İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 09 Bölüm 11
Budala ama Dikkatli (Kısım 2)
Çevirmen: RaccoonYobo
Bugün rüzgar daha soğuk esiyordu…
Adım adım Akademi kampüsüne geri döndüm.
Kampüse dönerken yaşananları düşünüyordum ancak ne kadar düşünürsem düşüneyim Fitz’in bana öyle davranmasına bir açıklama getiremiyordum. Eğer yanlış hatırlamıyorsam ona kötü bir şey yapmamıştım şimdiye kadar. Of, birisiyle konuşmak istiyordum. Daha doğrusu içimi dökmek istiyordum.
Zanoba bugün Büyücüler Loncasında Kutsanmış Çocuklarla ilgili yürütülen bir araştırmaya yardım etmeye gitmişti. Muhtemelen Julie’yi de yanında götürmüştü. Linia Pursena’ya gitmek bir seçenekti ama beni ciddiye alacaklarını düşünmediğimden onları eleyebiliriz. Abuk subuk şeyler söyleyip konuyu başka yönlere çekerlerdi muhtemelen. Elinalise ve Cliff’e de gidemem, doğal olarak. Badigadi desem, o da bugün kampüste değildi. Peki Nanahoshi… yok ya, kızın zaten derdi kendine yetiyor.
Konuşacak kimse aklıma gelmiyordu. Fazla arkadaşım yoktu.
Kütüphaneye gitmeye karar verdim. Bu gibi zamanlarda sessiz ve yalnız bir ortamda bir iki saat kitap okumak iyi gelirdi. Kahramanlık ve macera tarzında bir kitap okusam iyi olur aslında. Kishirika ve Badigadi ile alakalı hikayeler acaba kitap haline getirilmiş midir? Çünkü şu anda o tür şeyler okumak istiyordum: iki yok edilemez savaşçının kahkaha atarak acınası büyücüleri yerden yere vurduğu hikayeleri okumak istiyordum…
Muhafıza kafamla selam vererek kütüphaneye girdim. Muhafızla muhabbetim yoktu ancak kütüphaneye gide gele üzerimi aramayacak kadar alışmıştı bana. Kıyafetlerim üzerindeki karı temizlemek için kısa bir mola verdikten sonra sessiz efsunla kıyafetlerimi kuruttum ve her zaman oturduğum masaya doğru yol aldım.
Kütüphane, her zaman olduğu gibi, neredeyse bomboştu. Tatil günlerinde kütüphaneye gelen pek öğrenci olmuştu. Bu dünyanın insanları okurluuğu önemli bir şey olarak görmüyordu… okuma yazma bilen insan sayısı da fazla değildi zaten.
“…Huh?”
Her niyeyse Fitz buradaydı. Her zaman birlikte oturduğumuz masada oturuyordu, elinde bir kitap vardı, hafif sıkılmış bir yüz ifadesiyle elindeki kitabı okuyordu.
“Ah! Merhaba Rudeus.” Yanına geldiğimi fark etmişti, neşeli bir şekilde beni selamladı. “Ne ara döndün? Geç saatlere kalırsın sanmıştım. Arkadaşlarınla buluştun mu, yoksa iptal mi oldu?”
“Ah, evet….” Fitz’in karşısındaki sandalyeye oturdum ve yüzünü süzmeye başladım. O… normal görünüyordu. Kıyafetleri olsun davranışları olsun her zaman olduğu gibiydi.
Tuhaf bir şeyler oluyordu. Onunla dışarıda karşılaştım sonra hemen kütüphaneye gittim. Kütüphaneye en kısa yoldan gitmiştim. O nasıl oluyordu da buraya benden önce varmıştı?
Fitz endişeli bir şekilde elini yüzünde gezdirerek. “Uh, bir sorun mu var? Yüzümde bir şey mi var yoksa?” dedi.
Tuhaf olan başka bir şey daha. O niye böyle davranıyordu? Daha az önce yüzüme bile bakmıyordu ama şimdi canımlı cicimli davranıyordu.
“Niye az önce bana soğuk yaptın?”
Kendimi tutamayıp soruyu ağzımdan kaçırdım. Fitz’in tebessümü bir anda donakaldı. Birkaç saniye geçtikten sonra ciddi bir yüz ifadesi takınıp. “Yani, nasıl desem… Görev sırasındayken konuşamam, bunu sende biliyorsun. Ben Sessiz Fitz’im sonuçta, değil mi? Sesim biraz çocuksu olduğundan konuştuğumda insanlar beni ciddiye almayabilirler. Toplum içindeyken, özellikle Prenses Ariel’i koruyorken benden olabildiğince az konuşmam bekleniyor.”
