İşsizin Reenkarnasyonu Cilt 09 Bölüm 10
Budala ama Dikkatli (Kısım 1)
Çevirmen: RaccoonYobo
Kış gelmişti, Büyü Şehri Sharia karla örtülmüştü. Şehrin ünlü büyü altyapısı sayesinde yollar ve sokaklardaki karlar temizlense bile yine de Akademinin kampüsünde kar kütleleri birikmişti.
Mevsim başladıktan kısa bir süre sonra elime bir mektup ulaştı. Mektup S-Rütbe maceracı ve Stepped Leader’ın başı Soldat Heckler’den idi, mektupta şehre geldiğini ve benimle görüşmek istediğini yazıyordu. Anlaşılan Sharia’da bir tür klan konferansı gibi bir şey oluyordu. Stepped Leader’ın parçası olduğu Thunderbolt klanı Şeytan Kral Badigadi’ye karşı savaşmak için yetkililer tarafından Sharia’ya çağırılmış. Lakin klan daha şehre ulaşamadan yardım isteği iptal edilince şehirde konaklamaya ve konferanslarını burada yapmaya karar vermişler. Her kış gelecek planlarını hazırlamak için iki ya da üç ay boyunca ne yapacaklarını kararlaştırıp plan yapıyorlardı.
Soldat S-Rütbe bir maceracı ve klan yönetimi üyesiydi. Konferansa katılmama gibi bir seçeneği olmadığında o da Ranoa Krallığında konaklamak zorunda bırakılmış. Adam muhtemelen klan liderinden hoşlanmıyordu ve burada kalmaktan nefret ediyordu. Önünde zorlu geçecek ayların beklediğine inandırmıştı kendini. Lakin şehre geldiğinde bir anda eski dostu Quagmire’ın bu şehirde yaşadığı aklına gelmişti. Kader, madem onları bir araya getirmişti o zaman bu tekrar görüşme fırsatını kaçırmaması gerektiğine karar veren Soldat beni yemeğe davet ettiği bu mektubu gönderdi.
Teklif hoşuma gitmişti doğrusu. Soldat iyi bir çocuktu ve ona borçlu olduğum birçok şey vardı. Elinalise ile yaşanmışlığı vardı ama. Ona kendini adamış yeni erkek arkadaşını tanıtsaydım tuhaf olurdu… ancak onun benden daha iradeli olduğunu düşünüyorum o yüzden sorun çıkmayacaktır. Eminim geçmişini kolaylıkla ardında bırakır.
Davete icabet etmeye karar verdikten sonra Nanahoshi’ye deneylere bir sonraki gün katılamayacağımı haber ettim. Fitz’i davet ettim ama kaşlarını çatıp kafasını sallayarak. “Özür dilerim ama maalesef öğleden sonra müsait olamayacağım. Prenses Arieli korumam gerekli.”
Korumaların hayatı da çok zor açıkçası. Herkesin müsait olduğu günlerde işe gitmek zorunda kalıyorlar. Köle hayatı yaşıyorlar resmen.
Hayır hayır. Üstat Fitz’e haksızlık ediyorum. O sadece işine dört kolla sarılıyor o kadar. Her neyse, kendi isteklerim için sorumluluğunu yerine getirmesini isteyemem ondan. Gelmemesi yazık oldu, hayatın çilesi işte. Anlaşılan sadece Elinalise, Ciff ve ben Soldat ile buluşmaya gidecektik.
Buluşma günü geldiğinde üçümüz birlikte Maceracılar Loncasına girdik. Şehirdeki yollar temizdi ama hala silik bir kar katmanı görülebiliyordu. Kar gündelik olarak temizlense de gece vakti yaşanan kar fırtınaları yüzünden büyü şehrinin kar temizleme altyapısı yetişemiyordu.
“Hey! Dinliyor musun, Rudeus?”
“Ne? Evet dinliyorum ne oldu?”
