İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 09 Bölüm 14
Son Hamle
Çevirmen: RaccoonYobo
Rudy ile Shria’ya geri dönmemiz üç günümüzü almıştı. O üç gün içerisinde envai çeşit konu hakkında konuşmuştuk. Bu konulardan biri Rudy’nin son birkaç yıl boyunca yaşadığı şeylerdi. Anladığıma göre Eris adındaki genç bir hanımefendi tarafından terk edilmiş ve bu onun üzerinde bir travma yaratmış. O zamandan beri kadınlarla istediği gibi “hareket” edemiyormuş.
Kraliyet Divanında Eris Boreas Greyrat hakkında birkaç dedikodu duymuşluğum vardı. İnsanlar onun ele avuca sığmaz, kurtlar tarafından yetiştirilmişçesine vahşi olduğunu söylüyorlardı. Ancak Rudy’nin bana anlattıklarına göre o kız sandığım kadar kötü birisi değilmiş… yine de. Ona Şeytan Kıtasından taa Asura’ya kadar eşlik etmişti ama sırf kendisi için yeterince iyi olmadığı için onu öylece bırakıp gitmiş miydi? Bu kulağa tam bir saçmalık gibi geliyordu. Rudy’e eğer onunla bir gün karşılaşırsam onu bir güzel haşlayacağımı söyledim. Ancak bunu dediğimde yüzü bir anda buz kesilerek bana bunun çok kötü bir fikir olduğunu söyledi. Her şeyden öte Eris çok hünerli bir silahşörmüş.
Bunları öğrenmemin beni pek mutlu ettiği söylenemezdi. Ama yine de günün sonunda Rudy ile tekrar buluşabilmem Leydi Eris sayesindeydi. Yaptığı onca kötülüğün arasında bir iyiliği dokunmuştu.
…Rudy demek buraya sorununu düzeltmek için geldi he? Işınlanma Felaketini araştırıyorum dememiş miydi?
Hm, belki tek taşla iki kuş vurmaya çalışıyordu.
Sonunda Akademinin ön girişine ulaşmıştık. Bu kısımdan sonra eski kıyafetlerime–”Fitz” rolünü üstlenirken giydiğim– geri dönmüştüm.
“Tamamdır,” dedim. “Prenses Ariel’e görev raporu vermem gerekiyor sanırım.”
“Sorun olmaz,” dedi Rudy hafif utanmış bir şekilde gülümseyerek. “Seni… yakında görebileceğim, değil mi?”
Böyle derken ne kastettiğini anlamam biraz zamanımı almıştı. Lakin jeton düştüğünde yüzümün bir anda kızardığını hissettim. Yine domatese dönmüştüm. “Evet… tabi ki!”
İkimiz resmi olarak çıkıyorduk artık… değil mi?
Çıkıyor olmamız beni mutlu ediyordu. Tüy kadar hafif hissediyordum. “Havada süzülüyormuşçasına” derken insanların ne kastettiğini anlıyordum artık. Hemen öğrenci konseyi odasına Prenses Ariel’e yeni gelişmeleri haber etmeye gittim. Öğle yemeği vaktiydi şu anda, konsey odasına varmak üzere olmalıydı.
Odaya doğru giderken aklım düşüncelerle doluydu. Rudy ile yapmak istediğim bir sürü şey vardı. Mesela… şehirde birlikte alışverişe gitmek. Gerçi onun için oğlan gibi giyinmem gerekiyordu, of. İnsanlar Rudy’e yan gözle bakmaya başlayabilirlerdi.
A-Ama yine de bunun önemi yok, değil mi? Birbirimiz sevdiğimiz sürece hiçbir şeyin önemi olmamalı.
Ama yine de… oğlanlar aşkın daha fiziksel yanlarını düşünmeye daha meyillidirler, değil mi? Luke bana hep, “Eğer sevişmezsen eninde sonunda ayrılırsın.” derdi.
Ama Rudy vücuduma pek ilgi göstermiyordu…
N-Ne yapmam gerekiyordu?
Öğrenci Konseyi odasına girdiğimde Prenses Ariel bana bakıp iç çekmişti. “İşe yaramadı demek ha…”
“Huh? Şey, Prenses Ariel…?”
“İlk başta kulağa mantıklı bir planmış gibi geliyordu, ama şimdi durup üzerine düşününce… lanet girsin, ikiniz yabanda donup ölebilirdiniz bile. Rudeus’un arkadaşının kıyafetini yırtıp parçalayacağını sandığımda ne düşünüyordum ben?”
Nedensiz yere kendince yanlış varsayımlara varmıştı. Üstümü çıkartması kısmı planlandığı gibi gitmişti aslında…
“Sakın üzülme Sylphie,” diye araya girdi Luke. “Sadece bize anlatabildiğin kadarını anlat.”
“Şey, tamam. Kurduğunuz plan aslında kusursuz işledi Prenses Ariel.”
Prenses Ariel şaşkınlıktan kaşını yukarı kaldırmıştı, sakin bir ses takınmaya çaba göstererek. “Gerçekten mi? Lakin daha mutlu görünürsün sanmıştım.”