“Dediğin doğru mu ama, çünkü yanında Prenses Ariel’i görmedim.”
“Ah, o sırada civardaki mağazalardan birinde alışveriş yapıyordu. Güvenilir bir yerdi. Zaten Luke ve ben onun tek muhafızları değiliz. Biz dışarıyı kolaçan ederken diğerleri prensesi yakından koruyordu. Şey ama, bu dediklerimi sakın başkasına söyleme tamam mı?”
Fitz’in ağzından kelimeler duraksamadan, yağ gibi akıyordu. Adeta önceden ezberlemiş gibiydi sanki.
“Anladım. Çalışırken seni rahatsız ettiğim için özür dilerim o zaman.”
“Ah lafi bile olmaz! Bende özür dilerim. Sana karşı kaba olmak istememiştim.”
Ne olduğunu anlamaya başlamıştım. Tam emin değilim ama… sanırım Prenses Ariel, Fitz’in kılığına girmişti. Muhtemelen bir büyü aleti ya da efsunlu alet yardımıyla yapmıştı bunu. Benimle konuşmamasının nedeni sesinin alet tarafından etkilenmemesinden kaynaklı olmalıydı. Belki gözlerinin rengi de değişmiyordur? Bu Fitz’in neden sürekli gözlük taktığını açıklıyor aslında. Başka türlü Ariel onun kılığına girdiğinde güvenlik riski oluşabilir.
Evet. Düşündükçe kulağa daha mantıklı geliyor. Daha önceki “Fitz’in bana soğuk yapmasının nedeni basitti. Kılığına girdiği kişiyi yakından tanıdığım için onun gerçek kişi olmadığını anlayabilirdim.
Evet evet. Sonuçta Fitz’i kızdıracak herhangi bir şey yapmamıştım. Bu kulağa mantıklı bir açıklama gibi geliyordu. Buna inanacağım
“Bak bu içimi rahatlattı. Bir anlığına benden nefret etmeye başladığını sanmıştım. Çok endişelendim.”
“Ahaha… Saçmalama Rudeus. İsteseydim bile senden nefret edemezdim…”
Fitz utançtan kulağının arkasını kaşımıştı. Bu hareketi sürekli yapıyordu ama nedense son zamanlarda bu hareketi kalbimin hızlanmasına neden oluyordu. Allahım, neden böylesine tatlı bir insanı erkek olarak yarattın?
…O her ne kadar erkek olursa olsun ben tam tersi olduğuna inanmak istiyordum…
Son zamanlarda Fitz aklımdan çıkmıyordu.
Her zamanki gibi arada sırada bir karşılaşıyorduk. Karşılaştığımızda da, şaka gibi, konuşacak pek bir şeyimiz olmuyordu. Ama yine de onu aklımdan çıkaramıyordum. Bazen kendimi yaptığı bazı hareketleri anımsarken buluyorum. Kulağının arkasını kaşımasını… İşini bitirdiğinde kaslarını gevşetmesini… Başka zamanlarda kokusu aklımdan çıkmıyordu— koridorda yanımdan geçerken kokladığım o koku… kelimelerle ifade edilemez türdendi. Her şeyi geçtim en çok gülüşü aklımdan çıkmıyordu. O, bir türlü kafamdan çıkaramadığım insanın yüreğini yerinden hoplatan gülüşü… Ahh…
Onu görmediğim günlerde de aklımdan çıkmıyordu. Ne zaman kalabalık bir öğrenci grubu görsem hemen onu aralarında arıyordum.
Yanlış anlamayın, bir kalabalık olduğunda çoğu zaman o kalabalığın içinde oluyordu. Prenses Ariel’in yaverleri bu okulda çok ünlüydüler. Öğrenci Konseyi görevlerini yaparken bazı üyelerin etrafına öğrenciler üşüşüyordu. Ancak göz kamaştıran üyelerin arasında bile Fitz’in ayrı bir yeri oluyordu. Sessiz Fitz toplum içinde çok nadiren konuşurdu ama yine de o Prenses Ariel’in en sadık muhafızlarından ve Akademinin en yetenekli büyücülerinden biriydi. İnsanların onunla bu kadar ilgilenmesinde şaşırılacak bir yan yoktu.
Ben bu konuda onlardan yanaydım. Ne zaman onu görseydim gözlerimi ondan alamıyordum.
Bütün bu davranışların ne anlama geldiğini biliyordum tabi ki. Ben ona aşık olmuştum. Baba, ben bir adama aşık oldum. Tabi o gerçekten bir adamasa ki adam olduğuna inanmıyordum.