Birkaç dakikadır Cliff’in kendi araştırmasıyla ilgili övünmesini dinliyordum. Elinalise’nin lanetini kaldırmak için deli gibi lanetler üzerine araştırma yapıyordu. Ancak lanetler tarihin başlangıcından beri vardı ve eskilerden bu yana üzerinde birçok çalışma yapılmıştı, bundan lanetlerin kolayca kaldırılamayan şeyler olduğunu anlayabiliyordunuz. O yüzden Cliff’in son altı ayda yürüttüğü çalışmalar başarıya ulaşmaktan hala daha çok uzaktı.
“Üzerinde çok çalıştığın bir şeyin sonuca varmaması üzücü değil mi ama?”
“Ben hiç kafaya takmıyorum.” dedi Cliff özgüven dolu bir sesle. “Ben bir dahiyim, eninde sonunda bir şey bulurum!”
Bu adam hayran olunası cidden. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım asla başaramayacağım şeyler vardır; Ben şahsen onun yaptığı kafamı aynı duvara vuramaz ya da azimle sıçıp duvarı delemezdim. Deneye yanıla daha önce keşfedilmemiş veya bulunmamış bir şeyi başarmak sahiden sadece “Dahi” olanların başarabileceği bir şeydir.
“Eğer lanetler hakkında bir şey biliyorsan lütfen benimle paylaş, olur mu?”
“Hm…?”
Hm düşüneyim. Şeytan Kıtasından buraya gelirken lanetlerle ilgili bir şeyler duymuştum sanki. “Hatırlamaya çalışıyorum…”
Nerede duymuştum ya? Lanet, lanet… niyeyse bu kelime içimi ürpertiyor. Muhtemelen Orsted’in lanetleriyle bağdaştırdığım için. Bana İnsan Tanrı söylemişti değil mi lanetlerini?
Şimdi hatırladım da Şeyta Tanrı Laplace’ın da lanetleri vardı demi? Hatta lanetini Superd’lere hediye ettiği mızraklara aktarıp onları yüzyıllarca sürecek zulme mahkum etmişti değil mi?
“Laplace’ın kendi lanetini belirli nesnelere aktarıp onları bir şeytan kabilesine verdiğini duymuştum.”
“Nesneler mi…?”
“Evet. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, Superd’lerin Laplace Savaşında kullandığı mızraklara aktarmış. Mızrakların üzerindeki lanet yüzünden Superdler akıllarını kaybetmiş ve kana susamış katiller olarak anılmaya başlanmışlar.”
Cliff gözleri az kalsın yerinden çıkacaktı. “Ne?! Bunu daha önce hiç duymamıltım! Doğru mu dediğin?!”
“Yani bir nevi, bu hikayeyi başka birisinde duymuştum o yüzden doğruluğunu kanıtlayamam.”
Bunu da mı İnsan Tanrı söylemişti acaba? Evet evet o söylemişti. Onun bu konuda yalan söylediğini düşünmüyorum doğrusu. Öbür türlü bana yalan söyleyerek nasıl bir kazanç elde edebilirdi ki?
“Ne olursa olsun, bu akıllara soru getiren bir konu. Lanetin nesneye aktarılabildiğini bilmiyordum.” Clif elini çenesine koyarak düşünceli bir şekilde başını salladı, aklına bir fikir gelmişti herhalde.
“Nasıl yapılacağını bilmiyorum maalesef, kusura bakma.”
“Sorun yok. Daha önce böyle bir şeyin yapıldığını bilmek bile başlı başına çok yardımcı oluyor.”
İyi de Laplace dışındaki birisi bunu başarabilmiş mi acaba? Sadece Şeytan Tanrı’nın yapabileceği türden kötü bir şeymiş gibi geliyor kulağa çünkü. Gerçi bu tür şeylerle uğraşmakla ilgili kadim bir yasağın olduğunu öğrensem şaşırmazdım doğrusu.
Bunu demişken… Kutsanmış ve Lanetlenmiş çocuklar mantıken aynı değil miydi? Belki daha önce kutsanmışlığın başka bir vekile aktarıldığı bir girişim olmuştur? “Hmm. Cliff, daha önce birisinin kutsanmışlığı ya da bir lanetliliği başka bir şeye aktardığını duydun mu?”