“Şey, evet. O konuya gelecek olursak…”
“Kusuruma bakma. İstersen sonra anlatabilirsin. Şu anlık görev raporunu versen yetiyor.”
“Ah, evet.”
Kendimi biraz sakinleştirmeye çalışıp operasyonun sonucunu adım adım anlatmaya başladım. İşler çoğunlukla beklenildiği gibi gitmişti aslında. Bir mağaraya sığınıp ateşin yanında birbirimize hislerimizi itiraf etmiştik. Kulağa adeta rüyalarda yaşanan türden bir şeymiş gibi geliyordu. Aklıma geldikçe elimde olmadan kızarıyordum.
Prenses Ariel beni dinledikçe kafası gittikçe karışıyordu ama. Sorunun ne olduğunu merak ettiği çok belliydi.
“İşte ondan sonra, ee… Rudy biraz hüzünlendi. Akademiye bu yaşadığı sorununa bir çözüm bulmak için geldiğini söyledi hatta.”
“Bekle bir dakika, ne?”
“Huh? Şey, anlattığım gibi işte. Bir çare bulmaya çalışıyormuş, iktidarsızlığına.”
“Anlıyorum. Kusuruma bakma. Bir an kulaklarım bana ihanet etti sandım.”
Prenses Ariel elini ağzına götürmüştü, yüzünde kulaklarına inanamadığını gösteren bir ifade vardı. Aklından neler geçtiğini hayal edebiliyordum: Dedikoduları duymuştum ama gerçek olduğu asla aklıma gelmezdi. Büyü Akademisi gibi bir yere neden böyle bir sorun için yazılırsın ki? Burası büyü öğrenmek için var, hastalıklarına çözüm bulmak için değil.
“Yalnız Rudeus’un beni düş kırıklığına uğrattığını itiraf etmem gerek. Erkek adam dediğin iş zamanı geldiğinde işi yapmalıdır, yanlış mıyım? Onun odun olduğunu sanırdım ama bir hanımefendiyi böyle utandıracağını hiç düşünmezdim. Hem de ilk adımı atan bir hanımefendiyi.”
Prenses Ariel’in sözleri katıydı ama muhtemelen sadece istifini bozmamaya çalışıyordu çünkü aksi takdirde sinirleneceğimi biliyordu; ben sinirlenince ise Prenses avutan, özür dileyen bir ses tonu takınıp şaşkınlığını göstermek zorunda kalmadan konuşmayı devam ettirebilirdi. Bu sıklıkla kullandığı bir numaraydı.
Lakin ben daha ağzımı açamadan araya Luke girmişti. “Prenses Ariel, haksızlık ettiğinizi itiraf etmem gerek. Bazı zamanlar erkekler böyle kazaların önüne geçemeyebiliyor; Rudeus bilerek Sylphy’i aşağılamak, utandırmak istemedi. Hatta bu neden şimdiye kadar çekingen davrandığını açıklıyor.”
“L-Luke…?”
“Hep neden bu kadar özgüvensiz göründüğünü merak etmiştim. Zavallı adam. Buraya çaresizlikten hiçbir yerde bulamadığı dermanını aramaya gelmiş olmalı…”
Luke bazen burnu havada ve kaba davranabiliyordu ama asla Prenses Ariel’e karşı çıkmazdı. Bazen fikrini önerdiği oluyordu ama efendisinin fikrine ilk defa böyle karşı çıkıyordu. Daha önce Prensese karşı böyle konuştuğunu hiç hatırlamıyorum.
Prenses bu çıkışa şaşırmıştı. “…Özür dilerim. Fazla ileri gitmiş olabilirim.”
“Sorun değil Prenses Ariel. Bir kadından böyle şeyleri anlamasını beklemem haksızlık olurdu zaten.” Hafifçe başını sallayıp Luke bana doğru döndü. “Sylphie, Rudeus’un sorununu çözmek istiyor musun?”
“Huh? Şey, evet, tabi ki.” Bunca zamandır bunu endişe ediyordum zaten. Ama şimdi düşününce Rudy bütün bu olanlar yüzünden oldukça hüzünlenmiş olmalı. Benimle bir anda resmi dille konuşmaya başlayınca gözlerinde korkuya benzer bir şey görmüştüm. Elleri ise titriyordu, ama soğuktan değildi. “Rudy’nin yaşadıkları onu çok hıprattı. Eğer ona yardım edebilmem için gereken bir şey varsa bunu kesinlikle yaparım.”
“Zor olsa bile mi?”
“E-Evet. Ne gerekiyorsa yaparım.” Uzun zaman önce Rudy beni çok kötü bir durumun içinden çıkarmıştı. Bana yaptığı iyiliği geri ödemek istiyordum.
“İyi o zaman. Seni biraz bekleteceğim, tamam mı? Sana vermem gereken bir şey var. Lütfen bana bir müddet müsade verin Prenses Ariel.” Daha fazla açıklama yapmadan Luke hızla öğrenci konseyi odasından çıktı.
