasında söylediği anlamsız şeyleri açıklıyordu. Şimdi düşünüyorum da beni bir nevi toplum içinde küçük düşürmüştü, değil mi? Evet.
…Belki de bu Prenses Ariel’in neden kızgın olduğunu da açıklıyordu. Gerçi Rudy’e karşı hiç şansım olmadığını düşünüyor olsam da beni o şekil yeneceğini hiç beklemiyordum. Ancak Prenses Ariel ve Luke muhtemelen kaybettiğim için biraz mutsuzlardı.
Artık bunun önemi yoktu. Başka zaman düşünürüm.
“Rudy— yani, Rudeus’du değil mi? Burada ne yapıyorsunuz?”
“Araştırma.”
“Neye dair?”
“Işınlanma Felaketi.”
Bu kelime nutkumun tutulmasına neden oldu. Benimle aynı şeyi düşünüyor olabilir miydi acaba?
“Işınlanma Felaketi mi? Neden?”
“Eskiden Asura Krallığının Fittoa Böglesinde yaşıyordum ancak felaket yüzünden Şeytan Kıtasına ışınlandım.”
“Şeytan Kıtası mı?”
Bir kez daha nutkum tutulmuştu. Şeytan Kıtasını daha önce duymuştum tabi ki. En zayıf canavarın bile D Seviyesi olduğu aşırı tehlikeli bir yerdi. Bazı kendini adamış silahşörlerin oraya kendilerini eğitmek için gittiği oluyordu, lakin neredeyse hiçbiri geri dönmüyordu. Işınlanma Felaketine yakalanıp oraya ışınlanan insanların orada hayatta kalmasının imkanı yoktu. Ama Rudy tek parça halinde geri dönmeyi başarmıştı.
“Evet. Eve dönmem yaklaşık üç yılımı almıştı. O sıralar Ailemin tamamı bulunmuştu, lakin hala bulamadığım bazı tanıdıklarım var. O yüzden ufak bir araştırma yapmak için iyi bir fırsat gibi görünüyordu.”
“Bu yüzden mi bu okula geldin?”
“Evet.”
İnanılmaz. Cidden inanılmaz.
“Anlıyorum. Siz gerçekten de inanılmaz birisiniz.”
Şeytan Kıtasından buraya gelmek için üç koca yıl geçirmiş. Ve, oturup dinlenmek yerine hemen kaybolan diğer insanları aramaya başlamış. Takdir edilesi bir hareketti doğrusu. Akademi ona ulaştığında bunun araştırma yapmak için iyi bir fırsat olduğuna karar verip hemen kabul etmiş. Kararlılığa bak be. Eğer onun yerinde ben olsaydım muhtemelen eve döndüğüm an yorgunluktan çöküp birkaç yılı mülteci kampında geçirirdim.
“Peki, müsaade varsa, size ne yaptığınız sorabilir miyim?”
Bu soru beni hülyadan çıkarmıştı. Prenses Ariel’e getirmem gereken referans kitapları aklımdan çıkmıştı. Doğrusu Rudy ile konuşmayı istiyordum ama Prensesi de boşlayamazdım. Ders başlamak üzereydi.
“Ah evet. Belge götürüyordum. Gitmem gerek. Görüşürüz Rudeus.”
“Evet, görüşürüz.”
Arkamı dönüp araştırma materyallerini kontrol edeceğim sırada aklıma bir şey geldi. Kütüphane çok büyüktü ve içinde bir sürü kitap vardı. Ancak Işınlanma Felaketine ışık tutacak çok az kitap vardı. Rudy zeki birisi olabilirdi ama aradığı şeyi bulmak her türlü zamanını alacaktı.
“Ah, evet. Animus’un ışınlanma ile ilgii yazdığı kitabı Işınlanma Labirenti Klavuzu’nu okumalısın. Yaratıcı ama okuması kolay bir roman.”
Işınlanmayı anlamamda yardımcı olan bir kitap olduğu için önerdiğimi eklemek isterim. Sade anlatımı, çocukların bile temeli öğrenmesi için uygundu. Ayrıca ders kitaplarına dahil edilmeyen bir takım önemli detaylardan da bahsediyordu.
Kendimle gurur duyarak kütüphaneden çıktım.
O günün akşamı iç çamaşırı asıyordum. Prenses Ariel’in çamaşırlarını.