“Hm? Kutsanmışların bu konuyla ne ilgisi var?” diye soru Cliff merakla başını yana yatırarak.
Tuhaf. Aynı düzlemde değilmişiz gibi hissediyorum nedense. “Nasıl desem, Kutsanmış Çocuklar mantıken aslında Lanetli Çocuklarla aynıdır. Doğarken manalarında yaşanan tuhaflıktan dolayı çeşitli tuhaf güçler elden edeler. Lanetli veya Kutsanmış sayılmalarının tek nedeni de güçlerinin işe yarayıp yaramadığıyla alakalıdır.”
“…Bak bunu bilmiyordum.”
Elinalise’ye bana destek vermesi için baktığımda onun da bana aynı şaşkınlıkla baktığını gördüm. Anlaşılan ikisi de bunu bilmiyormuş. Belki çoğu insan tarafından bilinmiyordur bu bilgi? Lakin nedense birisinin bana bu bilgiyi çok önemsiz bir detaymış gibi verdiğini hatırlıyorum…
Bekle, bunu da İnsan Tanrı söylemişti.
Bütün bildiğim şeyler insan tanrıdan geliyor, değil mi? O herifin bilinmeyen gizemli bilgileri bayram şekeri dağıtırmış gibi vermeyi bırakması lazım.
“Yine de, bu dediklerin çok ilginç… Nesnelere ha? Çok ilginç evet… Belki bunu deneyebilirim…” Cliff heyecandan kanatlanacaktı az kalsın. Bana çok işe yara bir ipucu vermişim gibi bakıyordu. Bana sorarsanız ona söylediğim şeyleri kabul etmekte çok aceleci davranıyordu ama… aman neyse.
Nereden bakarsan bak lanetlerin bu dünyanın sözde tanrılarıyla uzaktan yakından bağlantısı vardı. İnsan Tanrı, Ejder Tanrı ve Şeytan Tanrının en az bir tane laneti vardı. Ve bu dünyada “kutsal” sayılan Kutsanmış Çocuklar diye bir şey vardı. Acaba ikisi arasında anlamlı bir bağlantı var mıydı yoksa hepsi birer tesadüften mi ibaretti?
“Teşekkür ederim Rudeus. Sanırım sayende bir çözüm yolu buldum!”
Cliff’İn yüzü iyimserlik ve heyecanla kaplıydı. Hazır eli değmişken keşke benim alt takımlardaki laneti de düzeltse.
“Hey Quagmire! Uzun zaman oldu!”
Soldat ve arkadaşları beni güler yüzle karşıladılar; kaşla göz arasında bir meyhaneye gidip büyük bir masaya oturduk.
Cliff ile Elinalise’nin ilişkisini duyduklarında Stepped Leader’ın üyeleri… çok şaşırmıştı; abartılı kelimeler kullanmazsak tabi. “Ah buyur?” diye birisi çıkıştı bir anda kahkahasını tutmaya çalışarak. “Sen gerçekten evlenecek misin yoksa? Bende burada senin hep orospu kalacağını sanıyordum.”
Cliff öfkeyle patladı, bi zahmet. Ancak Soldat ve diğerleri bu öfkeli çıkışı komik buldu ki bu Cliff’in öfkesinin yeni sınırlara ulaşmasına vesile oldu. Kavga etmeye başlayacaklarından endişelenmeye başlamıştım ki Allah razı olsun Elinalise araya girip müstakbel kocasını sakinleştirdi ve konuyu değiştirdi. Bu kadın yeri geldiğinde inanılmaz birisine dönüşüyordu cidden özellikle öfke yönetimi konusunda.
Şimdi düşünüyorum da daha önce hiç onun öfkeden kudurduğunu ya da ağladığını görmedim. Arada sırada canının sıkıldığı oluyordu evet ama hiç ciddi bir şekilde kızdığı olmuyordu. Bu dünyada nefretle andığı tek kişi Paul’du ama. Benim peder buna ne yapmış olabilir ya?