Prenses Ariel kaşlarını çatarak onun gidişini izledi. “Özür dilerim Sylphie. Rudeus hakkında öyle şeyler söylememeliydim.”
“Sorun değil, merak etmeyin kızdadım. Sadece Luke’un size öyle çıkışmasına şaşırdım. Alışkın olduğum bir davranışı değil çünkü.” Bir de üstüne, Luke’un Rudeus’a sahip çıkmasını beklememiştim. Ondan pek hazzetmediği gibi bir izlenime kapılmıştım ve yeri geldiğinde onun tarafını tutabilecek birisine benzemiyordu.
“Ne olursa olsun, bu bir nevi aşılması gereken büyük bir engel.”
“Evet Ne yapmalıyım sizce Prenses Ariel…?”
“Yani, Luke’un aklında bir plan varmış gibi görünüyor ama… bende iktidarsızlığı nasıl tedavi edebileceğimi bilmiyor değilim.”
“Geçekten mi?
“Gerçekten. Kraliyet ailesi mensubu olduğunda sana öğretilen şeylerden biridir bu hatta.”
Bak bu kulağa mantıklı geliyordu. Prenses sonuçta eninde sonunda birisiyle evlenmek zorundaydı, çocuk sahibi olmaları çok önemliydi. Kocasının Rudy’nin ki gibi bir sorunu olsa bile bir şekilde yolunu bulmaları gerekiyordu.
“Bu bana çok küçükken öğretilmişti o yüzden bu derse pek fazla dikkat etmediğimi söylediğimde beni affetmeni rica ediyorum. O dersten birkaç şey hatırlıyorum ama. Sanırım kişiyi önce sarhoş etmen gerekiyordu.
“Gerçekten mi? Hmm…” Geçen gün yemek salonunda gördüğüm şey geldi aklıma. Rudy, Zanoba ve Kral Badigadi birlikte içki içiyorlardı, keyifleri de yerindeydi. Daha önce alkol almamıştım ama alkolün insanları normalde olduklarından daha cesur davranmasına neden olduğunu biliyordum. Zihninin farklı işlemesine neden oluyordu basitçe açıklamak gerekirse… Rudy’nin sorunu “anormal” ise mantıken içkinin onu “normal” yapması gerekmez miydi?
Prenses Ariel erkekleri baştan çıkartmaya dair taktikler vermeye başladı. İktidarsızlığı fiziksel olarak çözmek yerine verdiği çoğu tavsiye ilgisiz kişiyi baştan çıkarmaya yönelikti. Etkili olduklarına dair şüphem yoktu. Asura Kraliyet Ailesi, mensuplarının her türlü konuda bilgili olmasına özen gösteriyordu.
“…ondan sonra sıcaktan bunaldığını söyleyip elbisenin askısını birazcık indireceksin.”
“Bu dediğiniz gerçekten işe yarar mı?”
“Oh, işe yarayacağını düşünüyorum. Sonuçta sen oldukça tatlı birisin. Doğru an geldiğindeyse asıl bomba repliği söylemen yeterli olacaktır…”
Luke geri döndüğünde biz çoktan planın kabataslağını yapmıştık. Bizi sessizce bir müddet dinledikten sonra bir anda araya girdi. “Hangi aptal insanın götünü donduran bu havada sıcaktan şikayetçi olur? Zaten konuya yaklaşımın da doğru değil. Sylphie’nin bedeni bir adamı baştan çıkarmaya yetecek kadar kıvrımlı değil.”
“Ah…”
Ne diyeceğimi şaşırdım, Prenses Ariel Luke a sert bir bakış atarak. “Öyle söylenir mi Luke? Zaten kız endişeli, bir de üstüne sen gitme.”
“…Prenses Ariel, Notos Greyrat Ailesi mensupları ezelden beri koca memeli kadınlara ilgili olmuştur. Kendimi örnek verecek olursam mesela ben Sylphy’i hiç çekici bulmuyorum.”
Notos Greyratlar memeli kadınlara düşkündür. Bu Asura soyluları arasında bilinen genel geçer bir bilgiydi, aynı Boreas Ailesinin hayvan ırkı kızlarına düşkün olduğunun bilindiği gibi. “D-Demek onu vücudumla baştan çıkaramayacağımı söylüyorsun?”
“İstersen dene. Ama işe yaramaz.”
Kalbimin acıdığını itiraf etmeliyim. Luke’un hakaretleri normalde canımı sıkmazdı ama şu anda, çekiciliğim konusunda oldukça özgüvensiz hissediyordum.
“Fakat… eğer onu bunu içmeye ikna edersen, bir şansın olabilir.”
Luke bana avucuma sığan küçük bir şişe verdi. Şişeye kafa karışıklığıyla baktım. “Bu ne Luke?”
“İçen kişiyi güçlendiren çok ama çok güçlü bir afrodizyak.”
“Afrodizyak mı?!”