Bu gerçekten önemli bir soruydu. Cinsiyeti konusunu göz önüne aldığımda gay olduğumu ya da biseksüel olduğumu düşünmüyordu. Gerçi bu endişenin pek bir anlamı yoktu, sonuçta… benim alt takımlar hala çalışmıyordu.
Ama en azından onun kız olmasını umuyordum… en azından….
Duygularımı sonunda kendime itiraf ettiğimde bu konuyla ilgili araştırma yapmaya karar verdim.
Bunu öğrenmenin en kolay ve en etik yolu gidip adamın kendisine sormaktı, ama bunu en son çare olarak saklamaya karar vermiştim. Çekici kadınsı yüzü konusunda hassas olma olasılığı vardı çünkü.
Araştırmama Öğretmenler Binasından başladım. Binadaki ofislerde öğrencilerle ilgili bilgilerin yazdığı gerçek belgeler vardı. Öğrencilerin mahremiyetiyle ilgili bir tür mahremiyet poliçeleri olmasını beklesem de bu seferlik bana yardımcı olmalarını umuyordum.
Biraz avlandıktan sonra Fitz’in danışmanı ve dördüncü yıllardan sorumlu olan profesörü buldum ve lafı hiç uzatmadan sorumu yönelttim. “Profesör, bana Fitz efendinin cinsiyetinin ne olduğunu söyler misiniz?”
“Sana Fitz hakkında bilgi veremem maalesef.”
“Emin misin? Kuralları benim için esnetemez misiniz, sadece bu seferlik?”
Bunu dediğimde Profesör yüzünü ekşitmişti. Anlaşılan beni korkunç buluyordu. Bugünlerde beni gören öğrencilerin hepsinin beti benzi atıyordu. Lakin Fakülte üyelerinin de aynı şekilde tepki vermesini hiç ummuyordum. Hm, belki de bunu lehime kullanabilirdim. “Eğer gerçekten benim için esnek birisi olamıyorsanız belki yardımcı olmak için mabadınıza şöyle okkalı bir taş gülle–”
“Hey hey hey Dur! Ben… Benim…”
“Hmm? Belki de tazikli Su Hortumundan hoşlanan birisisinizdir ?”
“…Ben-Ben çok özür dilerim ama size hiçbir şey söyleyemem!”
Bu adam amma sağlam çıktı he. Fakülte üyelerinin tehditle yola getirilemediğine sevindim ama. “Şaka yapıyordum Profesör sizde hemen kanıyorsunuz.”
Basit tehditler bir işe yaramayacaktı, ben en iyisi Jenius’u ziyaret edeyim. Kavuktan hayır yoksa başta nasip vardır derler.
Sevgili müdür yardımcımızı bürokrasinin zincirleri olan dosyalar altında ezilirken buldum. Akademinin boyutunu göze aldığımızda her gün kontrol edilmesi ve imzalanması gereken bir sürü belge oluyordu. İşini böldüğüm için kötü hissediyordum ama onunla işim çok uzun sürmeyecekti. “Merhaba Müdür Yardımcısı Jenius.”
“Ah Esenlikler dilerim Rudeus.”
“Görüyorum da baya meşgulsünüz…”
“Hiç de bile. Sorunlu çocukları kontrol altına aldığından beri sayende işim daha da kolaylaştı”
Sorunlu çocuklar mı? Badigadi ve Zanoba’yı mı kast ediyor…? Gerçi onlar pek çocuksu değillerid ama neyse.
“Boş ver sen onları, sana nasıl yardımcı olabilirim?”
“Aslında size Fitz Efendi ile ilgili bilgi almak için geldim.”
Müdür Yardımcısının kaşları bir anda katılaştı. “Ben çok özür diliyorum sizden fakat yüksek mertebelerdeki beyefendiler, Bay Fitz ve işvereni hakkında katiyen bir şey söylememiz konusunda tembihte bulundular.”
“Öyle mi?” Ona yüksek mertebelerin sikimde olmadığını söylemek isterdim ama yüzündeki yorgunluk ve çökmüşlük dilime engel oldu. Yönetimdekilerin de kendilerine göre sorunları vardı aslında. Prenses ve Yaverlerini kabul ederek önemli bir destek kaynağı elde etmiş olmalıydılar. “Bana en azından Fitz’in cinsiyetini söyleyebilir misiniz?”
“Cinsiyeti mi?” “Hmm…” Jenius bana meşhur tuhaf gülüşlerinden biriyle bakıyordu. Gülümseme konusunda oldukça uzman birisiydi. Bir dakika boyunca isteğim üzerine düşündü. Çıt çıkmayan bir odada beklerken bir dakika bir yıl gibi geliyordu.
“Fitz… bir erkek.”