Bu işin bana kalmasının bir nedeni vardı. Öncelikle prensesin iç çamaşırlarının aşırı pahalı kumaşlardan yapıldığını belirtmem gerekli. Ek olarak, bir Asura prensesi tarafından giyiliyor oluşları onların değerini artırıyordu. Başka bir deyişle, karaborsada tuzlu bir fiyata satabileceğin bir şeydi. Biz Akademiye girdikten kısa bir süre sonra bir olay yaşanmıştı. Yıkanmaya gönderilen iç çamaşırlarından bazısı çalınmıştı. Yıkanmaya gönderilen beş tanesinden dört tanesi ortadan kaybolmuştu; hırsızlığı yapan erkek öğrenci bunlardan üç tanesini satmış bir tanesini de kendisi için saklamıştı. Bu olayın konusu etrafa yayıldığında yurtta kalan bazı masum kız öğrencilerin tiksintiden miğdeleri bulanmıştı. Ama Prenses Ariel için– Asura kraliyet ailesinde büyümüş birisi—ve ona belli bir süre hizmet etmiş ben için bu aslında o kadar da şok edici bir şey değildi. O sarayda daha aşağılık şeyleri normal bir şeymiş gibi yapan bir sürü insan vardı.
Lakin bu, meselenin rahatsız edici olmadığı anlamına gelmiyordu. O olayın yaşanmasından beri prensesin çamaşırlarını yıkamak benim resmi görevlerimden biri haline gelmişti. Görevi bana verdiğinde biraz tereddüt etmişti, ama çamaşırlarını kendi çamaşırlarımla birlikte yıkayabilirdim, o yüzden pek zahmetli bir şey değildi.
Bu arada cinsiyetimi saklamak için artık prensesle aynı iç çamaşırlarını giyiyordum— sadece renkleri farklıydı.
Çamaşırları yıkamayı bitirip asmak için balkona gitmiştim. Kalan çamaşırlar bekleyebilirdi ama onları yarın için asmam gerekiyordu. Tam onları askılığa asmaya başlamıştım ki…
“Huh?”
Tesadüf eseri yola baktığımda oldukça şaşırtıcı bir şey gördüm. Yolda yürüyen bir erkek öğrenci vardı, hem de akşam vakti.
Yurdun bu konudaki kuralları katıydı: erkeklerin güneş battıktan sonra bu yoldan gitmesi yasaktı. Kimse iç çamaşırlarının çalınmasını istemiyordu, henüz yılın o zamanı gelmemiş olsa da çiftleşme döneminin de hesaba katılması gerekiyordu. Buradan bu saatte geçen çocuğun aklından ne geçiyordu? Belki de yurduna kestirme yoldan gitmek istiyordu. Amacı buysa bile yine de çok geçmeden “nefsi müdafaa komitesi” tarafından etrafı sarılacaktı.
Onlara haber vermeli miydim acaba? Günün bu saatinde erkek öğrenci tespit eden kişilerin herkese haber vermesi gerekiyordu. Gerçi mümkünse yüksek sesle konuşmamam gerekiyordu…
B-Bir dakika? Hayal mi görüyorum?
Oğlan yaklaştığında onun Rudy olduğunu fark ettim. Ne yapıyordu burada?!
Şaşkınlığımdan ötürü elim kaymıştı. Elimde tuttuğum iç çamaşırı havada süzülerek yere… tam Rudy’nin önüne düştü. İç çamaşırı ona yaklaştığı an elinin tersiyle kapıvermişti.
Çok hızlı…!
Asla gardını düşürmüyordu, değil mi? Verdiği hızlı tepki bana Şeytan Kıtasından tek parça kurtulmanın ne gerektirdiğine dair bir fikir vermişti.
Birkaç saniye sonra Rudy yakaladığı şeyin iç çamaşırı olduğunu anlamıştı. Yukarı bakıp beni fark ettiğinde tuttuğu iç çamaşırını sallayarak “bunu düşürdünüz.” demek istedi. Ancak çok yavaştı, yaptığı sıradan hareket önceki refleksif hareketinden çok farklıydı.
Ah, tabi ya! O daha bugün Akademiye başladı! Hiçbir şeyden haberi yok!
Rudy özel öğrenciydi, özel öğrencilerin hepsi kendilerine ait bir odası vardı. Zorunlu yurt vazifelerinden muaf olduklarını da duymuştum… bu muafiyetin içinde yerel kuralları anlattığımız toplantılarda vardı.