Luke emin bir şekilde başıyla onayladı. “Yıllar önce Fittoa bölgesinde Vatirüs Çiçeğinden imal edilerek yapılmış. Üretim tekniği sadece Roa valisi tarafından bilindiği için satışını da kendisi yönetiyordu. Fittoa bölgesinin ortadan kaybolmasını takiben bütün üretimi bitti. Maalesef artık kimse nasıl yapıldığını bilmiyor. Başka bir deyişle, bu aşırı nadir bir ürün. Güncel fiyatı şişe başına yüz Asura Altın Akçesini geçiyor hatta.”
Luke bunu aldığında şişe muhtemelen on beş asura altın akçesiydi. Zamanında beş tane almış ve iki tanesini kendisi için kullanmış. Etkisi inanılmazmış. “Kötü günler gelirse ve paraya sıkışırsam diye yastık altında saklıyordum. Ama şimdi bunu sana amade ediyorum Sylphie.”
“Ne? Bana böylesine değerli bir şeyi öylece verecek misin yani?”
“Evet vereceğim.”
Hafifçe başıyla onaylayıp bana bilmem gereken birkaç şey olduğunu söyledi. Erkek bunu aldığında libidosu tavan yapıyormuş. Eğer libidosuna yetişemiyorsam benim de aynı ilacı almam gerekiyormuş. Ayrıca bunu kullanmamızın muhtemelen ilk seferimizin hayal ettiğim gibi pek nazik geçmeyeceği anlamına geldiğini söyledi.
“Luke… çok teşekkür ederim.”
“Kafanı yorma Sylphie. Şu an hayattaysam bunu sana borçluyum.”
Luke ile ben yıllar içinde garip bir arkadaşlık kurmuştuk. İkimiz de birbirimize minnettardık.
Lakin odada başka birisi de vardı ve bu kişi hiçbir şeye dahil edilmemekten hiç hoşlanmazdı. “İkiniz ne kadar güzel anlaşıyorsunuz? Ben de mi katılsam acaba size.”
Azizler gibi gülümseyerek Prenses Ariel bana iki Asura Altın Akçesi uzattı. Kulağa azmış gibi gelebilir ama bu şehirde neredeyse istediğin her şeyi almaya yeter.”
“Ama Prenses Ariel! Bu sizin cep harçlığınız değil mi?”
“Evet cep harçlığım. Bu ayki bütün cep harçlığım.”
Büyü Akademisine geldiğinden beri mali kaynaklarını korumak için çok çaba göstermişti ve şu an hatırı sayılır miktarda parası vardı. Ancak bu para savaş dönemi ve gelecek planlarımız için ayırılmıştı. Günlük harcama yapmak için ayırdığımız paradan farklıydı. Prenses Ariel kendisinin ve Luke’un konu harcamaya geldiğinde çok savurgan davrandığını biliyordu o yüzden gelecek için ayırdığı fonlarımıza dokunmama konusunda kendini şartlandırmıştı.
“İşler bu noktaya geldiğine göre, sana yardım etmek için en fazla bunu yapabilirim.”
“Halihazırda benim için çok fedakarlık yaptınız Prenses Ariel… başınıza sorun açtığım için özür dilerim.”
“Heh. Her zamanki gibi çok yardımseversiniz Majesteleri.”
Geriye dönüp baktığımda biraz abarttığımı düşünmeden edemiyordum. Arkadaşlığımızı amacımızın önüne koyduğumuz için oldukça gururlu hissediyorduk. Yine de, bu yaşadığımız anı bizi birbirimize yakınlaştırmıştı. Önemli olan da buydu değil mi? Üçümüz yeni ortaya çıkan düşmanımızı yenmek için kol kola vermiştik: erkek arkadaşımın sertleşme bozukluğu.
“İyi şanslar, Sylphie.”
“Hepinize çok teşekkür ederim! Başaracağım!”
Önümdeki yorucu savaş için hazırlığımı tamamlayarak özgüvenli bir şekilde öğrenci konseyi odasından çıktım. İstikamet Sharia’nın Ticaret meydanıydı. Daha doğrusu tekel bayii di.
Gece olmuştu, koridorda içinde iki pahalı içki olan bir poşeti elimde tutuyordum. Dürüst olmak gerekirse içki konusunda pek bilgim yoktu. Daha önce hiç içmemiştim. Rudy’nin hangi içkiyi sevdiğini de bilmiyordum. Ancak pahalı malın kötü çıkmayacağına dair güvenim vardı.
Ayrıca yeni iç çamaşırları da giymiştim. Prenses Ariel’in benim için özel olarak seçtiği iç çamaşırlarını giyiyordum. Çelik ipek büstiyerim için bundan daha uygun bir zaman olamazdı.
Tabi ki üniformamın küçük cebine özel bir şişeyi sıkıştırmayı ihmal etmemiştim.
“Tamamdır…” Her şey hazırdı. Her şey güzel olacaktı.
Yine de, kendime bir dakika müddet verip derin derin nefes almam gerekiyordu. Anne Baba… lütfen bana şans dileyin, lütfen. Bugün bir kadın olacağım…
Sinirlerimi yatıştırdıktan sonra önümdeki kapıya doğru uzanıp iki kere tıklattım. Bu akşam Zanoba’nın Rudy’de olması ihtimali olabilir miydi? Hayır, hayır, her şey yolunda gidecek. Bu akşam dinleneceğini söylemişti.