O kadar beklettikten sonra bu cevabı vermişti.
Günün sonunda hala Fitz’in gerçek cinsiyeti konusunda emin değildim.
Jenius, Fitz’in resmi hikayesini anlatmıştı ama baskı altında olduğu belli oluyordu ve anlatmadan önce uzun bir süre ne diyeceğini düşünmüştü. Bana doğruyu söyleyip söylemediğinden emin değildim. Tabi, Fitz ile ilgili konuşurken sorumu duymadan önce bile o bir erkekmiş gibi konuşuyordu… acaba bu bana en başından beri doğruyu anlattığı anlamına mı geliyordu?
Hayır, bunun üzerine fazla düşünmenin bir anlamı yoktu. Bir karara varmam için ortada yeterli kanıt da yoktu zaten.
Farkında olmadan kendimi Fitz ile birlikte araştırma yaptığımız kütüphane masasında buldum kendimi. Sandalyelerden birine oturup ufak bir iç çektim. Gerçek cinsiyetini öğrenmenin ne anlamı vardı sanki? Her şeyi geçtim, ona ne hissettiğimi söyleyebilir miydim ki? Birisine onu sevdiğimi söyleyebilir miydim ki? Ben… ben söyleyebilir miydim?
Mantıken düşününce hislerini içinde tutmamak en iyisidir… ama üstüne düşününce hislerini açıklama fikri tuhaf geliyordu. Bu konuya doğru açıdan yaklaşmıyordum. İlk öncelikle kendime şu soruyu sormam gerekiyordu, ben hislerimi açıkladıktan sonra elime ne geçecekti?
Bu önemli bir soruydu. Çok ama çok önemli.
Sorunumu göz önüne aldığımızda işleri pek öteye taşıyamazdım. Uçağım çalışmıyordu ve kalkmamasının nedeni yakıt olmaması değildi. Beynim her daim çirkin, iğrenç düşüncelerle doluydu. Hatta bazı zamanlar kendime engel olamıyordum. Ancak bir şey yapmaya kalkışsaydım bile başaramazdım. Resmen işkenceydi bu.
Evet. Süslü kelimeleri bir kenara bırakmanın vakti geldi de geçiyordu. “Hislerim” hakkında artık güzelleme yapmayacağım.
Fitz’i ters yatırıp sikmek istiyordum. Ona aklıma gelen her şeyi yapmak onun üzerinde deneyler yapmak istiyordum. Bir gün bunu, diğer bir gün şunu yapmak istiyorum… of, bu kadar abartmamalıyım…
“Allahım keşke otuzbir çekebilseydim, keşke…”
Tam bunu kendime sesli bir şekilde söylediğim anda omzuma bir el kondu. Arkamı döndüğümde kendimi Fitz ile yüz yüze gelmiş halde buldum. “Neyi çekebilseydin?” dedi kafasını merak içinde yana yatırarak.
“Aaaagh!” diye bağırıp şiddetli bir şekilde ayağa fırlayınca ayağım sandalyeye takıldı.
“Whoa! Dikkatli ol!” Fitz uzanıp düşmemi engellemek için elimden tutmaya çalıştı ama vücudu beni destekleyecek kadar güçlü değildi.
“Aaah!”
Birlikte yere düştük, ayağım hala sandalyeye takılı duruyordu.
Bedenlerimiz yere değdiğinde Fitz… üzerime düşmüştü. Ben ise yere sırt üstü düşmüştüm, onu kollarım arasında tutuyordum.
Fitz’in yüzü benimkine çok yakındı.
Devasa güneş gözlükleri sağ olsun nasıl bir yüz ifadesi takındığını anlayamıyordum. Ancak burnunun ve ince dudaklarının neredeyse benimkilerine değdiğini hissedebiliyordum. Vücudunun sıcaklığı ve ağırlığı bana baskı yapıyordu. Çok ağır birisi değildi gerçi.
Nefis bir koku burun deliklerimi doldurdu. Fitz’in kokusuydu bu, daha önce hissetmediğim kadar yoğundu. Bütün bir günü bu kokuyu koklayarak geçirebilirdim.
Yere düşerken kollarım bir şekilde onun beline ve kalçasına dolanmıştı. İnce ve kadınsı bir beli vardı. Üst vücudu pek geniş değildi ama çok yumuşaktı. Bu his benim küçük oğlanın kalkmasına… hazır ola geçmesine neden olmuştu…
Hadi canım!
“Ah! Ö-Özür dilerim Rudeus!” Utançtan domatese dönen Fitz, hızla beni itip üzerimden kalkmaya çalıştı.
“Fitz… sen gerçekten kızsın, kızsın değil mi?”