Ben beyin hücrelerimi bu önemli soru üzerinde harcarken konu bir anda üzerimdeki kıyafetlere geldi. Her zamanki gibi okul kıyafetimi giyiyordum. “Seni böyle kıyafetlerin içinde görmek garibime gidiyor ha Quagmire! Aynı çömezlere benziyorsun!”
Büyü Akademisinin bazı öğrencileri Maceracı Loncasına okul üniformalarını giyerek gelmeyi alışkanlık haline getirmişti, bazısı üniformanın üstüne cüppe de giyiyordu. Bu kişilerin hepsi F ve E rütbesindeydi o yüzden Soldat’ın partisiyle pek konuşmuyorlardı. Lakin bazen Thunderbolt’a katılmak için yalvarıp yakananlar olmuyor değildi.
“Hmm. Madem ben çömeze benziyorum o zaman neden bir çömez gibi davranıp yükünü taşımıyorum?”
“Hah! Çok komik çocuk. Bizim eşyalarımıza bizden başkasını dokundurtmayız!”
“Evet evet. O başıboş ejderden çıkan ganimetleri tek başına nasıl taşıdığını daha dün gibi hatılıyorum…”
“Ah evet, o gün eşşek gibi para kaldırmıştık…”
Böyle anıları hatırlamak insanın içini ısıtıyordu sahiden. O Kızıl Ejderi devirdiğimde bütün parti beraber olup canavarın etini ve kemiğini ta şehre kadar taşımıştı ve kazancı eşit bir şekilde bölüşmüştük.
“Ah evet. Bak hazır unutmamışken söyleyeyim Quagmire! Geçen ay biz Neris Tundrasındaydık, sonra–”
Bu kısımdan sonra muhabbet geçmişi yad etmekten Stepped Leader’ın son zamanlarda yaptığı maceralara doğru kaymıştı. Cliff hala sinirli olsa da Soldat ve arkadaşları hikaye anlatmaya devam ettikçe gözleri yavaş yavaş heyecanla parıldamaya başladı. Şimdi aklıma geldi de Cliff maceracı olmayı hayal ediyordu değil mi? Eh ne beklersin, çocuk daha ergenlik çağında sonuçta. Bazen davranışları yüzünden onun hala ergenlik çağında bir çocuk olduğunu unutuyordum.
“–Ve böylece oradan bir nevi tek parça halinde kaçmayı başardık. Her neyse, mekan değiştirmenin zamanı geldi gibi sanki he? Nereye gidelim?”
Hepimiz yemeklerimizi bitirmiştik ve anlatacak hikayemiz kalmamıştı. Başka bir meyhaneye geçip götümüzle içki içmenin zamanı gelmişti artık, tam masadan ayrılacaktık ki klanın ulaklarından biri geldi. “Hey, Soldat. Yine konferansa çağırıyorlar.”
“Ne yine mi? Dalga mi geçiyorsun? Daha bu sabah yapılmadı mı!”
“Kusura bakma ama bizi çağırıyorlar. Bugün patron durmak nedir bilmiyor anlaşılan.”
Görülen o ki Soldat parti liderleri toplantısına çağırılıyordu ve gitmemek gibi bir seçeneği yoktu. “Sikeyim böyle işi. Özür dilerim Quagmire. Bugün seninle birlikte içerek perte çıkmayı planlıyordum ama başka zaman nasipmiş anlaşılan. Başka bir gün devam ederiz olur mu?”
“Hiç sorun olmaz Soldat. Boş zamanında bana haber et, hemen gelirim.”
Sert bir şekilde başıyla onayladıktan sonra Soldat meyhaneden çıktı.
Her neyse, davetçimizi kaybettiğimize göre artık bizim de kalkma zamanımız gelmişti. Lakin daha ikindinin erken saatlerindeydik— 2:30 civarıydı. Eğer eve şimdi gitseydim muhtemelen boş boş yatardım. O yüzden “Ne yapalım?” diye sordum ekibin nabzını yoklamak için.