“Evet…? Oh Syl– Üstat Fitz. Lütfen içeri buyrun.”
Rudy kapıyı açtığında beni karşısında gördüğüne şaşırmıştı. Davetine icabet edip odasına girdim. Ayrıca kapısını kilitleme hakkını kendime amade ettiğimi de söylemem gerekiyordu.
“Ne oldu?” diye sordu Rudy, sesi nazikti.
Yolculuğumuz yorgunluğunu çıkarmak için kendimize bir gün müddet vereceğiz diye kararlaştırmıştık. Lakin ben buradaydım. “Şey… geceyi geçirmek için geldim aslında.”
“…Ah. A-Anladım! Şey, neden oturmuyorsun, buyur lütfen?”
Rudy’nin bir yorum yapmak istediğini ama yorumunu kendine saklamayı tercih edip onun yerine beni sandalyeye oturmaya davet ettiği gibi bir izlenime kapıldım. Yüz ifadesi ise biraz… cesareti kırılmış gibiydi. Bir şeyi bölmüyordum umarım? Umarım her şey yolunda gider.
Yavaşça oturdum, güneş gözlüklerimi çıkarttım ve çantadan iki içki şişesini çıkarttım. Şişeleri kendi hazırladığım–baharatlı çerez– atıştırmalıkla birlikte masaya koydum. Rudy çerez istemez diye ayriyeten tütsülenmiş et de almıştım.
“Nedir bu?”
“Şey, kavuşmamızı… kutlarız diye düşünmüştüm.”
“…Evet, tabi ki. Evet, bu anı kutlamamız gerekli, değil mi?” Rudy yanağını kaşıyıp kendine bir sandalye çekti.
Bu kısımda hiç bardağımız olmadığını fark etmiştim. Dümdüz şişeyi diklemeyeceksek bu büyük bir sorundu. Geri dönüp almam mı gerekecekti?
“Endişelenme bende bardak var. Mülk olmasa da mal sahibi olduğumu bilmeni isterim.” Rudy aklımı okurmuşçasına buruk bir gülümsemeyle odanın köşesindeki raftan iki tane bardak çıkarttı.
Bardakların pürüzsüz bir yüzeyi vardı. Belki bunlar bir tür taştan yapılmışlardı? Elde oldukça ağır hissettiriyorlardı. Ağırlıkları dışında Asura Soylularının sahip olduğu bir şeymiş gibi görünüyorlardı. “Bunlar çok pahalı görünüyor.”
“Onları toprak büyüsüyle yaptım aslında. Sanırım bu onları paha biçilemez kılıyor?”
“Şaka yapıyorsun? Vay canına, bu inanılmaz bir şey.” Aslında bir nevi mantıklıydı. Bu tür şeylerde çok iyiydi sonuçta, değil mi?
Şişelerden birini açıp yakut rengindeki sıvıyı bardaklara boşalttım. Rudy beni gözlerini kısmış bir şekilde izliyordu. “Çok ağır bir içkiye benziyor.”
“Evet. İçkiler hakkında pek bilgim olmadığından en pahalı olanını aldım.”
“Bunun iyi bir fikir olduğundan emin misin?”
“Hm? Ah, sorun olmaz. Bu özel bir an sonuçta.”
Bunlara ne kadar harcadığımı mı endişe ediyordu? Bunların parasını Prenses Ariel’den aldığımı söylememem gerek. Eğer Rudy’i tanıyorsam kesin Prensese kendini borçlu hissedecektir.
Her neyse, içeceklerimizi doldurup çerezleri hazırladım. Şu ana kadar her şey tıkırında ilerliyordu. Sıra şimdi Afrodisyaka gelmişti…yok yok, gecenin sonuna doğru koymam gerekiyordu onu. Evet.
“Neyse, hadi kadeh kaldıralım. Buena Köyünden iki eski arkadaşın buluşmasının şerefine!”
“…Ve Sylphie ile olan geleceğimize!”
“Ş-Şerefe!”
G-Geleceğimize mi…? Cidden, bazen Rudy durduk yere en yüz kızartıcı şeyleri söyleyebiliyor. Yüzümün kızardığını hissedip aceleyle bardağımdan bir yudum aldı–
Aldım diyecektim ama boğuldum daha uygun olurdu.
Bu ne be? Zehir gibi! Boğazım yanıyor!
“İyi misin? Belki içkini suyla seyreltsek iyi olur.”
“Seyreltsek… mi…?”
“İnsanlar sert bir içkiyi daha kolay içebilmek için onu hafif seyreltirler.”
Bekle, gerçekten mi? İyi de kimse bana bunu söylememişti. Rudy’nin yüzünde eğlendiğini belli eden hafif bir gülümseme vardı, sinirime dokunmuştu. “Eh, bunu nasıl bilebilirdim? Daha önce hiç içki içmeyi denememiştim.”