Bana ağzı açık bir şekilde bir süre şaşkınlıkla baktıktan sonra zar zor kafasını sallayarak. “H-Hayır! Erkeğim ben, erkek!”
Çocuk ayağa fırlayıp… ya da kız… benden birkaç adım uzaklaştı sonra arkasını dönüp hızla çıkışa doğru koştu. Fitz masanın üstünde birkaç kitap bırakmıştı. Belki bir ders için referans notu almaya uğraşıyordu, ilk karşılaştığımız gün olduğu gibi.
Ayrıca o kesinlikle bir kızdı.
Ancak o sırada aklımda Fitz’in kız olmasından daha önemli bir şey vardı.
“Pipim kalktı…”
Üç yıllık uykusundan sonra Komutan Logar tekrar bana gülümsüyordu. Bütün o endişe ve başarısızlığın ardından Fitz’e dokunmam pipimin kalkmasına yetmişti.
Yavaş ve dikkatli bir şekilde hayal görüp görmediğimi kontrol etmek için elimi aşağı götürdüm. “…Vay canına. Rüya görmüyorum, değil mi, değil mi?”
O sırada sonunda İnsan Tanrı’nın bana verdiği tavsiye’nin ne anlama geldiğini anlamıştım. O bana bu kütüphanede sorunuma çözüm bulacağımı söylemişti.
Bunu demişken… Fitz’in en başından beri benden bir şeyler sakladığını biliyordum. Cinsiyeti ne olursa olsun eğer benden bir şey saklıyorsa mantıklı bir nedenden dolayı saklıyor olmalıydı. Büründüğü rolü kendi safsatalarım ve teorilerimle mahvetmek istemezdim.
Ben Fitz’e aşıktım. Fitz erkek olarak bilinmek istiyordu. Acaba böyle bir durumda hislerimi onunkilerin önüne koymak doğru olur muydu? Ya da tutkularımı?
Tabi ki de hayır, doğru olmazdı.
Onun sırrını açığa çıkartmaya hakkım yoktu. Bir şey yapmam gerekiyorduysa o da isteklerine saygı duyup ona destek çıkmaktı.
Bu kulağa en mantıklı yaklaşım olarak geliyordu. Eğer kendimi bu yönde düşünmeye zorlamazsam muhtemelen bir gün dayanamayıp Fitz’e gizlice yaklaşıp kulağına, “Merak etme sırrın benimle güvende, bu gece yatak odama gel tamam mı?” diyeceğimden korkuyorum. Eğer öyle bir şey yapsaydım onun bugüne kadar bana yaptığı iyiliklerin hepsini zalimlikle ödemiş olurdum.
Heh, muhtemelen bana “Senin böylesine aşağılık birisi olduğunu bilmiyordum.” diye cevap verirdi herhalde, sonra iç çamaşırını indirir… ve sonra… ve sonra….
Hayır hayırç Aslaa! Kötü düşünceler kötü! Çok kötü düşünceler!
O(Erkek)… hayır o(kız)… bana çok sefer yardım etti, hemde çok. Ona böyle affedilemez bir şekilde ihanet edemezdim. Beni aşağılık birisi olarak görmesini istemiyorum ayrıca! Kalbimin derinliklerinde oldukça centilmen bir adamımdır. Bir nevi.
Ona eskiden nasıl oluyorsa öyle davranmam yetiyordu. Ve olur da eğer açığa çıkma tehlikesiyle karşı karşıya olursa sessizce araya girip ona yardım etmem gerekir. Okulun ilk gününde o, her ne kadar riskli bir hamle olsa da, benim için aynısını yapmıştı çünkü. Yurt kurallarından şikayetçi olmak onu zor bir duruma sokabilirdi. Ama yine de o bana yardım etmek için araya girdi. O kız, neden bilmiyorum ama benim yardımıma koştu.
Eğer aynısı onun başına gelirse bir gün bana yaptığı iyiliği geri ödemem gerekiyordu. Fitz bana yardım ettiği gibi benim de ona yardım etmem gerekiyord.
“Bir dakika ama. Eğer Fitz bir kadınsa…”
Bu noktada daha teğet bir şey aklıma geldi ve birkaç anı zihnimde canlandı.
Geçmişte Fitz’in yanında yaptığım pis şaka ve esprilerin hepsini birer birer hatırlamaya başladım. Köle pazarında yaptığım espri, Linia ve Pursena’yı yakalarken söylediğim şeyler… ah Allahım ne yaptım ben! Bir de asamı bana getirdiğinde söylediğim o şey. Ne yaptım ben…
Bir süre acı içinde kıvrandım.