“Ben aslında,” dedi Elinalise. “Cliff’e maceracılıkla ilgili üç beş bir şey öğretmek istiyordum.”
“Ah gerçekten mi?”
İlginç. Elinalise müstakbel kocasının Stepped Leader’In hikayelerine nasıl haran olduğunu fark etmiş olmalı ki ona nasıl maceracı olunacağını öğretmek istiyordu.
“Ooh bak bu kulağa eğlenceli geliyor işte. Çömez eğiteceğiz he?”
“Bizde sizinle gelebilir miyiz?”
Stepped Leader’ın diğer üyeleri de bu fikre sıcak bakıyordu. Ufak bir müzakereden sonra herkes Cliff’e maceracı hayatını tanıtmaya karar vermişti. Akıllarında A Rütbesinde bir canavar avı görevini alıp ona hakiki bir deneyim vermek vardı. Cliff küçümsenerek bahsedilmek konusunda huzursuzdu lakin macera hevesi huzursuzluğunu baskın çıkıyordu.
“Peki ya sen Rudeus?” diye sordu Elinalise.
“Ben… almiyim ya aslında.” Aslında Cliff’e büyücüleri olan bir partiye nasıl yardımcı olabileceği konusunda bir iki şey öğretebilirdim ama niyeyse içimden bir ses kendinden küçük birisi tarafından ders almak istemeyeceğini söylüyordu. Sana bir şeyler öğreten insanlar yaşlı olduğunda gururunu kenara bırakmak kolaylaşıyordu.
Ayrıca, dövüşten kaçan bir canavarın peşinde perişan olmak çok iyi bir fikir değildi. Böyle bir şeyi eğer Nanahoshi’ye haber vermezsem ne kadar sinirleneceğini çok ama çok iyi hayal edebiliyorum. Gönüllü keşiş yaşamına rağmen kızın konuşacak birine ne kadar hasret olduğunu anlayabiliyordum. Ona yardım etmediğim günler ne kadar canı sıkkın olduğunu hatırlıyorum. Eğer gerçekten hikikomori gibi yaşamak isteseydi öncelikle yalnız yaşamdan nasıl zevk alınacağını öğrenmesi gerekiyordu. Tabi, Japonyayı çok özlüyordu. Kendi diliyle konuşabileceği birilerinin olmasını istemesini anlayabiliyordum. Ancak bu dünyada kalmaya karar vermiş birisi olarak ona dışarı çıkması gerektiğini söyleme isteğini bastırmak gün geçtikçe daha da zorlaşıyordu.
“Tamam o zaman. Nereye gideceğimizi haber edecek misin o zaman?”
“Evet hallederim ben. Dikkatli ol Elinalise. Çömezle birlikte göreve gidiyorsun, onu tehlikeli yerlere sokma.”
“Endişe etme Rudeus. Birilerinin aksine ben Kızıl Ejder ya da bir Şeytan Kralla dövüşmeyi planlamıyorum.”
İyi de Badigadi’yle ben isteyerek dövüşmedim ki. Aman neyse, boşver bir de buna laf mı yetiştireceğiz?
Herkese hoşçakal dedikten sonra Akademiye yalnız geri döndüm. Maceracılar Caddesinden Sharia’nın ana ticari meydanına kadar yürümem gerekiyordu. Bölgeye girere girmez burnuma çok çekici ızgara et kokuları çalınmaya başlamıştı. Kokunun geldiği yöne bakınca etraftaki onca kara rağmen bir sürü tüccarın açık hava tezgahı kurduğunu gördüm. Bu soğukta iş yapmak zor olmalı, dostum…
Yine de bu zaman geçirmeye engel değildi. İstersem yurda geri dönebilirdim ama orada ders çalışmak, talim yapmak ve figürin tasarlamak dışında pek yapacak bir şey yoktu. Belki de mızmızlık yapmak yerine Cliff’ler ile birlikte gitseydim daha iyi olurdu. O tren çoktan kalktı ama.