Onu uyarmalıydım. Eğer kız yurdunun önünde iç çamaşırı sallamay devam ederse birisi yanlış bir fikre kapılabilirdi.
“Gyaaah! Don hırsızı!”
Korktuğum şey anında gerçekleşmişti. Alt kattan bir kız cırlamıştı, birinci kattaki nefsi müdafaa komitesi harekete geçmişti ve Rudy’nin etrafını sarmışlardı… Eh Rudy bu. Eminim bundan da sıyrılır.
Hemen araya girmek yerine iyimser düşünmeyi seçtim.
Rudy’nin bu durumla nasıl başa çıkacağını merak ediyordum doğrusu. Buena köyünde yaptığı gibi hepsini yere mi serecekti? Yoksa zeki bir mazeret uydurup işin içinden sıyrılacak mıydı? Ayrıca “büyüyle onları korkut” gibi bir seçeneği de vardı. Bir de klasik “tabanları yağla” taktiği.
Onu beklenti içinde izleyip bekledim… ama Rudy hiç bir şey yapmıyordu. Goliade isminde bir kız onu kolundan tutmuştu ve ona hoş olmayan biçimde bakıyordu. Onu bu halde görmek bana Buena Köyünde zorbalandığım zamanları hatırlatmıştı. Bir anda mideme soğuk bir his hakim ooldu.
Ne yapıyorum lan ben!?
İçimden kendime küfredip balkondan aşağı atladım ve grubun önünde indim.
“Oh, o ne öyle? Direnecek misin yoksa? Seni pis don hırsızı! Bu kadar insanla başa çıkabileceğine inanıyor musun?”
Etraf karanlık olduğundan kimse Rudy’nin kendisini toprak büyüsüyle yere sabitlediğini fark etmemişti. Niye yaptığını anlamamıştım ama. Belki de nedeni yoktu? Yani sonuçta Rudy’den bahsediyoruz burada. Onu korkudan tir tir titrerken düşünmek imkansızdı…
Bu düşünce aklımdan geçiyorken çocukluğumda yaşadığım bir anıyı hatırladım. Rudy, Somal ve diğer zorbaları kovduğunda da bacakları titriyordu. Ve sonrasında… kız olduğumu öğrendiğinde de tuhaflaşmıştı… hafif korkak bir şekilde titreyerek, “Adamım son zamanlarda bana çok soğuk yapıyorsun Sylphie” demişti.
Evet. Ondan nefret ettiğimi sandığı için korkmuştu. Aynı normal bir çocuk gibi.
Of…
O an bir şeyin farkına vardım. Çok daha önce farkına varmam gereken bir şeyi. Rudy sırf yetenekli olduğu için özelmiş gibi ona. Benden hep bir iki yaş büyükmüş gibiydi. Ama aslında biz aynı yaştaydık, değil mi? Bir an kendimi babama sorduğum bir soruyu ve sonrasında verdiğim cevabı hatırlarken buldum.
“Sylphie, hiçbir şey yapmadan durup onun seni sonsuza kadar korumasına izin mi vereceksin?”
Hayır. Rudy’e yardım edeceğim. Yanında olabilecek kadar güçleneceğim. Ona ne olursa olsun destek olacağım. Verdiğim söz buydu. O kadar sıkı çalışmamın nedeni de buydu, değil mi? Ama şu an onun başı beladaydı, ve ben ona yardım etmiyordum. Hatta daha kötüsü başına bu belayı ben açtım!
“Bekleyin! Ona bir şey yapmayın!”
Grubu ayırarak ortaya geldim ve Rudy’i şiddetli bir şekilde savundum. Ariel ve Luke ile yaptığım konuşmalar dışında bu, okulda yaptığım ilk konuşma olacaktı. Kendimi Sessiz Fitz rolüne işte bu kadar adamıştım.
Lakin Rudy’nin kolunu tutan kız— Goliade— odlukça inatçıydı. Yanlış hiçbir şey yapmamasına rağmen onun suçlu olduğunu diretti. “Hm, birisini savunmak için bu kadar ileri gitmen şaşırtıcı. Dediğin şey doğru olmalı. Ancak bu, çocuğun yurt kurallarını çiğnediğini değiştirmiyor. Onu ibreti alem olsun diye cezalandırmamız– ne?!”