Bu tatlış anı yolculuğum bittikten sonra benim çavuşun eski münzevi yaşamına geri döndüğünü fark ettim. Ne kadar oynadıysam oynayayım inatla ayağa kalkmayı reddediyordu yine. Utançtan yerleri yumruklamadığına göre anlaşılan eski ben hakkında benim olduğum kadar tiksinti duymuyordu.
Her ne kadar uzun yıllar sonra yaşlı çavuşu şöyle adam akıllı tokatlamak istesem de… yapamıyordum, çünkü tam olarak iyileşmiş değildim.
Aman neyse. En azından şimdilik bir umut kaynağı bulmuş oldum kendime. İşleri aceleye getirmenin bir mantığı yoktu. Sadece şimdilik, odama dönüp bugün yaşadığım inanılmaz hissi tekrar anımsamak istiyordum.
Bir sonraki gün.
Kas katı kesilmiş bedenimi oturur pozisyona getirmek için bir hayli uğraş vermem gerekmişti. Ortağımın ani geri dönüşü üzerine o kadar meşgul olmuştum ki adam akıllı gözüme uyku bile girmemişti. Çavuş dün de olduğu gibi bugün de hiçbir şey olmamış gibi duruyordu.
Fitz aklımın her köşesine nüfus etmişti ama yine de alt takımlardaki hain köpekten ses çıkmıyordu. Ne zaman bana soğuk yapmayı kesip kaç yıldır içimde biriken zehri çıkartmama izin verecekti? Belki de o anı anımsamak yeterli değildir onun için?
Onu harekete geçiren şeyin ne olduğunu halen bilmiyorum. Belki kokusuydu ya da sesi ya da belki vücuduydu. Her ne idiyse Üstat Fitz ile ilgili bir şey benim durumumu düzeltiyordu. İnsan Tanrı başından beri doğru ata oynamış meğersem. İhtiyacım olan ilacın bunca zamandır başucumda olduğunu aylar sonra farkına varmıştım.
Yine de heyecana kapılmayıp mantıklı düşünmeye çalıştığımda aklıma büyük bir soru geliyordu. Bu yasaklı ilacın reçetesini nasıl alacaktım?
Fitz gerçek kimliğini açıklayamazdı ve bende onu rahatsız edecek ya da öfkelendirecek bir şey yapmak istemiyordum. Hastalığımı düzeltmek önemliydi ama bir yandan Fitz’in güvenini korumakta önemliydi. Eğer Fitz’in kız olduğunu altı ay önce öğrenseydim belki onunla daha agresif bir şekilde flörtleşebilir, onun düşüncelerinden çok kendi sorunlarıma odaklanabilirdim. Ama şimdi ben ona aşıktım. Eris ile yaptığım hatanın aynısını yapıp hemen üzerine atlamak istemiyordum. Fitz’in de hayatımdan haber etmeden çıkmasını istemiyordum.
“Kısmet, ne diyebilirim.”
Hah. İktidarsızlığımı düzeltmesi için cross dressing yapan prensesin muhafızına muhtaç birisi haline geldim he? Kulağa komedi filmi senaryosu gibi geliyor doğrusu. Hey İnsan Tanrı, eğer bundan hoşlanıyorsan bahşiş ver de bizde nasiplenelim.
Salak gibi sırıtarak sadece benim yattığım ranzalı yataktan yuvarlanarak çıktım ve kaslarımı gevşettim. Ne kadar bastırmaya çalışsam da sesli bir şekilde esnemeye karşı koyamadım; bugün çok uzun bir gün olacaktı.
Odanın kenarına bıraktığım boş kovaya doğru gidip içini sıcak suyla doldurdum. Suyun yüzeyinden bana bakan kişi yakışıklı sayılabilecek bir tipti. Paul’un kadın avcısı ve annemin narin özellikteki genlerinin birleşimiydi bu yüz. Eski dünyamın standartlarında fena sayılmayacak ama bu dünyanın insanlarının da mükemmel saymayacağı bir yüzdü açıkçası. Bu yüze ne kadar bakarsam bakayım bir türlü benim olarak göremiyordum. Ama alışmıştım artık. Önceki sefer sahip olduğumdan daha yakışıklıydı ve bu benim için yeterliydi.
Ama bu yüz acaba Fitz’e yakışıklı geliyor muydu? Önemli olan soru buydu.
Bu konu üzerine düşünmenin pek bir anlamı yoktu. Fitz, sonuçta, bir adamdı ve ben ona herhangi bir şey yapmayı planlamıyordum. En azından resmiyette böyleydi.
Yüzümü yıkarken çenemde bir şey fark ettim. Birazcık çekiştirince o şeyin bıyık olduğunu fark ettim. Tek bir taneydi, küçücük bir kıldı.