“Eh, madem hazır buradayım şöyle etrafa bir göz atayım.” dedim ve Ticarı meydandan boş boş dolanmaya başladım.
İhtiyacım olan bir şey yoktu doğrusu ya da ilgimi çeken bir şey. Cliff ile olan konuşmamdan sonra nedense efsunlu eşyalara olan ilgim artmıştı. Laplace’In Superdlere verdiği o mızraklar da muhtemelen bir tür efsunlu aletti eğer yanlış hatırlamıyorsam. Şimdiye kadar efsunlu aletlerle pek ilgilenmemiştim çünkü hepsi çok pahalıydı. Ancak Fitz’in birkaç tane efsunlu eşyası vardı, Nanahoshi’nin de kullanışlı emanetleri vardı. Sharia’da Büyücü Loncasının başkenti olduğuna göre belki burada ilgi çekici aletelr bulabilirdim. Satın almayı düşünmüyordum ama, vitrin izlemenin kimseye zararı olmazdı.
İlk başta iki türü birbiriyle karıştırsam da aslında büyü aletleri ile efsunlu aletler birbirinden farklı şeylermiş. Efsunlu aletler, insan eliyle cismin üzerine büyü çemberi çizilerek hazırlanan şeylermiş. Kullanıcı belirli bir kelimeyi söyleyince mana alete aktarılıyor ve büyü oluşuyormuş. Alet, kullanıcının manası bitmediği sürece tekrar ve tekrar kullanılabiliyormuş. Büyü aletleri ise kendi manalarıyla efsunlanmış nesnelermiş. Onları belirli bir hareket veya poz yaparak etkinleştiriyormuşsun. Günde birkaç kez büyü oluşturabiliyorlarmış ancak manalarının yenilenmesi birkaç saat sürüyormuş.
Kısaca, efsunlu aletler tekrar ve tekrar kullanılabiliyor ama senin mananı harcıyordu, büyü aletleri ise kendi başlarına yetebiliyordu. Büyü aletleri, belirli bir büyülü sözü ezberlemeni ya da değerli mananı harcamanı gerektirmediği için efsunlu aletlerden daha pratik ve kullanışlı olarak kabul ediliyordu. Lakin büyü aletlerinin çoğu labirentlerin derinliklerinde bulunuyordu ve rastgele etkileri oluyordu. Bu yüzden işe yarar ya da güçlü özelliklere sahip büyü aletleri dudak uçuklatan fiyatlara satılıyordu. Örneğin Fitz’in giydiği botlar, o botlar muhtemelen sahip olduğum her şeyden daha değerliydi. Kısa bir not: “büyü kılıçları” olarak bilinen bazı silahlar üzerinde büyü aleti özelliği taşıyan ancak insan eliyle yapılmış silahlardır.
Tabi benim herkesten çok manam olduğu için efsunlu aletleri kullanmamda sakınca yoktu. Çok mana tükettiği için işe yaramaz olarak nitelendirilen aletleri bile kullanabilirim. “Defolu” mal olarak görülen bir ürünle karşılaşmayı umduğumdan bütün mağazaları tepe bucak arıyordum.
Ama sonra, rastgele bir sokakta yürüyorken iki tanıdık yüzle karşılaştım. “Hm?”
Luke ve Fitz bir tür giyim mağazasının önünde sohbet ediyordu. Fitz neşeli bir yüz ifadesiyle vitrindeki bir şeyi işaret ediyordu. Luke ise yorgun gözükse de neşeyle gülümsüyordu. Elinde halihazırda büyük bir alışveriş poşeti tutuyordu. Adeta randevuya çıkmış bir çift gibi görünüyorlardı.
Fitz bugün Ariel’i koruduğunu söylememiş miydi? İkisinin böyle zaman geçirmesi doğru mu ki? Aman neyse. Merhaba desem kimseye zararım olmaz herhalde…
“İkindi vaktiniz hayırlı olsun. Siz ikinizle burada karşılaşmayı ummuyordum açıkçası.”
“Ne —Rudeus?!”