“Hey, sana güldüğümü sanma sakın. Bekle biraz, tamam mı?” Rudy bardağımdaki içkinin çoğunu kendininkine döküp büyü yaparak kaynar su oluşturdu. “Şimdi dene bakalım.”
Gönülsüz bir şekilde dikkatli bir yudum aldım. Genzimdeki acı verici sert tat, hafif ve daha leziz bir aroma tarafından yıkanıverdi. Hey, bu aslında güzelmiş.
“Heh aklıma geldi… senden büyü öğrenmeye sıcak su numarası sayesinde başlamıştım, değil mi?”
“Hmm. Öyle mi?”
“Ne, unuttun mu yoksa? Sokaktaki zorbalardan biri bana çamur topu fırlatmıştı, sen de beni yıkamıştın.”
Bak eski günler aklıma geldi. Rudy çocukken bile hiç zorlanmadan sessiz efsunla bileşik büyü yapabiliyordu. Şu anki halimle bile onun kadar iyi yapamıyordum; aynı etkiyi üretmek için farklı büyüleri ard arda kullanmam gerekiyordu.
“Ah, evet doğru ya. Bak anılarım depreşti…”
“Evet.”
Bu, bizim eski günleri hatırlamamıza neden olmuştu. Buena Köyüne dair anılarım biraz pusluydu, ama eski günler hakkında konuşmaya devam ettikçe unuttum bir sürü şeyi hatırlamaya başlamıştım.
Hayatımızın o kısmına asla geri dönemeyecektik. Buena Köyünün sonsuza kadar yok olduğu kesin bir gerçekti. Üzerinde oyunlar oynadığımız tepe hala duruyordu ama ağaç gitmişti. O zamanlar güzel zamanlardı. Dünya umurumda olmadan dilediğim gibi büyü çalışıyordum ve her geçen gün ilerliyor olmam beni mutlu ediyordu. Ha, hünerlerimi geliştirdiğimde ve yeni bir şey öğrendiğimde hala mutlu oluyordum yanlış anlamayın, ama son zamanlarda genellikle büyü hünerlerimi nasıl savaş alanına dahil edebileceğimi düşünüyordum.
“O günleri çok özlüyorum…” Biz konuştukça yumuşuyormuş gibi hissediyordum. Demek sarhoşluk dedikleri böyle bir şeymiş he? Hmm. “Oh! Bekle biraz. Unutmadan…”
Nostaljik havamdan kurtulmaya çalışıp göğüs cebimden küçük bir şişe çıkartıp masaya koydum.
Rudy kafasını merakla yana yatırarak. “Bu ne?” diye sordu.
“Şey, ee… özel bir ilaç. Sorunun için yani.”
Rudy’i afrodizyak içirmeye nasıl ikna edeceğimi bilmiyordum. İstesem p fark etmediği sırada içeceğine katabilirdim ancak bu önem verdiğin birisine yapamayacağın kadar aşağılık bir hareket olurdu. Ayrıca, aniden afrodizyak getirdiğimi söyleseydim belki beni yanlış anlayabilirdi. O yüzden bu fikre de hoş bakmıyordum. O yüzden ona “ilaç” demeye karar verdim. Gerçi bir nevi ilaç olduğu doğruydu.
“Gerçekten mi…?” Hmm. Nedense daha önce bunu bir yerde gördüğümü hatırlıyorum sanki.”
“Evet, gerçekten. Şey, bu ilacı denemeni umuyorum Rudy.”
Rudy bu dediğime hüzünle gülerek cevap verdi. Bu konuda iyimser olmadığı anlaşılabiliyordu. Muhtemelen bir sürü ilaç denemiş olmalıydı ve hiçbiri işe yaramamıştı. Yine de karşı çıkmadan şişeden bir yudum almıştı, şişenin üçte ikisini tek yudumda indirmişti. Sırf ben dedim diye tehlikeli görünen sıvıyı şikayet etmeden nasıl içtiğine biraz şaşırmıştım. Ya şişenin içindeki zehir olsaydı?
Ah. Ona ne kadar içmesi gerektiğini söylemeyi unuttum.
“Bunu içkiyle birlikte almam sorun olmaz değil mi?” diye sordu Rudy.
“Şey, içeceğe katmanın sorun olmayacağını söylemişlerdi. A-Ayrıca ee… çok hızlı etki gösterdiğini söylediler, yani, en azından öyle duydum.”
Bunu derken çoktan cüppemi çıkarmaya başlamıştım. Cüppemi çıkardığımda geriye bir tek gömleğim ve sütyenim kalmıştı. Ufaktan üşüdüğümü hissediyordum doğrusu. Luke’un dediğine göre ensemi ve göğüslerimi görebildiği sürece omzumu açmama gerek yokmuş.
“Eğer işe yaramaya başlarsa, ee… kendini tutma sakın, tamam mı?”
Rudy bunu duyduğunda kirpikleri kıpraşmıştı. Bakışlarını üst vücuduma odaklamıştı. Kendini tutmadan bana böyle bakması biraz utanç vericiydi doğrusu. Ama bu benim, onu… baştan çıkardığım anlamına geliyordu, değil mi? Umarım utanmaz birisi gibi davranmıyorumdur… Her şey yoluna girecekti, değil mi? Kafasına takmazdı değil mi?