“Sanırım o yaşa giriyorum demek he…”
İnsanlar bu dünyada farklı büyümüyordu. Benim peder kıllı birisi olmadığından kıllarımın çıkması uzun sürse de halihazırda kıllı olan bölgelerim yok değildi.
Lakin diğer ırklarda büyümenin nasıl olduğunu bilmiyordum. Mesela Fitz. Elfler insanlardan farklı mı büyüyordu acaba? Acaba alt takımlarda kılı var mıydı?
Hm…?
Yine de, canımı sıkan bir şey vardı. Sanki bir şeyi hatırlayacak gibiydim ama bir türlü hatırlayamıyordum.
“Aman neyse.” Omzumu silkip çenemdeki kılı kestim.
İki gün geçti, hiçbir gelişme yoktu.
Fitz ile sürekli görüşen birisi değildim o yüzden onu takip etmek gibi şüpheli şeyler yaparak başını ağrıtmak istemiyordum. Burada görülecek bir şey yok memur bey her şey her zaman olduğu gibi.
Kazadan sonraki üçüncü gün.
Luke’u erkekler yurdunun koridorunda beni beklerken buldum. Panik yapmadım. Bunun eninde sonunda olmasını bekliyordum çünkü. “Merhaba Efendi Luke,” dedim mümkün olduğu kadar neşeli bir şekilde. “Bu saatte burada ne yapıyorsunuz?”
Luke benim aksime pek neşeli görünmüyordu. Bana bakışlarından pek de mutlu olmadığı hissini çıkarıyordum. “Seninle Fitz ile ilgili konuşmak istiyorum.”
Tam da tahmin ettiğim gibi işte. Lakin şansına küs, sana vereceğim cevabı çoktan hazırladım. “Neyden bahsettiğini bilmiyorum.”
“Oh? Gerçekten mi?” Luke’un ses tonu meydan okur gibiydi. Geçen gün yaşananlar hakkında bilgi koparmaya mı çalışıyordu yoksa?
…Belki de Fitz’in cinsiyetinin ne olduğunu bilmediğimi sanıyordur hala. Yere düştüğümüzde şüphelerimi dile getirmiş olabilirdim ama o gerçekten kız olduğunu kabul etmemişti. Memelerini sıkmış falan da değildim ayrıca… ya da tecavüzcü coşkun gibi onu soymuş değildim. Bana baskı yaparlarsa gerçeği saklayabileceklerini düşünüyor olmalılar. Ki zaten ben de işin o yöne doğru gitmesini umuyordum.
Yine de, Fitz’in sırrını bilmem o kadar kötü bir şey mi? Belki teknik olarak bir Greyrat olduğum için endişeleniyorlardır. Ben o sırada Boreas ailesiyle olan bağlarımı kesmiştim ama Paul hakkında ne düşündüklerinden emin değildim. Her ne olursa olsun niyetimi erkenden belli etmem herkes ve benim için en iyisiydi.
“Yanlış anlamayın beni Luke efendi ama… benim size karşı herhangi bir art niyetim yok ve beslemeyi de düşünmüyorum. Ayrıca Fitz hakkında ya da sakladığı sırlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”
“…Bir şey bilmiyormuş numarası yapmaya razı mısın yani? İyi de niye?”
“Nasıl desem, benim Boreas ya da Notos aileleriyle olan bir bağım yok. Ve en önemlisi, Prenses Ariel’i asla düşman edinmek istemem.”
Luke’un yakışıklı yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Yanlış bir şey mi söyledim yoksa? Gerçekten bir şey bilmiyorum numarasını yapmaya devam mı etseydim acaba? “Her neyse, benim diyeceklerim bu kadar.”
“Anlıyorum. Rahatsız ettiğim için kusura bakma…”
Görüşürüz dedikten sonra Luke’u arkamda bırakarak oradan uzaklaştım.
Aynı gün derslerimi bitirdikten sonra deneylere devam etmek için Nanahoshi’nin odasına çıktım. Ama, her niyeyse, Fitz’i kapının önünde dikiliyorken buldum.
Yanlış hatırlamıyorsam Muhafızlık görevi bitene kadar bugün ve sonraki günler bana yardım etmemesi gerekiyordu. Bugün tatil günü değildi; bundan kesinlikle emindim. Ama yine de buradaydı. Prensesin yanında kalmak yerine Nanahoshi’nin laboratuvarına gelmişti.