Cezalandırma kelimesini duyar duymaz bir anda şalterlerim attı. Sırf şanssız olduğu için önemsediğim birini ibretlik yapmalarına izin vermeyecektim. Asamı çıkartıp Goliade’ye tuttum ve mana yüklemeye başladım. “Yanlış bir şey yaptığını söylemedim mi? Yeter dediysem yete. Kolunu bırak.”
“F-Fitz…. efendi?”
“Ya da istiyorsanız hepinizi revire göndereyim he? Ne dersiniz?”
Böyle tehditler savurmayı bana Asura Krallığındayken Luke öğretmişti. Bana hep blöf yapmanın önemli bir yetenek olduğunu söylerdi, o yüzden sıkı çalıştım. Asura’dan Ranoa’ya olan yolculuğumuzda karşılaştığımız haydut çeteleriyle alıştırma yaptım. Luke, başarılı olmak için sesimin çok çocuksu olduğunu söyleyip dalga geçerdi benimle.
Ancak bu sefer istediğim etkiyi yaratmıştım.
“Cık… öyle olsun, anlaşıldı.” Goliade, Rudy’nin kolunu bırakıp homurdanarak uzaklaştı. Başı kesilen hidranın gövdesi de beraberinde yok oldu.
“Phew… şu kız. Keşke laftan anlasa.”
Goliade’nin nasıl birisi olduğunu şimdiye kadar öğrenmiştim, o özünde kötü birisi değildi. Ama hayvan ırkından olanlar kurallara uymayı ve sertçe uygulamaktan hoşlanırlardı. Bu tür konularda anlayışlı olamıyorlardı.
Gerçi bunun bir önemi yoktu. Rudy’e özür dilemeliydim. Bütün suç benimdi sonuçta. “Özür dilerim. Eğer o iç çamaşırını düşürmeseydim bunların hiçbiri yaşanmazdı.”
“Siz yanlış bir şey yapmadınız. Bana yardım ettiniz sadece.” Nedense Rudy’nin sesi biraz tuhaf çıkıyordu. Sesindeki tutukluk kaybolmuştu sanki. Yüzüne baktığımda bana artık biraz farklı baktığını fark ettim. Bütün taşlar yerine oturmuştu.
…Rudy şimdiye kadar bana temkinli davranıyordu, değil mi?
Üslubu başından beri tuhaftı ama şimdi düşününce. O önümde hep eğiliyordu. Ama artık neden yaptığını anlıyordum. Ben artık Sessiz Fitz’dim, eski arkadaşı değil. Neden bana karşı temkinli olmasındı?
Ancak şimdi güvenini kazanmış gibiydim. Bu beni mutlu etmişti.
Eğer hata yapmasaydım bunların hiçbiri olmayacaktı, ama yine de ikimizin daha da yakınlaştığını hissediyordum.
Fırsattan yararlanıp Rudy’e yurt kurallarını anlatmaya başladım ve güneş battıktan sonra yoldan gitmenin yasak olduğunu söyledim. Tam da şüphelendiğim gibi kimse ona burası hakkında bir şey söylememişti. Ben ona kuralları anlatıyorken derin bir şekilde başını sallıyordu.
“Size minnettarım Üstat Fitz.” Bunu dedikten sonra tekrar başını eğdi.
Onun bana minnettar olduğunu görmek garipti açıkçası. Eskiden zorbalık gördüğümde yerlerimiz konumlarımız tam tersiydi. Ona daha önce hiç böyle teşekkür etmiş miydim? Bu tuhaf bir şekilde komikti. “Ahaha, bana teşekkür ettiğini duymak oldukça tuhaf doğrusu.”
“Ah? Niye?”
Az kalsın, Çünkü ilk karşılaştığımızda… diyecektim. Tereddüt ettim. Gerçekten kimliğimi açıklamak istiyor muydum? Endişe içimde büyüyüp düşüncelerimi ele geçirdi. Ya “Özür dilerim ama sizi tanımıyorum.” deseydi? O zaman gerçekten yıkılırdım.
Her türlü önemsiz olduğuna kendimi ikna ettim. Ya beni hatırlamıyorsa? Tamam, o zaman baştan başlardık, yeni bir sayfa açardık. Geçmişi bir kenara bırakıp şu an olduğum kişiyi tanımasını sağlayabilirdim. Bu kulağa yeterli geliyordu.