Ondan daha gergin olduğumu hissediyordum. İçkinin bana bundan biraz daha cesaret vereceğini umuyordum doğrusu.
Belki kendimi daha çok adamam gerekiyordu.
…T-Tamam o zaman. Başımı sallayıp afrodizyak şişesine uzandım.
“Ne? Sen de mi alacaksın Sylphie?” diye sordu Rudy, kafası karışmıştı.
Cevap vermek yerine şişede geride kalan pembe sıvıyı içtim. Kalın bir dokusu ve acı bir tadı vardı, içkiyle birlikte fondipleyip zor da olsa yuttum.
Bir anda karın bölgemde tuhaf bir sıcaklığın yükseldiğini hissettim. Dikkatimi dağıtmak için çerez kasesine uzandım. Üç avuç dolusu çerez yedikten sonra içkiden bir yudum daha aldım. Bardağımın tamamını içmiştim.
“Çok hızlı içmemelisin Sylphie. Hastalanacaksın.”
“Evet, biliyorum. Sadece gerginim o yüzden.”
“Ah, doğru ya. İlk defa içki içtiğini unutmuşum…”
Rudy konuşmasını bitirdiğinde içkisinden bir yudum daha almıştı. İçkisini seyreltmediğinden benim gibi hızlı içemiyordu. Birkaç dakika sonra şişeye doğru uzanıp bardağımı biraz doldurup az önce yaptığı gibi sıcak suyla seyreltti.
Böyle geçen birkaç dakika boyunca ikimiz sessizce yiyip içtik. Tütsülenmiş et çok tuzlu çıkmıştı ve tadı pek iyi değildi ama nedense yemekten kendimi alıkoyamıyordum. Biraz daha zaman geçtikten sonra bütün vücudum ısınmaya başladı. Özellikle bacaklarımın üstündeki bölge ısınıyordu. İlaç işe yarıyordu anlaşılan.
Ama Rudy için de yarıyor muydu?
O her zaman olduğu gibi görünüyordu. Her zaman olduğu gibi yakışıklı. Hatta her zaman olduğundan daha yakışıklı.
Gözlerim normalde dikkat etmediğim yanlarını görmeye başlamıştı. Boynu, ağzı… Yaramaz bir havaya girdiğimi hissediyordum. Hayal mı görüyordum yoksa Rudy’nin yüzü gittikçe kızarıyor muydu?
Gözlerimiz kesişti. Rudy dimdik bana bakıyordu. Bakışları çok yoğundu. Bir süredir gözlerini benden ayırmamıştı hatta. Nefes alıp vermekte zorlandığını duyabiliyordum.
Bekle, hayır. Bu bendim, değil miydim?! Çok utanç verici. Ama bu benim suçum değildi, değil miydi? Afrodizyaktan almıştım ve kafam alkol yüzünden allak bullak olmuştu. O yüzden bu benim suçum değildi!
Evet. Değildi.
Of, sıcaktan bunaldım.
Gömleğimin üst düğmelerinin iliğini çözüp cildimi havaya teşhir ettim. İlk başta odadaki hava soğuk geliyordu ama şimdi fırın gibiydi. Rudy göğüslerime bakıyordu ancak ben artık utanç duymuyordum.
Bardağımdan bir yudum daha aldım. Sıcak sıvı boğazımdan mideme indi ve zaten sıcak olan vücudumu daha çok ısıttı. İkinci bardağı da devirmiştim artık. Şişeye uzandığımda… bir el tarafından engellendim.
“Ov…” Rudy uzanıp elimi yakalamıştı. Elimi, bırakmayacağını anlayacağım kadar sıkıyordu. Ondan kaçıp gitmeyi planladığım yoktu tabi. “Sylphie…”
Kan çanağına dönmüş gözlerime dimdik bakıp Rudy ayağa fırladı. Masanın etrafında dolaşıp yanıma geldi, hala elim tutuyordu.
Ve sonra, hafif tereddüt ederek, beni yukarı kaldırdı. Ona karşı koymadan beni sandalyemden kaldırmasına izin verdim.
“Kendine, şey… hakim olamıyor musun artık huh?”
Rudy başıyla onayladı. Eliyle belimi kavrayıp kalçamı okşamaya başladı sonra beni kendisine dayadı. Çok sert bir şeyin bana bastırdığını hissedebiliyordum.
İşe yaradı. Aman Tanrım. İşe yaradı.
O an sonunda gelmişti. Prenses Ariel ile kararlaştırdığım bomba repliği söylemenin vakti gelmişti. “İ-İyi o zaman. Ham et beni Rudy…”
Bu cümle ağzımı terk eder etmez beni yatağa attı.
Ve sonra—

Rudeus POV:
Gözlerimi açıp üstümdeki ranzanın alt tarafına baktım. Odamdaydım. Ve geçen gece neler yaşandığını çok net hatırlıyordum.