Varsayıyorum, bunun bir nedeni olmalıydı. Ve varsayıyorum, bunun nedeni geçen gün yaşanan bir takım kazadan dolayı olmalıydı: Fitz ile yaşadığım yakın temas ve Luke ile bugün yaptığım konuşma. Bana güvenmemek için ellerinde her türlü neden vardı. Güvensizlik birisinin sırlarını zorla açığa çıkarmanın doğal bir sonucudur.
Başka bir deyişle Fitz muhtemelen buraya beni denetlemek için gelmişti. Belki de Luke’a söylediklerimi teyit etmek için gelmişti.
Heh, bugün çok zekiyim adamım.
“…”
Bir süredir sessiz bir şekilde bakışıyoruz, Fitz’in yüzü kaskatıydı. Böyle geçen birkaç dakikadan sonra Nanahoshi daha fazla dayanamayarak, “Bu ne böyle? İkiniz kavga falan mı ettiniz?” diye patladı yeni büyü çemberini çizmekle meşgulken.
“Y-Yoo! Kavga mavga yok!”
Fitz’in cevabı komik bir şekilde tuhaftı. Ne diyeceğini şaşırdığında gerçekten çok tatlı oluyordu. Yine de, benden şüphe ettiği bir gerçekti. Zaten böyle bir durumda kime nasıl güvenebilirdin ki?
Belki belimi büküp Ariel’e haraç versem daha iyi olur. Aklıma ona kaliteli hamur işi almak dışında bir şey gelmiyordu… lakin şu sıralar bana karşı nasıl temkinli olduklarına bakacak olursa bunun yarardan çok zararı dokunabilir.
“Dinleyin, ne olduysa umurumda değil,” dedi Nanahoshi kızdığını belli eden bir ses tonuyla. “Sadece beni saçmalıklarınıza alet etmeyin yeter.”
Bu dünyada kısılı kaldığı süre boyunca beladan uzak durma konusunda sorgulanamaz ilkeleri vardı. Fitz’in Asura kraliyet ailesiyle derin bağları vardı bu yüzden Nanahoshi ikimiz arasında yaşanabilecek herhangi bir anlaşmazlığa dahil olmak istemiyordu. Tabi insanlarla böyle saygısız konuşmaya devam ederse eninde sonunda bir gün başına iş açacaktı ama… neyse. Gerçi şu an tek konuştuğu insan evladı ben olduğumdan çokda önemli değildi.
Aman neyse. Eğer bu dünyanın sorunlarına ortak olmak istemiyorsa onun tercihi. Gidipte fikrini değiştirecek halim yok ya. Yine de azıcık insanlarla kaynaşsa dünyası başına yıkılmazdı… bütün gününü deliler gibi büyü çemberi çizerek geçirmek pek doğru değildi. Nanahoshi’nin sosyalleşmeye enerji ayırdığı söylenemezdi.
“…Cık.”
Normalde bu deneyleri Nanahoshi ve Fitz ile muhabbet ederek yapardık ancak bugün herkes sessizdi. Sessizlik sadece arada sırada Nanahoshi’nin cıklamasıyla bozuluyordu. Odada oldukça gergin bir ortam vardı.
“…Tamam yeter. Bugünlük bu kadar. İşimiz bitti.”
Bu ortama birkaç saat dayandıktan sonra Nanahoshi pes etti, sesi çok yorgun çıkıyordu. Bir kez daha herhangi bir ilerleme kaydedememiştik.
Yurda doğru geri dönerken Fitz ve ben hala konuşamamıştık. Onunla herhangi bir konu hakkında konuşmak istiyordum. Yanında her zaman olduğu gibi davranmak istiyordum. Ama ne demeliydim? Eğer düşünmeden ağzımı açacak olsaydım müstehcen bir şey söyleyeceğimden korkuyordum.
Tek bir kelime bile edemeden kızlar yurduna ayrılan kavşağa gelmiştik.
“Hey, Rudeus…” Fitz birkaç adım ileri yürümüştü, sesinle alışagelmedik bir gerginlik vardı.
“Evet? Ne oldu?”
Eli, ağzına götürdüğü elini yavaşça aşağı indirdi. Yumruk yapıp göğsüne bastırdı. Anlaşılan önemli bir şey söylemek üzereydi. Belki de bu söyleyeceği cinsiyetiyle alakalıydı. Elimden geldiğince kendimi buna hazırlamaya çalıştım.
“…Özür dilerim. Bir şey demeyecektim aslında. Görüşürüz.”
“Tamam o zaman. Görüşürüz…”
Fitz yere doğru bakıp hızla yurda doğru koştu. Yavaşça iç çekerek göğsümde tatsız bir duyguyla onun gitmesini izledim. Elimden geldiğince onun canını sıkmamak istiyordum ama… dürüst olmak gerekirse… bunu başarmak biraz zordu.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.