Luke arkasını döndü, yüzünde abartılı bir şaşkınlık ifadesi vardı. Her zamanki gibi adam benden hazzetmiyora benziyordu. Elimden geldiğince onlara salça olmaya çalışıyordum ancak anlaşılan son zamanlarda çok fazla dikkat çekmişim. Bu yüzden bana sinirli olmalılar. Tek istediğim Fitz ile iyi geçinmekti ama.
“…Hm?”
Her nedense Fitz bugün… tuhaf görünüyordu. Farklı giyinmişti sanki? Yoo. Dilimin ucunda ama söyleyemiyorum. “Üstat Fitz, görünüşünüzü falan mı değiştirdiniz?”
Bunu der demez Fitz seğirip bana sanki küçük dilini yutmuş gibi bakmaya başladı. Duruşuylan mı alakası vardı acaba? Vücudu da sanki normalden… daha kavisli görünüyordu.
Onu incelemeye devam ederken Fitz yüzünü başka tarafa çevirdi. Ve hemen ardından Luke aramıza girdi. “Merhaba Rudeus. Ne yapıyorsun burada? Bizden bir şey mi istiyorsun?”
Fitz’i benden… aşırı korumacı erkek arkadaş gibi saklamaya çalışıyordu sanki. Ses tonu sakindi ama gözlerinden ateş saçıyordu, ama tamamen düşmancıl değildi. Yine de sesinde bir gerginlik vardı. Uygunsuz bir anda mı geldim yanlarına acaba?
Acaba ikisi gerçekten bir randevuda mıydılar? Belki de Luke iki tarafa da çakıyordur, belki ikisi sahiden de randevuya çıkmışlardır? Bunu sır olarak saklamaya çalışmaları oldukça normal aslında. İnsanlar Ariel’in korumalarının sevgili olduklarını duyarsa tatsız bir karmaşa çıkabilirdi çünkü.
Lakin durumun böyle olduğunu düşünmüyordum tabi ki. Ama her niyeyse bu düşünce beni rahatsız etmişti. “Bir şey istemiyorum. Sadece ikinizi görünce gelip bir selam çakayım istedim… Şey, Üstat Fitz?”
Fitz bir kez olsun yüzüme bakmamıştı. …Huh? Bana soğuk mu yapıyor yoksa? Ama neden? Söylediğim bir şey yüzünden mi yoksa?
“Anlıyorum. Uğradığın için sağol. Ancak sana hatırlatmam gerekir ki Fitz, Prenses Ariel’e korumalık yaparken konuşması yasaktır. Anlayış göstereceğini düşünüyorum, yanlış mıyım?
Konuşması kulağa arkadaş canlısı geliyordu ama sanki Luke beni başından savmaya çalışıyordu. Tek bir şey kesindi ama. Ben kesinlikle yanlış bir zamanda gelmiştim. Yine de Fitz’in bana böyle soğuk yapması…
Fitz bana bakmıyordu. Yanı bakıyordu ama bir yandan da bakmıyordu. Arada bir bakış atıyordu, attığı bakışların hiçbiri arkadaş canlısı değildi. Kaşlarını çatmıştı. Vücut dili sabırsızca benim gitmemi beklediğini söylüyordu. Bazı zamanlar budala olabiliyorum ama ben bile bu kadarını anlayabiliyordum.
“Sorun nedir?” diye sordu Luke sakince.
“Bir şey yok. Kusuruma bakmayın.”
Arkamı dönüp yanlarından sessizce uzaklaştım. Dışarıdan pek bir şey belli ettiğimi düşünmüyordum ama içerden içim içim sızlıyordum. Fitz tarafından böyle kovulmak benim o kadar zoruma gitmişti ki doğru dürüst düşünemiyordum bile.
Vitrin izleme hevesimi kaybetmiştim. Eve gitme zamanıydı artık.
Önümde uzanan yol çamurlu karla kaplıydı. Yine kar yağıyordu, yine.
Bugün rüzgar her zamankinden daha soğuk esiyordu.
Not
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.