Biz içmeye başladıktan hemen sonra bir anda azmaya başladım, o kadar azmıştım ki kendimi zar zor kontrol ediyordum. Resmen Sylphy’nin üzerine atlamıştım. Sylphy’nin getirdiği o “ilaç” inanılmaz etkiliydi. Öyle bir ilacın var olduğundan haberim bile yoktu ama bir yandan da onu başka bir yerde gördüğüm hissini üzerimden atamıyordum.
…Ah, doğru ya. Roa şehrinde bana o tüccarın sattığı Afrodizyak!
O ilacı ilk defa deniyordum, çok güçlüydü. Benim çavuş münzevi mağarasından delirerek fırlayıverdi adeta. Delilik bittiğindeyse kendimi suyu sıkılmış limon gibi hissediyordum. O mal boşuna zamanında on altın etmiyordu.
Etkilenmiş hissediyor olsam da, yine de, korku ve endişe adlı iki dalgaya direnmekte zorlanıyordum. Dün akşam deli gibi sevişiyordum, evet. Ama neler yaptığımı çok net hatırlıyordum. Dürüst olmak gerekirse Sylphy’e baya sert davranmıştım. Bana yetişmekte oldukça zorlanıyordu, acı çektiğini de anlayabiliyordum. İlk defa sevişiyordu sonuçta.
Ama hiç yakınmamıştı veya yavaşlamamı istememişti. Kendin zorladığını anlayabiliyordum ama o sürekli sorun yok, seni seviyorum ve iyi hissettiriyor diyordu. Vücut diline hiç dikkat etmemiştim. Nasıl hissetiğini hiç umursamamıştım. Kulağıma fısıldama şekli beni daha çok heyecanlandırmıştı. Ona hiçte nazik davranmamıştım.
Bu uzun hayatım boyunca birisiyle ikinci sevişmemdi. İyi bir iş çıkardığımı söyleyecek kadar kendimden emin değildim. Hatta önceki seferimden daha kötü iş çıkardığımı, o gece davrandığımdan daha kötü davrandığımı söyleyebilirim.
Ve o günün sabahında… Eris benimle aynı yatağı paylaşmıyordu.
Yavaşça yanıma doğru baktım. Gözlerim başka bir çift gözle kesişti.
“Günaydın Rudy.”
Sylphy oradaydı. Bana gülümsüyordu.
Yavaşça ona uzanıp gerçek mi değil mi diye kontrol etmek istedim. Sylphy gözlerini kapatarak memnun bir ifadeyle kafasını okşamama izin verdi. Saçı kısaydı ama ipek gibiydi.
Elimi geri çekmedim– önce boynuna ve ince omuzlarına indim. Her dokunduğumda daha narin hissettiriyorlardı.
Ama daha bitmemişti tabi ki. Göğüslerine kadar inip onları sıktım.
“Hyaah! Ne… Rudy!” Sylphy irkilip bana itiraz dolu bir bakış attı. Ama benden uzaklaşmamıştı. Yüzü kızarmıştı ama devam etmeme izin vermişti.
Sylphy’nin göğsü kelimenin tam anlamıyla mütevaziydi. Tutulacak pek bir şey yoktu. Yine de avucumda hissettiğim belirgin bir yumuşaklık vardı. Bir anlığına hayalı yaşlı bir adamın baş parmağını kaldırarak bana özlü sözler fısıldadığını duyar gibi oldum. “Bütün göğüsler eşit yaratılmıştır!” diyordu bilge adam.
Teşekkür ederim Yaşlı Bilge Münzevi. Görüşmeyeli uzun zaman oldu.
Sylphy yanımda yatıyordu. Buna şüphe yoktu. Ve vücudunun yumuşaklığı sağ olsun kutsal monolith tekrar göğe doğru yükseliyordu. Azametli ve erkeksi bir şekilde, her zaman olması gerektiği gibi, dikiliyordu.
Aşağı şaşkınlık içinde bakarak çok önemli bir şeyi doğruladım. “Ben iyileştim.”
Sylphy’e sarıldım. Ona sımsıkı sarıldım. Ve ağlamaya başladım… birazcık.
“Uhm, Rudy…? Ne düşünüyorsun? Sence bedenim… iyi mi?”
Aniden dramatikleştiğimden herhalde Sylphy çekinerek bir açıklama duymak istemişti. Dün geceyi hatırlıyorsa sorduğu sorunun bir cevaba ihtiyaç duymadığını bilmesi gerekiyordu.
“Teşekkür ederim.” Ona zaten bildiği bir şeyi söylemek yerine minnettarlığımı itiraf ettim. O sırada elimden sadece bu geliyordu.
Zihnim sevinçten ve utançtan allak bullak olmuştu. Konuşmaya çalıştığımda aşırı aptal bir şey söylemekten korkuyordum. Mesela… “Yemek için teşekkürler.” ya da “Hizmet dört dörtlüktü.” ya da, tanrım bana mukayet ol. “Şen çog şekşişin!” gibi şeyler.
Aptal gibi görünmek istemiyordum. O yüzden ona sıkıca sarılıp minnettar olduğumu gösterdim.
Sonunda fetret devrim sona ermişti.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.