O yüzden ona, “Bu bir sır.” dedim.
Rudy kafası karışık bir şekilde göz kırptı.
Bu olaydan sonra yurda geri döndüm. Tabi doğal olarak önce Rudy’den iç çamaşırını geri almıştım. Onları havada kaptığında kirlenmemişlerdi, ama Rudy sonuçta bir erkekti. Elinde tuttuğu iç çamaşırını Prensesin giyecek olması beni rahatsız etmişti. “Sanırım onları tekrar yıkamalıyım ha…?”
İç çamaşırını koridor ışığına tutarken bir anda donakaldım. İç çamaşırı Prenses Ariel’in değildi. Benimdiler. Rudy bunları bayadır… tutuyordu, değil mi?
Utanç azabından kendimi kurtarmam uzun sürmüştü.
Bundan bir iki ay sonra Işınlanma Felaketini birlikte araştırmaya başlayacaktık.
Rüyamdan uyandığımda Rudy’i yanımda buldum. “Warg…”
Kendime hakim olamayıp esnedim. Neyse ki onu uyandırmamıştım. Yüzünde huzurlu bir ifadeyle o kadar güzel uyuyordu ki… Onu Buena Köyündeyken birkaç kez böyle görmüştüm… ancak ilk defa yetişkin halini böyle görüyordum.
…Yetişkin ha?
Bu, dün gece yaptığımız şeyi aklıma getirdi. Battaniyenin altına baktığımda ikimizin de tamamen çıplak olduğumuz gördün. Zevkli uyku sersemliğinin yerini bir anda utanç aldı. Bacak aramda hafif bir sızı vardı.
Biz harbiden yaptık…
Bunu yapmak yıllardır hayal ettiğim bir şeydi, müstehcen anlamda değil. Ama şimdi gerçekten yapmıştık. Gece yaptıklarımızı hatırladıkça yastığa sarılıp utanç ve zevk içinde yuvarlanmak istiyordum.
Gah…
Ellerimle yüzümü kapatmaya çalıştığımda yanlışlıkla dirseğimi Rudy’nin omzuna çarptım. Bir neden olmaksızın nazikçe yanağımı çarptığım omzuna yasladım. Rudy uzaktan ince görünüyordu ama oldukça kaslı bir bedeni vardı. Beni kollarıyla sarmalayacak kadar kaslıydı.
Agh! Kes şunu!
Bu tür ayıp düşüncelerime hakim olmam gerekiyor. Yoksa bu gidişle yüzüm alev alacaktı.
Rudy’den kendimi çektim. Lakin kendimi çekerken kaşlarını çatmıştı.
“Mm…” Uykusunda yüzünü ekşitmişti, sanki acı çekiyordu. Ancak elini elime aldığımda rahatlamıştı. Sonra, sonunda gözlerini açtı. Tavana birkaç saniye baktıktan sonra yavaşça bana döndü.
“Günaydın Rudy.” dediğimde yüzüne bir ferahlama gelmişti. İki saniye geçmeden uzanıp göğsümü avuçladı.
“Hyaah! Ne ya… Rudy!”
Ona yumruk falan atmadım. Çünkü yaptığı hoşuma gitmişti.
Beni bir müddet okşadıktan sonra Rudy bana sımsıkı sarıldı ve duygulu bir sesle mırıldanarak “İyileştim.” dedi. Ne demek istediğini anlamamıştım. Ama benim de aklımda bir şey vardı.
“Şey, Rudy…? Ne düşünüyorsun? Vücudum… iyi mi?” Sorumu çekinerek sormuştum, kalbim endişeli bir şekilde atıyordu. Şu ana kadar her şeyin yolunda gittiğini hissediyordum. Ama yine de cevabı onun ağzından duymak istiyordum.
Ama Rudy sadece “Teşekkür ederim.” dedi.
Mağaradayken neden bana teşekkür ettiğini anlamamıştım, ama artık anlıyordum. Bu sefer ona yardım edebilmiştim. Belki bazı konularda onun eşiti olmayabilirdim. Ama yine de, ne olursa olsun ona her zaman destek olacaktım.
Rica ederim.
Yıllardır peşinden koçtuğum hayal gerçek olmuştu. Bundan sonra Rudy ve ben bir takımdık.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.